Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Tek Mesaj #1734

arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
13 Mayıs 2009       Mesaj #1734
arwen - avatarı
Ziyaretçi

Anne Sen Mi Geldin?




Hava soğuktu, insanlar yalnız. Gecenin en karanlık vaktiydi sanki. Adeta acınası bir halde; elleri ceplerinde titreye titreye yürüyordu yalınayak sokakta. Soğuk iliklerine kadar işlemiş olmalıydı ki kendi varlığını dahi hissetmeden, sadece yürüyordu zavallıca. Üzerindeki eski püskü elbiseleri onu daha da zavallı gösteriyordu. Sokak lambasının ışığından duvara yansıyan gölgesinin bile ona acıyarak baktığını hissediyordu. Herkes ona acıyordu… Ama onun için durum tamamen faklıydı. Çünkü o ne kendinin, ne de etrafındakilerin farkındaydı. Ona kalsa o bir şah, etrafındakiler de onun için var olmuş olan piyonlardı. Bu yüzden soğuktan ne kadar titriyor olsa da farklı bir gururla yürüyordu sokakta.

Şizofreni böyle bir şeydi; önce küçük ama gerçekçi hayallerin seni sarmasına sessizce şahit olurdun. Ayrıntıların esiri olur ve daha sonra kendi cumhuriyetini hastalığının yönetmesine izin verirdin. Daha sonra yaptıkların gördüklerinle bütünleşir ve kuşkulu bakışların odak noktası oluverirdin bir anda. Belki de kişiye göre en 'eğlenceli' hastalıktır bu. Çünkü artık yaptığın şeyler şimdiye kadarki en doğru davranışların olurdu.

Kaç adım attığını sayıyordu şimdi de. Hiçte saçma olmayan bir uğraştı bu onun için. Zaten hastalığının en korkutucu yanı da buydu ya. Farkında olmadan bir şeyler yapıyordu ve bunlar onun için gayet normal olmasına karşın aslında çılgınca işlerdi! Şuan sakin olan ara sokaktan caddeye çıkarsa eğer, yoldan geçen arabaların önüne atlayabilirdi… Ve bunu sadece şoförün ne kadar paniklediğini görmek için yapardı…

Aslında o biraz daha farklı olarak önceden hazırlıklı gibiydi buna. Yani başkalarının ne düşündüğünün zerre kadar önemi yoktu onun için hiç bir zaman. Davranışlarını da asla sorguya çekmezdi zaten. O daima doğruyu yaptığına inanırdı.

Yürümeye devam ediyordu. Ayaklarını uyuşukluğu biraz canını acıtıyordu. Hava soğuktu sonuçta. Hissetme yetisini yitirmemişti henüz. Zaten şuan aklında sadece soğuk vardı. Soğuk hava, esen rüzgar… Kimsesizdi, ya da öyle olmak onun işine gelirdi aslında. Yıllardır görmediği ağabeyinin umurunda olduğunu sanmıyordu. Onun kendi hayatı vardı. Birde yüzünü dahi zor hatırladığı babası… Ona dair birkaç anı vardı hatırladığı, sürekli yinelenen kavga sahneleri! Ya da en değerli varlığının katili olarak baktığı oğluna sürekli hakaretler yağdırması… Soğuğu yüzüne vuran rüzgarla kendine geldi. Donmak üzereydi!

Yalnızlık gibiydi soğuk onun için. Tek başına ve sevgiye muhtaç yaşamak gibiydi. Düşüncesi bile korkunçtu ama soğuk kendisini anlatıyor gibiydi!

Yoldan geçen birkaç araba, birkaç insan ve şehrin sesi vardı kulaklarında. Havanın karanlığına rağmen şehir; “Ben yaşıyorum” diyordu… İnsanları vardı şehrin; binaları, kaldırımları, otomobilleri, gökyüzü, yıldızları… Ama onun yoktu işte. O soğuğa alışıktı daha çok. Havanın soğuk yanı, şehrin soğuk yanı, insanların soğuk yanı… Çünkü soğuk yalnızlık gibiydi. Soğuk kendisiydi…

Yürürken etrafına bakıyor ve insanları inceliyordu. Ne kadar garipleri vardı şu 'diğerleri 'nin içinde! Şimdi her birisi için farklı senaryolar yazıyordu. Sonra da onları birer kukla yapıp bu oyunların içinde oynatacaktı... Mesela şu geniş omuzlu, siyah paltolu, başı önde ve sinirli yürüyen adam; şuan patronuyla ettiği kavgayı düşünüyordu. Ve içinden o adama aşağılayıcı sözler söylüyordu... Ahmak şey! Yarın yine o adamın köleliğini yapmayacak mıydı? Yaşlı annesi olmasa çoktan bırakmıştı bu işi aslında!

