Arama

Köşe Yazısı ve Makaleler - Tek Mesaj #129

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
26 Haziran 2006       Mesaj #129
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Farkında olduğunuzdan eminim; son günlerde “tartışmalı haber” sayısı her geçen gün artıyor. Bu haberlerin bir kısmı yalanlanıyor ve tekzibe maruz kalan yayınların arkasında durulamıyor.

Diğer bir kısmı ise “abartılı” bulunuyor ve olayın tek taraflı, hatta yönlendirmeli bir şekilde verildiği ortaya çıkıyor. Yakın siyaset tarihimiz şahittir ki “tartışmalı haber” sayısındaki artış, pek hayra alamet değildir. Perşembe günkü Cumhuriyet’in başlığı “YAŞ öncesinde yıpratma çabası” şeklindeydi. Habere göre Genelkurmay Adli Müşavirliği, Şemdinli davasındaki mahkumiyetle ilgili bir “değerlendirme” yapmıştı. Gazetede “aceleyle alınan kararın hukuka uymayan birçok yönü olduğu” ileri sürüldüğü ve kararın “Askeri Şûra öncesi askeri yıpratmaya yönelik olduğu” iddia ediliyordu. Genelkurmay Başkanlığı, web sitesinde Cumhuriyet’i şu cümleyle yalanladı: “Halen yargı süreci devam eden bir konuda yapıldığı ileri sürülen değerlendirmeyle ilgili haber gerçeği yansıtmamaktadır.” Cumhuriyet, üç yıl önce de Genelkurmay tarafından yalanlanmıştı. “Genç subaylar rahatsız” manşetine yer verilmiş ve Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, bu haberi hem tekzip etmiş hem de, “Darbe dedikodularını üretenleri lanetliyorum.” demişti. Bu haberler çok tartışılır, çünkü...
“Olabilir, bu meslekte bu tarz hadiseler yaşanır” diyerek konuyu savsaklamak mümkün; ancak “gerçekleri yansıtmadığı” iddia edilen haberler ne Genelkurmay ile sınırlı ne de Cumhuriyet Gazetesi ile. Alelacele yazılan bilgilerde gözlenen artış tehlike sinyalleri veriyor. Bu tarz gazeteciliğin faturasını çok ağır ödedi Türk basını. Bir kez daha aynı hatayı işlemek için makul bir gerekçesi de kalmadı. “Tartışmalı haberler” diye geçiştirilen bilgilerin odağında ordumuzun olması; ya da rejim krizini çağrıştıracak tahriklerin bulunması da hoş bir manzara oluşturmuyor. Zira, bu tarz habercilik sıkıntılı dönemlerin fırsat avcılarına yarıyor; bu ülkeye, bu ülkenin kurumlarına değil. Önce bir gazetede yer alan, ardından internet sitelerinde hızla yayılan ve bazı gazetecilerin atışmasına neden olan “Bazı bakanlar Büyükanıt’ın kararnamesini imzalamayacak” haberi de haftanın “tartışmalı” konuları arasındaydı. Bir zamandan beri Ankara’da “kulis yazıları” kaleme alınıyor. Bu tür yazılar merak uyandırsa bile bazen ciddi iletişim kazasına da sebep olabiliyor. Bol bol da tekzip yiyor kulisçiler. “N’apalım, adı üstünde: Kulis” diyerek meseleyi hafife indirgemek doğru olmaz. Çünkü kulis bilgileri -hele askerî konuları içeriyorsa- bazen tehlikeli bir yönlendirme savaşına da neden oluyor. Nitekim Sabah’ın Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı, kararname haberiyle ilgili, “Bunun olur tarafı yok. Çünkü burada önemli olan Başbakan’ın ne düşündüğü...” diyerek meseleyi yorumladı ve bahsedilen konunun zayıf bir ihtimal, hatta “dedikodu” olduğunu yazdı. Mesele belki daha sağlıklı bir yorum çizgisine oturdu; ama bir bardak suda fırtına da kopmuş oldu. Bir sürü şey boşuna yazıldı, çizildi, konuşuldu...
Neden başladı, kim başlattı tam bilmiyorum; bir de “TRT’den domuzlu çizgi filme sansür” haberleri damgasını vurdu gündeme. O kadar apar topar yapılmış ki haber, şimdi meselenin aslını anlatmak bile zor. Başta New York Times olmak üzere pek çok yabancı haber kaynakları da bu bilgiye yer vermiş. TRT Genel Müdür Vekili Ali Güney’in yaptığı açıklama gerçekten şaşırtıcı: “Winnie the Pooh adlı çizgi filmi biz daha almadık ki sansüre uğrasın.” Dünyaca ünlü AFP haber ajansına, New York Times’a gel de anlat bakalım gerçeği. Ne diyeceğiz, “Efendim, daha satın alınmamış bir çizgi filmin sansürü mü olur” desek bile iş işten geçmiş sayılmaz mı?
