Arama

Köşe Yazısı ve Makaleler - Tek Mesaj #125

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Haziran 2006       Mesaj #125
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Demokratik cumhuriyet fikrinden ziyade totaliter cumhuriyet fikrine yakın duran çevreler, bazı tezleri mütemadiyen tekrar ediyorlar. Olabildiğince çok tekrarın tezlerini doğru hâle getireceğini veya onlara itiraz edilmesini imkânsızlaştıracağını sanmaları bunun baş sebebi olsa gerek.

Basitleştirilmiş ve bilinçaltına işleyecek şekilde formüle edilmiş propaganda esasen totaliter sistemlerin propaganda yöntemidir. Totaliter propaganda, hap hâline getirilmiş fikirlerin basit ifadelerle devamlı olarak tekrarına ve fikirlerin temsil ettiği şeylere karşı tehdit teşkil ettiği ileri sürülen bir düşman yaratılmasına dayanır. Türkiye’deki cumhuriyetçi propagandanın, siyaset psikolojisi açısından bir analize tabi tutulursa, birçok bakımdan totaliter özelliklere sahip olduğu kolayca tespit edilecektir.
Ne var ki, totaliter propaganda tarzı uzun vadede kendi kendini tahribe yol açacak özellikleri de bünyesinde taşır. Devamlı tekrar, beyin yıkamayı ancak geçici bir süre için başarabilir. Zaman ilerledikçe etkili olması ve işe yaraması için propagandanın dozu mecburen artırılır. Bu, ufak miktarlarla uyuşturucu kullanmaya başlayan kimsenin tatmin olmak için her seferinde daha fazla uyuşturucuya ihtiyaç duymasına benzer. Ancak, propaganda sınır tanımaz ve her anı işgal eder şekilde yoğunlaştıkça, genişleyip derinleştikçe, insanlar söylenenlerin hayatın gerçekleriyle çakışmadığını, ilgi alanlarıyla sınırlı da olsa, anlar. Sonunda, propagandayı ciddiye almamaya başlar. Propagandanın şifrelerini çözücü yol ve yöntemler geliştirir. Meselâ, söylenenleri tersinden okur, propaganda malzemesine sıradan bir gürültü veya görüntü muamelesi yapar. Yirminci yüzyılın totaliter rejimlerinde olan buydu. Türkiye’de totaliter cumhuriyet propagandası sahasında olmakta olan da önemli ölçüde budur.
Cumhuriyetin kurucusu da sahibi de halktır
Türkiye’deki propaganda mekanizması taklit ettiği totaliter sistemlerdeki kadar gelişmiş ve incelmiş olmamakla beraber, ülkenin egemen cumhuriyet söylemi ve bu söylemi çeşitli unsurlarıyla halka taşımada kullanılan yol ve yöntemler ve bu esnada sergilenen tarzlar totaliter sistemlerdekilere birçok bakımdan benzemektedir. Ancak, ülkemizde hem totaliter propagandanın komikliğe ve toplumu terörize etmeye varacak ölçüde abartılması hem de açık toplum alanının klasik totaliter sistemdekilere göre daha geniş olması sayesinde insanlar totaliter propagandanın pompaladığı bilgi ve görüşlere teslim olmamakta, onları devamlı sorgulamakta ve alternatif kaynaklardan edinilen bilgi ve görüşlerle karşılaştırmakta ve test etmektedir. Bu yüzden, totaliter cumhuriyetçiler, bütün çabalarına rağmen, toplumu arzu ettikleri ölçüde manipüle edememekte, beyinleri tam olarak ve geri dönüşü olmayacak şekilde yıkayamamaktadır. Bu başarısızlık onları çok öfkelendirmekte ve propagandayı koyulaştırmaya itmektedir. Sonuçta totaliter cumhuriyetçiler fasit bir dairenin içinde dolanıp durmaktadır.
