Arama

Köşe Yazısı ve Makaleler - Tek Mesaj #106

KafKasKarTaLi - avatarı
KafKasKarTaLi
Ziyaretçi
10 Haziran 2006       Mesaj #106
KafKasKarTaLi - avatarı
Ziyaretçi
Çete imalatı, ekonomi sopası ve AB'ye teslimat
Şemdinli, Danıştay, Atabey işleri, ekonomik dalgalanmayla birleşince, bizim istikrar (!) da bozuluverdi. Bu arada, 3 Ekim'den bu yana AB ile yürütüldüğü söylenen göstermelik müzakerelerde kader anına saatler kaldığı halde bunları konuşmuyor, konuşamıyoruz. Bir yanda çete operasyonları, öte yanda ekonomi sopasıyla ölüm fermanımızın üzeri örtülmüş oldu.

Kader anı dediğimiz, Pazartesi günü Türkiye-AB arasındaki tek yetkili organ olan Ortaklık Konseyi'nin toplanması. Buradan bir "Ortak Tutum Belgesi" çıkacak ve AB güya gerçek müzakereleri başlatıp, sürdürmek için istekler listesini Dışişleri Bakanı Gül'e verecek. Bu koca listede nelerin yer alacağı ise 3 Ekim'den çok önce, Nisan 2005'teki Ortaklık Konseyi toplantısından çıkan "Ortak Tutum Belgesi"nde belliydi. Gül de, halen kamuoyundan gizlenen bu belgeyi kabul etmişti. Ve bugün itiraz eder görünüp, "Lüksemburg'a gitmeyebiliriz" dedikleri, liman ve havaalanlarımızın Rumlara açılması şartı orada açıkça vardı. İlave olarak "Kıbrıs Cumhuriyeti" yani Rumlarla ilişkilerin normalleştirilmesi, NATO gibi uluslararası kuruluşlarda Rumlara uygulanan vetonun kaldırılması da yer almıştı. Yetmemiş, önce ek protokolün imzalanması, ardından 3 Ekim'deki Müzakere Çerçeve Belgesi'yle de bunlar aynen kabul edilmişti. Peki şimdi bu itiraz neyin nesi veya "kim aldatılıyor, AB mi, Millet mi" demezler mi?

PAYLAŞIM LİSTESİ
Pazartesi günkü toplantıda önümüze konacak şart sadece Kıbrıs da değil.
Dini özgürlükler adı altında Papaz Okulu'nun Anayasa'mıza aykırı ve imtiyazlı şekilde açılıp, azınlık vakıflarının istediği ne kadar mülk varsa verilmesi, Gökçeada-Bozcaada'ya özerklik, Süryaniler ve Aleviler başta yeni dini azınlıklar icat edilmesi,
Demokratikleşme kılıfıyla, Güneydoğu'daki operasyonların durdurulması, bölücü teröre "siyasi çözüm" bulunması yani genel af ve TBMM'de temsilinin sağlanması,
Kültürel haklar kılıfıyla, yerli Roj-TV'lerin açılıp, Kürtçe eğitime izin verilmesi
Sivil-asker ilişkisi kılıfıyla, TSK'nın ülkenin iç ve dış güvenliğinden dışlanması,

İfade özgürlüğü kılıfıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bölünmez bütünlüğüne yönelik faaliyetlerin serbest bırakılması gibi onlarca şart. Bu arada biz çetelerle uğraştırılırken, Yunanistan'ın Ege gaspı ve Pontus soykırımı iftirası da resmen AB gündemine sokuldu.
Peki iktidar Kıbrıs'ı tartışıyor görünüyor da, acaba bu sayılanlara neden sessiz kalıyor?
İktidar, "AB yolunda ölmek var, dönmek yok" havasında. Erdoğan, daha geçen hafta partisinin Meclis Grubu'nda, "AB katılım sürecimiz ilk günkü kararlılık ve hızıyla devam ediyor. Şimdi önümüzde yeni bir hedef var. İnşallah 12 Haziran'da, müzakere sürecinin fiilen başlatılması…" sözleriyle, AB'ye yine peşin çek verdi. Ayrıca "Türkiye'nin yeni bir başlangıç yaptığı" iddiasıyla, "Bu süreci de sağlam durarak, milletimizin alî menfaatlerini her şeyin üstünde tutarak, başarıyla yöneteceklerini" anlattı. Aksini düşünenlere de, "Türkiye'nin geleceğini, birlik ve bütünlüğünü birtakım hilekârların samimiyetsiz, sathi ve kirli emellerine kurban edemeyiz, etmeyeceğiz" uyarısında bulundu.

Yukarıdaki şartlar, AB tarafından iyice sağlama alınmış olarak kabul ettirileceğinden, yeni bir başlangıç olacağı doğru da, bunlara nasıl "milletimizin alî menfaatleri" denebiliyor? Ve acaba "birlik ve bütünlüğümüzü hedef alan gerçek hilekârlar" kimlerdir?

ÖDENEN, ÖDENECEK BEDELLER
Anlaşılıyor ki, aylardır sürdürülen "derin devlet" imalatlarının asıl hedefi, Pazartesi günü önümüze konacak şartların Türk Milleti'nin en güvendiği kurum TSK'ya, dolayısıyla Türk Milleti'ne kabul ettirilmesiymiş. Operasyonların üzerine, sadece sıcak parayla dönen ekonominin "kriz sosunun" eklenmesiyle herkes sus-pus olmadı mı? Aylardır şehit cenazeleri geldiği halde, Terörle Mücadele Yasası'nın savsaklanmasına bile TSK'nın ses çıkaramamasının başka izahı var mı?
Başbakan, 12 Haziran'a sayılı günler kala Genelkurmay Başkanı Özkök'le acaba sadece Atabey çetesini mi görüştü? "Yeni başlangıcı ve ekonomik istikrarı baltalayacak" bir çıkış olmaması da ele alındı mı? Yoksa AB'ye, "TSK kontrolümüzde" görüntüsü mü verildi?
Bunları niye mi soruyoruz? 3 Ekim öncesinde Dışişleri Bakanı Gül'ün, Özkök ile Kuvvet Komutanlarına, gelişmelerle ilgili ayaküstü brifingini hatırladık. Gül, "Oturulacak masada yemeğin tadının alınamayabileceğini" söylerken, ilişkilerin kopmasının Türkiye'ye etkilerini de düşünmek zorunda olduklarını anlatmış, bunların gazeteciler tarafından duyulmasına da şiddetli tepki göstermişti. Özkök ise gazetecilerin, "masaya oturulmalı mı?" sorusuna, "Asker olarak bu sorunun muhatabı ben olmamalıyım. Devletin kuralları vardır. Bu kararı verecek olanlar, onun bedelini de ödeyecek olanlardır" karşılığını vermişti.
Kararı verenler değil, ama Türk Milleti ve TSK 3 Ekim'den beri büyük bedeller ödedi. 12 Haziran'da masaya oturulduğu takdirde daha çok bedeller de ödettirilecek. Çünkü ipler artık resmen Brüksel'de olacak.
İki kişi, Türk Milleti, TBMM ve devleti devre dışı bırakmış, koca ülkeyi uçuruma sürüklüyor. İşte "demokrasi", işte "yeni başlangıç"!..