Arama

Evrensellik - Tek Mesaj #4

ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
26 Mayıs 2009       Mesaj #4
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Evrensellik
— III —
Değer-özekli tarihselcilik evrensellik ile tikellik arasında yalnızca olası gerilimi değil ama bireşimi de varsayar. İnsanın tarihsel deneyiminin evrenseli hangi anlamda ortaya koyabildiğini göstermek önemlidir. Tarih-dışı bir evrensellik görüşünün eksikliği aynı zamanda daha öte aydınlatılmalıdır.
Deneyime ilişkin bulanık görgül görüşlerin yaygınlığı yüzünden evrensellik ve tikelliğin birarada varoluşunu açıklamak zorlaşmıştır. Deneyim genellikle "duyular"ın türevi olarak görülür, ki bu görüş insanın somut ve doğrudan kavrayışında yatan şeyin güdük bir kavramını üretir. Deneyimin dünyasal, "duyusal" bir olgusallığa gönderme yaptığı, oysa "yüksek değerler"in başka bir alanda aranması gerektiği düşünülür. Deneyimin burada sıradan anlamda görgül olarak anlaşılmadığı açık kılınmalıdır. İnsan bilinci içine düşen tüm şeylere, insanın bir insan olmanın ne olduğunun ayrımında olmasının bütün erimine gönderme yapar. Deneyim ahlak, din, politika, ekonomi, sanat ve bilgi yaşamını içerir. Bu bütünün her bir parçası iyilik, gerçeklik ve güzelliğin uyarıcıları ve doyumlarıdır.
Son sözü edilen üç nitelik geleneksel olarak insan varoluşunun evrensel değerleri ve buyrumları olarak kabul edilmişlerdir. Burada onlardan tekildeki evrensel olarak birarada söz edilmiştir. Croce iyilik, gerçeklik ve güzellik üçlemesine "ekonomik" ya da "yararlı"yı eklemek için inandırıcı uslamlamalar sunar. Sonraki, ister hayranlık ister nefret uyandırıcı olsun, herhangi bir insan etkinliğini yalın olarak kullanışlı ve tutarlı kılan bir etkerlik niteliğidir. Bu tartışma genelde birincil olarak evrenselliği ele aldığı için iyilik, gerçeklik, güzellik ve ekonominin birbirlerinden ayrıldıkları ve etkileştikleri yolların ayrıntılandırılması gerekmez. Önemli olan, evrenselliğin kendini somut tikellerde ortaya koyduğu düşüncesidir.
Tarihin bir evrensellik anlayışıyla ilgisi nedir? Tüm toplumlar ve kuşakların evrenseli bulanıklaştıran kendi özgünlükleri, kör noktaları, partizan saplantıları, özel bilgisizlik alanları ve başka zayıflıkları vardır. Böyle zayıflıkların olanaklı bulunuşunu sürekli anımsamalı ve onlardan uzaklaşmaya çalışmalıdırlar. Goethe'nin "dünya tarihi yığınları" dediği şey insanlığın dünyada yüzyıllar boyunca işlemiş olduklarının varsıl kaydıdır. Yaşamın içerebileceği — imrenilecek, imrenilmeyecek, orta karar ve ürpertici — şeylerden söz eder. İnsan becerisinin ulaştığı en yüksek noktaların ve önceki göze batıcı büyük yanılgıların ayrımında olmak belli bir kuşağı ya da toplumu kendi kusurları ve bunlardan kendini nasıl kurtarabileceği konusunda uyarmaya yardımcı olur. Tarihe ışık tutmak zamanın ve yerin sınırlayıcı önyargılarını düzeltmeye hizmet eder ve bireyin gerçek ve kalıcı değer taşıyan şeylere ilişkin anlayışını varsıllaştırır.
Kendini ya da toplumu geliştirebilmek için şimdi varolandan daha iyi birşeyi öngörmek zorunludur. Ama bu noktada çok ayrı iki yaklaşım olanaklıdır. Biri, hangi ilerlemelerin olanak alanında bulunduğu konusunda tarihsel açıdan bilgili bir anlayış geliştirmek ve tarihsel karşılaştırmalar yoluyla içinde bulunulan zamanın güçleri ve güçsüzlükleri konusunda içgörü kazanmaktır ki, iyileştirici çabalar verili tarihsel koşulların özel gereksinim ve fırsatlarına ayarlansınlar. Bir başka olanaklı yaklaşım tarihsel irdelemelerden ayrı bir "ideal" tanımlamak ve gerçekleşmesine çabalamaktır. Sonraki durumda, olması gerekenin idealin kendisinden anlaşıldığı düşünülür. İnsanlığın edimsel deneyimini ya da varolan koşullarca dayatılan kısıtlamaları anımsatanlar hoş karşılanmazlar ve giderek sapık engellemeciliğin ürünleri gibi görülebilirler.
