Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
9 Mayıs 2009       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Matbaanın İcadı ve Türkler

Matbaa olarak adlandırdığımız basım aracı, Gutenberg'in yaşadığı zamandan 6-7 yüzyıl daha önce de biliniyordu ve kullanılıyordu. Hatta onunla sayısız kitaplar bile basılmıştı. Batı'dan kopyalayarak aldığımız ansiklopedilere, ders kitaplarına bakarsanız, matbaa denilebilecek ilk çalışmalar Çin'de başlatılmıştır. Onlardan binlerce yıl önce, Mezopotamya kavimleri, aynı yolla hazırladırları klişeleri yumuşak kile bastırıyor, bu kili sayfa biçiminde pişirip sertleştiriyorlardı. Çinlilerin tek üstünlüğü, kil tablet yerine kağıt kullanmış olmalarıdır.


1900'lerin ilk 10 yılı içinde, Doğu Türkistan'ın Turfan şehrinde ve diğer bazı merkezlerde yapılan kazılar, bilim adamlarını hayretlere düşürdü. Toprağın altından, şimşir gibi sert ağaç parçalırına oyulmuş bir hayli Uygur harfi çıkarılmıştı. Sonra yüzlerce basma kitap bulundu ve Almanya, Fransa, İsveç, İngiltere, Rusya müzeleri, Uygur kültürünü, edebiyatını, sanatını yansıtan bu muhteşem değerli kitaplarla zenginleşti.

745-910 yılları arasında Türkistan'da yüksek sir medeniyet kuran Uygur Türkleri, klişe kalıp değil, müteharrik (hareketli) harfler kullanıyorlardı. Bu harfleri satırlar halinde dizip kitap sayfalarını hazırlıyor, sonra da kağıda basıyorlardı.

8. yüzyılda Türkistan'a gelen Arap tüccarlar, kağıt yapımını Türkler'den öğrenerek memleketlerine götürmüşlerdi. Avrupalıla'nin hocalığıyle kağıt sanayiinin temelini atabildiler. Nihayet 14. yüzyılın başlarında, Cenevizli gemiciler sayesinde, matbaa Doğu'dan Batı'ya intikal edebildi.
15. yüzyılda, Hollanda ve İtalya'da hareketli harfler imal ederek kitap basanlar olmuştur. Yani Gutenberg, Avrupa'da ilk matbaacı konumunda değildir. Onun yaptığı şey, bir sermayedar bularak bu tekniği geliştirmek ve daha hızlı baskıyı gerçekleştirmekten ibarettir.

Türk matbaacılığının gecikmesinin başlıca sebebi, matbaayı kuruvermek, yüzbinlerce, belki milyonlarca insanın ekmek kapısını kapamak, onları fakirliğe mahkum etmek sonucunu getirecekti. Zira, 18. yüzyıl başlarında sadece İstanbul'daki hattatlıkla geçinenlerin sayısı 90 bin civarındaydı. Bu gecikme birçok alanda yavaşlamamıza, durma ve gerilememize yol açmıştır.