Arama

Cezayir ve Cezayir Tarihi - Tek Mesaj #4

ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
29 Mayıs 2009       Mesaj #4
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime

CEZAYİR


ar Berrül-Cezâ’ir,
Kuzey Afrika'da devlet, Akdeniz kıyısında, Tunus ve Fas arasında,
2 376 391 km2;
24 700 000 nuf. (1990).
Başkenti Cezayir.
Resmi dili arapça.
Ad:  8.jpg
Gösterim: 1325
Boyut:  24.6 KB

COĞRAFYA


Cezayir, iki büyük coğrafya alanının birleştiği noktada yer alır; Akdeniz bölgesi ve Büyük Sahra. Yüzey şekillerinin kabaca B. 'dan D. 'ya doğru uzanan büyük şeritlere bölünmesi, K.'den G.'e doğru birbirini izleyen çeşitli doğal çevreler arasındaki farklılığı daha da belirginleştirir. Akdeniz kıyı şeridi yumuşak ye oldukça yağışlı bir iklimin etkisindedir. iç kenarında Tel sıraları yükselir, yüzey şekilleri çoğunlukla sarptır (Küçük Kabile doruğu gibi). Ama aynı zamanda, yakınlarında başlıca kentlerin gelişmiş olduğu kıyı ya da kıyı yakını ovalara açılır. Tel sıradağları, Akdeniz'in hemen kenarında, aşağı yukarı kesintisiz biçimde birbirlerini izler. Bununla birlikte, iç kesimde küçük ovalarla ya da kıyıya yakın ovalarla nöbetleşe uzanan bu dağlar görünümü, B.'dan D.'ya doğru büyük değişik görünümler alır.

B.’da, Oran yöresinde, yüzey şekilleri, birçok havzaya ve yükseltileri 1 500 m'yi çok ender aşan (Traralar, Tessala, Tlemsen, Sayda vb. dağları) dağlara bölünür. Akdeniz iklimi, temeli kuraklığa dayanan ikincil bir özellik kazanır; genellikle yılda 500 mm'nin altında olan yağışlar, ovalarda ırmakların denize ulaşamadan yitip gitmelerine, dağlarda da ağaçlı bitki örtüsünün gerilemesine neden olur.

Orta kesimde. Oran yöresi ile Cezayir bölgesi arasında, yüzey şekilleri, kıyı bölgesinin hemen yanında yükselen tepeler (Dahra, Cezayir Sahil'i), iç ova koridorları (Şelif vadisi) ya da kıyıya yakın koridorlar (Mitice) ile başlıca doruklarının yükseltisi 2 000 m'yi bulan büyük dağ kütleleri (Uarsenis, El Buleyde [Blida] Atlası) arasında bölünür. Akdeniz ikliminin çelişkileri, yüzey şekillerindeki çelişkileri de artırır; yağışlı ve ormanlık dağlar ile daha kurak, kışın iyi akaçlanmayan, eskiden bataklık, günümüzdeyse zengintarım bölgeleri olan ovalar birbiriyle çelişir.

D. 'da Tel Atlasları'nın en dağlık, en kütlesel ve en yağışlı bölümü yer alır. Deniz ile iç ovalar arasında Büyük Kabiliye ve Küçük Kabiliye kütlelerinin yükseltisi, 2 000 m’yi aşar. Yılda 1-2 m yağış alan bu büyük kütleler ülkenin en güzel ormanlarıyla (silisli yamaçlarda mantar meşeleri, en yüksek doruklarda sedirağaçları) örtülüdür.

YüksekOvalar, Tel Atlasları ile Sahra Atlasları'nınoluşturduğu iki dağ sırası arasında uzanır. Oldukça yüksek (500-1 200 m) dağ kütleleriyle (başlıcası Hodna) az ya da çok parçalanmış bu ovalar, sert bir iklimin etkisindedir; yağışlı ve soğuk kışlar, sıcak ve çok kurak yazlar. Yağışlar genellikle yıl örtüsünü, bozkır (alfa ya da miskotu gibi kuraklığa uyarlanmış bitkiler) oluşturur Ama kuraklık D.'dan B.'ya doğru Konstantin bölgesinden Oran bölgesine, K. 'den G. ’e doğruysaTel yakını ovalarından Sahra önü havzalarına doğru giderek azalır.