Ülkenin kimyasını bozan haberler
Kaldı ki domuz figürlü oyuncaklar bile her ülkede çok alıcı bulmuyor; kültürel gerçekliğin ticarî pazarlama ile kesiştiği böyle bir tabloda her şeyi sansür kabul etmek de kolaycılığa kaçan bir yorum olsa gerek. Üretici de, pazarlamacı da satacağı ürünün kültürel ve sosyal alan biçimine de bakıyor. Üstelik bu sadece Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde böyle işliyor. Gerçek olmayan bir bilgi üzerine Türkiye’yi bu kadar sıkboğaz etmenin bir anlamı da yok üstelik. Bu kadar büyütülecek bir meseleyse, Walt Disney ile görüştüklerinde TRT’ciler teklif etsin bari, bakalım domuz kahramanlı çizgi filmleri İsrail devlet televizyonuna alacak mı? Satılır, alınır; bu başka bir konu. Sorumluluğu üzerine alan yetkisini de kullanır, alacağı tepki halk ile kurum arasındaki iletişim titizliğidir. Bu köşede bunun üzerinde durmuyoruz; habercilik meselesinin detayına değiniyoruz. “Domuza sansür” demeden önce, haberde adı geçen kurumun da görüşünü almak; hatta sivil toplum kuruluşlarının ve tabii ki vergileriyle TRT’yi ayakta tutan vatandaşın da görüşünü almakta fayda var.
Örnekleri sıralarken inanın yorgun düştüm. O kadar çok ki! Manşetlerde, iç sayfalarda, neredeyse her yerde, her gazetede. Basın tarihine geçmeyi hak eden şu müze haberine bile temas etmek istiyorum aslında; ama mümkün mü? Hani üç gazetede birden manşet olan Bodrum Müzesi haberi var ya; inanın bu haber, “en tartışmalı haber” dalında ödüle aday gösterilmeli. 500 yıllık yazıya sansür yapılmış ve sil emri verilmiş güya. Kim iddia ediyor bunu? Çok önemli değil kimin iddia ettiği. Bu ülkede herkes bir şeyler iddia edebiliyor ve akla hayale gelmedik bir suçlama ile medyayı yönlendirebiliyor. Önemli olan şu: Suçlanan kişi ya da kurumdan görüş alınması gerekiyor. Ancak böyle yapıldığında bir olayın tarafları karşılıklı dinlenmiş ve gerçeğe ulaşılmış olabilir. Nitekim bu haberin neşrinden hemen sonra anlaşıldı ki müzedeki yazı 500 yıllık tarihî bir değer taşımıyor. 13 yıl önce yazıldığı da iddia ediliyor. Haberin kesin bir yargıdan -ki bu yargının rejim sorununa dönüşmesi kaçınılmazdı- “tartışmalı haber” boyutuna taşınması, bir günlük mesele oldu. Bütün gazeteler ilk bilgiyi sorgulamaya başladı mecburen. Ve son darbe: 18 Haziran’da Makine Teknisyeni Behçet Dinçer, Bodrum Müzesi’ndeki “Tanrı’nın bulunmadığı yer” yazısını dönemin müze müdürü Alpözen’in emriyle yazdığını itiraf etti. Makine teknisyeni “Yaz deyince sakınca görmedim.” diyor ve “Ben tarihten anlamam.” ifadesini de ekleyerek savcılığa dilekçe veriyordu. N’oldu şimdi? Onca insan tarafından yazılan yazılar, internet sitelerinde yer alan “flaş flaş”lar, TV’lerde yer verilen “canlı konuklar” boşuna mı nefes tüketmişti? Bir haberi manşet yaparken sorup soruşturmak çok mu zor?
Az daha unutacaktım; bir de “Bediüzzaman’ın cesedi Kıbrıs’ta denize atıldı” iddiası var. Sanki yeni bir iddiaymış gibi dile getirilmesi tuhaf. Herkesin bildiği gibi bu daha önce de söylenmiş, ancak mesnetsiz, şahitsiz, delilsiz bir dedikodu olarak kapanmıştı. Bir kitabın promosyonu olsun diye bir düşünce adamına yapılan zulmün üzerinden “tartışmalı haber” yapmak yanlış. Bilemiyorum, bu tür kirletilmiş bilgiler kıskacından nasıl kurtulur bu ülke? Sanırım bu cinnet koridorundan da örselene örselene geçecek bu millet ve bu arada daha çok “tartışmalı haber”ler servis edilecek. Allah bu millete acısın...
