Arama

Atatürk ve Eğitim - Tek Mesaj #4

ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
9 Mart 2009       Mesaj #4
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Atatürk ve Eğitim

Atatürk'ün Türk Eğitim Tarhindeki Yeri


1.1. Atatürk’ün Eğitimimizin Durumuna İlişkin Gözlem ve Teşhisleri
Atatürk'ün eğitim tarihimizde yer tutma sebeplerinden biri de, O'nun eğitimimize ilişkin gözlem ve teşhislerde bulunmuş, eğitimimizin temel hatalarım görmüş ve milletimize göstermiş olmasıdır. Atatürk acaba neden eğitimimizin geçmişine ve o dönemlerdeki durumuna ilişkin gözlem ve teşhislerde bulunmuştur?
O'nun eğitimimize ilişkin gözlem ve teşhislerde bulunması çocukluk yıllarına kadar gider. O, "çocukluğuma dair ilk hatırladığım şey mektebe gitmek meselesine aittir" der. Yine şöyle söylemiştir:
"Daha çocukken, dersler, kitaplar arasında yuvarlanırken hissederdim ki bu dilin bir şeye ihtiyacı var. O ihtiyacın ne olduğunu, nasıl elde edileceğini bilmezdim; fakat mutlaka bir şey lazım olduğunu duyardım."
Atatürk, çocukluk ve gençlik yıllarını Osmanlı Devletinin son ve en buhranlı, en çalkantılı dönemlerinde yaşamıştır. Üstelik O, bu çağlarım bir kazan gibi kaynayan Balkanlarda, sonra İstanbul ve ülkenin çeşitli yerlerinde geçirmiş, yıkılmakta olan Devletin çöküş sebeplerim ve kurtarılma yollarım düşünme fırsatı bulmuştur. O, istiklal Savaşı ve inkılapları ile, Türk milletinin yok olmasını önlemiş, yeni bir Devlet kurmuştur. Bütün bu tarihî olaylar, O'nun bir vatanperver ve gözlemci aydın, asker, önder ve devlet kurucusu olarak, sosyal hayatımızın dertlerine ilişkin somut, elle tutulur, açık seçik teşhislerde bulunmasını ve yine somut, açık, inandırıcı, kesin kurtuluş önerileri ve çareleri düşünüp ileri sürmesini gerekli kılmıştır. O şöyle der:
"Bir milletin felakete uğraması demek, o milletin hasta, hastalıklı olması demektir. Bu sebeple kurtuluş, toplumdaki hastalığı tespit ve tedavi etmekle elde edilir."
Yine O, "mazinin hatalarım kökünden temizlemek, düzeltmek" gerektiğini belirtir. Eğitimle ilgili hastalıklar ve hatalar ise, pek tabiî, bunların basında gelmektedir.
Atatürk'ün eğitimimizin durumuna ilişkin başlıca gözlem ve teşhislerini birkaç maddede toplayabiliriz:

1. Toplumumuzda yaygın bir bilgisizlik vardır.
"Bu memlekette eskiden beri bilgisizlik devam ediyor. Eski idareler, bu bilgisizliği devam ettirmeyi kendi devamları için gerekli görüyorlardı. Bu memlekette cehaleti süratle ortadan kaldırmak lazımdır. Başka kurtuluş yolu yoktur."
Atatürk'ün bu teşhisi, Namık Kemal’in bir görüşünü hatırlatıyor. O da şöyle yazmıştır "Devletin en sevindiği şey bilgisizliktir."
Atatürk'ün, bilgisizlik ve bunun zararları konusunda yaptığı bazı gözlemlerine daha göz atalım:
"Milleti yüzyıllarca başkalarının hırs ve faydalanma aracı kılan en büyük düşmanı bilgisizliktir. Milleti yüzyıllarca kendi benliğine sahip yapmayan, milleti yüzyıllarca kendi hakkında ihtiyatsız bulunduran hep bu bilgisizliktir. Hükümdarların, sunun bunun milleti esir gibi, köle gibi kullanmaları, bütün vatanı kendi öz arazileri gibi saymaları hep milletin bu bilgisizliğinden istifade edilmek sayesinde idi. Gerçek kurtuluşu istiyorsak, her şeyden önce, bütün kuvvetimiz, bütün süratimizle bu bilgisizliği yok etmeye mecburuz- Burada bilgisizliği yalnız okuyup yazmak manasına almıyoruz."
''Biz cahil dediğimiz vakit mutlaka mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettiğimiz ilim, hakikati bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de hakikati gören hakikî alimler çıkar."
"Bu memleketin asıl sahibi ve toplumumuzun esas unsuru köylüdür, işte bu köylüdür ki bugüne kadar bilgi ışığından yoksun bırakılmıştır. "Bir milletin yüzde onu, yirmisi okuma yazma bilir, yüzde sekseni okuma yazma bilmezse, bu ayıptır. Bundan insan olanlar utanmak lazımdır."
2. Eğitim öğretim yöntemlerimiz uygun değildir.
Atatürk, öğrencilik hayatında, baskıya - kısmen serbestiye dayanan, pasif-etkin, nakilci ve ezberci - deneyci, akılcı eğitim ve öğretim yöntemlerim bizzat yaşamış, Türk çocuklarının, gençlerinin yüzyıllardır nasıl yetiştirildiklerim ve bunun ne gibi sonuçlar verdiğini incelemiş, gözlemiştir.
Mustafa Kemal, ilk defa, geleneksel ve basit bir öğretim yapan mahalle mektebinde Öğrenimine başlamış, birkaç gün sonra buradan ayrılıp Şemsi Efendinin yeni yöntemlere göre Öğretim yapan okuluna gitmiştir. O, ilk gittiği ve geleneksel usullerin uygulandığı mahalle mektebim sevmemiştir. Yıllar sonra, subay olarak Selanik'te bulunduğu sırada her iki okulu da ziyaret etmiş, ilk gittiği mahalle mektebinin kapısında kocaman bir kilit görünce, "kapanması isabet olmuş" demiştir.
Şemsi Efendinin yeni pedagoji yöntemlerine göre eğitim Öğretim yapan ilkokulunda ve daha sonraki askerî okullarda ise Mustafa Kemal çok iyi yetişmiştir. O, özellikle Şemsi Efendinin okulunda, yeni yöntemlerin ve hecelemede yenilik yapılarak sesleri ve kelimeleri okuma yöntemine geçilmesinin öğrencileri güçlüklerden kurtardığım görmüş, O'nda yıllar sonra alfabe değişikliği fikri ve uygulamasında kanımca bunun da etkisi olmuştur.