Jean-Jacques Rousseau olması gereken şey konusunda kendi anlayışına göre biçimlendirilmiş olan şeyi varolan toplumun yerine geçirmek ister. İdeali formüle ederken Rousseau bildiğimiz biçimiyle insan yaşamından bağımsız olarak ilerler. İkinci Söylem'i bir ölçüde insanlığın başına gelmiş büyük kötülükleri açıklamak ve varolan toplumları kötülemek üzere yazılmış, ama tarihsel gerçeklik savı taşımayan bir çeşit tarih sunar. Edimsel tarihin olgularının kendi uslamlamasıyla çelişebileceğinin ayrımındadır ve onları kendi amacıyla ilgisiz sayar. "Öyleyse tüm olguları bir yana bırakarak başlayalım, çünkü bunlar sorunu etkilemezler" diye yazar. İnsanın kökensel iyilik ve özgürlüğüne ilişkin yalancı-tarihsel açıklaması, ki Rousseau'nun yeni bir politik düzen modeli ile her bakımdan ilgilidir, şu önsözle açılır:
"Bu konuda üstlenilebilecek araştırmalar tarihsel gerçeklikler değil ama yalnızca varsayımsal ve koşullu uslamlamalar olarak alınmalıdırlar."
Rousseau'nun insan doğası ve toplum üzerine düşünmelerinin somut tarihsel kanıtı gözardı ettikleri için daha az güvenilir oldukları kabul edilmez.
Rousseau'nun tersine, Edmund Burke gelişme yeteneğini insan tarihinden çıkarılacak dersleri öğrenmeye olan bir isteklilikle bağıntılandırır. Olağandışı bilgelik ve erdemdeki bireylere büyük hayranlık duyar ve ağırlıklı olarak onların öğüdüne dayanır, ama aynı zamanda insan soyunun yavaş yavaş biriken içgörü ve deneyiminin yerine belli bir bireyin ya da kümenin soyut ve özerk olarak tasarlanmış düşüncelerinin geçirilebileceği düşüncesini yüzeysel ve tehlikeli bularak reddeder. Tarihsel-olmayan aydınlanma kavramı yalnızca insanların anlıksal ve başka sınırlarını değil ama her bir bireyin ve kuşağın önceki kuşaklara bağımlılığını da gözardı eder.
Kendiyi ya da toplumu geliştirme konusundaki iki karşıt yaklaşım böylece edimsel tarihsel deneyimin imlemi konusunda çok değişik değerlendirmeler yoluyla ayırdedilirler. Birinci yaklaşım, ideali formüle etmekle ilgisiz diyerek ve ideali gerçekleştirmenin olanağı ya da istenebilirliği konusunda sorular doğuruyor diyerek tarihsel irdelemelere direnir. İkinci yaklaşım soyut modellere güvenmez ve edimsel olarak erişilebilir olan tarihsel koşulların yüksek gizilliklerini ortaya çıkaracaktır.
Değer-özekli tarihselcilik ilerlemenin kaçınılmazlığı gibi bir varsayımda bulunmaz. Böyle ilerlemeler insanlık tarafından yerine getirildiklerine göre her zaman aksaklıkların, gerilemelerin ve gerçek tembelliğin gözdağı altındadırlar. Tarih iyiyi olduğu denli kötüyü de içerdiği için, ve bugünün gizillikleri değişik yönleri imledikleri için, ayrım yapma yeteneği özseldir. Daha iyi anlaşılması gereken şey bu yetenek ile tarihsel duyu arasında dirimsel ve zorunlu bir bağlantının olduğudur. Bağlantılıdırlar çünkü evrenselliği somut deneyimde ayırdederiz. Bilincimizin dışında kalabilen herşey tam olarak öyledir, dışardadır — eleştirel inceleme için erişilemezdir. İyilik, gerçeklik ve güzelliğin somut örneklerine ışık tutulması yoluyla birey yaşamın daha yüksek olanaklarına yönlendirilir. Bu tikeller evrenseli somutlaştırırlar, ama eksik olarak. Bireysel ruhu devinime geçirdikleri ölçüde, yaşam belli bir yöne çekilir. Böyle ayrımsama temelinde, iyi, gerçek ve güzel için felsefi terimler ve tanımlar oluşturmak olanaklıdır, ama bu anlıksal eklemlemeler düşünce soyutlamaları değildirler; deneyim tikellerine kavramsal anlatım verirler.
