Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
15 Mayıs 2009       Mesaj #15
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
İKİNCİ BÖLÜM

AVRUPA BİRLİĞİ – TÜRKİYE İLİŞKİLERİ

2.1. TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİ / GÜMRÜK BİRLİĞİ VE TAM
ÜYELİK

2.1.1 Türkiye’nin Avrupa Birliğine Üyelik Başvurusunun
Nedenleri

Söz konusu nedenler aşağıdaki gibi sıralanabilir :

· 1958 yılında Yunanistan Hükümeti Ortak Pazara ve
ilerde tam üyeliği amaçlayan bir ortaklık antlaşması yapmak
istediğini bildirmişti.” Türkiye mutlaka Yunanistan’ı izlemeli ve
AET’ye aynı şekilde başvurmalıdır. “,” Yunanistan girmek istediğine
göre bir iş vardır. Bizimde Atina’nın gerisinde kalmamız söz konusu
olamaz” ve ”Yunanistan ile aynı tarım ürünlerini ihraç ediyoruz, biz
AET’ye girmezsek piyasayı onlar ele geçirecekler, Yunanistan üye
olarak bizden fazla kredi alabilecek” şeklinde görüş belirten,
zamanın hükümet yetkilileri, AET’ye başvurmak gerektiğini
belirtmişlerdir.
· Atatürk’ün çağdaş uygarlık seviyesinin üzerine çıkma
politikası, topluluğa tam üye olmakla pekişecek ve sağlamlaşacaktır.

· Nüfus ve ekonomik potansiyeli büyük ve yaşam standardı
yüksek bir topluluğun tam üyesi olmakla, bu güne kadar sürdürdüğü
ticari ve ekonomik ilişkilerin boyutları genişleyecek, istikrarlı
ve zengin geniş bir pazarın ortağı durumuna girecektir.
· Toplulukla o günkü ortaklık ilişkileri aşamasında
karşılaşılan birtakım kısıtlama ve engeller ortadan kalkacak ve
Türkiye’nin topluluğa tam üyeliği, topluluğun, uyguladığı korumacı
politikaları aşmasını sağlayacağı gibi, topluluk üyesi olan
Yunanistan,İspanya,Portekiz gibi Akdeniz ülkelerinin yaratacağı
sıkıntıları da hafifletecektir.
· Topluluğa tam üye olunmasıyla Türk Ekonomisi itici bir
güç kazanacak ve işbirliği koşulları içinde topluluk kurallarına
daha kısa zamanda uyum sağlayarak gelişmesini hızlandırabilecektir.
· Türkiye, bir arada bulunduğu ortaklarıyla daha yakın
bir diyalog ve işbirliği çerçevesinde Avrupa’nın teknoloji ve
sermayesinden daha etkin bir biçimde yararlanma imkanı olacaktır.
· Topluluğun ekonomik açıdan az gelişmiş bölge ve
yerlerine, çeşitli fonlardan yapılan yardımlardan yararlanma olanağı
bulabilecektir.
· Amacı ilk aşamada ekonomik ve daha sonra siyasal birlik
içinde bütünleşme olan topluluğa katılmakla, Türkiye, bu güne kadar
askeri ve siyası iş birliği içinde bulunduğu Batı ile ekonomik iş
birliğini de gerçekleştirerek Batılılaşma istek ve arzusuna kavuşmuş
olacaktır.

2.1.2 ANKARA ANLAŞMASI VE KATMA PROTOKOL
Avrupa Birliği ile ilişkilerimizin neredeyse 40 yıllık bir geçmişi
vardır. Türkiye, AET’nin 1958 yılında kurulmasından kısa bir süre
sonra Temmuz 1959’da topluluğa tam üye olmak için başvurmuştur.
Cumhuriyetimizin kurulmasından bu yana, hatta daha öncesinden beri,
batılılaşma ile modernleşmenin eş tutulması özellikle 2. Dünya
Savaşı’ndan sonra Avrupa kıtasında veya onu merkez alarak kurulan
siyasi ve güvenlik oluşumlarının tümüne katılmaya ülkemizi
yöneltmiştir. Bu suretle Türkiye Avrupa Konseyi OECD ve NATO’ya
girmiştir. Aynı neden, Türkiye’yi Avrupa’nın bu en iddialı
entegrasyon hareketine karşı kayıtsız kalmamaya sevk etmiştir.
Dolayısıyla, Avrupa ile entegrasyonun başlangıçtan itibaren ülkemiz
için ekonomikten ziyade politik amaçları olduğu söylenebilir.
Tam üyelik başvurumuza o zamanki adıyla AET tarafından verilen
cevapta, Türkiye’nin kalkınma düzeyinin tam üyeliği gereklerini
yerine getirmeye yeterli olmadığı bildirilmiş ve tam üyelik
koşulları gerçekleşinceye kadar geçerli olacak bir ortaklık
antlaşması imzalanması önerilmişti. Söz konusu antlaşma 12 eylül
1963 Tarihinde Ankara’da imzalanmıştır.