Sahra Atlasları, Yüksek Ovalar'ı G.'e doğru sınırlar, kıvamlanmış kireçtaşlı ve marnlı bir dizi dağ sırasından oluşur: B'dan D.'ya doğru Ksur dağları, cebel Amür, Uled Neyil dağları, Ziban dağları, büyük ve yüksek Avras kütlesi. Nemenşa ve Tbessa dağları. Komşu ovalardan daha çok yağış alan bu kütlelerin çalılık yamaçlarının eteğe yakın kesimlerinde birkaç yeşil meşe ve Halep çamı ormanı gözlenir.

G de Büyük Sahra, Cezayir topraklarının en büyük bölümünü kaplar. İkliminin aşırı kuraklığı, çıplakalanlarınıntekdüzeliği (kumlu ergler, taşlı hamadalar), güneydeki büyük engebelerinin (bu arada Hoggar) geniş ve yaşanması son derece güç bir yer olmasına karşın, yüzyıllardan bu yana birkaç insan topluluğu barındırmaktadır; yeraltı nda petrol ve doğal gaz (çağdaş Cezayir'in büyük kozları) vardır.

nüfus ve toplum


Hızla artan nüfus önemli bir olaydır. Bağımsızlığa kavuşulmadan önce yapılan son nüfus sayımında (1954) Cezayir’in nüfusu 8 milyonken, o günden bu yana üç kat artmıştır. Yıllık nüfus artış hızı yaklaşık % 3'tür (yılda yarım milyon kişi). Aynı artış hızı sürerse, ülkenin nüfusu 2000 yılında en az 35 milyonu bulacaktır. Bu büyük artış (dünyada en yüksek değerlerden biridir), oldukça düşük yıllık ölüm oranı (%o 8) ile çok yüksek doğum oranının (%. 33'ün üstünde) sonucudur. Bu iki etkenin diğer sonuçları, nüfusun çok gençleşmesi (toplam nüfusun yarıdan çoğu 18 yaşından küçüktür), eğitim sorunlarının son derece önem kazanması, iş pazarının ve iktisadın büyük ölçüde zorlanmasıdır (her yıl çok sayıda işçinin ülkeden göçmesini açıklar).
Cezayir halkı, son otuz yıl içinde yepyeni bir toplumsal gerçeklik haline gelmiştir. Kuşkusuz, geçmişin bazı izleri silinmedi: kırsal kesimde göçebeler ve yerleşikler arasındaki geleneksel karşıtlık; arapça (% 75) konuşanlara oranla berberice (% 25) konuşanların (özellikle Kabiliye ve Avras'ta) azlığı; nüfusun çok eşitsiz biçimde dağılışı (güneye doğru ilerlendikçe yoğunluk azalır).

Ama bağımsızlı ksavaşı, bir Cezayirli kimliği bulunduğunu ortaya koymuş ve bu kimlik 1962'den bu yana sürekli pekişmiştir. Çağdaş toplumda, bazı geleneklere bağlılık ile modernleşme eğilimleri bir arada görülür. Geleneklere bağlılık, aile bağlarının sağlamlığında, bir aile içi ve kişisel ahlak anlayışı çerçevesinde İslam dinine bağlılıkla yansır; bunun kaçınılmaz sonucu da nüfusun artması ve öğretim ile yönetimde arapça kullanılmaya başlanmasıdır. Modernleşme eğilimleriyse, öğretimin toplumun katlarına yayılması, kadınların kamu yaşamına günden güne daha çok katılmaları, çok güçlü bir kentleşme hareketi, ülke ekonomisinin bütünüyle değişmesi ve halkın günden güne daha çok hareketlilik kazanmasıyla kendini göstermektedir.