Mustafa Kemal, ilkokuldan sonra Önce Selanik’te Mülkî (Sivil) Rüştiyeye girmiş, burada Matematik öğretmeni ve müdür yardımcısı Hüseyin Efendi O'nu haksız yere dövmüş, vücudunu kan içinde bırakmıştır. Olay, bir disiplinsizlik olayı idi ve Mustafa Kemal’in suçu yoktu. Annesi Zübeyde Hanım, "O senin hocandır, dövebilir" diye teselli etmeye çalışmasına rağmen Mustafa Kemal haksız yere öğretmeninden bile dayak yemeyi hazmedemiyordu. O, öğrencilerin, insanların dayağa maruz kalmasını insanlık haysiyet ve onuruna yediremiyordu. Nitekim bu olaydan sonra o okuldan ayrılıp Askerî Rüştiye’ye kaydoldu.
Bütün bu acı-tatlı tecrübelerden, gözlemler ve incelemelerden sonra Atatürk Temmuz 1921'de Ankara'da toplanan Maarif Kongresi’nde, öğretmenlerimizin önünde, Türk eğitim tarihinin en önemli teşhislerinden birini yapmıştır:
"Şimdiye kadar takip olunan tahsil ve terbiye usullerinin, milletimin gerileme tarihinde en mühim bir amil (etkili sebep) olduğu kanaatindeyim."
3. Çocuklarımız üzerinde ailenin baskısı vardır.
Atatürk, ailelerin çocuklar hakkında yanlış bir tutumuna da ana babaların dikkatini çeker:
''Çoğu ailelerde öteden beri çok kötü bir alışkanlık var: Çocuklarını söyletmez ve dinlemezler, zavallılar lafa karışınca, "sen büyüklerin konuşmasıyla karışma" der, sustururlar. Ne kadar yanlış, hatta zararlı bir hareket..."
4. Bir milletin yükselmesi de, alçalması da eğitiminin millî olup olmaması ile ilgilidir. Bizim eğitimimiz ise millî değildir.
Atatürk, Eylül 1924’te Samsun'da Öğretmenlerle yaptığı konuşmada şu çok önemli teşhis ve tespitte bulunur:
"Terbiyedir ki bir milleti ya hür, bağımsız, sanlı, yüksek bir toplum halinde yaşatır veya bir milleti kölelik ve yoksulluğa terk eder."
"(...) Yeryüzünde üç yüz milyondan fazla İslam vardır. Bunlar ana, baba, hoca terbiyesiyle terbiye ve ahlak almaktadırlar. Ne yazık ki, gerçek su ki, bütün bu milyonlarca insan kütleleri, sunun veya bunun kölelik ve horlanma zincirleri altındadır. Aldıkları manevî terbiye ve ahlak onlara bu kölelik zincirlerini kırabilecek insanlık meziyetini vermemiştir, veremiyor. Çünkü terbiyelerinin amacı millî değildir."
Atatürk, yine aynı konuşmasında şunları söylemiştir:
"Mazide, yüzyıllarca süren Türk devletlerinin devirlerine dikkat ediniz. Türk, kendi ruhunu, benliğim, hayatım unutmuş, nereden geldiği belirsiz bir takım başkanların şuursuz vasıtası olmak durumuna düşmüştür. Türk milleti kendi benliğim, kendi dimağını, kendi ruhunu unutur gibi olmuş ve mevcudiyetiyle, neticesi hor görülüş, esaret olan, karşılıksın köle olmaya giden alçak bir amaca doğru sürüklenmiştir. Millet, ne yazık ki, bu dalgınlık halini çok sürdürdü, bu yünden de her türlü yoksulluklara ve olumsuz, durumlara katlanmalara uğramaktan kendini kurtaramadı. Bütün bu baş eğmeleri, aldığı millî olmayan eğitimin kaçınılmaz. gereği olduğunu fark etmeksizin, sağlam bir terbiyenin etkisi olduğu kanısıyla uyguluyordu. Terbiyenin esası, terbiyenin amacı ve mahiyeti ne büyüktür."
Atatürk'e göre, millî olmayan eğitimimiz, yüzyıllardır süren felaketlerimizin temel sebeplerindendir. Balkanların elimizden çıkma sebebi de, buradaki toplumların dil kurumları ve eğitimleri ile millî şuurlarının uyandırılmış olmasıdır.

