HAK ARAYANLAR (Rauf DENKTAŞ )
1974`e kadar parolamız "1960 antlaşmalarından kaynaklanan haklarımızdan (kurucu ortaklık haklarımızdan) asla vazgeçmeyeceğiz"di.
"Kurucu Ortaklık" hakları "siyasi açıdan dini, dili ayrı iki eşit halkın varlığını" ve "Türkiye`nin Garanti Haklarını" içermekteydi. Taraflara "cemaat" dense de, bunların ayrı self - determinasyon hakları kabul edilmişti. Bunlardan biri bu hakkı kullanarak Kıbrıs`a sahip çıkamaz, adayı tümüyle veya kısmen başka bir ülkeye bağlayamazdı. Siyasi eşitliğin ve adada iki kurucu halkın varlığı vetolarla ve ayrı cemaat meclisleri ile olduğu kadar anayasanın 2(1) ve (2) maddelerinde de vurgulanmaktaydı. Resmi dil Türkçe ve Rumca idi. Kıbrıs`ta yaşayan azınlıklar ya Türk cemaatına, ya da Rum cemaatına kayıtlı olacaklar ve seçimlerde kayıtlı bulundukları cemaatın listesinden oy kullanabileceklerdi. Bir Türk`ün Rum listesinden oy kullanabilmesi mümkün değildi meğer ki anayasanın 2(5) maddesine göre Türk Cemaatından ayrıldığını ve Rum Cemaatına katıldığını yazılı olarak Cumhuriyetin ilgili makamına ve Cemaat Meclislerinin Başkanlarına duyurmuş olsun! Rum Cemaat Meclisi tarafından bu müracaat kabul edilmeliydi.
1963`den son Rum tarafındaki "Rum Cemaati seçimleri"ne kadar Rum`a kalıp yalakalık yapanlar, kendi insanları ve milli davamız aleyhine çalışanlar olmuşsa da İbrahim Aziz`le başlayan danışıklı bir "dava" girişimine ve milli şairin kızının adaylığına, Güneyde yaşayan Türkler arasından 250 kadar insanın Rum seçimlerinde oy kullanmasına kadar bu "milli dengeyi" bozan, "milli çizgiyi aşan" olmamıştır.
Rum liderliği 1960 Anayasasındaki bu "toplumlar arasındaki eşitlik kriteri"nin Anayasaya rağmen, Türkler tarafından bozulmasına göz yummakla birşey kaybetmemiş, çok şey kazanmıştır. Türklerin bu girişimi Papadopullos`un "üniter devlet" siyasetini güçlendiren bir girişim olarak kullanılacaktır. "Tek halk, tek devlet, tek egemenlik, kurumların birleşmesi" Güneyde balg ibi olabiliyorsa,g eleceğin `birleşmiş - bütünleşmiş` Kıbrıs`ında niye olmasın?" sorusu dış dünya indinde de büyük ağırlık kazanacaktır. Diğer yandan Akritas Planı`nın da öngördüğü ortamda, Kuzyede karma vilayet haline gelecek olan kuruluşa dolacak olan Rumlara aynı hakkı vermemek için bir neden de kalmayacaktır. Osmosis veya Üniter Devlet olgusunun doğumu işte böyle gerçekleşecektir.
1960 Antlaşması ve Anayasası Türk - Rum dengesini korumak ve eşit ortaklığa dayanan dengeyi bozmamak için hassas ilkelerden oluşmaktaydı. Enosis ile Taksim`in yasaklanması, Kıbrıs üzerinde Türk - Yunan gerginliğinin yaşanmaması içinde. Menderes - Karamanlis, Zorlu - Averof ikilisi Makarios`un dizginlerini tutabilmiş olsalardı 1960 Cumhuriyeti Türk - Yunan dostluğunun yıkılmaz bir köprüsü haline gelebilecekti. Bunun olabilmesi için esas fedakarlığı Türkiye yapmaktaydı. Tarih itibariyle, geopolitik ve stratejik nedenlerle olduğu kadar İngiliz`den önceki sahibi olarak Türkiye`nin Kıbrıs üzerinde yadsınamayacak hakları vardı. Bu Türk adasının Yunana gitmesi için başlatılan EOKA tethiş harekatı karşısında Türkiye, yörede barış için ve NATO`nun Güney kanadı yıkılmasın düşüncesiyle, evvela Taksim`e (çift enosis`e) razı olmuş, sonra da Kıbrıs`ın Türkiye ile Yunanistan arasında bir barış köprüsü olabileceği inancı içinde garantilenmiş ortaklık Cumhuriyeti`ne imzasını koymuştu.