Ankara Antlaşması’nın ön sözünde Türk halkının yaşam standardının
yükseltilmesi amacı ile AET’nin sağlayacağı desteğin ilerdeki bir
tarihte Türkiye’nin topluluğa katılmasına yardımcı olacağı
belirtilmektedir. 28 Madde ise “ Antlaşmanın işleyişi, topluluğu
kuran antlaşmadan doğan yükümlülüklerin tümünün Türkiye tarafından
üstlenebileceğini gösterdiğinde, akit taraflar,Türkiye’nin topluluğa
katılmasını incelerler” denmektedir. Bundan da görüleceği üzere
Ankara Antlaşması uyarınca kurulan Türkiye- AB ortaklık ilişkisinin
nihai hedefi Türkiye’nin topluluğa tam üyeliğidir.
Antlaşma, hazırlık dönemi, geçiş dönemi ve nihai dönem olarak 3
dönem öngörülmüştür. Geçiş döneminin sonunda ise gümrük birliğinin
tamamlanması planlanmıştır. Antlaşmada öngörülen hazırlık döneminin
sona ermesiyle birlikte, 13 kasım 1970 Tarihinde imzalanan ve 1973
yılında yürürlüğe giren Katma Protokolde geçiş döneminin hükümleri
ve tarafların üstleneceği hükümler belirlenmiştir. Ancak gerek
Ankara Antlaşması gerek Katma Protokol öngörüldüğü şekilde
uygulanamamıştır. Bunun sorumluluğunu Türkiye ile topluluk arasında
paylaştırmak gerekir. Ülkemiz 1970’li yıllarda içinde bulunduğu
ekonomik krizler ve bazı siyası tercihlerle Katma Protokollerden
kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmekten kaçınmıştır. O
tarihlerde yaygın olan kanaat, AET ile ilişkinin bir çeşit sömürü
düzeni kurmakta olduğu pazarımızı, topluluk ürünlerine açmanın
sanayileşmemizi ve kalkınmamızı baltalayacağı, dolayısıyla koruma
duvarlarının muhafaza edilmesi gerektiği yolundaydı. Başka bir
deyimle, AB ile ortaklık ilişkimizin ve gümrük birliğinin temsil
ettiği kalkınma modeli dışarıya açık, bütünleşmeyi öngören bir model
iken 1970’li yılların tamamı boyunca bu modelin tam tersine
sembolize eden iç dönük, ithalat ikamesine dayalı politikalar
uygulanmıştır.
Türkiye kendi hükümlülüklerini yerine getirmemeye toplulukla
ilişkilere soğuk bakmaya başlayınca, topluluk da kendi
yükümlülüklerini aksatmaya ve ortaklık ilişkisinin geliştirilmesi
istikametinde çaba harcamaktan kaçınmaya başlamıştır.
Başlangıçta sadece ekonomik olan sorunlar, 12 eylül döneminde ve
Yunanistan’ın 1980’de topluluğa tam üye olmasıyla siyasi boyutlarda
kazanmaya başlamıştır.topluluk-Türkiye ilişkileri dondurulmuş ve
mali iş birliğine son verilmiştir. Katma Protokol’ün ise sadece
ticari hükümleri işlemeye devam etmiş diğer bütün hükümleri atıl
kalmıştır.

