Arama


Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
26 Şubat 2009       Mesaj #4
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
Vormärz Dönemi

Alman siyasal ve kültürel hayatında Vormärz Dönemi olarak bilinen bu dönem,1848 Devrimi öncesindedir ve Viyana Kongresi'yle (1815) birlikte başlar. Viyana Kongre'si de 1789 Fransız İhtilali'nin bir uzantısı olarak değerlendirilebilir. Almanya, Avusturya, İtalya ve Fransa'da meydana gelen siyasal hareketliliklerin kaynağı Fransız İhtilali idi.
Avrupa'da ilerleyen Napolyon'a karşı Alman kurtuluş savaşları, milli bir Alman Birliği ruhunun oluşmasına zemin hazırlamıştı. Hanedanlığı savunanlar demokratlaşma doğrultusunda atılan adımlardan ve herhangi bir gelişimden çekiniyorlardı. 1815 Viyana Kongresi görüşmelerinde milli anayasa problemi,federatif anayasa problemi şeklinde tanımlandı ve böylelikle Federal Devletler İlkesi (das staatenbündische Prinzip) tesbit edilmiş oldu. Siyasal yönetime halk temsilcilerinin katılması fikri tamamıyla reddedilerek toplumsal güçlerin hanedanlık esasında, devlet disiplini altında tutulması ilkesine karar verildi. 1848'de burjuva devrimi aydın burjuva tabakası sayesinde meydana gelmiştir. Almanya'nın yeni yasasında politik haklarını kaybetmişlerdi ve böylelikle muhalefeti oluşturdular. Halkın politik düşüncelerini biçimlendirme konusunda aydınların ve üniversitelilerin etkinliği, silahın geri planda kalmasına neden oldu. Karlsbad toplantısıyla üniversiteyi ve basını kontrol altına almayı amaçlayan bazı yasalar çıkarıldı(1819). Bir devlet yetkilisinin kontrolü altında üniversite politikadan uzak tutulmaya çalışıldı. Basın da sansürle muhalefette etkisiz hale getiriliyordu. 1830 Fransız İhtilali'yle burjuvanın haklarını savunması ve monarşi ilkesi yıkıldı, bu da Almanya'da huzurun korunabilmesi için yeni yasaların çıkarılmasına neden oldu. 1832'de siyasi amaçlı tüm dernekler yasaklandı.
İşte bu toplumsal siyasi ortamda ve genel hatlarıyla iki karşıt doğrultuda ilerleyen edebiyata Vormärz Dönemi denilmiştir. Biedermeier ve Junges Deutschland akımlarının ortak noktasını oluşturur.
Bu dönemde eser veren yazarların bir kısmı eski geleneği sürdürmeye çalışmışlarsa da onlarda çağın gerçeklerini gözardı etmeyip, bu çabadan vazgeçmişlerdir. Fakat hiçbir zaman biraraya gelerek bir grup oluşturmamış birlikte program yapmak istememişlerdir. Ayrı eserler vermişlerdir, ama yaratıcılıklarının ortak noktaları daha sonra onları aynı ad altında toplamıştır. Diğer yandan eski edebiyat tarihçileri, bunları genel olarak realizm akımı içerisinde değerlendirip, bu akımın ilk temsilcileri ya da realizm öncesindeki yazarlar, şairler olarak görüyordu.

