Arama

Köşe Yazısı ve Makaleler - Tek Mesaj #110

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
11 Haziran 2006       Mesaj #110
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ermeni tehcirinin sembolik başlama tarihi olarak kabul edilen 24 Nisan yaklaştığında, her yıl aynı mizansenlerle karşılaşıyoruz.

Söz konusu tarih İstanbul’dan 200 küsur entelektüelin devletçe derdest edilip sonu belirsiz bir yolculuğa çıkarılmalarıyla, Zeytun’dan Konya’ya getirilmiş olan kafilelerin Suriye’nin Der Zor çölüne doğru yönlendirilmesinin tarihi... Ama bugün meselenin tarafları artık geçmişte yaşananlarla pek de ilgili gözükmüyor. Diasporaya hakim olan Ermeni milliyetçiliği Batı dünyasının siyasetini kullanarak Türkiye’ye baskı yapmanın peşinde. Türkiye ise bir yandan yurtiçinde milliyetçilik üzerinden resmi tarih görüşüne olan desteği artırmaya çalışırken; diğer yandan da uluslararası ilişkilerin izin verdiği imkanlar dahilinde iknadan zora uzanan her türlü yolla söz konusu Batı siyasetini engellemeye çalışıyor.
Sanki kendi elimizle burnumuza taktığımız ve ucundaki ipi de Batılıların eline verdiğimiz bir halkanın esiri olmuş gibiyiz. Çok çekildiğinde gururumuz inciniyor, isyan ediyoruz; gevşetildiğinde ise onurumuz okşanıyor, seviniyoruz. Ama halka aynı yerde durmaya devam ediyor... Bizler de burnumuzdaki halkayla etrafa gülümseyerek bir yıl daha geçirmeye razı oluyoruz.
Türkiye’nin bu durumdan çıkmasının zamanı çoktan geldi. Bilinmesi gerek ki o halkayı yabancılar çıkarıp almayacak, biz kendi yaptıklarımızla onu atma şansına sahip olacağız. Diğer taraftan bunun kendimizi kandırarak veya hamasetle olamayacağı da ortada. Türkiye’nin artık kendine karşı samimi olması ve diğer ülkelerin tutumunu dar kapsamlı siyasetin dışına çıkarak da değerlendirmesi gerekiyor.
Bu bağlamda ilk söylenmesi gereken, 9 kişinin imzalayıp Liberation gazetesinde yayımladığı bildiride de vurgulandığı üzere, ifade özgürlüğünün vazgeçilmez bir değer olarak savunulmasıdır. Ancak hemen ardından ‘çifte standart’ meselesine nasıl yaklaşacağımız geliyor. Çünkü Türkiye’de birçok kişi Fransa’nın çifte standartlı davranışına işaret ederek kendimizi akladığımızı sanıyor. Oysa başkasının çifte standart içinde olması bizim çifte standartlı yaklaşımlarımızı meşrulaştırmaz ve özellikle tarih konusunda Türkiye henüz ahlaki bir standart oluşturmanın çok ötesinde.
Diğer taraftan Batılı ülkeler ve toplumlar açısından bu parlamento kararlarının tarihsel bir konuyu yasaya bağlamakla ilişkili olmadığını algılamakta yarar var. Onlar kendilerince tarihsel olarak varsaydıkları bir olayı suç haline getiriyorlar sadece. Unutmamak gerek ki, geçtiğimiz 90 yıl içinde bu konuda en az bin tane kitap, on binlerce makale yayımlandı ve bunların büyük kısmı resmi Ermeni görüşünün dışındaydı. Bu süre içinde acaba Türkiye’den niçin anlamlı bir tarih çalışması çıkmadı? Türk tarihçilerinin dünyada yazılıp çizilenleri bilmemeleri söz konusu olmadığına göre, bu görmezden gelme tavrını nasıl açıklayabiliriz?
Ancak daha da önemli olarak bugün ‘tarihin tarihçilere bırakılması’ konusunda da daha samimi olmamız gerekiyor. Çünkü Türkiye bugün bile hâlâ tarihi tarihçilere bırakma cesaretine sahip değil. Sadece Ermeni meselesinde değil, bütün yakın tarih açısından devletin koyduğu resmi anlayışı kıskançlıkla koruyan bir anlayışımız var. Nihayet samimiyetin bizzat tarihsel olgular karşısında da gösterilmesi lazım... Örneğin İzmir’i yakanların Yunanlılar olmadığını, yangının onlar gittikten 4 gün sonra başladığını ve nedense sadece Rum ve Ermeni mahallelerini yaktığını söylemek gerekiyor. Çünkü bunları bütün dünya biliyor ve herkesin bildiğini inkar ederken, başkalarından ‘doğru’ davranış beklemenin hiçbir inandırıcılığı olmuyor. O zaman da kendi elimizle kendi burnumuza malum halkayı takıyor, ipini de herkesin kullanımı için ortalığa sunmuş oluyoruz.


ETYEN MAHÇUPYAN
Zaman Gazetesi Yazarı