2.1.3. GÜMRÜK BİRLİĞİ
1983 yılında Türkiye’de sivil idarenin yeniden kurulması ve 1984
yılından itibaren ülkemizin ithal ikamesi politikalarının hızla terk
ederek dışa açılma sürecini başlatması ilişkilerimizi yeniden
canlandırmıştır. Türkiye bir taraftan 14 Nisan 1987’de AB’ne tam
üyelik müracaatında bulunmuş, diğer taraftan ertelenmiş bulunan
gümrük vergileri uyum ve indirim takvimini 1988 yılından itibaren
hızlı bir biçimde yeniden yürürlüğe koymuştur.
AB Komisyonu tam üyelik müracaatımıza 1989 yılında verdiği yanıtta,
Türkiye’nin AB’ne üyelik konusundaki ehliyetini kabul etmekle,
topluluğun kendi içindeki derinleşme sürecini tamamlanmasına ve
gelecek genişlemesine kadar beklenmesini ve bu arada Türkiye ile
gümrük birliği sürecinin tamamlanmasını önermiştir. Bu öneri
tarafımızdan da olumlu değerlendirilmiş ve gümrük birliğinin Katma
Protokol’de öngörüldüğü şekilde 1995 yılında tamamlanması için
gerekli hazırlıklara başlanmıştır. 2 yıl süren müzakereler sonunda 5
Mart 1995 tarihinden yapılan ortaklık konseyi toplantısında alınan
karar uyarınca Türkiye ile AB arasında gümrük birliği 1 Ocak 1996
yılında yürürlüğe girmiştir.
Gümrük Birliğinin tamamlanmasıyla ülkemiz AB ülkeleriyle entegrasyon
istikametinde çok önemli bir merhale kat etmiştir. En azından, Türk
Ekonomisi ve sanayi Gümrük Birliği’ni tamamlayarak altından
kalkılamayacak bir yük üstlenmediğini ispatlamış, dolayısıyla tam
üyeliğin gerektireceği yükümlülükleri de zaman içinde
üstlenebileceğini göstermiştir. Bir yerde Gümrük Birliği ülkemiz
için bir test olarak görülebilir. Türkiye, AB ile Gümrük Birliği’ne
girebilmiş tek üçüncü ülkedir. Ticaret açığının önemli ölçüde
büyümesine rağmen, Gümrük Birliği’nden kaynaklanan yükü rahatlıkla
kaldırabileceğini göstermiştir. Ancak, Gümrük Birliği’nin sorunsuz
yürüdüğü de söylenemez. Bir kere, AB Gümrük Birliği ile birlikte
ülkemize karşı üstlendiği bazı yükümlülükleri yerine getirmemiştir.
AB, gümrük Birliği kararının kabul edildiği ortaklık konseyi
toplantısında üstlendiği ve ülkemize dört-beş yıllık bir dönem
içinde 2,5 milyar Euro’ya varan mali yardım yapma yükümlülüğünü
yerine getirmemiş, aynı şekilde kurumsal alanda entegrasyonu
öngörülen bazı tedbirleri alamamıştır. Bu yükümlülüklerin yerine
getirilememiş olmasının başlıca iki nedeni vardır. Birisi
Yunanistan’ın, diğeri Avrupa Parlamentosunun muhalefetidir. Türkiye
tabiatıyla bu taahhütlerin yerine getirilmesi üzerinde ısrar etmeye
devam etmektedir. Zira bunlar Gümrük Birliği Antlaşması paketinin
bir parçasını teşkil etmekte olup, yerine getirilmemeleri
ilişkimizin dengesini bozma sonucunu doğurmaktadır.