Alman Birliğine Doğru

Devrim, sonra da Napolyon savaşları sırasında Almanya, Fransa tarafından fethedildi; bu, Alman halkında birlik ve milliyetçilik duygusu yarattı. Napolyon tarafından yenilgiye uğratılan Prusya, köklü askeri ve toplumsal reformlara giriştikten sonra Fransız İmparatorluğuna karşı yürütülen kurtuluş savaşında Alman devletlerinin başına geçti ve bunları 1813'te zafere ulaştırdı.
Alman Konfederasyonu(1815-1866)
(1814-1815)Viyana kongresi ile birlikte alman milliyetçiliğini savunanların hayalleri yıkılmış, bu kongre ile prenslerin ayrıcalıkları korunmuş ve Napolyon'un basitleştirilmiş siyasi yapısı (her biri büyük bir özerklikten yararlanan 38 devletten oluşmuş bir konfederasyon) korunmuş oldu.. Alman konfederasyonu, Habsburgların himayesi altına girdi,ama onursal bir başkanlık sözkonusuydu; Viyana'daki hükümdarlar artık Avusturya İmparatoru dışında bir ünvan üstleneceklerdi. Prusya 1834'te Alman devletlerinin çoğunluğunu bir arada toplayan gümrük birliğini oluşturmakla kalıp , geçici olarak arka plana çekildi. Viyana Kongresi'nin sonraki 30 yılında, Avusturya dışişleri bakanı Metternich tarafından temsil edilen tepki, Fransız devriminin esinlendiği liberal düşüncelerin ve milliyetçi ideolojinin giderek daha şiddetli eleştirilerine hedef oldu. Değişim talepleriyle birleşen ekonomik bunalım, 1848 devrimini hızlandırdı; devrim hemen hemen bütün Alman devletlerini liberal ödünler vermeye zorladı. Alman Birliğini sağlamak ve ülkeye bir anayasa kazandırmakla görevli ulusal bir kurultay olan Frankfurt diyetine, temsilciler seçildi. Bununla birlikte devrimci hareketin bağrındaki bölünmeler ve muhafazakar Prusya'nın inatçı muhalefeti (IV.Friedrich-Wilhelm birleşik Almanya'nın anayasal hükümdarı olmayı reddetti), devrimin 1849'da başarısızlığa uğramasıyla sonuçlandı.
Almanya'nın Bismarck tarafından birleştirilmesi
1862^de Prusyanın yeni başbakanı Otto von Bismarck tarafından Alman milliyetçiliği tekrar gündeme getirildi. Muhafazakar ve yurtseverbir kişiliğe sahip olan Bismarck , milliyetçi temaları liberallerin elinden almaya ve birleşmiş bir Almanya üzerinde Prusya'nın hegemonyasını kurma amacı taşımaktaydı. 1864’te Avusturya ile birlikte Danimarka’ya karşı yapılan savaş, Schleswig’in Prusya’ya , Holstein’ın da Avusturya’ya bırakılmasıyla sonuçlandı. Holstein yönetimi konusunda çıkan bir anlaşmazlık Bismarck’ın ,1866 Avusturya – Prusya savaşı’yla Avusturyalılara saldırmasına (ve yenmesine) bahane oldu. Bismarck, Viyana’yı Almanları ilgilendiren işlerden uzaklaştırmaya özen göstererek, 1867'de , kuzey Alman devletlerini Prusya’nın egemenliği altındaki bir federal hükümetin otoritesi altında birleştiren Kuzey Almanya Federasyonu’nu kurdu. Üç yıl sonra başlayan Fransa-Prusya Savaşı sırasında güney devletleri (Bavyera, Baden, Württemberg, Pfalz) konfederasyona girmeyi kabul ettiler ve 18 Ocak 1871’de Versailles Sarayı’nın Aynalar Galerisi’nde Prusya Kralı I.Wilhelm yeni Alman Reich’ının (imparatorluk) imparatoru olarak taç giydi.Böylelikle Bismarck liberallerin başaramadığını <kılıç ve kanla> başardı. Politika sahnesinden tamamen silinen liberaller, güçlü Prusya başbakanıyla hemen barış yapmak zorunda kaldılar.