ekonomi


Cezayir ekonomisi, bağımsızlıktan önce, sömürge tipi bir duruma özgü olarak, simetriden yoksun bir nitelik taşıyordu. Bir yanda, gelişmemişliğin damgasını taşıyan ve Cezayir nüfusunun büyük bir çoğunluğunu kapsayan geleneksel bir tarım ekonomisi; öbür yanda, AvrupalIlar tarafından işletilip yönetilen çok daha modern ve özellikle tarım ürünleri ihracatı bakımından (narenciye, turfanda meyve ve sebze ve en başta da şarap)tümüyle metropole dönük bir kesim yer almaktaydı. Sömürgecilik döneminin sonlarına doğru hazırlanan Konstantin planı, bu şemada ancak pek kısmı bir değişiklik yapabilmişti.
Bağımsızlığı izleyen bir bocalama döneminden sonra, Cezayir, başkan Bumedyen'in kişisel çabaları ve tek parti olan FLN'nin yönetimi altında, geçerliliğini bugünde hâlâ koruyan, yeni bir gelişme modeline yöneldi.

Gelişmenin temelini sanayinin oluşturması gerekiyordu; ve Cezayir, Sahra'nın önemli petrol (Ecele, Zarzaitin, Tin Fuye ve özellikle Flassi-Mesut) ve doğal gaz (Flassi R'Mel) kaynaklan sayesinde bu konuda gerekli olanaklara sahipti. Cezayir, 1971’de, petrol şirketlerini millileştirerek, üretimini kendi egemenliği altına aldı. Ülkenin ilksanayi işletmesi olan güçlü devlet şirketi SONATRACH, hidrokarbürlerle ilgili bütün etkinliklerin sorumluluğunu üstlendi. Yıllık petrol üretimi 1990’da 56 Mt'a ulaştı (büyük bir bölümü dış ülkelere satılmaktadır). Bundan başka Cezayir, dünya çapında bir sıvı gaz satıcısı oldu (1989’da 48,4 milyar m3). Petrolden çok (1 260 Mt) doğal gaz rezervleri (3 000 milyar m3) yönünden zengin olan Cezayir, OPEC içinde "sert" bir politika izleyerek, hidrokarbürlerin dışsatımından en yüksek düzeyde gelir sağlamanın yollarını aramaktadır.
Fakat, bütün sanayi petrol çevresinde toplanmış değildir. Göz ardı edilemeyecek- başka birçok maden kaynakları da işletilmekte (demir cevheri [Cebel El Vanza (Vanza)] ve özellikle fosfat) ve bunlara belli bir miktar hidroelektrik potansiyeli eklenmektedir.

Bu temeller üzerinde, Cezayir, iddialı bir sanayileşme politikası bina edebildi. Sanayiye dönük yatırımlar büyük ölçüde arttı. Ancak, petrol gelirlerinin devlet ya da banka kredileriyle tamamlanması zorunluluğu giderek kendisini daha çok hissettirmektedir. Hidrokarbürler konusundaki SONATRACH gibi, millileştirilmiş bazı büyük şirketler, belli başlı üretim kesimlerine egemen durumdadır. Bu "devlet sosyalizmi"nin, sanayide çalışan işçilerin, işletmelerin yönetimine katılmaları ile tamamlanması gerekmektedir.

Petrol arıtımı ve sıvı gaz üretiminden, Arziv, Cezayir, Bicaye, Skikda ve Annaba limanlarında kurulmuşpetro-kimya tesisleri yelpazesinden sonra, Cezayir, özellikle demir-çelik endüstrisini (Annaba), madeni donatım sanayilerini (Ruviba'dan kamyon, Annaba'da vagon, Konstantin'de Kasentina makine, vb.), çimento ve inşaat malzemesi üretimini ve oldukça geniş bir yelpaze oluşturan çeşitli sanayi kollarını (özellikletekstilde ve tarım-besin alanında) geliştirdi. Kıyıdaki büyük gelişme merkezleri, özellikle Arziv, Skikda ve Annaba, orta büyüklükteki kentlerde ya da iç bölgelerdeki küçük kentlerde kurulan hafif sanayilerle tamamlandı.