2.1.4. AVRUPA BİRLİĞİ’NİN GENİŞLEME SÜRECİ VE TÜRKİYE
Avrupa Birliği 1993 Kopenhag Zirve Toplantısı’nda aldığı kararlar
uyarınca eski Varşova Paktı ülkeleri olan merkezi ve Doğu Avrupa
ülkelerini kapsayan bir genişleme süreci başlatmıştır. AB
Komisyonu’nun genişlemeye ilişkin stratejisine esas teşkil etmek
üzere hazırladığı öneriler 16 Temmuz 1997 tarihinde “Gündem 2000”
başlıklı bir raporda açıklanmıştır. Raporda MDAÜ ve GKRY’nin iki
dalga şeklinde iki binli yıllarda AB’ne tam üye olmaları
öngörülmüştür. İlk dalga Kopenhag Kriterleri dediğimiz-demokrasi,
insan hakları, ekonomik gelişme, topluluk müktesebatını benimseme-en
fazla uyum gösterebilme yeteneğine sahip olduğu değerlendirilen,
Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Slovenya ve Estonya, söz
konusu kriterlere göre daha geri bir durum da bulunan ikinci dalgada
ise Slovak Cumhuriyeti, Lituanya, Letonya, Bulgaristan ve Romanya
yer almıştır. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi de daha önce alınan bir
kararla söz konusu genişlemenin içine dahil edilmiştir. Türkiye ise
genişlemenin kapsamına alınmamıştır. Gündem 2000 raporunda ülkemiz
ile ilgili olarak, Gümrük Birliği’nin tatminkar bir biçimde işlediği
ve AB ile ülkemiz arasında ilişkilerin geliştirilmesi için sağlam
bir dayanak teşkil ettiği, ancak siyasi durumun, mali işbirliği ile
siyasi diyalogun 6 Mart 1995 tarihinde kararlaştırıldığı şekilde
sürdürülmesine imkan vermediği, Gümrük Birliği’nin uygulamasının
ülkemizin bir çok alanda AB müktesebatını başarıyla
üstlenebileceğini gösterdiğini, buna karşılık ekonomimizin makro
ekonomik istikrarsızlık kıskacını kıramadığı ifade edilmiştir.
Siyasi konularda ise insan hakları ve Güneydoğu sorunu ile ilgili
bilinen görüşler tekrar edilmiş ve bu soruna askeri değil, siyasi
bir çözüm bulunması gerektiği ifade edilmiştir.
Gündem 2000 raporunu açıklanmasını izleyen dönemde Türkiye AB üyesi
ülkelerle AB Komisyonu düzeyinde yoğun ikili temaslar
gerçekleştirmiştir. Bütün bu görüşmelerde Türkiye, komisyonun
kendisini AB’nin hali hazır genişleme sürecinden dışlayan Gündem
2000’deki önerileri hakkında olumsuz görüşlerini ortaya koyarak,
AB’nin bu yönde bir tutum almasının Türkiye-AB ilişkilerinin
müktesebatıyla ciddi biçimde çelişeceğini vurgulamış ve Lüksembourg
zirve toplantısından beklentilerini aşağıdaki biçimde ortaya
koymuştur.
· Türkiye’nin AB’nin genişleme sürecine dahil olduğunun
resmen ilanı.
· Türkiye’nin uygun bir katılma öncesi stratejisi ile
desteklenmesi.
· Türkiye’nin Avrupa Daimi Konferansı’na diğer adaylarla eşit
statüde katılması.

