Arama

Astroloji ve Tarihçesi - Tek Mesaj #14

Hi-LaL - avatarı
Hi-LaL
Ziyaretçi
17 Haziran 2009       Mesaj #14
Hi-LaL - avatarı
Ziyaretçi
ASTROLOJİYE GİRİŞ

Tarihin bilinen en eski çağlarından buyana bilinen hiç bir kehanet meto­du insanları astroloji ölçüsünde ilgi-lendirmemiştir. Çeşitli ülkelerde ve za­manlarda birçok kehanet metodu tü-reyip yayılmıştır. Mesela Çin'de'yi Kingn cı Ching, Ortadoğu'da Remil ve Batı'da da Tarot yaygın kehanet me-todlan olmuşlardır. Bu gibi sistemler­den başka hemen hemen her yerde su­ya temasta bulunarak kehanette bu­lunmak gibi metodlar da mevcuttur fakat bunlar geniş sistemler değil de kısmi falcılık metodlarıdır. Yukarda sayılan kehahet metodlarından Yi Kıng basit bir falcılık metodundan zi­yade insanlara bazı tavsiyelerde bulu­nan ve tutulacak en uygun yolu işaret eden bir sistemdir. YiKing mutlak ka­deri söylemez. Zamanın, neşekilde ha-raket etmeye daha uygun olduğunu bildirir. Diğer sistemler ise ne derece esoterik ve ve tradisyonel olurlarsa ol­sunlar gene de kolay müracaat edilen • birer fal türü olmaktan ileriye gide, memişlerdir. Astroloji'ye gelince o, di­ğer sistemlerin topundan daha fazla kabul görmüş ve yayılmıştır. Dünya­nın her yerinde, o bölgeye has bir fal­cılık varken onun yanı sıra Astreloji de mevcut olmuştur.

Astroloji 'nin diğer kehanet metod­larından büyük farklılıkları vardır. Mesela Müslümanlık bütün falcılık fa­aliyetlerini yasaklarken astrolojiye ka­bul göstermiştir. Eski Araplar'da ve Osmanlı İmparatorluğu 'nda astrolo­ji ilmi nücum ismiyle uygulanmıştır il­mi nucum, astronomi ile karıştırılma­sın. Astronomi ayrı bir bilim dalı ola­rak mevcuttu ve ilmi heyet denilirdi. Arap ve Osmanlı saraylarında daima bir müreccimler gurubu banndınlmış-tır. Müneccim ismi de şimdiki astro­log isminin eski karşılığıdır. Münec­cimler hiç bir zaman basit falcılar sta­tüsünde olmamışlar ve daima saygı görmüşlerdir.

Basit iskambil falı, kahve falı vs. gibi şeyler hariç tutulursa Remil, Yi King ve Tarot gibi büyük sistemlerin daima bazı esâterik ve tradisyonel yan­ları olmuştur. Bu gibi sistemlerin na­sıl ve niye çalıştığına dair bir çok teori ileriye sürülmüştür. Mesela modern psikoloji ilminin kurucularından biri olan Kari Gustav Jung bu metodları incelemiş ve onların işleyişlerini ken­di geliştirdiği senkronizasyon teorisi ile izah etmeye çalışmıştır. Bu teoriye öre Evren 'deki heryeşle diğer heryeş ara­sında bir uyumluluk, eşzamanlılık var­dır. Bir yer ve zamanda, bir olay ola­caksa, bununla senkronize olarak baş­ka bir zaman veya yerde de başka bir olay olmaktadır. Bir Tarot destesin­den çekilen kartların sıralanışı, Yı King için havaya atılan bozuk parala­rın düşüşü ve Remil için atılan nokta­ların sıralanışı hep bu senkronizasyon­la ilgilidir. Aslında bu görüş astrolo­ji'ye de tam olarak uygundur. Astro­loji'nin anlatmaya çalıştığı bir çok olay ve durum da yıldız ve gezegenle­rin sıralanışıyla senkronizedir.
Kehanet metodlarının işleme­leri hakkında başka izahlar da var­dır. Çeşitli metodların bazı uygu­layıcıları, kehanet sisteminin çalı­şabilmesi için muhakkak olarak o sistemle ilgili bazı bedensiz varlık­larla (Ruh veya cin. mesela Remil için toprak cinleri.) irtibat içinde ol­mak gerektiğini ileriye sürerler. Bundan başka sistemi kullanan ki­şilerin de bir dereceye kadar med­yum olmaları gerektiği söylenir.