II. Alman İmparatorluğu (1871-1918)

200px Bismarck1896 magnify clip
Bismarck


18 Ocak 1871’de kurulan Alman İmparatorluğu kitlelerden gelen milliyetçi duyguların değil, askeri zaferleri izleyen geleneksel diplomatik girişimlerin ürünüydü.Kuzey Alman Konfederasyonu’na üye devletlerin liderleriyle Bavyera,Baden, Hessen ve Württemberg’in hükümdarları arasında bir anlaşmaya varılmıştı.O tarihte Alman topraklarının ve nüfusunun yaklaşık beşte üçünü kapsayan Prusya, imparatorluğun I. Dünya Savaşı’nın ardından çöküşüne değin birliğin egemen gücü olarak kaldı.
İmparatorluk oluştuğunda 540.857 km.’lik bir alanı kaplayan Almanya’nın nüfusu 1871-1914 arasında 41 milyondan 67 milyona çıktı. Nüfusun yüzde 63’ü Protestan, yüzde 36’sı Katolik,yüzde 1’i Yahudiydi.Polonyalı ,Danimarkalı ve Fransızlardan oluşan küçük azınlık grupların dışında nüfus tümüyle Germen kökenliydi.Kırsal nüfus yüzde 67 kadardı; gerisi kasaba ve kentlerde yaşıyordu.1820’lerde ve 1830’ larda çıkarılan zorunlu eğitim yasaları nedeniyle nüfusun neredeyse tümü okuryazardı.Alman İmparatorluğunun anayasası Kuzey Alman Konfederasyonu ‘ndan devralınmıştı.Bismarck’ın 1867’de hazırladığı bu anayasa Almanya’nın kırsal ağırlıklı yapısını ve Junker kökenli Bismarck’ın otoriter eğilimlerini yansıtıyordu.Biri halkı,öbürü 25 eyaleti temsil eden iki meclis vardı.Erkek yurttaşların gizli oyuyla seçilen İmparatorluk Meclisi 397 üyeliydi. Parlamentonun eyalet temsilcilerinden oluşan üst kanadı ise Bundesrat adını taşıyordu.1867 ve 1871’ de belirlenen seçim bölgeleri hiçbir zaman nüfustaki değişiklikleri yansıtacak biçimde değiştirilmedi. Dolayısıyla da kentleşme ilerledikçe kırsal kesimin meclisteki ağırlığı ülkedeki oranının çok üstüne çıktı.
Kuramsal olarak alt meclis her yasayı geri çevirebilirdi,ama gerçekte yetkileri sınırlandırmıştı.Ayrıca bakanlar da meclis değil , imparator tarafından seçiliyor ve ona karşı sorumlu tutuluyorlardı.İmparatorluk bütün varlık süresince imparatorluğun siyasal sistemi arasındaki uyuşmazlığın etkisinde kaldı.Prusya’nın siyasal sistemi arasındaki uyuşmazlığın etkisinde kaldı.Prusya’da alt meclis üç sınıflı bir seçim sistemiyle belirleniyor,erkek nüfusun yüzde 15’ini oluşturan mülk sahipleri temsilcilerin yüzde 85’ini seçiyordu.Dolayısıyla tutucular Prusya’da her zaman çoğunluğu sağlayabiliyor, oysa imparatorluk sistemi merkez ve sol partilere büyüyen bir çoğunluk olanağı veriyordu.İmparator aynı zamanda Prusya kralıydı.İki kısa dönem dışında Prusya başbakanı da hep imparatorluk şansölyesi oldu.Bu durumda yürütme,iki ayrı mecliste çoğunluk sağlama gibi bir sorunla karşılaştı.Genellikle bürokrasi ya da asker kökenli olan politika deneyimleri yoktu.
Bismarck kırsal nüfusun liberal eğilimli ilerici partiye değil, Muhafazakar ve Bağımsız Muhafazakar partilere oy vereceğini düşünerek erkekler için genel oy akını kabul etmiş , kurulacak yeni partilerini hesaba katmamıştı.Ama 1870’lerin başında Prusya’ da seçimlere katılmaya başlayan,Katolik inanç temelinde örgütlenmiş Merkez Partisi ve Alman Sosyal Partisi önemli oranda oy aldı.1871’de Bismarck Liberaller’le birleşerek Merkez Partisi’ni yok etmeye yönelik Kulturkampf ‘ı(kültür savaşını)başlattı.Katolik Kilisesi’ni hedef alan bir dizi yasa çıkarıldı; medeni nikah kabul edildi;papazların yer değiştirmesi yasaklandı;tarikatlar dağıtıldı.Tersine Katolik azınlığın bir siyasal partiye gereksinimleri olduğunu anlamalarına yaradı.1870’lerin olduğunu anlamalarına yaradı.1870’lerin Kulturkampf’tan vazgeçen Bismarck bu kez muhafazakar partiler ve Ulusal Liberallerin birçok üyesiyle birleşerek SPD’ye karşı bir kampanya başlattı.Hızla sanayileşen Almanya’da tehlikeli olabilecek bu partinin anayasa gereği seçimlere katılmasını önleyemediyse de ,1878-90 arasında yasadışı ilan edilmesine yol açan meclis çoğunluğunu sağladı.Pek çok sosyalist İsviçre’ye kaçtı.1880’lerde Bismarck işçileri sosyalizmden caydırmak için bazı sosyalgüvenlik hizmetleri sistemi kurdu.Ama Katolikler karşısında olduğu gibi,sosyalistler karşısında da başarısızlığa uğradı.1890 seçimlerinde Bismarck’ın deyimiyle ‘imparatorluk düşmanı’bu iki parti çok büyük kazançlar sağladı.Yeni imparator II. Wilhelm(1859-1941)74 yaşındaki başbakanın istifasını istedi.