Toparlamak gerekirse; kimin ne yazdığı, kimin hangi manşeti attığı beni ilgilendirmez. Neticede herkes kendi yazdığının hesabını verir okuruna ve kamu vicdanı en adil mahkemelerden daha adildir. Ancak “tartışmalı haber” ülkenin kimyasını bozacak özellikler taşıyorsa, artık bu durum herkesi ilgilendirir. Çünkü bu tür haberler yüzünden sadece gazeteciliğin onuru ayaklar altına alınmış olmaz; aynı zamanda ülkenin istikbali kararır. Buna kimsenin hakkı yok sanırım.
Okur mesajından köşe yazısı olur mu?
İnternet sayesinde okur, gazetesine ulaşabiliyor ve düşüncelerini yöneticilerle paylaşabiliyor. Bu durumdan en çok nasibini alan da yazarlar. Okurdan kimi zaman tebrik ve tebcil geliyor, kimi zaman da tenkit ve hatta tahrik de gelebiliyor. Yazarlığın doğasında var bu tür tepkiler. Yazdıklarımızı beğenenler de çıkacak, beğenmeyenler de. Ne var ki bazı köşe yazarları okur tepkisini bir yumak yapıp köşesinde neşrediyor. Özellikle tartışmalı bir konu kaleme alınmışsa, yazının incitici bir boyutu varsa, bazı tepkilerin dozu kaçıyor. Herkesin başına geliyor bu. Bu arada karşı fikre saygısı olmayan kişiler de çıkıyor ve işi hakarete kadar götürebiliyor maalesef. Hakaret mesajlarını toparlayıp bir köşe yazısında neşretmek ne kadar doğru? Buna iletişim uzmanlarının ve gazete yöneticilerinin cevap araması gerekiyor. Çünkü gelen mesajın gerçekten bir okur tepkisi mi; yoksa müfteri bir zümrenin tezviratı mı olduğunu bilemiyoruz. Bazen bir kampanya açar gibi birileri de çirkin mesajlar gönderebiliyor. Belki de bir aklı evvel bir internet kafeden onlarca mesaj gönderiyor. Bu mesajlara güvenilmez ki bunlar üzerine yeni bir yorum yazısı yazılabilsin.
Okur mesajlarından oluşan köşe yazıları moda olma yolunda. Bir çırpıda on yazarın böyle yaptığını “Bak görüyor musunuz nasıl tepki alıyorum” deyip sonra öfkeye öfkeyle cevap verdiğini hatırlıyorum. “Sanal gerçeğin yanılsamalarından hareketle birileri bizimle dalga geçiyor olmasın” demeden de edemiyorum. Bu meseleyi tartışmak, makul bir prensibe bağlamak, gazeteciliği önemseyenler için ilginç bir başlangıç noktası olabilir...
Kültürümüzün bağrından Mehtap’a çıkmak
Televizyonlarda neden kültür programları yok? diye sızlanırken “bir kültür kanalı”nın doğum sancılarına şahit olduk. Mehtap adıyla yayına başlayan televizyon kanalı, reyting canavarına teslim-i silah etmeden kendine yeni bir kulvar açıyor. Ne güzel! Türkiye’deki tematik kanal boşluğunu haber kanalları doldurmaya çalıştı. Çok da güzel örnekler çıktı ortaya. NTV’nin başarısını, CNN Türk’ün çıkışını, SKY Türk’ün gayretini, TGRT Haber’in çabasını görmezden gelmek mümkün değil.
Ancak hayat sadece haberden oluşmuyor. Kültürel zenginliğin ekrana yansımaması büyük bir eksiklik; hele Türkiye gibi muazzam bir kültür hazinesinin üzerinde asude bir hayat düşlüyorsanız... Mehtap TV’nin web sitesine (www.mehtap.tv) bir göz attım. Gerçekten umut verici. Belli ki bu kanalı düşünenler işi ciddiye almış ve daha ilk günden doyurucu programlar ve ehil kadrolarla yeni bir vizyon ortaya koymuş. Düşünce ve kültür dünyamızın pek çok önemli siması Mehtap’ta buluşmuş mesela. Sanattan, edebiyattan, mimariden, müzikten, felsefeden... Kültür zenginliğimizi yansıtan her şeyden bir parça bahsediyor Mehtap. Hemen herkesin belli bir oranda reytinge boyun eğdiği ve magazinciliğe kaydığı bir dönemde ‘Mehtap’a çıkmak’ kolay bir şey olmasa gerek. Bu güzel gayreti can u gönülden alkışlıyor, emeği geçenleri tebrik ediyorum. Şimdi sıra “eğlence kanallarından” bîzar olduğunu sıkça dile getiren halkımızda. Göstersinler ki “halk istediği için böyle bayağı yayın yapıyoruz” demek, magazini parlatanlar için geçerli bir gerekçe değil.