Bunlar hep tarih olmuştur. Ancak "1960 haklarımıza sahip çıkalım" demagolisini yaparak KKTC`nin temeline su akıtanların bilmek istemedikleri bir gerçek vardır. Akritas Planı`nı Megali İdea dosyası ile birlikte okuyanlar eğer 1955-59 ve 1960 - 63 yılları ile 1963`den bu yana ceryan eden olayları izlemişlerse varacakları tek bir sonuç "Kıbrıs`ta yaşayan iki halktan tek halk, iki milletten tek millet yaratmanın mümkün olmadığı ve olmayacağıdır" meğer ki 2006`da "Rum seçimlerine" katılmış olan kendini bilmezlerin veya aldatılmışların sayıları - 1960`da kurulmuş olan devlet iki eşit birime dayanır, bunlardan biri Türk birimidir, diğeri de Rum birimidir temel ilkesini ortadan kaldıracak kadar artmış olsun!
400 yıl bir arada yaşamış fakat bütünleşmemiş, assimile olmamış bu iki eşit halk "müşterek bir devleti" fiili ve etkin garantilere rağmen ancak üç yıl yürütebilmişlerdir çünkü uzak ve yakın tarihleri, Kıbrıs`a bakış açıları, birbirlerini değerlendirmeleri birleşmek bütünleşmek yönünde olmamıştır. Rum tarafının 1800`lerde başlayan Enosis tutkusu ve Türk`ü düşman görüşü, Kıbrıs Türklerine "dini ve milli düşman Türkiye`nin Kıbrıs`taki kalıntıları" gözü ile bakışı, dil ve dinle kültür ayrılığı, milli köken ve milli sadakattaki ayrılık bütünleşmeyi engelleyen faktörler arasındadır.
1960 tecrübesi cesur ve belki de Türk - Yunan dostluğunu koruması açısından ideal bir denemeydi, ancak gerçekçi değildi. Taraflardan birinin bu ideal hal çaresini ortadan kaldırmak için ne denli kararlı olduğu kaale alınmamıştı. Bu garantilenmiş ideal barışın Rum liderliği tarafından Enosis`e sıçrama tahtası olarak kullanılacağına inanılmış olsaydı, bundan doğacak vahim sonuçlar da hesaba katılarak hal çaresinin kalıcılığı, belki de, o zamandan Türk - Yunan hududunu Kıbrıs`tan geçirmek veya ortakları ayırmak olacağı benimsenebilecekti. Ancak kimse buna inanmak istemedi. Kimse Garantörlerden Yunanistan`ın imzasını çiğneyip Rum liderliğinin peşinden gideceğini düşünemedi; kimse Garantör İngiltere`nin kendi üslerini koruyabilmek için Kıbrıs`ta işlenen cinayetlere göz yumup eli kanlı, cani Makarios`u meşru hükümet olarak tanıyabileceğini hayal bile etmedi. Kısacası kimse Kıbrıs`ta ceryan eden hazırlıkları, silahlanmayı, ortaklık devletini yıkmaları için başlatılan propagandayı görmedi, önemsemedi veya görüp önemsemek istemedi. Makarios, Akritas Planı`nda da itiraf ettiği gibi, "anlaşmaların Rum çoğunluğa haksızlık yaptığını ve Anayasanın değiştirilmesi gerektiğini" dostlarına kabul ettirdikten sonra "Türkler isyan etti" yalanını ortaya atarak silaha sarıldı. Sonuç malum.
Bu kanlı badireden Barış Harekatı ile kurtarıldık. Eski Rum Bakanlardan Rolandis`in ve diğer gerçekçi Rum yazarların da itiraf ettikleri gibi Rum liderler "Kıbrıs`a sahip çıkmak için" önlerine konan her uzlaşma formülünü reddettiler. Hala "Kıbrıs`ın tümüne sahip çıkmaki çin" uğraşmaktadırlar. Önlerinde aşılmaz engel KKTC`dir. KKTC`ni koruyan Graantör Türkiye`nin askerleridir! Mücadele bunlardan kurtulmak içindir. İçte bizim tek sesten konuşamamamızı bu maksatla kullanmaktadırlar. "Rum seçimlerine" katılan Türkleri de bu maksatla tepe tepe kullanacaklardır. Hükümetimizden bu konuda ne ses çıktı, ne de seda. Bu kanunsuzluğu, bu aymazlığı, milli davaya vurulmuş olan bu darbeyi de hazmetmek mümkün değildir. Herhalde bir tedbir düşünülüyor diye kendi kendimizi avutmaktayız. Sözde "hak arıyoruz" diye zararlı yola sapmış olanları ikaz etmek hepimizin görevi olmalıdır.