Arama

Köşe Yazısı ve Makaleler - Tek Mesaj #112

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
12 Haziran 2006       Mesaj #112
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Türk medyasının bir çıkış yolu bulması gerekiyor; çünkü AB süreciyle yeni bir döneme giriyor. Onca teknolojik üstünlük ve tecrübeye rağmen hâlâ büyük problemlerle boğuştuğu ortada; ancak geciktirilmiş problemlerin yakında beklemeye tahammülü kalmayacak.

Güven bunalımını bir an önce aşması gerekiyor mesela. Aksi halde dünya devi medya markalarının karşısında tutunması çok zor. Manipülasyon gölgesinden tez elden çıkması, ideolojik körlük ve şartlanmışlıktan sıyrılması şart. İşin aslına bakarsanız; meslek içi büyük değişimi gerçekleştirecek beyin gücü ve bu güce emanet edilmiş altyapı da var bu ülkede. Belki iç dinamikleri yeniden gözden geçirmek, Türkiye şartlarını yeniden masaya yatırmak, Türk okurunun profilini bir daha mercek altına almakta yarar var. Bu arada Türk gazeteciliğini uluslararası standartlara çekme gibi bir ideale de ihtiyaç olduğu kesin. Böyle bir ufuk çizgisinin hem aydınımızın zihni altyapısında yeri vardır; hem de daha soğukkanlı hedeflerin oluşmasında. Ortaya konulacak avantajlar söz konusudur. Nasıl ki Avrupa Birliği (AB), önemli bir standart geliştirme projesine dönüşmüştür bu ülkede; aynen öyle de uluslararası bir kısım disiplinler ve ilkelerin meslek standardı gibi kabul edilmesi bizdeki iç kalite direnişini kıracaktır.
“AB üyesi ülkelerin tek bir medya modeli yok ki!” deneceği muhakkak. Zaten biz de bir medya modellemesi yapalım demiyoruz. Birtakım ayrıntıları cımbızlayıp “bak onlarda bu var, bizde niye yok?” şeklindeki basit ve içi boş mukayeselerin işe yaramayacağı da aşikar. Zaten “Batı taklidi” diye eleştirilen kopyacılık da budur. Kastımız, Türkiye’nin dinamiklerinden uzaklaşan, hatta onları bir kenara iten ve dolayısıyla içinde “aşağılık psikolojisi” bulunan bir kopyacılık değil. Tam aksini düşünüyoruz; Türkiye’nin bütün avantajlı durumlarını bir kenara yazalım; sonra bizden önce yola çıkmış, dolayısıyla bize göre çok mesafe almış dünya tecrübesinden istifade edelim.
WAN toplantısına yansıyan gerçekler
Böylece Türk gazeteciliği çabuk mesafe alsın. Daha açık söylemek gerekirse, dünya medyasının bazı hayati tecrübelerini göz ardı ettik, zaman kaybettik; bugün dünya medyası yarınları inceden inceye konuşuyor, planlıyor, bu fütüristik planlamaların -hayali öngörülerini bir kenara bırakarak- dışında kalıp istikbali de yitirmemeliyiz…
Yukarıda arz ettiğim ifadeler, dört gün boyunca Moskova’da takip ettiğim Dünya Gazeteler Birliği (WAN) ve Dünya Editörler Forumu (WEF) toplantıları sonrasında bende hasıl olan bir kısım düşünceler. Moskova’da gerçekleştirilen programın hülasası bile çok uzun yer tutar. O yüzden kısa değinmelerde bulunmakta fayda olduğunu sanıyorum.
Dünya medyası da sıkıntılı aslında. Sürekli tiraj kaybediyor gazeteler. Nüfusun yaşlı bir kitleye dayanması, genel ortalamada çok büyük bir yekun tutmayan ancak bu haliyle bile umut vesilesi sayılan gençlerin elektronik medyaya daha büyük ilgi göstermesi Batı medyasını yeni arayışlara itiyor. Dünya medyası ilk şoku atlatmış gözüküyor ve teknolojiyle klasik medya mecralarının çatıştırılmasından vazgeçiyor. Hatta teknolojinin sunduğu yeni ortamların bir avantaj haline getirilmesi için çalışıyor. Bunu yaparken kendini yeniden tanımlamaya, yeni okur profilleri belirlemeye, okur taleplerini yeni formatlarla karşılamaya gayret ediyor. Türkiye’de durum biraz daha farklı. Nüfusumuz genç ve gençlerin gazeteleri Batı’daki kadar boşlaması -en azından şimdilik- söz konusu değil. Bu avantajın yayın yöneticilerimiz tarafından iyi kullanılması, gençliğin zaafından yararlanmayı gerektirmiyor. Çünkü o tür bir kullanım, kalıcı bir okur kitlesi oluşturmadığı gibi, gazete okuma bilincini de pekiştirmiyor. Sayfalardaki dinamizmin teknolojik imkanlarla bütünleştirilmesi yeni imkanlar da sunacaktır…
AB’ye hangi dünya markamızla hazırız?
