Arama


fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
25 Mayıs 2009       Mesaj #10
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi
Türkiye’de kadının nüfus içindeki dağılımı incelendiğinde, 1980, 1985 ve 1990 yıllarında cinsiyet oranının aynı olduğu görülmektedir. Bu dağılıma göre, toplam nüfus içinde erkek yüzdesi kadın yüzdesinden biraz fazladır (%50.7, %49.3). Fakat kabaca ifade etmek gerekirse nüfusun yarısı kadındır. (DİE, 1980-1985-1990 Genel Nüfus Sayımı).

Kadın nüfusun yaş dağılımı incelendiğinde ise, gene 1980,1985 ve 1990 yıllarında en büyük oranın 0-9 yaş grubunda olduğu (&.4) bunu 10-19 (%22.9) ile 20-29 (%16.5) yaş gruplarının takip ettiği, ilerleyen yaşla birlikte oranlarda düşme olduğu görülmektedir. Kısaca son üç sayım yılı dikkate alındığında çoğunluğunun genç kadın nüfus kategorisinde toplandığı görülmektedir. (DİE, 1980, 1985, 1990 Genel Nüfus Sayımı).

Cumhuriyetin ilânından itibaren kadının her düzeydeki eğitim ve öğretim kurumlarına katılımında önceki döneme oranla büyük atılımlar olmakla birlikte veriler 1980 (%57.5) ve 1985 (%57.94) yıllarında kadınların yarıdan fazlasının, 1990 yılında da yarıya yakınının (%43.38) ilkokul mezunu olduğunu göstermektedir. Bu oranları bir öğrenim kurumundan mezun olmayan kadın oranları takip ederken. (1980-&.81, 1985-&.53, 1990-%33.58) öğrenim düzeyi yükseldikçe o kategoriye düşen kadın oranı da azalmakta, yüksekokul ve üniversite mezunu olan kadın miktarı genel nüfusta en düşük orana sahip olmaktadır. (DİE, 1980, 1985, 1990 Genel Nüfus Sayımı).

Öğrenim düzeyi kır-kent ayrımında değerlendirilirse, kırda okur-yazar olmayan kadın oranının %31.20, kentte ise %19.12 (erkek %4.62) olduğu görülmektedir. Diğer öğrenim düzeyleri açısından da kadınların oranı hem kırda hem de kentte erkeklerden çok düşüktür. Kentte orta, lise ve dengi okul mezunu olan kadın oranı kırsal kesimin üç katı kadardır. (Atalay ve Diğerleri, 1992:52).

Kadın nüfusun meslek dağılımları öğrenim düzeylerine paraleldir. Bu konu ile ilgili veriler kadınların çoğunluğunun kırsal kesimde tarım ve hayvancılıkla ilgili mesleklerde yer aldığı, buna karşılık müteşebbis, direktör, üst kademe yöneticisi kadınların oranının çok düşük olduğu görülmektedir. Bu meslek grubunda yer alan kadın sayısında 1980’den 1990’a gelindiğinde bir miktar artış (%0.2) olduğu görülmektedir. (DİE, 1980, 1985, 1990 Genel Nüfus Sayımı).

Kadın nüfusun (12+) 1992’de sadece %18.65’i istihdam edilirken, bu oran erkekler için %68.31’dir. Çalışan nüfus içinde kadınların payı %21.83, erkeklerinki ise %78.17’dir. (Atalay ve Diğerleri, 1992:54).

Kadınlar politikada da yeterince temsil edilmemektedir. Bu durumun çeşitli nedenleri vardır. Bunlar arasında diğer ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de politik mücadelenin zorlu olması, kadının toplumsal yaşamdaki geleneksel rolü ve eğitimsizliği sayılabilir. 1935’te 18 milletvekili ile kadınların toplam milletvekilleri arasındaki oranı %4.6 iken giderek bu oranda düşmeler olmuş, 1950-54 döneminde %0.6 olan oran 1991’de % 1.8’e, (Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi Uyarınca Hazırlanan Türkiye Raporu, 1993:::44), 1995’de %2.4’e (KSS. Gen. Md. Yay.) yükselmiştir.

1991 genel seçimleri sonrası kurulan kabinede biri ekonomiden, diğeri ise kadın, aile ve sosyal hizmetlerden sorumlu olmak üzere 2 kadın bakan görev almıştır. 1993 yılında Türkiye’de ilk kez bir kadın başbakan iş başına gelmiştir. 1995 seçimi sonucu kurulan kabinede iki kez 3 kadın bakan görev almıştır. 1997 yılında oluşturulan 56. Hükümette ise Devlet Bakanı olarak görev yapan iki kadın üye mevcuttur.