Türkiye’deki totaliter cumhuriyetçi propagandanın kodlarını çözmek için önce tarihle sonra egemen cumhuriyet fikriyle ilgili bazı yanlışları düzelterek işe başlamak gerekmektedir. İlkiyle ilgili olarak söylenmesi gerekenler şunlardır: Türkiye Cumhuriyeti’ni ordu değil, sivillerden-politikacılardan müteşekkil TBMM kurmuştur. Cumhuriyet Halk Partisi de cumhuriyetin kurucusu değildir. Tersine, erken cumhuriyetteki totaliterleşme eğilimlerinin ve niyetlerinin bir sonucu olarak CHP kurulmuştur. Bu partinin bir devlet partisi olarak görülmesinin sebebi de budur. O, dönemin tek particilik ruhuna uygun şekilde, siyasî gücü tekel altında tutmanın ve toplumu dönüştürmenin aracı olarak tesis edildi. Ortaya, klasik anlamda bir parti olarak değil, toplumun kılcal damarlarına kadar nüfuz edecek, partiyle devleti aynılaştıracak, egemen kesim içinde elit dolaşımını sağlayacak bir ağ olarak çıktı. Bu yüzden, CHP, aynen iki cumhuriyetin kavgası gibi, kendi içinde kavgalı bir partidir. Bir yanda totaliter dönemin mirasını demokrasi çağında yaşatmaya çalışan CHP ve diğer yanda demokratik kurallara uymaya ve gerçek bir demokratik siyasal parti olmaya çalışan CHP. Bu parti 1946-50 sürecinde ve bir ara Ecevit’in liderliğinde totaliter yanını, tamamen tasfiye edemese bile, bastırma çabasına girmiş; ancak tam manasıyla muvaffak olamamıştır. Şimdi de parti lideri Baykal, CHP’nin demokratik yüzünün kuvvetlendireceğine dair emareler vermektedir. Ancak, bu hususta iyimser olmak için henüz vakit çok erkendir.
Cumhuriyet fikriyle ilgili olarak ise şu noktaların altı çizilmelidir: Cumhuriyet, rejim türleri arasında bir türdür, Tanrısal bir yaratık, vazgeçilmez bir tarz, hiçbir zaman hata yapmayacak bir kavrayış değildir. İnsanî gelişme cumhuriyetle zirveye varmış ve adeta noktalanmış gibi konuşmak ve yazmak insanî birikimin zenginliğinden ve gelişim sürecinden haberdar olmayışın işaretidir. Tarihte cumhuriyetlere atfedilebilecek iyi şeyler de olmuştur, kötü şeyler de. En kötü despotizmlerin bazıları, gerek uzak geçmişte gerekse 20. yüzyılda, cumhuriyet rejimleri adına, cumhuriyet rejimleri tarafından yapılmıştır. Her dönem ve her yer için insan haklarıyla, günümüzde demokrasiyle harmanlanmayan cumhuriyet tatbikatları, hem mahallî hem evrensel ölçekte insanlara çok zarar vermiştir. Esasen, yalnız başına bırakılmış cumhuriyet fikrinde gayri medenî bir nüve vardır. Cumhuriyet bir ideal vatandaş (erdemli insan) nosyonu etrafında kaba zoru (polis-ordu) ve kurumsallaştırılmış ince zoru (mecburî, merkeziyetçi eğitim) kullanarak insanları tek tipleştirme peşinde koşar. Nasıl temellendirilirse temellendirilsin, tek tipleştirme amacı gayri meşrudur ve tek tipleştirme çabalarının yolunu kesecek şekilde insan hak ve özgürlüklerini peşinen saygı göstermeyen ve bu hak ve özgürlüklerle sınırlandırılmaya razı olmayan hiçbir cumhuriyet tercihe ve saygıya layık olamaz.
İkinci olarak, bizim cumhuriyetimize övgünün aşırı abartıldığının altı çizilmelidir. Bizdeki cumhuriyetçi propaganda sanki Türkiye Cumhuriyeti insanlık tarihinde kurulan ilk cumhuriyetmiş ve kendi tarihimizde de cumhuriyetin kurulmasından önce beş para eder bir şey yokmuş havasını basmaktadır. Oysa, Türkiye’nin cumhuriyeti gelmiş geçmiş birçok cumhuriyet arasında bir cumhuriyettir. Ne eşsizdir ne de biriciktir. Üstelik, bu sayfalarda daha önce yayımlanan yazılarımda vurguladığım gibi, 80 küsur yıllık tarihi bir bütün değildir, birbirini nakzeden iki döneme ayrılmaktadır.
Abartılı cumhuriyet propagandası doğası gereği cumhuriyeti bir araç olmaktan çıkarmış, bir amaç hâline getirmiştir. Ne yazık ki bu, Türkiye’de başka alanlarda da vuku bulan bir şeydir. Demokrasi de, laiklik de, din de bir araç olmaktan uzaklaştırılıp amaç hâline getirilmekte ve onlar insana hizmet edeceklerine insanlar onların aracı, hizmetkârı durumuna düşürülmektedir. Bunun neticesi, elbette, bazen yozlaşma bazen de baskıcılık olmaktadır.