2.1.5.1 LÜKSEMBOURG ZİRVESİ
12-13 Aralık 1997 tarihlerinde Lüksembourg’da yapılan Avrupa Birliği
zirvesinde kabul edilen sonuç bildirisinin en önemli bölümü
genişleme konusuna ayrılmıştır. Bu bildiri, genelde komisyonun
Gündem 2000 raporunda yaptığı önerileri benimsemekle birlikte,
ülkemiz için bunun ötesine giden bir içerik taşımıştır.
Lüksembourg Zirvesi sonrasında varılmış bulunan noktaya bakıldığında
Türkiye açısından şu unsurlar göze çarpmaktadır.
· Türkiye’nin tam üyeliğe bir kez daha teyit edilmiştir.
· Avrupa Birliği, Türkiye’yi tam üyeliğe hazırlamak için bir
strateji tespitini kararlaştırmıştır. Bu stratejide, Ankara
Antlaşması’nda ön görülen imkanların geliştirilmesi, Gümrük
Birliği’nin güçlendirilmesi, mali işbirliği ve mevzuat uyumu gibi
unsurlara yer verilmesi ve gelişmeleri düzenli olarak
AnkaraAntlaşması’nın 28. maddesi Kopenhag Kriterleri ve AB’nin 29
Nisan 1997 tarihli deklarasyonu çerçevesinde gözden geçirilmesi
öngörülmüştür.
· Bunlara karşılık Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin
güçlendirilmesinin aynı zamanda ülkemizdeki siyasi ve ekonomik
reformların sürmesine, Yunanistan ile iyi ve istikrarlı ilişkilere
sahip olunmasına ve Kıbrıs sorununa çözüm bulunması amacıyla BM
gözetimindeki müzakerelerin desteklenmesine bağlı olduğu
vurgulanmıştır.
Hükümetimiz Lüksembourg Zirvesi’nin ertesi günü 14 Aralık 1997
tarihinde yaptığı açıklamada AB’nin Türkiye’ye yönelik yanlı ve
ayırımcı tutumunun kınamış, bununla birlikte ülkemizin tam üyelik
hedefini muhafaza ettiğini ve AB ile var olan ortaklık ilişkilerinin
sürdürüleceğini ancak bu ilişkilerin geliştirilmesinin AB’nin
yükümlülüklerini yerine getirmesine bağlı olacağını, AB’nin mevcut
zihniyet ve yaklaşımı değişmedikçe ilişkilerimizin ahdi çerçevesi
dışındaki konuları AB ile ele almayacağımızı belirtmiştir.
Müteakiben yapılan açıklamalarda, AB ile siyasi diyalogun,
ilişkilerimizin gelişmesine engel oldukları iddia edilen Kıbrıs
sorunu, Türk-Yunan ilişkileri dahil olmak üzere Türkiye’nin iç
meselelerini bundan böyle kapsamayacağını belirtmiştir. Ayrıca, ilk
oturumunu 12 Mart 1998 tarihinde Londra’da yapan Avrupa
Konferansı’na ülkemizin katılmayacağı, bu arada Gümrük Birliği’nin
ortaklık antlaşmalarımızda öngörüldüğü şekilde sürdürüleceği AB
tarafının Lüksembourg Zirvesi’nin sonuç bildirisinde yapmayı
üstlendiği, Gümrük Birliği’nin değiştirilmesine ve Ankara
Antlaşması’nın sağladığı imkanların kullanılmasına yönelik
tekliflerin beklendiği ifade edilmiştir. Bu suretle ilişkilerimizin
içinde bulunduğu durumdan çıkış yolunun AB’nin göstereceği siyasi
iradeye bağlı olduğu karşı tarafa ifade edilmiştir. Avrupa Birliği
ile ilişkilerimiz Lüksembourg Zirvesi’nden sonraki dönemde yukarıda
belirtilen Hükümet açıklaması çerçevesinde yürütülmüştür. Bu dönemde
Komisyon Lüksembourg Zirvesi’nde kendisine verilen yönerge gereğince
4 Mart 1998 tarihinde Türkiye ile ilişkilerin geliştirilmesini konu
alan bir strateji belgesini açıklamıştır. Söz konusu raporun bu
bölümünde bu stratejinin uygulanmasıyla Türkiye’nin AB’nin genişleme
sürecinde yer alacağı bildirilmiştir.

2.1.6. CARDİFF VE VİYANA ZİRVELERİ
15-16 Haziran 1998 tarihinde gerçekleşen AB Cardiff zirvesi
sonunda yayınlanan Başbakanlık Sonuç Belgesinin genişleme ile ilgili
bölümünde, Türkiye’nin AB'nin genişleme sürecindeki konumunu nispi
şekilde iyileştiren bir üsluba yer verildiği görülmüştür. Belgede,
bu kez Türkiye’nin “üyelik için ehil” olduğu ifadesinden
vazgeçildiği, bunun yerine zımni “üyelik adayı” tanımlamasının
getirildiği gözlemlenmektedir. Bu çerçevede adayların tam üyeliği
hazırlanma durumunu incelemek üzere kurulmuş bulunan ve AB
Komisyonun her aday için 1998 yılı sonunda bir rapor sunmasını
amaçlayan periyodik gözden geçirme mekanizmasını Türkiye de dahil
edilmiş ve Türkiye için hazırlanacak raporun 1963 Ankara Ortaklık
Antlaşmasının tam üyeliğimizi öngören 28. maddesi ve Lüksembourg
Başkanlık Kararlarını temel alması öngörülmüştür. Belgede ayrıca,
Komisyon tarafından Türkiye’yi tam üyeliğe hazırlamak için sunulan
“Avrupa Stratejisi” onaylanmış, bu stratejinin Türkiye’nin
önerileriyle de zenginleştirilebileceği de vurgulanarak, hayata
geçirilmesi için Komisyondan, gerekli mali desteğin sağlanması
amacıyla çözüm yolları bulunması istenmiştir.
Belgede yer alan bu olumlu unsurların genişleme sürecindeki
konumumuzda nispi nitelikte bir iyileştirme yaptığı, ancak bunun
Lüksembourg’da Türkiye’ye karşı yapılan ayırımcı muameleyi izole
edecek bir düzeyde olmadığı ve ülkemizin adaylığının kabul
edilmesinin ilave siyasi koşullara bağlanmasını kabul edemeyeceğimiz
17 Haziran 1998 tarihinde yapılan Bakanlık açıklamasında dile
getirilmiştir. Açıklamamızda ayrıca, 14 Aralık 1997 tarihli hükümet
açıklamasında ortaya koyulan parametrelerin halen geçerli olduğu da
vurgulanmıştır. Öte yandan AB Komisyonu, Cardiff Kararları
doğrultusunda, diğer aday ülkelerle birlikte Türkiye için de
hazırladığı ilerleme raporunu 4 Kasım 1998 tarihinde Türkiye’ye
tevdi etmiştir. Rapor bazı ön yargılı ifade ve tespitler içermekle
birlikte, Komisyon tarafından Türkiye’nin aday ülke olarak
algılandığının bir göstergesi sayılabilir. Ancak bu konuda 11-12
1998 tarihlerinde yapılan Viyana Zirvesi’nde de önemli bir gelişme
kaydedilmiştir.