Astroloji'de durum çok farklı­dır. Astroloji, gök cisimlerinin in­celenmesine dayanan bir gözlem ve istatistik ilmidir. Herhangi bir insanın astroloji ile uğraşması için ne bazı esrarengiz inişlyasyoalâr, ne esoterik bilgiler, ne bazı bedensiz varlıklarla ilişki ve ne de med­yumluk kabiliyeti gereklidir. Gere­ken tek şey bilgi ve zekâdır. Kişi­nin biraz kabiliyeti varsa, gerekli ki­tap ve dokümanları sağlıyabilirse, uzun sayılabilecek bir çalışma sü­resi için gereken sabrı varsa ve ast­roloji konusunda yazılmış binler­ce kitap ve yüzbinlerce yazının içinden gerçekten kıymetli olan­larla, sadece ticari amaçlarla yazıl­mış olan uydumda şeyleri ayırabi­lecek kadar uyanıksa rahatlıkla astrolog olabilir.

ASTROLOJİ'Nİ GELİŞİMİ

İnsanların gököyüzüyle ve uzay cisimleriyle ilgilenip, bunlar­daki bazı işaretlerden manalar çı­kartmaya çalışmaları çok çok es­kiye dayanır, ilk insanlar takvim ve­ya saat gibi şeylere sahip değildi­ler. Günlerini gölgelerin uzayıp kı­salmasına, mevsimleri havanın ısı­sına göre bölerlerdi. Zamanla ba­zı şeylerin periyodik olarak tekrar­landığım ve bazı şeylerin de, bazı özel fonksiyonlar gösterdiğini kav­radılar. Farkettilerki, güneş her gün aynı noktadan doğmuyordu. Güneş'in gökteki yüksekliği ve ufuk üzerine kalma süresi de mev­simlere göre değişiyordu. Gökte bir çok yıldız vardı fakat bazı mev­simlerde, bazı yıldızlar hiç görün­müyordu. Böylece uzun süre gö­rünmeyen bazı yıldızların görün-mesiyle mevsimlerin değiştiğini keşfettiler.

Güneş'in gökte çizdi­ği ve her gün daha farklı olan yo­lun her yıl periyodik olarak tekrar­landığını ve bazı takvim yıldızların içinden geçtiğini gördüler. Gü­neş'le birlikte o zamanlar bilinen diğer gezegenlerin de aynı daire içinde bulunduğunu ve aynı takım yıldızlarda veya burçlarda gezindi­ğini gördüler. Güneş ve gezegen­lerin içinden geçtiği burçların oni-ki tane olduğunu buldular. Bu do­laşım dairesine sonraları 'ekliptik' ismi verilmiştir.

Güneş gündüzü, ay geceyi ida­re eder olarak kabul ediliyordu ve bunların bazı tesirleri olduğu kesin olarak anlaşılmıştı. Mesela güneş ışınlarının insan cildini yakması, ısı vermesi, Ay'ın denizlerdeki ka­barma ve çekilmelere sebep olma­sı gibi fiziki tesirlerin yanı sıra, Do­lunay gecelerinin uyandırdığı ro­mantik hisler gibi, hissi tesirlere de dikkat ettiler. Güneş ve Ay'ın te­sirleri kabul edildikten sonra, za­manla ekliptik içinde gezinen di­ğer kürelerin de, Güneş ve Ay ka­dar açıkça görülmese bile bazı te­sirleri olduğu fikri gelişti. Bundan sonra yapılan gözlemlerde her ge­zegenin, bulunduğu burca, gökte­ki yükseklik derecesine ve ufuk üzerinde görünüp, görünmemesi­ne göre farklı tesirlere sahip oldu­ğunu anladılar.

Tabiatla içice yaşayan ve za­manının çoğunu açık havada geçi­ren kimseler zamanla tabiatın en küçük belirtilerini yorumlamakta ustalaşırlar. Eski insanın, gökyü­zünde gördüğü hareketleri yorum­lamak için "altıncı hissini" geliş­tirdiği kabul edilir. Onun Tanrı ola­rak taptığı Güneş'in bir tutulma sı­rasında Ay tarafından yutulmasını ilk gördüğü an duyduğu korku­yu ve Güneş'in tekrar ortaya çık­masıyla benliğini kaplayan inanılmaz huzuru gözlerimizin önünde canlandırabiliriz.

Eski insan, yiyecek elde etmek için tarlasıyla uğraşırken Güneş'­in, mevsimler ve Ay'ın da gelgit üs­tündeki etkisini farrk etmiş olabi­lir. Bazen, geceleri parlak, "dola­şan" yıldızları görmüş ve bunların da özellikleri olduğunu anlamış­tır. Böylece de astroloji ilim ve sa­natı doğmuş oldu.