1. Dünya Savaşı (1914-1918)

200px Schwemmelsbach Kriegerdenkmal 1u2 Weltkrieg magnify clip



II.Alman İmparatorluğu 1871 yılında Versailles'da kurulmuştur.İmparatorluğun başında Prusya kralı olan I.Wilhelm vardır.Parlementoya karşı verilen savaşta I.Wilhelm'in yanında,daha önce Alman Federal Meclisi Prusya temsilcisi olan Otto von Bismarck vardır ve Bismarck desteklerinden dolayı kral tarafından başbakanlığa atanmıştır. Napolyon'un tahttan indirilmesini fırsat bilen Almanlar Paris'i kuşattılar.1871 yılında komunist ayaklanması ortaya çıktı.Bu ayaklanmanın bastırılmasından sonra imzalanan barış antlaşmasıyla Elsass-Lotrigen bölgesi Almanya'ya bırakılmıştır ve Fransa yüklü miktarda tazminat ödemiştir. Bu dönemde Almanya Avrupa'nın üçüncü büyük gücü olarak görülüyordu.Fransa'dan Elsass-Lotrigen'in alınması üzerine bu ülke ile dostluk kurulamadığından Bismark Rusya'ya yönelmiştir. 1873 yılında ise Almanya, Rusya ve Avusturya arasında bir antlaşma imzalanmıştır.(Üç İmparator Antlaşması)
Antlaşmanın üzerinden çok zaman geçmeden bu ülkeler arasında gerginlikler yaşanmaya başlamıştır.Rusya ve Avusturya arasında Balkanlarda yaşanan gerginlik gitgide artmaya başlamıştır. 1877 yılında Rusya ve Türkiye arasında Boğazlar yüzünden bir savaş ortaya çıkmıştır.Bu savaşta Fransa ve İngiltere Türklerin safındaydı.Bismarck ise arabulucu rolünü üstleniyordu.Bismarck'ın katkıları sonucu Rusya büyük Bulgaristan kurma isteğinden vazgeçti yerine küçük bir Bulgaristan kuruldu.İngiltere Kıbrıs'ı ele geçirdi ve Avusturya Bosna-Hersek'te söz sahibi olmaya devam etti. Almanya Avrupa'da büyük bir güç haline gelmiş ve Bismarck'ın istememesine rağmen emperyalist sömürge politikasına girmiştir. 1884 yılında Doğu Afrika'da sömürgeci politikaya başlamıştır.Fakat bu durum İngiltere ve Fransa'yı kendi menfaatleri açısından tehdit ediyordu. 1888 yılında I.Wilhelm ölünce tahtta II. Wilhelm geçmiştir. Bu arada Protestan ve Katolik kilisesi arasında kavga çıkmaya başlamıştır ve neredeyse on yıl boyunca süregelen bu kültür savaşı aslında burjuvazinin zayıflaması sonucunda ortaya çıkmıştır.
1878 yılında Bismarck Sosyal Demokratik Parti'yi yasaklamıştı. Yasaktan 12 yıl sonra 1890 yılında yasağın kaldırılması ile Sosyal Demokrat Parti mecliste ikinci büyük güç haline gelmiştir.Fakat Bismarck'ın bu yasağı tekrar uzatmak istemesi sonucunda kral tarafından görevinden azledilmiştir.Almanya'nın emperyalist dünya politikasında güçlü konuma gelmesi Fransa ve İngiltere'yi rahatsız etmeye başladı.1913 yılında Almanya Amerika'dan sonra ikinci büyük endüstri devleti haline geldi.Bu da savaşın başlamasına bir neden oldu. 1914 yılında I. Dünya Savaşı ortaya çıktı.Almanya,Avusturya-Macaristan ve Türkiye (Üçlü İttifak); İngiltere,Fransa ve Rusya(Üçlü İtilaf)'ya karşı savaştı.Rus ordusu Masuren'de bozguna uğratıldı fakat Almanya ve Avusturya her iki cephede de büyük kayıplar verdi. 1917 yılında Almanya'da kıtlık başladı.1918 yılında İngiltere ve Fransa'nın savaşta büyük kayıplar vermesi sonucu Amerika bu ülkelere askeri açıdan destek verdi.ABD Başkanı Wilson 14 Maddelik barış programı ilan etti.Rusya ve Almanya arasında Brest-Litowsk'da barış antlaşması yapıldı.Ekim ayında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu dağıldı. İlk Devlet Başkanı Sosyal Demokrat Friedrich Ebert'in isteği üzerine 11 Kasım'da Alman mütareke heyeti Fransız Mareşal Foch tarafından hazırlanan ağır şartlarda bir antlaşma imzaladı ve bununla birlikte I. Dünya Savaşı ve II. Alman İmparatorluğu son buldu.