2.1.7 KÖLN ZİRVESİ
Almanya’da Ekim 1998 ‘de iş başına gelen Sosyal Demokrat-Yeşiller
Komisyonu’nun Türkiye-AB ilişkileri konusunda bir önceki hükümete
kıyasla daha olumlu ve görüşlerimize müzahir bir yaklaşım
benimsediği görülmüştür. Bu husus, Köln Zirvesi öncesinde, İngiltere
ve Avusturya Dönem Başkanlıkları sırasında uygulanandan farklı
olarak, Alman Dönem Başkanlığı ile daha yakın temaslar kurulmasını
sağlamıştır. Bu çerçevede Başbakan Bülent Ecevit ile Almanya
Başbakanı Gerhard Schröder arasında Köln Zirvesi’nde Türkiye’nin
adaylığının tescili konusunda bir mektup teatisinde bulunulmuş ve
AB’den beklentilerimiz ayrıntıları ve gerekçeleriyle ortaya
konulmuştur.
Bununla birlikte 3-4 Haziran 1999 tarihlerinde Köln’de yapılan AB
Hükümet ve Devlet Başkanları Zirvesinde Almanya tarafından
hazırlanan ve Türkiye’nin beklentilerini karşılayabilecek
nitelikteki taslak metin, İngiltere ve Fransa’nın desteğine rağmen
Yunanistan’ın ve diğer bazı üye ülkelerin olumsuz tutumları
neticesinde kabul edilememiştir.
Bu gelişme üzerine Dış İşleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı
tarafından 4 Haziran 1999 günü yapılan açıklamada, Alman Dönem
Başkanlığı’nın gayretlerinin memnuniyetle karşılandığı , ancak
AB’nin Türkiye’ye yönelik ayırımcı politikasında herhangi bir
değişiklik meydana gelmemesi sebebiyle
Türkiye’nin de AB ile ilişkilerinde,Hükümet tarafından 14 aralık
1997 tarihinde yapılan açıklama ile belirlenen yaklaşımın
değişmeyeceği bildirilmiştir.

2.1.8. 17 AĞUSTOS DEPREMİ ERTESİNDEKİ GELİŞME

a.Deprem Yardımları

İzmit depremini ardından AB ülkelerinden münferiden ve Komisyon
aracılığıyla gelen yardımlar, ayrıca Yunanistan’ın
davranışı,Türkiye­-AB ilişkilerinin de yumuşamasına yol
açmıştır.Fin dışişleri bakanı Halone, Komiser Vander Broek ile 27
Ağustos 1999 tarihinde Ankara’ya gelerek yardımlar bakımından somut
bir gösteride bulunmuştur.
4-5 Eylül 1999 tarihlerinde Finlandiya’nın Saariselka kasabasında
yapılan AB Dışişleri Bakanlığı Gayri Resmi Toplantısında, deprem
vesilesiyle tekrar gündeme gelen Türkiye mali işbirliği konusu
ayrıca AB’nin genişlemesi bağlamında Türkiye’nin adaylığı ele
alınmıştır. Ancak bu konuda Saariseka’dan herhangi bir karar
çıkmamıştır.Aynı toplantıda deprem felaketi nedeniyle verilmiş
bulunan 4 milyon Euro tutarındaki acil yardıma ilaveten ,
Türkiye’ye insani yardım ve yeniden yapılanma için 30 milyon Euro
ve Avrupa Yatırım Bankasından 500-600 milyon Euro kredi sağlanması
kararlaştırılmıştır.