BÜYÜK RAĞBET

Tarihteki çeşitli kavimler, burç­lar, yıldızlar ve gezegenlere farklı görüş açılarıyla baktılar. Bazıları yıldızları ilahlar ve bunlar arasında devamlı hareket eden gezegenle­ri de ilahların habercileri ve emir­lerini yerine getiren memurları ola­rak kabul ederken, bazıları da ge­zegenleri ilahlar ve burçları da bu ilahların ev veya malikaneleri ola­rak kabul ettiler. Mesela Venüs Sümerler'de Tanrıca ıstar olarak ka­bul edilirken Romalılar için 'Lusifer'di. Lusifer, ışık taşıyıcısı veya ışığı getiren manasına gelir. Hıris­tiyan kilisesi daha sonraları Lusifer'i şeytan olarak kabul etti.

Dünya'nın değişik yerlerinden gezegenler farklı isimlerle, farklı ilahlara ithaf edilerek tanındıkları halde ana vasıflar hiç değişmiyor­du. Mesela Mars (Merih) her yerde savaş tanrısına ithaf edilirken Ve­nüs her yerde dişilik, aşk ve sexle ilgili tanrıçalarda ithaf edilmiştir. Bundan başka, gezegenlerin ast­rolojik tesirleri, yani insanlar üze­rinde yaptıkları tesirlerde, dünya­nın birbirinden çok uzak noktala­rında bile şaşırtıcı benzerlikler gösterdiği tesbit edilmiştir. Aynı şekilde burçlara atfedilen vasıflar da Çin'den, Güney Amerika'ya ka­dar birbirlerine benzerler.

Batı'da Aztekler'de, Ortadoğu'­da Mısır ve Babil uygarlıklarında ve Uzakdoğu'da, Çin, Hindistan ve Ti­bet'te astroloji çok gelişti ve say­gınlık kazandı. Astrologlar da dev­letin bütün işlerinde söz ve kudret sahibi oldular. En ilkel gözlem ci­hazlarıyla ve çoğu zaman dahiç bir alet kullanmadan gök haritaları çizdiler. Gezegenlerin devir periyo­dunu buldular. Bazan sahtekârlık­la suçlandılar, bazan saraylarda baş tacı edildiler.

Daha Herki devirlerde astrolo­ji ilmi Araplar arasında yayıldı ve Avrupa'ya sıçrayıp, Avrupa'daki mevcut astroloji bilgilerini zengin­leştirdi. Bu sıralarda yani Müslü­manlığın yayılma dönemlerinde astroloji'den doğan astronomi il­mi de gelişmeye başladı. Modern astronominin gelişmesiyle birlik­te Astroloji konusunda bazı şüp­heler doğdu. Mesela astronomi Güneş'in yerinde durduğunu, dün­ya ve diğergezegenlerin Güneş et­rafında döndüğünü ispatlamıştı. Ayrıca dünyanın evrenin merkezi olmayıp, diğerleri gibi bir gezegen olduğu da ortaya çıkmıştı. Halbu­ki o günlere kadar astroloji merkez olarak Dünya'yı kabul edip, Güneş ve gezegenlerin Dünya üzerinde yol aldıkları fikrini benimsemişti. Bu gün dahi çizilen astrolojik ha­ritalarda merkez olarak Dünya ve haritanın çizildiği bölge alınır. Bu yüzden bazı kişiler Astroloji'nin yıldızının söndüğünü düşündüler. Fakat bu çok sürmedi. Çünkü ast­rolojik tesirler açısından farkeden birşey yoktu. Güneş, dünyanın çevresinde dönsün veya Dünya Güneş'in çevresinde dönsün. Gü­neş'in bulunduğu burca göre yap­tığı tesir hep aynı idi. Dolayısıyla Astronomi'nin ortaya koyduğu gerçekler astroloji ile asla çatışmı­yordu.

Zaman daha da ilerledikten ve Uranüs, Neptün, Pluto gibi mo­dern planetler ismiyle bilinen pla­netlerde keşfedildikten sonra ast­rologlar gözlem ve istatistiklerine bu gezegenleri de dahil ettiler, in­sanlar arasındaki iletişim vasıtala­rı geliştikçe Astroloji daha güç­lü bir şekilde yayıldı ve daha kıy­metli istatistik imkanları kazandı.

Yukardaki, Astroloji'nin doğuş ve gelişmesini anlatan kısım aslın­da Astroloji'nin kökenleri hakkın­da ileriye sürülen tezlerden sade­ce biridir. Bazıları dünya dışı bir uzay uygarlığının Astroloji'nin te­melini attığını ileriye sürerken ba­zı kimseler de Astroloji'nin çok çok eski çağlardaki Atlantis ve Mu uygarlıklarından kalma bir ilim ve sanat olduğunu fakat günümüzde oldukça deforme olup, değiştiğini ileriye sürerler. Bu gibi tezlerin hepsi için de mümkündür demek­ten başka çaremiz yoktur. Çünkü hiçbirisinin geçerliliğini veya ge­çersizliğini ispatlayabilecek du­rumda değiliz.