5. İstikrarlı eğitim politikamız yoktur.
Atatürk, Osmanlı eğitiminin son dönemleri için 1923’te şu teşhis ve tespitte bulunmuştur: "Her Maarif Nazırının, Vekilinin birer programı vardı. Memleketin maarifinde, çeşitli programların uygulanması yüzünden öğretim berbat bir hale gelmiştir.
Ocak 1923’te Eskişehir'de bir maarif müdürü ile konuşan Atatürk, sonra şu açıklamayı yapmıştır:
"Bu, yirmi otuz yıllık maarif müdürü memleketimizin çeşitli yerlerini dolaşmış, dediklerine göre, birbirine zıt bir çok programlar almış, uygulamış ve uygulattırmıştır. Çünkü hükümet başına gelen her Nazır, kendine göre bir program yapıyor, onu tamim ediyor, uygulamaya çalışıyor. Bir müddet sonra başka bir Nazır geliyor, onu beğenmiyor, başka bir program uygulatıyor."
6. Eğitimimizin amacı, kendini, hayatı bilmeyen, her konuda yüzeysel bilgi sahibi, tüketici insan yetiştirmek olmuştur.


1.2. Atatürk’ün Eğitimimiz için önerileri, istekleri, talimatları
Türk milleti, Atatürk'ün önderliğinde bağımsızlık mücadelesine girişirken ve Cumhuriyeti kurarken, gençliğin bundan sonra hangi ilkelere, amaçlara, hangi eğitim felsefesi ve dünya görüşüne göre yetiştirilmesi gerektiğinin ivedilikle belirlenmesi çok önem taşıyordu. Gençliğin eğitimi artık eskiden beri süregelen, denenmiş, değersizliği ve hatta zararları kanıtlanmış bir felsefe ve dünya görüşüne göre yapılamazdı. Türk milletini ileri götürecek, insancıl, akılcı yeni eğitim ilkelerine ihtiyaç vardı. Ancak bunu başarmak kolay değildi. Bu işi yalnızca Atatürk yapabilirdi ve nitekim O üstlendi. Çünkü O, yukarıda da açıkladığımız gibi, Türk tarihi ve Türk eğitim tarihinden çıkan dersleri çok iyi biliyordu: Osmanlı Devletinde başlıca eğitim kurumları olan medreseler ve sübyan mektepleri 17. yüzyıldan beri yararsız, yalnızca din ve Arap kültürü veren okullar haline dönüşmüş, yeniliklere cephe alıp taşlaşmışlardı. Medrese zihniyeti matbaanın bile ülkeye girmesini geciktirmiş, Tanzimat döneminde başlayan eğitimde ve çeşitli alanlardaki yenileşme hareketlerim engellemiş, olumsuz etkisini sürdürmüştü. Atatürk, Osmanlı Devletinde yabancı okulların istedikleri gibi at oynattıklarını, azınlıkların, her çeşit etnik toplulukların eğitim yoluyla, iktisaden güçlenip siyasî bakımdan bilinçlendiklerini ve Devleti yıkmaya yöneldiklerini gözlemişti. Atatürk, sadece Türklerin amaçsız, etkisiz, cılız, anlamsız, köksüz bir eğitimin çarkları içinde kaldıkları ve millî benliklerinden habersiz yetiştirildikleri için kendi öz yurtlarında esarete sürüklendiklerini görmüştü.
Atatürk, bütün bu gözlem ve teşhislerle yetinemezdi. Çünkü o, artık yeni Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurucusu ve Cumhurbaşkanı idi. Bu yeni Devlet için yepyeni bir eğitim felsefesi ve politikasını da o tespit etti ve bunu bazen öneriler, bazen da istekler ve talimatlar şeklinde ifade etti. özellikle de öğretmenlere ve eğitimcilere seslendi.
Bunun nedeni de, o'nun, öğretmenleri gerçek kurtuluşumuzun önderleri olarak görmesi idi. önce, bu konudaki sözlerini görelim:
"Halas-ı müstakbelimizin (gelecek kurtuluşumuzun) pişvay-ı mükerremleri (saygıdeğer öncüleri) olan Türkiye muallime ve muallimleri..."
(15.7.1921'de Ankara'da Maarif Kongresin! açarken)
"Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, muharebe meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin o zaferlerin payidar (sürekli, kalıcı) neticeler vermesi ancak irfan ordusuyla kaimdir (sağlanabilir) (...) İrfan ordusunun kıymeti de siz Öğretmenlerin kıymetinizle Ölçülecektir. "

(24.3.1923'te Kütahya'da öğretmenlere seslenişi)
"Muallimler! Teni nesli. Cumhuriyetin fedakar muallim ve mürebbileri, sizler yetiştireceksiniz, yeni nesil sîzin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti, sizin maharetiniz ve fedakarlığınız derecesiyle mütenasip bulunacaktır. "

(25.8.1924'te Muallimler Birliği Kongresi üyelerine seslenişi)
"Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak Öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğiticiden mahrum bir millet, henüz millet adım almak istidadım kazanmamıştır. Ona alelade bir kütle denir, millet denemez. Bir kütle millet olabilmek için mutlaka eğiticilere, öğretmenlere muhtaçtır. Onlardır ki bir toplumu hakikî millet haline koyarlar.
(...) Cumhuriyet sizden yüksek hizmet bekliyor."

(14.10.19254’de İzmir Erkek Öğretmen Okulundaki konuşması)
"Ordularımızın kazandığı zafer, sizin (Öğretmenlerin) ve sizin ordularınızın zaferi için yalnız zemin hazırladı. Gerçek zaferi siz kazanıp sürdüreceksiniz ve mutlaka muvaffak olacaksınız."

(27.10.1922’de Bursa'da Öğretmenlere seslenişi)

"Öğretmenlerimizin sayıca yetersizliği yetişen öğretmenlerimizin değer ve faziletteki yüksekliğiyle ancak telafi edilebilir."
O'nun yukarıda incelediğimiz gözlem ve teşhislerinden, öneri ve isteklerinin neler olduğu anlaşılabilirse de, bunları ayrıca bazı başlıklar altında ele almak yararlı olabilir:

1.
Gelecek nesiller Türkiye'nin bağımsızlığım koruyacak, Cumhuriyeti koruyup yükseltecek biçimde yetiştirilmedir.
"Çocuklarımız ve gençlerimiz yetiştirilirken onlara bilhassa mevcudiyeti ile, hakkı ile, birliği ile tearuz eden (çatışan) bilumum yabancı anasırla (unsurlarla) mücadele lityumu ve efkar-ı milliyeyi (millî fikirleri) kemal-i istiğrak ile (kendinden geçerek) her mukabil (karşı) fikre karşı şiddetle ve fedakarane müdafaa zarureti telkin edilmelidir. Yeni neslin bütün kuvayı ruhiyesine bu evsaf (nitelikler) ve kabiliyetin zerki (aşılanması) mühimdir."
(15.7.1921'de Ankara'da Maarif Kongresini açarken)
"Çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri tahsilin hududu ne olursa olsun en evvel ve her şeyden evvel Türkiye'nin istiklaline, kendi benliğine, ananat-ı milliyesine düşman olan bütün anasırla (unsurlarla) mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir."
(1.3.1922'de T.B.M.M. üçüncü toplanma yılını açarken)
"Cumhuriyet fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek seciyeli (karakter ve kişilik sahibi) muhafızlar (koruyucular) ister (...) Muallimler, sizin basarınız, Cumhuriyetin başarısı olacaktır. Teni Türkiye'nin birkaç seneye sığdırdığı askerî, siyasî, idarî inkılaba! (devrimler) sizin, muhterem muallimler, sizin içtimaî ve fikri inkılaptaki muvaffakiyetinizle teyit olunacaktır (güçlenecektir). Hiçbir zaman hatırlanmadan çıkmasın ki. Cumhuriyet simden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister."
(25.8.1924'te Muallimler Birliği Kongresi üyelerine seslenişi)
2. Eğitim millî olmalıdır.
Önceki dönemlerin millî olmayan eğitimini felaketlerimizin temel sebepleri arasında gören Atatürk,, yeni Türk Devletinin eğitiminin millî olmasını istemiştir. O, millî eğitimi, Temmuz 1921 Maarif Kongresinde şöyle açıklar:
"Bir millî terbiye programından bahsederken, eski devrin hurufatından (boş inançlarından) ve evsaf-ı fıtriyemizle (doğuştan sahip olduğumuz, özelliklerle) hiç de münasebeti olmayan yabancı fikirlerden, şarktan ve garptan gelebilen bilcümle tesirlerden tamamen uzak, seciye-i milliye ve tarih iyemizle mütenasip bir kültür kastediyorum. Çünkü deha-yı milliyemizin inkişaf-ı tamı ancak böyle bir kültür İle temin olunabilir."
Eylül 1924'te, Samsun'da öğretmenlere seslenirken de, halen milyonlarca müslümanın millî olmayan eğitimleri yüzünden esaret ve sefalet içinde bulunduklarım belirttikten sonra şöyle demiştir:
"Millî terbiyenin ne demek olduğunu bilmekte artık bir güna teşevvüş (belirsizlik, bulanıklık) kalmamalıdır. Millî terbiye esas olduktan sonra onun lisanım, usulünü, vasıtalarım da millî yapmak zarureti tartışılamaz. Millî terbiye île inkişaf ve ila (yüceltmek) edilmek istenilen genç dimağları bir taraftan da paslandın,. uyuşturucu, hayali zevaitle (gereksin şeylerle) doldurmaktan dikkatle kaçınmak lazımdır."
Atatürk'ün Mart 1923’te Konya gençlerine hitaben yaptığı konuşma da bize "millî terbiye" nin ne olduğunu anlamakta ışık tutacaktır:
"Aydınlarımız, ‘milletimi en mesut millet yapayım' der. 'Başka milletler nasıl olmuşsa onu da aynen öyle yapalım' der. Lakin düşünmeliyiz ki, böyle bir nazariye hiçbir devirde muvaffak olmuş değildir. Bir millet için saadet olan bir şey diğer millet için felaket olabilir. Aynı sebep ve şartlar birim mesut ettiği halde diğerini bedbaht edebilir. Onun için bu millete gideceği yolu gösterirken dünyanın her türlü ilminden, buluşlarından, ilerlemelerinden yararlanalım. Lakin unutmayalım ki, asıl temeli kendi içimizden çıkarmak zorundayız."
3. Eğitim bilime dayanmalıdır.
