Şehir alanları yeryüzünün sadece yüzde ikisini kaplamasına rağmen dünyadaki kaynakların dörtte üçünü tüketiyor. Örneğin Londra'nın kendi tüketimini karşılamak için yüzölçümünün 125 katı daha fazla toprağa ihtiyacı var. Birçok çevrebilimciye göre kentler kirlilik, karbondioksit salınımı gibi birçok çevre probleminin başlıca kaynağı. Çözüm ise çoğumuzun düşündüğü gibi kırsala gitmek değil. Eğer doğanın geriye kalan kısmını korumak ve gelişmekte olan ülkelerde yaşam kalitesini iyileştirmek istiyorsak yeni bir anlayışla kentler inşa etmeye başlamamız gerekiyor. Uzmanlara göre yaygın kent anlayışının radikal bir değişikliğe ihtiyacı var. Bunun için de kendi tüketimini kendi üretimiyle karşılayan "çevre dostu" kentler yaratmak zorundayız. Örneğin sadece gazete kâğıtlarının değil, kentteki her çöpün tekrar üretilebilir olduğu bir sistemin yaratılması gerekiyor. Geçtiğimiz yüzyılda kentleri, kaynakların sonsuz olduğunu varsayarak insandan çok arabalara göre planladılar. Araçlar bireysel özgürlüğün simgesi haline geldiği için planlarda yollar ve araç sayısı önemliydi. Ancak hidrojen gibi çevreye zararlı olmayan yakıtları kullansa bile otomobiller için inşa edilen alan birçok şeyi engelliyor. Örneğin büyük kentlerde asfalt çim, su ve ağaçların aksine güneş enerjisini emer ve çok az bir kısmını yansıtır. Böylece gece ısı yükselir. Otomobiller, klimalar ve elektrikli aletler de ısıyı arttırır, yüksek binalar rüzgârı keserek sıcaklığın dağıtılmasını engeller. Kentler kırsala göre gündüzleri en az 1 derece daha sıcakken, fark gece 6 dereceye kadar çıkabiliyor. Bu ısı artışı daha fazla klima ve daha fazla enerji kullanılmasına neden oluyor.