Görülmektedir ki, kadının siyasal yaşama katılımı konusunda alınan tedbirler meclisteki kadın milletvekili sayısını hala 1935-1939 dönemine çıkarmakta yetersiz kalmaktadır. Bu konuda Türkiye diğer ülkelerle kıyaslandığında en son sıralarda yer almaktadır. Örneğin;





Fransa
%5.7 Yunanistan
%5.3 Romanya %3.5 Malta
%2.9
Türkiye
%1.8

(1995’de%2.4)

(Kadın Eğitimi I. Uluslararası Konseyi 1992:77)

Kadınların medeni hallerine göre dağılımları incelendiğinde, incelenen yılların hepsinde çoğunluğunun,(1980- %62.92, 1985- % 61.93, 1990-%61.83) evli kategorisinde bulunduğu görülmektedir. Buna karşılık boşanmış olanların oranı en düşüktür. (1980 de %0.72, 1985 de %0.73, 1990 da %0.80) (DİE, 1980, 1985, 1990 Genel Nüfus Sayımı).

Ülkemizde evlenme yaşının, kadın ve erkekler özellikle kırsal kesimdeki kadınlar için düşük olduğu dikkate alınırsa bu dağılım şaşırtıcı olmaz.

Eş seçme konusu cinsiyet bazında incelendiğinde, kendi kararı ile eşi ile anlaşarak evlenen kadın nüfus sayısının erkeklerden düşük olduğu, aile ve akrabaların kadınların eş seçiminde daha etken olduğu görülmektedir. (Atalay ve Diğerleri, 1992:102).

Buraya kadar verdiğimiz bilgiler kadının Türk toplumundaki konumunu büyük ölçüde açıklamaktadır. Geçmiş dönemlerle kıyaslandığında kadının konumunda iyileşmeler olduğu açıktır. Fakat görülmektedir ki bu gelişmeler yeterli değildir. Kadının öğrenim düzeyi erkeklerle kıyaslandığında hala önemli derecede düşüktür. Öğrenim düzeyinin düşüklüğü kadının çocuk yetiştirme rolünü etkileyeceği gibi ondan önce onun doğurganlık oranını etkileyecektir. Çünkü nüfusla ilgili veriler kadının öğrenim düzeyinin yükselmesi ile doğurganlık oranının da düştüğünü göstermektedir. Örneğin okur-yazar olmayan kadınların doğurganlık oranları ortalama 5.1 iken, yüksekokul mezunu kadınların doğurganlık oranı 1.4 olarak saptanmıştır. (2000’li Yıllar Öncesinde Kadının Eğitimi, 1992:43) Buna ek olarak okur-yazar olmayan kadınların çocuklarının %21 ‘inin, yüksekokul mezunu kadınların çocuklarının ise %2.2’sinin 1 yaşını doldurmadan öldüğü tesbit edilmiştir. Bu durum da kadının eğitilmesinin anne ve çocuk sağlığı açısından da ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.

Kadının sadece çocuğun bakımı ve topluma hazırlanmasında önemli fonksiyonları yoktur. Kadın günümüzde tek başına bir ekonomik birim olmaktan çıkan ailede tüketim konusunda da karar verici roldedir. Ev ekonomisi kadından sorulur. Bu harcamalar aile üyelerinin sağlıklı ve ekonomik beslenmelerinden giyimlerine ve evin temel ihtiyaçlarına kadar çok geniş bir yelpazeyi oluşturur.

Günümüz toplumunda önemini belirttiğimiz kadının değişen sosyokültürel ve ekonomik koşullarda da önemi büyük olacaktır.

Dünya nüfusunun 1998 yılında 6 milyara, 2025 yılında 8.5 milyara ulaşması beklenmektedir. Bu nüfusa sahip dünyada refah için verimlilik unsuru ön plana çıkacaktır. Verimliliklerini artıran toplumlar ekonomik ilişkilerini daha yoğun bir hale getireceklerdir. 2000’li yıllara doğru üretimde verimlilik yanında teknolojiye uyum sağlayabilen, rekabete açık, serbest piyasa normları içinde bireyler yetişerek insan kaynaklarını geliştirme politikaları önemini koruyacaktır. Çünkü ekonomik işbirliğinin uluslararası düzeyde gelişmesi, dünya ile bütünleşme ve bu rekabete ayak uydurabilecek nitelikte insan yetiştirme gereğini ortaya çıkaracaktır. (2000’li Yıllar Öncesinde Kadının Eğitimi, 1992).

Bu gelişmelerin paralelinde gelecek dönemde kadınların işgücü piyasasına daha fazla katılımları beklenmektedir.