Evrensel değerlerin ayırdedici nitelik ve düzgüsel yetkeleri ahlaksal eylem, düşünce ve sanatın özel örneklerinde kişi için bilinir olurlar. Onlar yoluyla deneyim yaşama özel imlem veren yollarda kurulur ve yönlendirilir. Eğer genelde toplum bu anlamı paylaşmaya başlarsa, yeni kuşaklara bu değerlerin olgusallığı hakkında bilgiler verilebilir. Uygar bir kalıt evrenseli olgusallaştırmak için yeni olanaklara gebedir. İyilik, gerçeklik ve güzellik tarihsel tikelleri tarafından hiçbir zaman tüketilemezler, kendilerinin ve kendi koşullarının ötesini imlerler.
Daha sonra açıklayacağımız bir anlamda, toplum evrensel değerlerin her yeni belirişini kendi genel ilkelerinin parçası yaparak varsıllaşır. Buna göre, örneklerin birikimi toplum için gerçekten saygın bir ölçün getirir mi? Ya gelenek? Kimileri gelenekten dayanıklı, kalıcı "ilkeler" deposu olarak yararlanırlar. Sürekli değişimin ortasında "gelenek" sağlam kalır. Görevimizin yaşamlarımızı geleneğin bilge yönergelerine uydurmaya çabalamak ve onu "ilgililik" istemlerine karşı korumak olduğuna inanırlar. Tarihsel deneyim ile düzgüsel yetke arasında bir bağın belli belirsiz ayrımında olmasına karşın, bu tip gelenekselcilik evrenseli tözselleştirir. Şeyleştirilmiş, soyut "tarih dersleri"ne sıkı sıkıya bağlılığı onun tarihsel dünyayla bağlantısını koparma eğilimindedir. Yukarda tartışılmış olan, insan varoluşunun edimsel fırsatlarından geri çekilme türünün bir başka örneği olur.
Evrenselliğin baştan sona ele geçirilmiş olduğu önesürümü aslında insan varoluşunun tarihsel doğasının bir yadsınışıdır. Gerçekte evrenselin bir anlamını sürdürmek ya da derinleştirmek daha şimdiden insanlığın elinin altında olan bir ölçünü eşlemleme sorunu değildir. Evrensellik iyilik, gerçeklik ve güzelliğin bitimsizce yeniden eklemlenmesini gerektiren sürekli bir keşiftir. Her zaman değişen ve kimileri uygarlaşma görevine keskin biçimde zararlı olabilen tarihsel koşullarda, evrensellik yalnızca yaratıcılık ve yenileştirme yoluyla diri tutulabilir. Gelenekselcilik geçmişin salt bir yinelemesine çalışırken, gittikçe boşalan biçimler ve rutinlerde iyilik, gerçeklik ve güzelliğin yaşantısal olgusallığını yitirir. İnsansal iyilik konusunda büyük ölçüde birbirinden uzaklaşan görüşlerin aynı uygarlık içersinde güçlendiği ve yarışan gelenekler oluşturduğu bir tarihsel dönemde, bu yerleşik yolları yeğlemenin zayıflığı iyice açığa çıkar. Uylaşımcılık hangi temeller üzerinde bir geleneği bir başkasına karşı kayırabilir? Daha eski olduğu için mi?
Uylaşımsal biçimselcilik insanlığın geçmişteki büyük ahlaksal, felsefi ve estetik başarımlarına ilişmez. Kazancını onların tanınmışlıklarından çıkarmaya ve onların ünü aracılığıyla etki etmeye çalışır. Ancak bu çalışmalar gerçek yetke elde etmek için ve kendilerinin örnek olmaları yoluyla insanları devindirmek için bugünkü özünlü değerlerini göstermek zorunda kalacaklardır. Bugün yaşayan insanlar kendi deneyimlerine ve tikel koşullarına uydurma anlamında bunları kendilerinin kılmak zorunda olacaklardır. Eski iyilik, gerçeklik ve güzellik örnekleri bireyin elyordamıyla edindiği kendi evrensellik anlayışını eklemlemesine ve genişletmesine yardımcı olarak yaşadıklarını ortaya koymalıdırlar. Buradaki ve şimdikinin derinden duyulan gereksinimleri hakkında doğrudan doğruya konuşmalı, çağdaş dünyanın çalışmaları arasında yerlerini almalıdırlar. Toplum üyelerini onların anlamını bir yolda soğurmaya hazırlamayı başaramadıkça bunu yapamazlar.