b. AB Komisyonunca Açıklanan İkinci İlerleme Raporu
AB Komisyonunun Cardiff Zirvesi kararları uyarınca, aday ülkeler
hakkında hazırladığı raporlardan ikincisi, 13 Ekim 1999 tarihinde
Komisyon Başkanı Romano Prodi tarafından açıklanmıştır. Türkiye,bu
raporda , bu kez tam üyeliğe aday gösterilmiş ve Lüksembourg
Zirvesinde diğer ülkeler için yapılmış olduğu gibi, ülkemizde de
somut bir Katılma Ortaklığı Stratejisi önerilmiştir

c.AB Devlet Hükümet Başkanları Tampere Özel Zirvesi
Adalet ve içişleri konularının ele alındığı AB Devlet
Başkanlarının ve Hükümet Başkanlarının Özel zirve Toplantısı 15-176
Ekim 1999 tarihlerinde Finlandiya’da Tampere Kentinde
yapılmıştır.Zirvede ayrıca genişleme ve bu kapsamda Türkiye’nin AB
‘ne adaylığı konusu resmi olarak ele alınmıştır.

d. Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in AB Üyesi Ülkelerin Dışişleri
Bakanlarına Verdiği Yemek
İstanbul’da 18-19 Kasım 1999 tarihlerinde gerçekleştirilen AGİT
Zirvesinin ardından dışişleri Bakanı İsmail Cem ,AB üyesi ülkelerin
dışişleri bakanlarına İstanbul’da bir öğle yemeği vermiştir.Söz
konusu yemekte 10-11 Aralık 1999 Helsinki AB Devlet ve Hükümet
Başkanları Zirvesinde Türkiye’nin AB ne adaylık statüsü konusu ile
Türkiye’de Son dönemde kaydedilen başarılar ele alınmıştır.

2.1.9 AB HELSİNKİ DEVLET VE HÜKÜMET BAŞKANLARI ZİRVESİ
Türkiye,10-11 Aralık 1999 tarihlerinde Helsinki’de yapılan AB
devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesinde Oybirliği ile AB’ne aday
ülke olarak kabul ve ilan edilmiş, diğer aday ülkelerle eşit
konumda olacağı açık ve kesin bir dille ifade edilmiştir.
Helsinki Zirvesi karalarına göre Türkiye, diğer aday ülkeler gibi
bir katılım öncesi stratejisinden yaralanacaktır.Böylece,Türkiye
topluluk programları ve ajansları ile,aday ülkeler ile Birlik
arasında.katılım süreci çerçevesinde yapılan toplantılara katılma
imkanına sahip olacaktır.Zirve sonuç bildirisi ayrıca önceki AB
Konseyi kararları çerçevesinde bir katılım ortaklığı hazırlanmasını
öngörmektedir.Bu ortaklığın aynı zamanda, siyasi ve ekonomik
kriterleriyle, üye ülke olmanın gerektirdiği yükümlülükler ışığında
ve AB müktesebatının yoğunlaşacağı belirtilmiştir.Komisyon ayrıca
Türk mevzuatının topluluk sürecini hazırlamakla görevlendirilmiş öte
yandan, katılım öncesine yönelik mali kaynaklarının eş güdümü için
tek bir çerçeve sunmaya çağrılmıştır.