İmparatorluk döneminde Almanya'da sanatsal açıdan da gelişmeler olmuştur. Bu dönemde Nietzsche ilk kitaplarını yayınlamaya başlamıştır.Liebermann ile resim dalında emperyonizm akımı ortaya çıkmıştır. Wagner "Parsifal" adlı eserini yayınlamıştır. Wagner ve Nietzsche karşıt düşünceleri savunuyorlardı. Yazarlar eserlerinde genellikle burjuva halkının yaşadıkları olayları konu almışlardır. Fransız İhtilalinin getirdiği yeni anlayış ve görüşler siyasi ve sosyal hayatta büyük değişiklikler yapmıştır. Milliyetçilik düşüncesi özellikle 20. yüzyılın başlarında etkisini göstermeye başlamıştır. 1815 yılında Viyana Kongresi ile Avrupa'ya yeni bir statü getirilmiş ve buna göre de güçler dengesi kurulmuştur. Özellikle 1870 Sedan Savaşı ile Alman ve İtalyan birliklerinin kurulması ve bu devletlerin girişimlerde bulunmaları Viyana Kongresi statüsünü ve güçler dengesini büyük ölçüde değiştirmiştir.
1870'lerden sonra kuvvetlerin Avrupada Almanya lehine değişmeye başlaması, İngiltere'nin buna müdahale etmesine neden oldu. Almanya'nın denizlerde güçlenme girişimleri ve İngiliz sömürgelerine giden yollara yakınlaşması İngiltere tarafından çıkarlarına direk olarak yapılmış tehdit olarak görülmüştür.
Fransız İhtilali ve çeyrek yüzyıl süren ihtilal savaşları 1. Dünya savaşının asıl nedenleri olarak gösterilebilir. Fransız İhtilaliyle ortaya çıkan düşünceler sadece devletlere değil devletlerarası ilişkileri de oldukça etkilemiştir. Örneğin liberalizm sadece devletler içinde değil devletlerarası ilişkilerde de çatışmalar yaşanmasına sebep olmuştur. Milliyetçilik ise liberalizmden daha da etkili olmuştur. İtalyan ve Alman birlikleri kurulmuştur. Bunlar avrupa dengesinin değişmesine neden olmuştur. Balkanlarda milli duygular artmıştır. Bu bölge avrupanın rekabet ettiği bir alan haline gelmiştir. Hatta 1. Dünya Savaşının ortaya çıkmasına sebep olan olay da burada yaşanmıştır.
19. yüzyıl içinde önem kazanmış diğer bir gelişme de sanayileşmedir. Sanayileşme sonucu sömürgelicilik ortaya çıkmış ve büyük devletlerin çıkar çatışmaları Afrika, ve Uzak Doğu'ya kadar yayılmıştır. Ham madde ve pazar arayışı hızlanmış, bütün devletler sömürge yarışına girmiştir. Bazı devletlerin siyasi birliklerini geç kurmaları blokların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bloklar hızla silahlanarak yeni bir savaşın ortamını hazırlamıştır.
Savaşın isminin dünya savaşı olmasının nedeni savaşa bütün dünya ülkelerinin katılmasından değildir, savaşın dünyanın merkezi olarak algılanan Avrupa'da çıkmasından kaynaklanır.
Nedenler:
  • Avusturya-Macaristan imparatorluğunun velahdı Ferdinand'ın bir Sırplı tarafından öldürülmesi
  • Milliyetçilik düşüncesi
  • Sömürgecilik (ham madde ve pazar arayıcılığı)
  • Avrupa devletleri arasındaki ekonomik ve siyasi rekabet (özellikle de Almanya ve İngiltere arasında)
  • Aşırı silahlanma hareketi
I. Dünya Savaşı, 19. yüzyıl ile 20. yüzyılın başlarında meydana gelen olay ve gelişmelerin bir sonucudur. Bu bakımdan sebeplerini bu dönemde aramak gerekir. I. Dünya Savaşı, Avrupa'da dört merkezi devlete karşı, Avrupa ve diğer kıtalarda bulunan yirmi beş devletin giriştiği, o tarihe kadar görülmemiş ilk dünya savaşıdır. I. Dünya Savaşı Avrupa'da ittifak veya merkezi devletler diye adlandırılan Almanya, Avusturya-Macaristan, Osmanlı Devleti ile itilaf devletleri diye adlandırılan İngiltere, Fransa, Rusya ve ABD önderliğindeki diğer başka devletler arasında gerçekleşmiştir.