Evrenselliğin onda somutlaştırıldığı zorlayıcı deneyim, aynı zamanda ve ayırdedilmez biçimde, tikel ve eşsiz bir bireyinki ve genelde insanlığınkidir. İnsanı evrensele bağlayabildiği düzeye dek gelenek, o anlamda, yaşayan bir geçmiştir. Tikel kişinin deneyiminde gelenek, en iyi durumunda, dünü ve bugünü yeni, doğrudan bir evrensellik ayrımsamasında birleştirir. Kişisel ve toplumsal yaşam kalıcı, daha yüksek iyinin diri bir bilinci içersinden sürekli olarak değerlendirilebilir. Basmakalıp ve biçimselci alışkanlıklar ve uylaşımlar saptanabilir ve evrenseli daha iyi ortaya koyan yollar yararına sökülüp atılabilirler. Sağlıklı gelenek hem geçmişe bağımlılık hem de geçmişten özerkliktir.
Çoğu kez gelenek köktenciler tarafından karşı çıkılan ve tutucular tarafından savunulan birşey olarak görülür. Ama eğer gelenek ile denmek istenen her yeni yaratıcı başarımın ister istemez temelini oluşturan yaşayan süreklilik ise, "köktencilik" ve "tutuculuk" ayırdedilmemecesine hem yenileşme hem de saklama olan bir uygarlaşma süreci içindeki eşit ölçüde zorunlu ve karşılıklı bağımlı gerinimleri nitelemenin yollarından başka birşey değildirler.
John Dewey burada anlaşıldığı biçimiyle evrenselliğin varolduğunu pek kabul etmez. Ama sürekliliğin önemini vurgular. Kalıt alınmış yollara körü körüne saldıran bir köktenciliği tümden reddeder. Dewey Henri Bergson'un felsefesinde tehlikeli bir öğe olarak gördüğü şeyi yorumlayarak şöyle yazar:
Bir kör yaratıcı kuvvetin yaratıcı olduğu denli yokedici de olduğunun ortaya çıkması olasıdır; dirimsel kuvvet (elan vital) uygarlığın emeğe dayalı sanatlarından çok savaştan haz duyabilir ve gizemsel bir savurganlık bir düşüncenin görenek ve gelenekte somutlaşan ayrıntılı çalışmasının, esnek ve sürekli yeniden-örgütleme becerileri aracılığıyla yaratan bir çalışmanın yerini almak için çok uygunsuzdur.
Dewey, önceden taslağını çizdiğimiz türden tarihsel bir anlamla karşıtlık içinde, iyi-bilinen vurgusunu sürekli pragmatik deneylemeye ve duruma ayarlanmaya duyulan gereksinim üzerine getirmez. Aslında, Dewey'den alınan ve tarihselciliğin daha tutucu yanını edimsel olarak vurgulayan bir pasaj burada kısaca tanımlanmış olan tarihselciliğin bir özeti olarak işe yarayabilir:
Şimdi yaşayan bizler uzak geçmişe uzanan bir insanlığın, doğayla etkileşim içinde olmuş bir insanlığın parçalarıyız. En değer verdiğimiz uygarlık ürünleri kendimizin değildirler. Bir halkası olduğumuz sürekli insan topluluğunun etkinlikleri ve acılarının kayrasıyla varolurlar. Bizim sorumluluğumuz almış olduğumuz değerler kalıtını saklama, iletme, arılaştırma ve genişletme sorumluluğudur ki bizden sonra gelenler onu bizim almış olduğumuzdan daha sağlam ve güvenli, daha büyük ölçüde kabul edilebilir ve daha eliaçıkça paylaşılmış olarak alabilsinler.
Bir bütün olarak Dewey'in felsefesi olgusallığı edimsel dünyanın ötesindeki özlerde arayan evrenselciliğin keskin eleştirisidir. Kendi pragmatizmi içersindeki evrensele açık kapılarmış gibi görünen şeylere karşın, Dewey yeniden-oluşturulmuş bir evrensellik anlayışının olanağını aramakta değildir. Alıntıladığımız pasajlarda evrensellik yalnızca örtük olarak bulunur. Bu tartışmanın amacı tarihsel tikellikte somutlaşan bir evrenselliği bilinçli ve daha dizgesel bir ayrımsama içine getirmektir.

Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!