Atatürk, bilimin her alanda olduğu gibi eğitimde de bize tek rehber olması gerektiğim söylemiştir. Bu açıdan da o, eğitim tarihimizde yepyeni bir çığır açmıştır.
Ekim 1922'de Bursa'da öğretmenlere seslenirken şöyle demiştir:
"Milletimizin siyasi, içtimai hayatında, milletimizin fikrî terbiyesinde de rehberimiz ilim ve fen olacaktır (...) ilim ve fen nerede ise oradan alacağız, ve milletin her ferdinin kafasına koyacağız. ilim ve fen için kayıt ve şart yoktur."
Eylül 1924’te Samsun'da öğretmenlere bu konuda seslenişi şöyledir:
"Dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, hayat için, muvaffakiyet İçin en hakikî yol gösterici ilimdir, fendir, ilim ve fennin dışında kılavuz aramak gaflettir, bilgisizliktir, dalalettir (yolunu sapıtmadır)."
Temmuz 1927’de İstanbul’da öğretmenlere seslenişinde aynı konuyu işler:
"Eski hocalar nasıl dinî esastan hakim olmuşlarsa, öğretmenler de ilim esasından kazanmaya başladıkları hakimiyeti sonuca ulaştırmalıdırlar."
Son olarak, 29 Ekim 1933'teki Onuncu Yıl Söylevi'ne değinelim:
"Türk milletinin yürümekte olduğu ilerleme ve medeniyet yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir."
4. Eğitim işe yarar, üretici ve hayatta başarılı olacak insanlar yetiştirmelidir.
Osmanlıların duraklama ve gerileme dönemlerinde, Türk gençlerinin en çok rağbet ettikleri meslek din görevliliği ve memuriyet'tir. Tanzimat'ın eğitimde yenileşme hareketleri içinde de memuriyet ve katiplik daha da arzulanan bir meslek haline getirilmiştir. Gerileme ve çökmeye yüz tutma karşısında yöneticiler, aydınlar, toplum silkinip ciddî kurtuluş çareleri arayıp uygulayacakları yerde, aksine gerilemenin önemli sebeplerinden olan memuriyete aşın önem verme anlayışım sürdürmüşlerdir.
Bir dilekçe sonunda "saygılarımla" diyebilmek için yüz çeşit anlamsız ifade biçimleriyle Türk gençleri meşgul edilmiş, konu zorlaştırıldıkça Önemli gibi görülmüştür. Öyle ki, gereksiz ifade ve kalıp formülleri öğreten kitaplar Gülbahçesi adıyla öğrencilerimizin önüne sürülmüştür: "Gülşen-i Muharrerat" yani yazışmaların gül bahçesi...
Bütün bunlardan sonra Osmanlı Türklerinin neden memuriyete koşuştuklarına, ticaret, sanayi ve iş dünyasının Rum, Ermeni ve yabancıların elinde kaldığına şaşılır mı?
Eğitimimizin memur yetiştirdiğini, işe yaramaz, yüzeysel bilgilerle öğrencilerin kafasını doldurduğunu ilk gözleyip dile getirenlerden biri Ali Suavi’dir. O, 1867'de şöyle yazmıştır:
"Eğitim nedir, ne içindir, bunları halkın çoğu bilmiyor. Bunlar anlatılmadıkça, eğitimin zararından başka sonucu olmaz.. Biz eğitimi, yüzeysel olarak, cümle ve kalıplar, çekişme ve tartışma formülleri ezberlemek sanıyorum... Şimdi İstanbul öyle bir hale gelmiş ki, anasından doğan çocuk Devletin hazinesine ağız açıyor ve hiç kimse çocuğunun hakkında Devlet memuriyetinden başka bir düşünce taşımıyor."
İşte Atatürk, gerilememizin önemli sebeplerinden biri olan memur olmaya aşın düşkünlüğü ortadan kaldırmaya çalışmış ve eğitimimize yeni ve aktif bir insan tipi yetiştirmeyi hedef göstermiştir:
"Terbiye ve tedriste tatbik edilecek usul (yöntem), malumatı (bilgiyi) insan için fazla bir süs, bir vasıta-ı tahakküm (baskı aracı), yahut medenî bir şevkten ziyade maddî hayatta muvaffak olmayı temin eden amelî ve kabil-i istimal (işe dönük ve kullanılabilir) bir cihaz haline getirmektir."
(1.3.1923'de T.B.M.M. dördüncü toplanma yılını açarken)
"Muallimler! Erkek ve Kız çocuklarımızın, aynı suretle bütün tahsil derecelerindeki talim ve terbiyelerinin ameli olması mühimdir. Memleket evladı, her tahsil derecesinde iktisadî hayatta amil (etkin), müessir ve muvaffak olacak surette teçhiz olmalıdır (donatılmalıdır)."