Weimar Cumhuriyeti (1918-1933)

[[Resim:
200px Weimar City hall magnify clip



Weimar Cumhuriyeti (Weimarer Republik) 1919 ile 1933 arasında Almanya’yı yönetmiş olan cumhuriyetin adıdır. Bu dönem Alman tarihinde Weimar Dönemi diye bilinir.
Cumhuriyet ismini, I. Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle ayrılınması sonucu, lavedilen Alman monarşisi yerine, milli meclisin yeni anayasayı oluşturmak için 1919 yılında toplandığı Weimar kentinden alır. Ancak cumhuriyet o dönemde hala kendini “Deutsches Reich” Alman İmparatorluğu olarak adlandırıyordu.
Almanya’da liberal bir demokrasiyi yerleştirmek için yapılan bu ilk girişim, yoğun sivil antlaşmazlıkların olduğu bir döneme rastgeldi ve Adolf Hitler’in Nazi Partisi'nin iktidara gelmesiyle sona erdi. Aslında teknik olarak 1919 Anayasası II. Dünya Savaşı'nın sonuna kadar yürürlükten kaldırılmadı. Ancak 1933 yılındaki Nazi Hükümeti düzenlemeleri, tipik “demokratik” sistemin mekanizmalarını tahrip etti, o yüzden 1933 Weimar döneminin sonu olarak kabul edilir.
Kasım 1918’de monarşinin yıkılması ve Ocak 1919’daki anayasa yapıcı Alman Ulusal Meclis’i seçimleri sonucunda İmparatorluk’tan Weimar Cumhuriyeti‘ne geçişte sağlanan devamlılık gerçekten de dikkate değerdi. Hatta belirli bir ölçüde monarşi kurumu, değişik bir biçimde sürüyordu: Halk tarafından seçilen İmparatorluk Başkanı makamı öylesine kuvvetli yetkilerle donatılmıştı ki, daha o zamanlar bir “imparator yedeğinden” ya da bir “yedek imparatordan” söz ediliyordu. İmparatorluk’tan ahlaki olarak da bir kopma olmadı. Savaş suçu sorusuyla ilgili olarak ciddi bir hesaplaşma gerçekleşmedi, halbuki (veya çünkü) Alman kayıtları açık bir dille konuşuyorlardı: İmparatorluk yönetimi, 28 Haziran 1914’te Saraybosna’da Avusturya-Macaristan Veliahtı’nın öldürülmesinden sonra uluslararası krizi bilinçli olarak tırmandırmıştı ve böylece I. Dünya Savaşı’nın çıkmasında baş sorumluluğu taşıyordu.
Yapılmayan savaş suçu tartışmasının devamında Almanya’nın savaşta suçsuz olduğu miti doğdu. Bu mit, hançerleme miti ile birlikte (buna göre, anavatandaki hainlik Almanya’nın yenilgisine neden olmuştu) ilk Alman demokrasisinin yasallığının alaşağı edilmesinde katkı sağladı. Almanya’nın 28 Haziran 1919’da imzalamak zorunda kaldığı Versay Barış Antlaşması hemen hemen tüm Almanlar tarafından büyük haksızlık olarak algılandı. Bunun nedenleri, Alman İmparatorluğu ve müttefiklerinin savaş suçlusu oldukları gerekçesiyle dayatılan, özellikle yeni kurulan Polonya yararına olan toprak kaybında; tazminat şeklindeki maddi yüklerde; sömürgelerin kaybında ve getirilen askeri sınırlamalarda yatmaktadır. Avusturya’nın Almanya ile birleşmesinin yasaklanması da haksızlık olarak görülüyordu. Habsburg monarşisinin yıkılmasıyla büyük Almanya çözümünün gerçekleştirilmesi için ana engel kalktıktan sonra, Viyana ve Berlin devrim hükümetleri her iki Almanca konuşan cumhuriyetin derhal birleştirilmesine karar vermişlerdi. Bu talebin popülerliğinden her iki taraf da emindi.
Versay ve Saint Germain Barış Antlaşmaları’ndaki birleşme yasağı büyük Almanya düşüncesinin tekrar kuvvetlenmesine engel olamadı. Bu düşünce, eski imparatorluk fikrinin bir rönesansı ile birleşti: Tam da Almanya askeri olarak yenilmiş ve yenilginin sonuçları altında acı çekmekte olduğundan, geçmişin olduğundan güzel bir şekilde yansıtılmasına inanmaya müsaitti. Ortaçağın Kutsal Roma İmparatorluğu bir ulusal devlet değil, evrensel iddiası olan uluslar üstü bir oluşumdu. 1918’den sonra bu mirasa öncelikle, siyasi sağdaki güçler göndermede bulunuyorlardı. Almanya için yeni bir ileti belirlemişlerdi: Almanya, Avrupa’da düzenleyici güç olarak batı demokrasilerine ve doğu Bolşevikliğine karşı öne çıkmalıdır. Parlamenter demokrasi olarak Weimar demokrasisi yalnızca onbir yıl yaşayabildi.
1930 Mart sonunda sosyal demokrat Hermann Müller başkanlığındaki son çoğunluk hükümeti, işsizlik sigortasının iyileştirilmesiyle ilgili bir tartışmadan ötürü dağıldı. Şimdiye kadarki büyük koalisyonun yerine Katolik Merkez siyasetçisi Heinrich Brüning başkanlığında, 1930 yazından beri İmparatorluk Başkanı, kocamış Mareşal Paul von Hindenburg’un olağanüstü hal düzenlemeleri yardımıyla hükümet eden bir burjuva azınlık hükümeti geçti. 14 Eylül 1930’daki parlamento seçimlerinde Adolf Hitler’in nasyonal sosyalistleri (NSDAP) en güçlü ikinci parti konumuna yükseldikten sonra, hala daha en güçlü parti olan sosyal demokrasi (SPD), Brüning hükümetini tolere etmeye başladı. Busayede İmparatorluk’ta sağa kayışın önüne geçilmesi ve SPD’nin, Brüning’in partisi Katolik Merkez ve burjuva demokratlarla birlikte iktidarda olduğu, en büyük tek devlet Prusya’da demokrasinin korunması amaçlanıyordu.
İmparatorluk Parlamentosu, başkanlığa bağlı olağanüstü hal sistemine geçildiğinden beri, yasama organı olarak İmparatorluğun meşruti monarşisinde olduğundan daha az söz hakkına sahipti. Parlamentosuzlaştırma seçmenlerin giderek devre dışı bırakılması demekti ve işte bu, parlamento karşıtı sağ ve sol gurupların güçlenmesine yol açtı. Bundan en fazla nasyonal sosyalistler yararlandı. Sosyal demokratlar Brüning’i düşürdüklerinden beri Hitler kendi hareketini, “Marksizm’in” gerek bolşevik ve gerekse reformist tüm oyun türlerinin halka uygun tek seçeneği olarak tanıtabilmişti. O, şimdi ikisine de çağrıda bulunabilecek durumdaydı: Bu arada gerçekten başarısız olan parlamenter demokrasiye karşı yaygınlaşmış çekinceli tutuma ve erken otuzlu yıllarda Brüning, Papen ve Schleicher hükümetlerinin üçünün de politik etkisini kaybettirdiği, Bismarck zamanından beri tasdik edilen ve genel eşit seçim hakkı şeklinde vücut bulan halkın katılım hakkına. Böylelikle Hitler, Almanya’nın eş zamanlı olmayan demokratikleşmesinden; yani, demokratik bir seçim hakkının erken başlatılmasından ve hükümet sisteminin parlamenter temele geç kavuşmasından en çok faydalanan kişi oldu.