Sanayi kesimindeki değişiklikleri, ticaret vehizmetler kesimindeki değişiklikler izledi. Diğer Akdeniz ülkelerinden farklı olarak, Cezayir, turistik etkinliklerini, kesinlikle sahip olduğu imkânlara rağmen, henüz oldukça az geliştirebilmiştir. Üçüncü sektörün bütün dallarında, devlet ya da büyük ulusal şirketler tarafından yönetilen modern bir sektör, giderek yavaş yavaş geleneksel etkinliklerin yerini almaktadır.

Engözalıcı, "ileri atılım", bir "kültür devrimi" olarak nitelendirilebilecek ölçüde olmak üzere, okul ve üniversite alanında gerçekleştirildi. Kalite yönünden bazı eksikliklerine karşın, Cezayir’in öğretim alanındaki çabaları olağanüstü olarak nitelendirilebilir. 1978'de, 6-14 yaşlarındaki çocukların % 76'sı, 14-16 yaşlarındaki ergenlerin de %45'i okula gidiyordu. Bugün Cezayir kentinde beş yeni üniversite daha açılmış bulunmaktadır.

Ticaret alanında, büyük ulusal şirketler, dış ticaret ile bir bölüm toptan ticaretin denetimini ellerinde tutmaktadırlar. Ama, perakende ticaretin millileştirilmesi, sessiz bir direnişle karşılaşmaktadır.
Dış ticaretin bünyesi büyük değişikliğe uğradı. Dış ticaret, başlangıçta tümüyle Fransa’ya yönelikken, bugün Amerika Birleşik Devletleri, Almanya, Rusya ve Doğu Avrupa ülkeleriyle çeşitli ilişkileri içermektedir. Cezayir’in belli başlı dış ticaret partönerleri, alıcı olarak ABD ve Almanya, satıcı olarak da Fransa ve Almanya'dır.

Daha yirmi yıldan kısa bir süre önce başhca etkinlik alanı olan tarım kesimi, bugün ekonominin yoksul akrabası durumuna düşmüştür. Tarım devriminin birbirini izleyen evreleri sonunda, tarım, üç tür yapıyı bünyesinde birleştirir duruma geldi:
1. sömürgecilik döneminden kalma, kendi kendini yöneten kesim;
2. kooperatifçi kesim;
3. fellahların geleneksel tarım biçimini sürdüren bir özel kesim.

Yapılan başlıca üretimler, hissedilir bir daralma gösteren bağcılık ile dağ düzlüklerinde narenciyecilik ve bostancılık, Yüksek Ovalar'da kuru tahıl tarımı ve koyunculuk, dağlık bölgelerde de meyve ağacı yetiştirimi ve sulu tarımdan oluşur.
Ancak, tarım, yetkili organların gayretlerine karşın, ne diğer etkinlik kesimlerinin gelişmesine, ne de nüfus artışına ayak uydurabilmiştir. Çoğu kez çetin doğa şartları ve değişinim geçiren yapılar içinde yaşayan fellahlar, hiçbir zaman çağdaş üretim tekniğini tam olarak benimseyemediler. Bu nedenle, bostancılık ve tavukçuluk gibi bazı üretim dallarının gelişmesi yeni ihtiyaçların karşılanması bakımından yeterli olmadı. Cezayir, gitgide dışalıma dahaçok başvurmak zorunda kaldı. Halkın beslenme ihtiyaçlarının karşılanması sürekli olarak zorlaştı. Nitekim, 1969’da ulusal tarım ürünleri, nüfusun beslenme ihtiyacını % 73 oranında karşılarken, 1988’de bu oran % 25'e düşmüş bulunmaktadır. Bu duorfitrum, uygulanmakta olan deneyimin uğradığı en ciddi başarısızlıktır.