(25.8.1924’te Muallimler Birliği Kongresi üyelerine seslenişi)
1931 'de de şöyle der:
"İlk ve orta öğretim mutlaka insanlığın ve medeniyetin gerektirdiği ilmi ve tekniği versin, fakat o kadar pratik bir tarzda yersin ki, çocuk okuldan çıktığı zaman ı aç kalmaya mahkum olmadığına emin olsun."
Özetle Atatürk, yukarıda da ifade ettiği gibi, eğitimin her şeyi biraz bilen fakat hiçbir şeyi iyi bilmeyen, sefalet ve açlığa mahkum insanlar değil, üretici, yararlı, hayatta başarılı olacak insanlar yetiştirmesini istemiştir.

5. Eğitim, çocuğa hürriyet vererek, yeni nesillerde fazilet, fedakarlık. düzen disiplin, kendine ve milletimizin geleceğine güven duygularım geliştirmelidir.
Türk eğitim tarihi bize, duraklama ve gerileme döneminin eğitim değerleri ve çocuk yetiştirme uygulamaları arasında korku, umutsuzluk ve karamsarlığın çok önemli bir yer tuttuğunu göstermektedir.
Bu konular ilk kez, ciddî biçimde II. Meşrutiyet döneminde (1908-1918) bazı düşünürlerimizce ele alınmıştır. Bunlar arasında eğitimci Satı Bey ve Mehmet Akif gösterilebilir.
Mehmet Akif, 1912-1913 Balkan Savaşı yenilgisi ve felaketleri sırasında, bu duruma yol açan "hatalarımızı" araştırmıştır. Ona göre, Devletimizin çökmeye yüz tutmasının nedeni, beşikte kulağa fısıldanan, öğretmenler, müderrisler, hocalar, vaizler, yazar ve şairler, devlet adamları tarafından işlenen ve ne yazık ki kabullenilen bir hayat ve eğitim felsefesidir. Bu, dayakla terbiye vermeyi amaçlayan, korkak, ürkek, hareketsiz, kendine ve milletine güven duymayan, milletin geleceğine karamsar bir gözle bakan nesiller yetiştiren bir dünya felsefesidir. En büyük "hatamız" budur.
Atatürk de bu anlayışa karşı çıkmış ve yeni nesillerin nasıl yetiştirilmesi gerektiğim açıklamıştır.
Temmuz 1921'de Maarif Kongresini açarken şöyle demiştir:
"Yeni neslin donatılacağı manevî vasıflar arasında kuvvetli bir fazilet aşkı ve kuvvetli bir dilden ve disiplin fikri de yer almalıdır."
Atatürk'e göre, bir çocuğun normal öğretim derecelerinden geçerek okulda yetişmiş olması şarttır ve eğitimde düzen ve disiplin başarının esasıdır.
Atatürk, eski dönemlerin dayağa dayanan düzen ve disiplin anlayışı yerine, sevgiye dayanan bir düzen ve disiplin konulmasını İster. O, çocukların çoğu ailelerde büyüklerin yanında konuşturulmamasının çok yanlış olduğunu belirttikten sonra şöyle der:
"Tam tersine, çocukları serbestçe konuşmaya, düşündüklerini, duyduklarını olduğu gibi ifade etmeye teşvik etmelidir. Böylece, hem hatalarım düzeltmeye imkan bulunur, hem de ileride yalancı ve riyakar olmalarının önüne geçilmiş olur. Kısacası çocuklarımızı artık, düşüncelerim hiç çekinmeden açıkça ifade etmeye, içten inandıklarını savunmaya, buna karşılık da başkalarının samimi düşüncelerine saygı beslemeye alıştırmalıyız. Aynı yamanda onların temiz yüreklerinde, yurt, ulus, aile ve yurttaş sevgisiyle beraber doğruya, iyiye ve güzel şeylere karşı sevgi ve ilgi uyandırmaya çalışmalıdır. Bence bunlar, çocuk terbiyesinde, ana kucağından en yüksek eğitim ocaklarına kadar her yerde, her zaman üzerinde durulacak önemli noktalardır. Ancak bu suretledir ki, çocuklarımız memlekete yararlı birer vatandaş ve mükemmel birer insan olurlar."
O, çocuklarımıza ideal (ülkü) aşılanmasını ve onların çalışkan olmalarını istemiştir:
"Hiçbir şeye muhtaç değilim, yalnız tekbir şeye çok ihtiyacımız. vardır: Çalışkan olmak. Toplumsal hastalıklarımızı tetkik ödersek temel olarak bundan başka, bundan mühim bir hastalık keşfedemeyiz; hastalık budur. O halde ilk işimiz bu hastalığı esaslı surette tedavi etmektir, milleti çalışkan yapmaktır. Servet ve onun tabii sonucu olan refah ve saadet yalnız ve ancak çalışkanların hakkıdır. "