Üçüncü nokta, Türkiye’de mütemadiyen cumhuriyetin bitmez tükenmez bir tehdit ve tehlike altında olduğu propagandasının yapılmasına rağmen, ciddî bir tehlikenin ve tehdidin mevcut olmamasıdır. Türkiye’de cumhuriyet fikrine ve cumhuriyet rejimine karşı çıkan kişi ve gruplar, bildiğim kadarıyla pek yoktur. Keşke olsaydı, olabilseydi, olmasına müsaade edilseydi; meselâ, cumhuriyet rejimi yerine anayasal monarşiyi savunanlar bulunsaydı ve onlarla cumhuriyet fikrini savunanlar tartışsaydı. Bu özellikle totaliter cumhuriyetçilere çok fayda sağlardı; böylece hem sadece slogan tekrarı yapmaktan kurtulma yolunda bir müşevvike sahip olur hem de eninde sonunda demokrasinin cumhuriyetten daha mühim olduğunu kavrarlardı.
Cumhuriyetin tehdit altında olduğu sanrısı
Ülkede cumhuriyet rejiminin gerekliliği konusunda olmasa bile bu rejimin nitelikleri üzerinde bir tartışma var olabilir. İslamcı entelektüeller bir İslamî cumhuriyet talep ederken, benim gibi liberal demokratlar bir demokratik cumhuriyetten yana tercihte bulunabilir. Kimileri de totaliter cumhuriyeti yüceltebilir. O zaman, mesele, cumhuriyetin olmasından veya olmamasından çok, onun niteliklerinin neler olacağı veya olmayacağıdır. Bu hususları belirttikten sonra ülkemizdeki totaliter cumhuriyet propagandasının öne çıkardığı bazı noktalarla ilgili değerlendirmelere geçebiliriz. Bu çerçevede ilk olarak temas edilmesi gereken, galiba, laiklikle cumhuriyet ve demokrasi arasındaki ilişkidir. Açıktır ki, ne laiklikle cumhuriyet ne de cumhuriyetle demokrasi arasında zorunlu bir beraberlik ilişkisi vardır. Laik olan (Tunus, SSCB) ve olmayan (İran) cumhuriyetler vardır. Laiklikle cumhuriyet arasında mecburî bir ilişki bulunmadığı teorik olarak da ispat edilebilecek bir gerçektir. İlgi çekici bir nokta, dinî cumhuriyetlerin durumunda dinin yeri belliyken, dini reddetme veya bastırma adına yola çıkan bazı ülkelerde bu çabanın bir tür politik-seküler dine vücut vermesidir. Tunus ve SSCB gibi ülkelerde seküler dinler ve klasik dinlerin yerini bu dinlerle kaplama çabası içinde çırpınan “seküler-dinci” politik-bürokratik elitler doğmuştur. Türkiye’de de durum bir ölçüde budur. Eldeki bütün bilgiler ve veriler laiklikle cumhuriyet arasında, bizim totaliter cumhuriyetçilerimizin sandığı gibi, tek yönlü bir ilişki olmadığını göstermektedir. Aynı şey cumhuriyet ile demokrasi ilişkisi için de doğrudur. Bir demokrasi cumhuriyet olabilir de, olmayabilir de. Demokratik dünyanın en kıdemli bazı ülkeleri cumhuriyet değildir. Uzun zaman cumhuriyet olan bazı ülkeler ise hiç demokrasi olmamışlardır. Bir yerde cumhuriyet kurmanın orada aynı anda demokrasi kurmak anlamına gelmediğini gösteren yığınla örnek vardır. Türkiye’nin tecrübesi de bu örnekler arasına sokulabilir. Cumhuriyet demokrasinin kurulmasını bazen zorlaştırabilir. Türkiye’de tek parti cumhuriyeti döneminin demokrasiye geçişte kolaylaştırıcı bir işlev mi yoksa zorlaştırıcı bir işlev mi üstlendiği ilgilenmeye değer bir araştırma konusudur. Laiklik ile demokrasi ilişkisi yukarıda ele aldığımız ilişkilerden daha çetrefildir. Unutmamalıyız ki, Batı’da laiklik, liberal demokrasinin henüz tesis edilmediği bir dönemde, bir zaruretten doğdu. Bu zaruret toplumsal barışın tesis edilmesiydi.