Aşağı yukarı bütün büyük uy­garlıklar Astrolojiyle ilgilendikle­rini açıklayan belirtiler bırakmışlar­dır. Babil, Eski Mısır, Hint, Eski Çin, Maya, Eski Yunan, Roma ve Arap uygarlıkları bunlar arasında­dır.

Böylece gökyüzünü inceleyen ilk astronomlar, ilk astrologlar ya­ni gökyüzünü ilk yorumlayanlar ol­muşlardır. Biz, ilk Astrolog'ların kimler olduğunu bilmiyoruz. Fakat bulduklarını ilk kaydedenler Kai­delilerdir.

YENİ BİR BİLİM

Son yıllarda adı çok az duyulan yeni bir bilim veya araştırma konu­su daha türemiştir. Astrobiyoloji adıyla bilinen bu ilim gök cisimle­rini Astrolojik açıdan inceler fakat klasik Astroloji'deki gibi insanlar üzerindeki tesirleri değil, Dünya üzerindeki genel tesirleri araştırır.
Mesela bazı planeter konumlarda ekilen bitkilerden diğer zamanlar­da ekilenlerden daha iyi sonuç ver­mesi gibi konuları araştırır. Astro­biyoloji alanında yeterli kadar araştırma yapılabildiğini sanmıyo­ruz. Çünkü adı çok seyrek olarak duyulmaktadır, olumlu veya olum­suz olarak herhangibir sonuca ulaştrğına dair bir bilgi yoktur.

ASTROLOJİ'NİN ETKİSİ

Miladi ikinci yüzyıla gelindiğin­de pek çok ülkede Astroloji, birbi­rine benzer şekilde gelişmiş du­rumdaydı. Bilinen bütün gezenge-ier, aşağı yukarı aynı şekilde yo­rumlanmış ve bunlara Tanrı rütbe­si verilmişti. Böylece Eski Roma­lıların verdiği adı kullanarak "Venüs" dediğimiz gezegeni Eski Yunanlılar tanrıça Af rodit, Asurlu-lar, iştarve Fenikeliler Astarte ola­rak kabul etmişlerdi. Ama hepsi de onun güçlü, şehvetli bir kadın gi­bi etki yaptığını ve güzellik, lüks, cazibe tanrıçası olduğunu kabul­lenmişlerdi.

Tarih boyunca Roma imparatorlarından, Büyük İskender'e, İngiltere'deki Tudor hanedanından Bohemyalı Fred-rick'e kadar kral ve kraliçelerin sa­ray astrologları bulunmaktaydı. Hatta bazı papalar ve kardinaller bile astrologlara danışmışlardır. Astroloji, üniversitelerde ders ola­rak okutulmuş ve astorolg saygı değer bilim adamı sayılmıştır. Ya­zarlar, eserlerinde Latince ve Grek­çe kadar astrolojik bilgiye de yer vermişlerdir.

İslam dünyasında Doğu'da ise ilm-i nücum olarak gelişen Astro­loji, başlangıçta olmasa bile, yıl­dızları ve Astroloji konusunda de­rin bilgi ve tecrübeye sahip Keldelilerin eski yurdu Mezopotamya havalisinin Müslümanların eline geçmesiyle yaygınlık kazandı.

Ileriki yıllarda yüzlerce eser ya­zıldı. Kısa sürede Astronomi Ülmil-Heyet'den ayrılan Astroloji siste­matik bir hüviyet kazanarak saray­larda kendine yer buldu. Özellikle Abbasilerden itibaren bütün islam saraylarında "Müneccim" (Astrolog)ler bulundu.

ASTROLOJİYE DAİR İLK ŞÜPHELER

Astroloji'nin gözden düşeceği­nin ilk belirtisi 16'ıncı yüzyılda ev­renin merkezinin dünya değil Gü­neş olduğu tartışmasıyla ortaya çıkmıştır. Galileo'nun teleskopu icadetmesiyle, gökyüzünü incele­me yani Astronomi moda olmuş­tur. Astronomi kısa süre içinde saygı değer bir hal almış ve dola­yısıyla Astroloji tamamiyle redde­dilmiştir.


Bu kıvılcımın sönmemesini sağlayan düşünürler, çoğunlukla yaşamın bir bütün ve yery üzünde-kilerin sadece gökyüzündekilerin bir yansıması olduğu varsayımını kabul eden kimselerdi. Yani "ev­rende ne varsa dünyada da o var­dır" varsayımıyda bu. Bu Astrolo­jinin niçin geçerli olduğunu belir­ten eskiden kalma açıklamaydı ta­bii ve bazı düşünürler, sadece es­ki astronomik inançların yanlış ol­duğunun kanıtlanması yüzünden, bu varsayımdan vazgeçmek için bir neden görmediler.

Kaynak: MsXLabs.org & Astroloji Ansiklopedisi