Cezayir ekonomisi, inkâr edilemez bir biçimde ve genellikle kendine özgü formüllere göre gelişmektedir. Ne var ki, sanayileşmeye ve eğitime tanınan öncelik, bugün bazı yeni toplumsal gereksinmeleri ve aynı zamanda yabancı ülkelere iktisadi bağımlılık konusunda bazı yeni tehlikeleri de ortaya çıkarmaktadır. Bu tehlikeler, özellikle, yatırımların finansmanı ve bazı besin gereksinmelerinin dengelenmesi konusunda kendini gösteriyor.

TARİH


Eskiçag’da Cezayir


Fenikeliler, II. binyılın sonundan başlayarak, Orta Mağrib'de iskeleler ve limanlar inşa ettiler. Tirliler’in Kartaca'yı kurmalarından (i.ö. 814-813) sonra, Cezayir kıyılarını ele geçiren Kartacalılar buralarda ticaret tesisleri kurdular ve ülkenin iç kesimindeki numidialı (ya da berberi) önderler arasındaki rekabeti kışkırtmakla ve Kartaca’nın egemenliğini kabul edenleri desteklemekle yetindiler. Roma da, Zama zaferi'nden (İ.Ö. 202)sonra.Kartacayıkılınca- ya (i .0.146) ve Numidia kralı Jugurtha bozguna uğrayıncaya kadar (İ.Ö. 105) aypı siyaseti izledi. Thapsussavaşı'ndan(I.0.46) sonra Sezar, Numidia’yı bir Roma eyaletine dönüştürdü. Octavius, Mauretania'da sömürgeler kurdu, ama ülke ancak İ.S.
42'de ilhak edildi ve Muluya arada sınırolmak üzere, Mauretania Caesariensis ve MauretaniaTingitana olarak ikiye bölündü, imparatorluk yönetimi o tarihten başlayarak ülkenin zenginleşmesini sağladı. Cezayir romalılaştı ve hıristiyaniığı kabul etti. ( Roma AFRİKA eyaleti.) 429'da ülkeye Vandallar egemen oldu, ama 533’te BizanslIlar tarafından püskürtüldüler. Bizans'ın uzak ve fazla güçlü olmayan yetkesi arap baskısına dayanamadı.

müslüman Cezayir


Günümüzde “Cezayir” adıyla bilinen bölgenin Araplar tarafından işgaliTunus ve Fas'ın işgaliyle bir bütün oluşturdu. Ukbe bin Nafi’nin Fas'a kadar uzanması (682), Bizanslılartarafından desteklenen Berberiler'in direnişini kıramadı. Berberiler Kartaca'yı yeniden işgal ettiler, ama bu başarıları geçiciydi. Araplar Batı 'ya doğru ilerlediler ve VIH. yy.’ın ilk yıllarında tüm Mağrib'i aldılar. Ülkenin müslümanlaştırılması yaklaşık 710-720 yıllarına doğru tamamlandı. Araplaştırma süreciyse daha yavaş ve daha yüzeysel bir biçimde gerçekleşti.

Biçimsel olarak Kayrevan’a boyun eğen, valilerin aralıksız değiştiği, Araplar' ın sürekli berberi isyanlarına karşı savaşmak zorunda kaldıkları ülke, belli ölçüde bağımsız emirliklere bölündü. Kendi iç isyanlarıyla uğraşan Doğu Emevileri bu parçalanmayla ilgilenmediler. Oran yöresindeki T ahert, VIII. yy. 'ın sonuna doğru Rüstemi hanedanının başkenti oldu. Yukarı Yaylalar'da hüküm süren Rûstemiler, harici, göçebe ve arap olmayışları bakımından Aglebi emirliği'nden ayrılıyordu. Tahert imamı, Kayrevan'daki ortak düşmana karşı, Cördoba (Kurtuba) emirleriyle birleşti ve onun metbuluğunu kabul etti.
X. yy.'ın başında, Batı Cezayir’deki Rüstemi hanedanı, Fatımiler'in egemenliğine girdi. Şii propagandası, Kotama Berberileri’ni yeni hanedanın kurucusu Ubeydullah’ı desteklemeye yöneltti. Fatımiler nüfuz alanlarını genişlettiler, ama Berberiler kısa süresonraKonstantinveTahert'te, onlara karşı ayaklandılar. 944’te, Abres’te daha da ciddi karışıklıklar baş gösterdi. Harici EbuYezit’in kışkırtmasıyla, Mehdiye şiileri- ne karşı isyan başladı. Fatımi orduları yok edildi, Kayrevan alındı, ama Miliana Berberileri takviye kuvvetleri gönderdiler ve Fatımiler isyanı bastırdılar (947). Cezayir, Miliana’ya kadar egemenlikleri altına girdi ve Oran yöresi bir süre için onların eline geçti.