III. Alman İmparatorluğu ve Faşizm (1933-1945)

Nazi Diktatörlüğü
Almanya birkaç ay içinde yola getirildi: komünistlerin üzerine yıkılan Reichstag yangınının(27 Şubat 1933) ardından, siyasi partiler ve bağımsız sendikalar yasaklandı. Hindenburg'un 2 Ağustos 1934'te ölmesiyle Hitler , Almanya'nın mutlak efendisi (Reichsführer) durumuna geldi.Nazi Partisi , halkı kadroşaltırma işini üstlendi.Rejim muhaliflerine ve sözde <<Ari ırk>> tan olmayan herkese şiddetli bir baskı uygulanmaya başladı. Hitler ülkeyi yeniden silahlandırmaya girişti, ekonomik etkinliği kendisine yeterli noktasına çekti ve işsizliği azaltmasını sağlayan bir bayındırlık çalışmaları politikası izledi. Üç yıl içinde Versailles Antlaşması'nın bütün sınırlamalarını kırdı: zorunlu askerlik hizmetini yeniden başlattı, Rheinland'ı yeniden silahlandırdı ve 1938'de Avusturya'yı ilhak etmeden (Anschluss) önce İspanya iç savaşına müdahale etti.Batılı demokratlar, savaş başlatma korkusuyla Çekoslovakya'nın III.Reich lehine parçalanmasını (Münih Konferansı,1938) kabul ettiler ama, Führer'in birlikleri 1 eylül 1939'da Polonya'yı işgal edince seferberlik ilan ettiler.
Nazi Döneminde Edebiyat
Dışavurumculuk,faşizmin yükseldiği dönemde , Brecht'in ilk oyunları ve Musil'in birkaç hikâyesiyle bir süre daha devam etti.Ama Hitler'in iktidara gelmesi edebiyatı siyasi kavganın içine itti ve birçok Alman yazar ülkesini terketmek zorunda kaldı.Thomas Mann 'ın pek çok eserini 1932'den önce yazmış olması, zaman zaman XIX.yy natüralistleri arasında değerlendirilmesine yol açmıştır, ama gerek İsviçre'de gerek Kaliforniya'daki yılları sanat hayatının en verimli dönemiydi.Ama en büyük Alman sürgünlerinden biri , tiyatro anlayışıyla bütün XX.yy tiyatrosuna damgasını vuracak olan Bertholt Brecht'ti.Hitler Almanyası'nın edebiyatı ise, hem hayat alanı hem de Kuzey Rönesansı temalarını yücelten bir kan ve vatan (Blut und Boden) edebiyatıydı.
Çifte bir edebiyat
Yenilgi'nin sonuçları hem Almanya Federal Cumhuriyeti'nde (Heinrich Böll ve Hans Erich Nossack) hem de Alman Demokratik Cumhuriyeti'nde (Anna Seghers) bir yıkıntı edebiyatının (trümmerliteratur)doğmasına yol açtı. Grup 47 ve dergisi Der Ruf,Günter Grass'tan İngeborg Bachmann ve Uwe Johnson'a varıncaya kadar pek çok yazar, geçmişle bağların kökten koparılmasının yollarını aradı.En büyük sorun, ikiye bölünmüşlüğün aşılmasını ve Hitlerciliğin yarattığı canavarlardan kurtulmuş bir ahlak ve estetik çevresinde toplanmayı sağlayan yeni bir Alman kimliğinin tanımlanmasıydı.Ernst Junger Almanca yazanlardaki çeşitliliği (Avustralyalı Friedrich Achleitner , Carl Artman,Thomas Bernhard ve Peter Handke, İsviçreli Max Frisch ve Friedrich Dürrenmatt veya Bulgaristan'da doğan,Ladino dilini*Yahudi İspanyolcası* konuşan Yahudi bir aileden gelen ve Almanca yazmayı seçen romancı ve denemeci Elias Canetti) bu ahlak ve estetikle açıklar.
Gerçekleşme ihtimali dahi olmayan bir birliğe kavuşmak için uzun zaman Batı Almanya'ya geçmek zorunda bırakılan Doğu Alman yazarlar,1990'da ortak bir vatanda Batı Almanyalı *kardeş*leriyle buluştular.Öyleyse Almanca yazan yaratıcıların, XXI.yy'ın şafağında temel hedefi, eski hayaletleri diriltmeksizin, artık sadece dille sınırlı olmayan bir Almanlık yaratmaktadır.