Günümüz Türkiye’sinde kadınların üretime daha fazla katılmaları, gelişen teknolojiye uyum sağlamaları onların bilgi ve beceri düzeylerinin yükseltilmesi ile mümkün olacaktır. Çünkü diğer ülkelerde ortaya çıkan hızlı sosyo-ekonomik kalkınma süreci ile ülkemizin rekabeti sözkonusu olacaktır. Bu süreç varılmak istenen hedefe ulaşmak için kadınların eğitilmesi onların daha iyi koşullarda çocuk yetiştirmelerini, bu yolla da ülke kalkınmasına katkıda bulunmalarını sağlayacaktır.

Ülkemizde kırdan kente göç tarım sektöründe istihdam edilen kadın oranının düşmesine neden olmuştur. Bu hareketliliğin ilerideki yıllarda devam edeceği beklenmektedir. Önümüzdeki yıllarda sanayi ve hizmet sektöründe kadın oranının yükselmesi beklenmektedir. Bunun için de kadınların tüm alanlarda yüksek öğretim görmeleri onların çalışma yaşamına girmelerini kolaylaştıracaktır.

Kitle iletişim araçları yanında örgün ve yaygın eğitim yoluyla kadınların eğitilmelerinin, bilinçlendirilmelerinin sağlanması, onların da cinsiyet ayrımcılığına dayanmayan bir yöntemle çocuklarını eğitmelerine ve kadınların gelecekte eşit koşullarda ülke kalkınmasında yer almalarına olanak sağlayacaktır. İyi eğitilmiş kadınlar aile planlaması yanında ailenin tüketim ihtiyaçlarının planlanmasında, çevre bilincinin yaygınlaştırılmasında da etkin olacaklardır.

Bu nedenle gelecek yıllarda kadınların aile içinde ve toplumda artan önemini dikkate alarak onların her alanda bilgi birikimlerini sağlayarak yeni ortaya çıkan mesleki alanlarda da eğitimlerini geliştirerek ekonomik yaşamda gerek ülke içinde gerekse ülkelerarası düzeyde rekabet gücünü artırmaya yönelik yeni ve etkin programların ortaya çıkartılması ve uygulanması zorunludur kanısındayız. Ancak bu yolla kadın erkekle birlikte gelişen dünya ile rekabet edebilir ve rekabet edebilecek yeni nesiller yetiştirebilir.

Atatürk’ün yıllar önce başlattığı bir çaba ile ilgili olarak bir örnek de günümüzde Türkiye’nin de imza koyduğu “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi” sözleşmesidir. Bu sözleşme ile kadınların erkeklerle eşit olarak ülkelerinin siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel yaşamlarına katılmalarındaki engellerin ortadan kaldırılmasına çalışılmaktadır.

Devlet Bakanlığı Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğünce son bir yılda gönüllü kuruluşlarla işbirliği içinde eğitim, sağlık, hukuk ve istihdam komisyonları kurulmuştur. Bu komisyonlar kendi konularında çalışmalar yaparak Bakanlığa sunmakta ve kadın statüsünün geliştirilmesi yönünde yeni adımlar atılmaktadır. Bunun yanında Türk Ceza Kanunun 440, 457 ve 478 maddelerinde, Türk Medenî Kanunun 153. maddesinde yeni düzenlemelerle uygulamadaki cinsler arası eşitsizlik giderilmiştir. Ayrıca medeni kanunla ilgili çalışmalar devam etmektedir.

Ailenin korunmasına dair kanun da 17.1.1998 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.

Görülüyor ki, Atatürk’ün kadınla ilgili bütün uygulamaları onun Türk kadınına verdiği önemin, onun yeni Türkiye’nin kalkınmasında da çok yararlı olacağı hususuna olan inancının kanıtıdır.

Bu nedenledir ki, kadının sadece ev hizmetlerinde değil, her meslekte ülke kalkınmasına, sosyal, siyasal ve ekonomik yaşama aktif olarak katılması konusunda bütün tedbirleri almıştır. Türk kadınına düşen bu hakları görev bilip onlara sahip çıkmak, günümüz Türkiye’sinde kadının sosyal, ekonomik ve politik yaşama katılımında var olan aksaklıkların düzeltilmesine çalışmaktır.

Bu konuyu Atatürk’ün şu anlamlı sözleri ile tamamlamak istiyorum:

“Daha selametle, daha dürüst olarak yürüyeceğimiz yol vardır. Büyük Türk kadınını çalışmamızda ortak yapmak, hayatımızı onunla birlikte yürütmek, Türk kadınını ilmi, ahlaki, içtimai, iktisadi hayatta erkeğin ortağı, arkadaşı, yardımcısı ve koruyucusu yapmak yoludur”. (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, 150-151).