Fatımiler'in ardılları Ziriler döneminde parçalanma iyice kesinleşti. XI. yy.'ın başında emir Badis'in amcası Hammad, Bicaye’nin güneyindeki bölgeyi has olarak aldı, Tunus'taki ziri akrabalarıyla savaşmak amacıyla Fatımiler'e bağlılığı reddetti ve abbasi egemenliğini tanıdı. OdönemdeZiri ve Hammadi krallıkları, metbularından memnun olmayan Fatımiler'in başlattıkları ve “Hilali isyanı" adıyla bilinen bedevi istilasına uğradılar. Ünce Beni Hilaller, sonra da Beni Süleymler ülkeyi işgal ettiler. Hammadiler, başkentleri Kal at Beni Hammad'ı terk ettiler ve Bicaye kenti kıyısına sığındılar (1090-91). Berberiler verimsiz dağlara püskürtüldü. Başarıya ulaşan bu araplaştırma süreci, Mağrib tarihinin en önemli olayıdır. Bölgede yaygınlaşan göçebelik nedeniyle ekilecek topraklar geçiş yolları durumuna girdi ve Kuzey Afrika'daki ekonomik ve toplumsal çöküşü derinleştirdi. Kent yaşamı, kıyıda ve iç kesimlerdeki bazı büyük yerleşim alanlarında sürdü. 1148'de, Bicaye'ye sığınan Mehdiye Zirileri SicilyalI Normanlar tarafından bu bölgeden kovuldu.

Bu arada batıda, berberi Murabıt hanedanının başarıları giderek arttı. Tlerrsen, Oran yöresi, Uarsenisbunlarınegemenlik- leri altına girdi. Kabiliye kurtarıldı. Ama, ibni Tümert 1120'ye doğru Konstantin'de, Bicaye'de ortaya çıktı. Abdülmümin ile karşılaştı. Murabıtlar hanedanına karşı savaşmak için onunla birlikte, Fas'a gitti. Ziriler'in çağrısı üzerine, İbni Tümert’in halefi ve Muvahhitler hanedanının ilk halifesi Abdülmümin, ifrikiye’yi ele geçirdi. Cezayir kentini, Bicaye’yi, Beni Hammadlar'ın Kala’sını aldı. Sitif yakınlarında, Beni Hilalleri ndi, vb. Birçok limanı ellerinde bulunduran Normanlar karşısında kazandığı başarılar, Mağrib’in birliğini geçici biçimde sağladı.

Balear adalarındaki Muvahhitler’in berberi kolu olan Beni Ganiyeler Bicaye'ye çıktılar. Cezayir kenti, Miliana, Kala alındı. Konstantin kuşatıldı. Beni Süleym Arapları onları D.'ya doğru püskürttüler ve egemenlikleri altına aldılar. Burada da, Tunus'u bir kral naipliği yapan Muvahhitler tarafından yenilgiye uğratıldılar. Tunus, Doğu Cezayir'i bağımlılığı altına alan Hafsi hanedanının ilk çekirdeğini oluşturdu. Batıda Tlemsen emiri bir Orta Mağrib krallığı olan Abdülvadi krallığı’nı kurdu (1235). Bu hanedan Muvahhitler'e karşı savaştı, sonra onlarla birlikte Meriniler’e karşı birleşti. Birçok kez yenikdüştüler ve Tlemsen Faslılar'ın korkunç bir kuşatmasıyla karşı karşıya kaldı, ama sonuna dek direndi (1299-1307). Abdülvadiler Bicaye'yi kuşatmayı denedilerse de Meriniler Tlemsen'i (1337) ve Orta Mağribi ele geçirdiler. Cezayir karışıklık içine düştü. Fas'taki Meriniler ve Tunus'taki Hafsiler Cezayir’i ele geçirmek için çatıştılar.