2. Dünya Savaşı (1939-1945)

Hitler sadece I. Dünya Savaşı'ndan sonra belirgin bir gelişme göstermiştir,bu dönemden önce kayda değer bir ilerleme kaydetmemiştir. Hitler'in siyasete atlmasındaki en büyük neden aslında Viyana Güzel Sanatlar Akademisinde öğrenim görmesi için yeterli donanımlara sahip olmamasıdır. Bu amacını yerine getiremediği içinde kendini yetiştirerek siyaset alanında boy göstermiştir. Daha sonra Hitler Münih'e geldi ve burada Weimar Devletine karşı olan milliyetçi gruplara katıldı. O zamanki adı 'alman işçi partisi' olan bu partiye katıldı ve ülkenin çeşitli yerlerinde etkili konuşmalar yaptı. Bundan sonraki adım ise partinin adını amaçlarını daha açık ifade edecek şekilde değiştirmek olacaktı ve partinin adı nasyonel sosyalist işçi partisi olarak değiştirildi. Partizanların düşüncelerinde Yahudi aleyhtarlığı oldukça açık bir şekilde görülebiliyordu. Dış politika düşüncelerinde ise asıl hedef Büyük Alman İmparatorluğunu kurmaktı.
Hitler iktidara geçebilmek için her şeyi yapabilecek kadar gözü kara bir kişiydi ve bu amacını yerine getirebilmek için şahsına ve onun düşüncelerine karşı gelebilecek her türlü gücü ortadan kaldırmaya da hazırdı.
Hitler'in konuşmalarının özünde kapitalizm ve marksist bolşevizim nedeni ile bir tutulan uluslararası Yahudilik,Weimar sistemi, ki bu sistemin Almanları köleleştirmek için Yahudiler tarafından bulunduğu iddia edilir, ve bunlara ek olarak da Versailles'da yapılan anlaşma gibi konular vardı. Bu düşüncelere göre Yahudiler 'Arı' ırkı ve aynı zamanda da kültürleri yıkmayı erekleyen insanlar olarak gösteriliyordu.
Hitler'in yönetimi ele almasından yaklaşık altı ay sonra Weimar Cumhuriyet'i tamamiyle ortadan kalmış bulunuyordu. Hitler yaptığı bu yıkıma 'Milli Devrim' adını vermişti. Ancak bu devrimin diğerlerinden bir farkı vardı,diğer devrimlerde yıkılan rejimin arkasından mutlaka yeni bir düzen gelirdi ancak Hitler'in düzeni böyle olmadı. Önceki rejimin yerine gelen düzen bir devletin demokratikliği yerine tamamen bir kişinin diktatörlüğü söz konusuydu. Üstelik egemenliğinin yegane dayanağı hem kendi ülkesinin hem de işgalci devletlerin insanlarına uyğuladığı terördü.Ancak gün geçtikçe Yahudilere yapılan haksızlıklara bir yeniss daha ekleniyordu ve yersiz yere tutuklanmalarından sonra Nürberg yasalarıyla da Almanlarla evlenmeleri yasaklanıyordu. Bu yasanın çıkarılmasındaki en büyük etken arı ırk olarak kabul edilen Alman ırkının Yahudilerle karışmasını engellemekti. Asıl olarak Hitler'in amacı bütün Yahudilerin fiziksel olarak Avrupada köklerini kurutmaktı.


kaynak: wikipedia
Quo vadis?