Tam bu noktada durup şu soruyu sormak gerekiyor: Dünya medyası ilkeli ve prensipli yayıncılığın oluşturduğu dünya markalarıyla yeni arayışlar içindeyken Türk medyası nerede? İtiraf etmek gerekiyor ki Türkiye’nin henüz dünya markası olmuş bir gazetesi, bir televizyonu, bir radyosu yok. Oysa bugün hangi ülkeden bahis açılsa o ülkeye dair birkaç markayı dünya çapında zikretmek mümkün. Fransa’da, Almanya’da, İngiltere’de durum böyle de, Amerika’da farklı mı? Hayır. Amerika dendiğinde akla, dünyaca tanınan ve referans sayılan The Wall Street Journal gibi, The New York Times gibi, The Washington Post gibi markalar geldiği gibi eyaletler zikredildiğinde bile lokal yapısını aşmış dünya çapında markalar geliyor. Boston Globe, Chicago Tribune, Los Angeles Times gibi gazeteler belli bir eyalette dağıtıldığı halde dünya markası olma özelliği taşıyor. Türkiye’nin bu ölçekte bile dünya markası olmuş gazetesi, televizyonu, radyosu, internet sitesi, haber ajansı, haber dergisi yok. Bizim ajanslarla Associated Press’i, Reuters’i, Agence France Presse’i hâlâ aynı değerde bir yere oturtamıyoruz. The Economist gibi, Der Spiegel gibi, Newsweek gibi, Time gibi dergiler çıkarılamıyor bu ülkede. Çıkarılamaz mı?
Medya için kaçacak yer kalmıyor
Elbette bu seviyede dergi çıkarılabilir. Mesela Aksiyon Dergisi dünya markası olmaya namzet haliyle dergi haberciliğinde umut sürecini tamamlayabilirse dünya çapında bir haber dergisini aratmayacak kadar güzel bir haber dergimiz olabilir. Tabii ki ucuz pazarlama tekniklerine, magazinin her şeyi ezip geçen baskısına, okuma sevdasından uzak insanlarımızın bilgi yüklü dergilere karşı gösterdiği ilgisizliğe direnebilirse…
Ufukta AB’nin silueti belirmiş, AB standartlarının ayak sesleri sağır sultanları bile rahatsız edecek kadar duyulur hale gelmiştir. Times, Independent, The Guardian, Le Monde’dan, Le Figaro gibi gazetelerden alınacak çok dersler var. Bu tip referans gazetelerin dünü, bugünü ve yarına dair umutlarından, daha doğrusu projelerinden çıkarılacak dersler de var. Bu arada Daily Mirror gibi, Bild gibi, New York Post gibi gazeteleri örnek alacak kurumlara da rastlanabilir. Bu tip gazeteleri model olarak alan gazetelerin hem yayın kimliklerini yeniden belirlemeleri gerekiyor hem de hedef okur kitlelerini. Hem Independent gibi olayım, okur beni referans kabul etsin hem Bild gibi olayım bilumum podyum dedikodularından siyasetin en hassas konularına uzanayım derseniz olmaz. Daha doğrusu alaturka bir şey olur ve bununla dünya markası oluşturulamaz.
Yol ayrımının eşiğinde Türk medyası tam bir yol ayrımında. AB süreci her konuda insanımızı belli bir standarda zorlayacak. Medyanın buna gözlerini kapaması mümkün değil; yabancı rakiplerden kaçınmasının mümkün olmadığı gibi. Moskova’da bir araya gelip dört gün boyunca tartışan medya sahipleri ve yayın yöneticilerinin gündemleri ile Türkiye’deki muadillerinin gündemi çok farklı mesela. Bu fark ürkütüyor insanı. Bir tarafta geleceğin medyası üzerine kafa yoran, yatırım yapan ve gücünü güvenilirlikten alan dev markalar; öbür tarafta hâlâ siyaset ve toplum mühendisliğine soyunmuş ve bu yüzden bir türlü lokal marka sürecini bile aşamamış Türk medyası. Türkiye cephesindeki ideolojik şartlanmışlık, gazeteciliğin dünya standartlarına kavuşmasını engelleyen Çin Seddi gibi bir şey. Şu ana kadar “küçük de olsa bizim olsun” deyip kendi ülke sınırlarımız içinde hapsettiğimiz gazetecilik içeriden dışa doğru yeni markalar üretemedi. Bu böyle devam ederse dışarıdan içeriye doğru sarkan markalar fiili bir istintak oluşturacak. En güzeli, dıştan gelecek ve gücünü hayatın pratiğinden alacak baskılardan önce Türk medyasının kendine çekidüzen vermesi adına sansasyondan, manipülasyondan arınması, siyasi şartlanmışlıktan vazgeçmesi, halkla barışması gibi icraatları hayata geçirmesidir. Bu olmazsa AB süreci Türk medyası için ciddi bir tehdittir. Vatandaş, “gazete gibi gazete” diye tanımlanan referans kaynaklarını -ki bu kaynaklar da Irak Savaşı’nda ağır yara almıştır ve bu yaranın tedavisi için çırpınır- gördükçe, Türk medyasından çok daha ötesini isteyecektir.