Annesi... Kendi annesi geldi aklına. Resimleriyle büyüdüğü ama asla göremediği, simsiyah saçları ve ela gözleriyle, dünya güzeli annesi. Hakkında hiç bir anıya sahip olamadığı ama bütün varlıklardan daha fazla sevdiği o kutsal can... Ne ekmeğe, ne suya, ne de kıyafete muhtaçtı o. Sadece sevgi açlığı yaşıyordu. Doğduğundan beri...

İlk kez 10 yaşında gerçekten fark etmişti babasının ondan nefret ettiğini. Önceki yıllarda daima sinirli ve çatık kaşlı babasının; 'çok çalıştığı, bu yüzden ona vakit AYIRAMADIĞI' yalanına inanmıştı... Hem de yürekten. Çünkü diğer türlüsü bir çocuğun kavrayabileceğinden çok daha güçtü!

İçi titredi yine. Soğuk onu öldürmek üzereydi. Anlamıştı o da bunu. Biraz sonra o da tadacaktı üzerine çok konuşulan “ölümü”. Yavaş yavaş ölüyordu... Bunları düşündükten sonra kısa kısa kahkahalar atmaya başladı olan tüm gücünü kullanarak. Niye olduğunu o da bilmiyordu. Sadece canı gülmek istemişti biraz. Babasından intikam aldığına inanmak istiyordu belki de. Çünkü annesine gidecekti birkaç dakika sonra. Onu sevdiğine inandığı tek varlığa…

Artık yığıldığı köşede öylece ANNESİNİ bekliyordu...

İnsanların garip bakışları ona deli gömleğini giydiriyordu tam manasıyla. Kimdi asıl deli? Hiç biri anlamıyordu ki onun ne kadar farklı ve zeki olduğunu... Babası da anlamamıştı işte. Yıllarca ona, öz oğluna, hayatının en değerli varlığının ölüm sebebi olarak bakmıştı. Daima korkutucu sesiyle: 'Aptalsın sen, hiç bir zaman onurlandırmadın beni...' şeklindeki hakaretlerine dayanmaya zorlamıştı onu...

İçi titredi yine. Ama bu sefer soğuktan değildi. Artık soğuğu hissetmiyordu bile. Hatırladıkları, yani acıları; yıllar öncesinde kalmalarına rağmen bir kez daha ürkütmüştü onu.

Hayır! Ona aptal diyen o adam yanlış biliyordu. Asıl aptal kendisiydi. Oysaki bizimki herkesten daha akıllıydı ve mükemmel bir zekaya sahipti. Babası; onu kendisinden nefret etmeye zorladığı için aptaldı... Tam bir aptal! Kendisiyse asla ve asla babası gibi olmadığı için akıllıydı işte. Bu hep böyle kalacaktı.

Zihninde tekrar tekrar yaşadığı acılarına gözlerini kapatıp, gerçek olan geceye dönmüştü şimdi... Fark etmemişti, ama gözyaşları birer birer süzülmüştü gözlerinden az önce. O bile canını yakmıştı! Şimdiyse hafifçe gülümsüyordu. Saçma ama bütün olanlara gülüyordu şimdi. Kendine şöyle bir baktı. Kaç yıldır kullanıldığını bilmediği kıyafetleri, kirli teni, hafifçe titreyen ayakları... Öyle sefil ve acınası bir halde; kirli elbiseleri ve zayıf, ölmek üzere olan bedeniyle yere yığılmış durumdaydı. Hafif bir gülümseme... Ardından morarmış dudaklarından bir çift söz...
'Anne! Sen mi geldin? '
Hiçliğin Sesi