ATATÜRK VE AB
AB uğruna "sivilleştirildikten" sonra, "milli güvenlik" konusunda asıl işlevini kaybeden MGK'nın, sivil Genel Sekreteri Yiğit Alpogan, Atatürk'ün Doğumunun 125.Yıldönümü vesilesiyle, değerli akademisyenlerin katıldığı, "Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyeliğinin, Atatürk'ün çağdaşlaşma düşüncesi çerçevesinde değerlendirilmesi" konulu bir panel düzenlemiş.
Gerçekten de şu bağlamda, Atatürk'ün "çağdaş uygarlık düzeyine" ulaşmak hedefi ve reformları ile AB "süreci" ve "kriterlerinin uygulanması" arasındaki benzerlikleri -ve fakat daha fazla olan çelişkileri- ortaya koymak ve bu konudaki maksatlı bir yanıltmaya son vermek gerekiyor… Zira Mustafa Kemal'in hedef ve reformlarıyla, AB sürecinin aynı olmadığı muhakkak!
Bir defa Mustafa Kemal, bilhassa "Avrupa medeniyeti düzeyi" dememiş, "Muasır medeniyet seviyesi" demişti. Arada bir fark olduğunu özellikle göstermek istemişti.
Ancak Atatürk, eğer bugünlerde yaşasaydı, Avrupa camiasında ve örgütünde olmak isterdi. Ama asla bugünkü hali ve koşullarıyla değil. AB yolu bugünkü hali ile Atatürk'ün gösterdiği yol değil!
Mustafa Kemal Avrupalıların ve "Batının" ne olduğunu bizim hakkımızda ne düşündüklerini, "Türk" fobilerini ve bize neler ettiklerini çok iyi bilirdi. Fakat o bağlamda, Kuzeyimizdeki "Rus ayı sarması" tehdidi karşısında, Batı ile Avrupa ile uzlaşmanın en uygun seçenek ve dış politika gereği olduğunu anlamıştı…
O yaşasaydı, "Balkan Birliğini" kurmaktaki aynı vizyonuyla, öncülüğüyle, kişisel prestiji ve Batılılaşma reformlarının motivasyonuyla, bir Avrupa "Birliği"nin de "kurucusu", Türkiye de "kurucu" üye olurdu. Herhalde, Atatürk bu yolda onurumuzdan, milli çıkarlarımızdan ve değerlerimizden ödün vermeyi asla kabul etmezdi! .
Prof. Dr. Duygu Sezer'in panelde söylediği gibi "Atatürk'ün çağdaşlaşma düşünce ve uygulamaları Avrupa Birliği felsefesiyle örtüşür." Ve Prof. Dr. Haluk Günuğur'un dediği gibi de, üyelik başvurusu 1978'de yapılsaydı, üyeliğimiz engele uğramdan, bu dinamiklerle gerçekleşirdi. Ama bu hava, içimizde ve Avrupa'da ortaya çıkan başka durum ve emellerle bozuldu, Avrupalılarda ataerkil "Türk korkusu" güncel sebeplerle, "genç Türklerin gene Viyana kapılarına dayanması korkusu" olarak yeniden ortaya çıktı. Kıbrıs meselesi, Ermeni meselesi, Güneydoğu üzerinde hesaplar ağırlık kazandı. Türkiye'ye karşı, başka hiçbir adaya herhalde Yunanistan'a ve Kıbrıs Rum yönetimine konulmayan engeller kondu. Prof. Dr. Ünsal Yavuz "Lozan'ın sorgulanmasına Sevr'in diriltilmesine çalışılıyor" diyor. Bu şartlarda Avrupalıların "iyi niyetine" inanmak ve "iyimserliğe" kapılmak, kökten yanlış!
Bugün gelinen noktada, boyuna "tren kazaları" veto oyunları ve "Ortak Tutum Belgesi, İlerleme Raporlarıyla" dayatılmak istenen koşullar önümüzdeki on, on beş yıllık sürecin sıkıntılı geçeceğini ve sonra da hüsranla sonuçlanacağını gösteriyor…
AKP Hükümetinin, AB yolunda anlaşılmaz, iyimserlikteki ısrarına karşılık, Avrupa'dan gelen bütün işaretler önce Kıbrıs konusunun Ekim toplantısında dayatılacağını "siz KKTC'nin tecridini kaldırın, biz de limanları, alanları açarız" sözlerinin kös dinlendiğini, asıl maksadın Rum yönetimini tanıtmak ve sonra da KKTC'yi kaldırmak olduğunu ve sonunda yeni çıkarılan "hazım kapasitesi" kriterinin dayatılacağını gösteriyor… Hükümetin anlaşılmaz ısrarının sebebi ne? Çünkü siyasi kaderini AB'ye bağlamış durumda! Atatürk asla TC'nin ve milletinin kaderini yabancıların iradesine bağlamazdı!
AKP Hükümeti "tren kazalarına" rağmen süreçte ısrara, Abdullah Gül bu ısrara TSK'yı da ortak etmek çabasında… Gül, hükümetin "Kıbrıs politikasında ve AB reformlarında TSK'nın payı var" demiş. Ben Genelkurmay Başkanı'nın bir zamanlar AB üyeliğinin Mustafa Kemal'in hedefi olduğu hakkında söylediklerinin bunca olaydan sonra artık geçerli olmayacağını sanıyorum... TSK'nın, stratejik vizyonu ve Atatürk bilgisi bu kadar kıt olamaz… TSK kendi gücünü kısmak isteyen AB'ye taraftar olamaz!
MGK panelinde hocalar sonunda, "kırmızı çizgide", Atatürk yolunda ve sağduyuda birleşmişler. Lozan dengeleri, toprak bütünlüğü, Ermeni soykırımının kabulü ve Kıbrıs konusunda koşullar dayatılırsa -ki dayatılmakta- AB yoluna Türkiye'siz, Türkiye de Atatürk'ün yoluna, Avrupa'sız devam eder! Artık olacağı -olması gereken de- budur!