(Ocak 1923'te gazetecilere yaptığı konuşma)
"Gelecek için hazırlanan vatan evladına, hiçbir güçlük karşısında baş eğmeyerek tam sabır ve dayanma ile çalışmalarını ve öğrenimdeki çocuklarımızın anne ve babalarına da yavrularının tahsillerinin tamamlanması için her fedakarlığı göy almaktan çekinmemelerini tavsiye ederim."
Atatürk öğrencilerimizin kendilerine ve milletlerine güven duygusu ile yetişmelerim, asla aşağılık duygusuna kapılmamalarını da ister. 1936' da şöyle demiştir:
"Türkiye Cumhuriyetinin özellikle bugünkü gençliğine ve yetişmekte olan çocuklarına hitab ediyorum: Batı senden, Türk'ten çok geriydi. Manada, fikirde, tarihte bu böyleydi. Eğer bugün Batı nihayet teknikte bir yükselme gösteriyorsa, ey Türk çocuğu, o kabahat da senin değil, senden evvelkilerin affolunmaz ihmalinin bir neticesidir. Şunu da söyleyeyim ki, çok zekisin! Malum, fakat zekanı unut! Daima çalışkan ol."
Atatürk, sporu da, gençliğin millî terbiyesinin ana unsurlarından sayar. O, gençliğe kazandırılacak bütün vasıfların ve terbiyenin laik ve karma eğitim çerçevesi içinde gerçekleştirilmesini ister.

6. Eğitim toplumu cehaletten kurtarmalı, onun bilgi ve ahlak düzeyini yükseltmeli, kabiliyetlerim ortaya çıkarıp geliştirmelidir.
Atatürk, toplumumuzun bilgisizliğim, felaketlerimizin en önemli sebepleri arasında gördüğünden, bilgisizliğin süratle ortadan kaldırılması gerektiğim her zaman ifade etmiştir. Başlıca istekleri ve gösterdiği hedefler şöyledir:
"Milletimizin saf seciyesi istidat (kabiliyet) ile malîdir (doludur}. Ancak bu tabiî istidadı inkişaf ettirebilecek usullerle mücehhez (geliştirebilecek yöntemlerle donatılmış) vatandaşlar lazımdır. Bu vazife de siz, muallimlere düşüyor."

(15.7.1921'de Ankara'da Maarif Kongresini açarken)
"Tüm köylülere okumak, yazmak, vatanını, milletini, dinini, dünyasını tanıtacak kadar coğrafî, tarihi dini ve ahlaki malumat vermek ve amal-ı erbaayı (dört işlemi) Öğretmek maarif programımızın ilk hedefidir. Bu hedefe varmak, eğitim tarihimizde kutsal bir merhale teşkil edecektir."

(1.3.1922'de T.B.M.M. üçüncü toplanma yılını açarken)
"Millî ahlakımız, medeni esaslarla ve hür fikirlerle tenmiye ve takviye olunmalıdır (geliştirilip güçlendirilmelidir)."

(25.8.1924'te Muallimler Birliği Kongresi üyelerine seslenişi)
"Muallimler her vesileden istifade ederek halka konmalı, halk ile beraber olmalı ve halk, muallimin çocuğa yalnız alfabe okutur bir varlıktan ibaret olmayacağını anlamalıdır."

(7.7.1927'de İstanbul’da öğretmenlere seslenişi)
"İlk işimiz milleti çalışkan yapmaktır."
(Ocak 1923'te gazetecilere yaptığı konuşma)
"Aydınları halk seviyesine indirmekten piyade, bütün halkı eğitimde aydın olarak yetiştirmek gerekir.
Atatürk Türk kadını ve annenin eğitiminin de önemle alınmasını istemiştir. [1]

2. Atatürk'ün Türk Eğitim Tarihindeki Yeri
Atatürk, her Maarif Nazırının başka bir program uygulattığını söyledikten sonra der ki:
"Bütün bu uygulama ve programlar ne veriyordu? Çok burnu, çok öğrenmiş bir takım insanlar... Ama neyi bilmiş? Bir takım nazariyatı bilmiş! Fakat neyi bilmemiş? Kendini bitmemiş, hayatım, ihtiyacım bitmemiş, yaşamak için lazım olan her şeyi bitmemiş ve aç kalmış! işte, bu Öğrenim tartının uğursuz, sonucu olarak denilebilir ki, memlekette aydın olmak demek, çok bilmiş olmak demektir, sefalete ve fakirliğe mahkum olmak demektir."

*****
[1] Akyüz. Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi Ankara : Türk Tarih Kurumu Basımevi, c.IV, 1987, s. 71
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!