2.2 TÜRKİYE İÇİN AVRUPA STRATEJİSİ
AB’nin genişlemesi kapsamında 13-14 Aralık 1997 tarihli
Lüksembourg Zirvesi öncesinde sürdürülen girişim ve temaslarda
Türkiye’nin genişleme sürecinde kazanacağı konum ele alınmış ve
Türkiye’nin bu sürecin dışında kalamayacağı vurgulanarak diğer aday
ülkeler için öngörüldüğü gibi bir katılma öncesi stratejisinin
oluşturularak hayata geçirilmesi hususu öncelikli talebimiz olarak
ortaya konmuştu.
Lüksembourg Zirvesinde Türkiye diğer adaylardan farklı bir konuma
oturtularak, onlar için öngörülen katılma sürecinin dışında
bırakılmıştır.Bununla birlikte AB Komisyonu,Türkiye’nin ihtiyaçları
doğrultusunda ülkemizi tam üyeliğe hazırlamak amacıyla Türkiye’yi
AB’ne yaklaştırmayı hedefleyen bir strateji hazırlamak ve hayata
geçirmekle görevlendirilmiştir.Komisyon bu görevlendirme uyarınca
bir çalışma gerçekleştirmiş ve Türkiye’yi AB’ne katılıma hazırlamak
şeklinde tanımladığı stratejinin unsurlarını 4 Mart 1997 tarihinde
açıklamıştır.Komisyon iç prosedür gereği strateji belgesini konseyin
onayına sunmuş ve gerekli incelemeler yapıldıktan ve onay
prosedürleri tamamlandıktan sonra söz konusu belge, üzerinde bir
değişiklik yapılamaksızın Cardiff Zirvesinde onaylanmıştır. Belge
sonradan 30 Haziran 1998 tarihinde yapılan ortaklık komitesi
toplantısında tarafımıza resmen sunulmuştur. Strateji belgesinde yer
alan mülahazalar ve somut olarak sunulan işbirliği alanlarını
aşağıda görüldüğü şekilde sıralamak mümkündür.
Stratejinin uygulanmasıyla Türkiye’nin AB’nin genişleme sürecinde
yer alacağına işaret edilmiş,tarafımızdan eleştiri konusu yapılan
mali işbirliği alanındaki AB taahhütlerine değinilerek önerilen
unsurların gerçekleşmesinin AB’nin Türkiye’ye taahhüt ettiği mali
yardımların yürürlüğe konulmasıyla mümkün olacağı belirtilmiş ve bu
konuda yetkili bulunan konseyin söz konusu yardımları gecikmesizin
kullanılabilir hale getirecek düzenlemeyi yapması istenmiştir.
Gümrük Birliğinin derinleştirilmesi ve daha fazla içerik
kazandırılması stratejinin önemli bir bölümünü teşkil etmiş ve
komisyonla muhtelif alanlarda esasen yürütülmekte olan görüşmelerin
sonuca bağlanması için somut adımlar atılması yönünde önerilerde
bulunulmuştur.
Strateji belgesinde Gümrük Birliğini yanı sıra sanayi,
tarım,hizmetler,makro ekonomik diyalog, telekomünikasyon, bilim ve
teknoloji, araştırma, ulaştırma, enerji, çevre,tüketici politikası,
bölgesel ve sınır aşan işbirliği, Türkiye’nin topluluk programlarına
katılımı ve kurumsal iş birliği başlıkları altında toplam 14 alanda
somut işbirliği önerilmiştir. Genelde işbirliğini amacı, ülkemizin
bu alanlarda AB ile entegrasyon uyumunu kolaylaştırmaktır.
Komisyon tarafından oluşturulan söz konusu stratejinin
açıklanmasını takiben stratejide yer verilen unsurlar incelenmiş ve
bu unsurların ülkemizin ihtiyaçları doğrultusunda geliştirilip,
yönlendirilmesini teminen karşı önerilerimizi içeren bir belge
hazırlanmış ve Bakanlar Kurulunda onaylanmasını takiben 22 Temmuz
1998 tarihinde dönem başkanlığı ve AB Komisyonuna
sunulmuştur.Stratejinin hayata geçirilmesi amacıyla komisyon ile
teknik düzeyde müzakereler başlatılmış olup, bu çerçevede komisyon
heyeti ile 25 Eylül 1998 ,
30 Kasım 1998, 24Mart 1999,ve 2 Temmuz 1999 tarihlerinde olmak üzere
Ankara ve Brüksel’de 4 tur görüşme yapılmıştır. Bununla
birlikte,esasen AB’nin Türkiye’ye karşı daha önceki antlaşmalarla
üstlenmiş olduğu, ancak yerine getirmediği yükümlülüklerden başka
yeni bir unsur içermeyen strateji belgesi, mali kaynak yetersizliği
başta olmak üzere, AB’ne katılımı hususunda Türkiye’ye uygun bir
perspektif verilmesi yönünde siyasi irade eksikliği sebepleriyle
Türkiye’nin beklentilerini karşılamakta yetersiz kalmıştır.


alinti