türk egemenliğinde Cezayir


Cezayir belirli bir siyasal bütünlüğe ancak 1514’te, türk denizcilerinden Baba Oruç ile Hayrettin’in (Barbaros) gelmesi ile kavuştu. Akdeniz’de, hıristiyan gemilerine karşı başarılı savaşlar veren bu iki kardeşten Oruç, kendilerini İspanyol atanlarına karşı koruması İçin, Cezayirliler tarafından çağrılmıştı. Oruç, Miliana, Mödöa, Tenes ve Tlemsen'i aldı, ama bu son kenti kuşatan ispanyollar ile savaşırken şehit düştü. Hayrettin 1518'de Cezayir'i osmanlı padişahı Selim Un himayesi altına soktu, 1518 ile 1536 arasında Collo, Böne, Konstantin, Şerşel kentlerini ele geçirdi, Penon kalesini zapt ederek Cezayir'e sağlam biçimde yerleşti. 1534'ten başlayarak bir osmanlı eyaleti durumuna getirilen Cezayir, 1587’ye kadar, Osmanlı'devletinin atadığı beylerbeyleri tarafından yönetildi. Barbaros Hayrettin Paşa’dan sonra gelen beylerbeyleri İspanyolların akınım püskürttüler (Kari V’in Cezayir önünde yenilmesi, 1541) ve Oran dışında İspanyol kentlerini ele geçirdiler. Batı'da Tlemsen devletini Doğu'da Fas'ı fethettiler. Yarı bağımsız hükümdarlar gibi hareket eden beylerbeylerinin gücünden kuşkulanan Osmanlı devleti, Cezayir'e 1587'dei başlayarak üç yılda bir değiştirilen paşalar gönderdi. Bunlar 1659’dan sonra yerli milis reislerinin (ağa),1671 'den sonra dadayıların gölgesinde kaldılar. Ağalar dönemi (1659-1671) ve onu izleyen dayılar dönemi (1671 -1830) karışıklıklar içinde geçti. Yeniçeriler ve denizci reisler arasındaki rekabet kanlı çatışmalara yol açtı (1659-1671 arasında dört ağa öldürüldü, yirmi sekiz dayıdan on dördü deaynı sonla karşılaştı). Osmanlı yönetiminde Cezayir "darüs-sultan" denilen ve dayının gözetiminde türk kaid'ler tarafından yönetilen yedi vatan ’aayrılan Cezayir bölgesi dışında üç bölgeye (beylik) ayrılmıştı: Doğu (merkezi Konstantin), Batı (merkezi sırasıyla Mazuna, Maskara, Oran), Titteri (merkezi Mödöa). Dayı tarafından geniş yetkilerle atanan beyler kendi bölgelerinde asayişin sağlanması ve vergilerin toplanmasından sorumluydular. Türkler ülkenin yönetiminde başlangıçta kabileler arasındaki düşmanlıktan, daha sonra da tarikatlardan yararlandılar. Ancak, Cezayir'edenizdengeldikleri içindahaçok kıyı şeridi ile ilgilendiler. Ülke gelirinin büyük bölümü Akdeniz'deki korsanlıktan sağlanıyordu. En parlak çağını XVII. yy.'da yaşayan korsanlık, İngiliz ve fransız donanmalarının faaliyetleri sonucu XVIII. yy.'da geriledi.

Kaynak: Büyük Larousse
Son düzenleyen Safi; 4 Temmuz 2016 04:25
ѕнσω мυѕт gσ ση ツ