Arama

Kıssadan Hisseler - Tek Mesaj #133

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
26 Haziran 2006       Mesaj #133
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Hazreti Ebu Bekir es-Sıddîk; esas ismi Abdullah b. Osman. Kendisinin Bekir adında bir çocuğu olmamakla birlikte Ebu Bekir künyesini almasının sebeblerinden birisi şu olabilir; Arapça'da “bekera” fiili, sabah güneş doğmadan günün erken saatlerinde yola çıktı mânâsına gelirken, aynı harflerden (b-k-r) oluşan “bekira” fiili de acele etti, hızlı davrandı mânalarına gelir. İşte Hazreti Ebu Bekir'in de ilk müslümanlardan olması hasebiyle bu künyeyi aldığı söylenebilir. Ayrıca Hazreti Ebu Bekir, Sıddîk'tı yani Efendimiz'in peygamberliğini tasdik konusunda ilk adımı O atmıştı. Lakabı, cehennemden azâd edilmiş mânâsında Atîk'ti ve bütün işlerinde Allah'tan bir tevfîk vardı.
Hazreti Ebu Bekir'in çocuklarından Esma ve Abdullah bir hanımından, Abdurrahman ve Hazreti Aişe ise esas adı Zeynep olan ve Ümm-ü Rûman olarak bilinen diğer hanımındandır. Hazreti Ebu Bekir, Allah Resûlü'nün en yakın arkadaşıydı. Efendimiz de bir vesîleyle “Şayet birisini kendime halil seçseydim, bu Ebu Bekir olurdu” diye buyurmuştu. Evet O, Efendiler Efendisi için “en yakın dost, en fedâkâr arkadaş, en güzel takdir edici yoldaş, en civanmert kardeşdi” . Hazreti Ebu Bekir bu beraberliğin akrabalık bağıyla daha da kuvvetlenmesini istemiş olacak ki kızı Hazreti Aişe'yi Efendimiz'e eş olarak seçmişti. Diğer kızı Esma'yı da, Efendimiz'in halası Safiyye validemiz'in oğlu Zübeyr b. Avvam'a vermişti. Amr b. As birgün Efendimiz'e şöyle bir soru sormuştu: “Yâ Resûlallah! En çok kimi seviyorsun?” Efendimiz, “Aişe'yi” diye cevaplamıştı. “Peki, Erkeklerden kimi seviyorsun” diye sorunca; Efendimiz, “Babasını” demişti.
Ömründe hiçbir puta secde etmeyen Hazreti Ebu Bekir'in çocukken Hazreti İbrahim gibi putları kırdığı rivâyet edilir. Hazreti Ömer, kendisinden yaklaşık 10 yaş büyük olan Hazreti Ebu Bekir için şöyle demişti: “O, bizim seyyidimiz, en hayırlımız ve Allah Resûlü'nün en çok sevdiği şahıstı” . Efendiler Efendisi de Hazreti Ebu Bekir ile Hazreti Ömer'in elinden tutmuş, “Gökte benim iki vezirim vardır: Cebrail ve Mikail; yerdeki iki vezirim ise, Ebu Bekir ve Ömer'dir ve biz böyle haşrolunacağız” diye buyurmuştu. Birgün Allah Resûlü, Hazreti Ebu Bekir'e: “Şu insanlar cennete şu kapıdan, bunlar şu kapıdan, oruç tutanlar reyyân kapısından girer” diye cennetin 8 kapısını saymıştı. Hazreti Ebu Bekir: “Hepsinden girecek olan yok mu?” diye sorunca; Efendimiz, “Evet var ve sen onlardansın” diye ferman etmişti.
Hazreti Ebu Bekir ibadet hayatı, sehâveti ve edebiyle de kimin arkadaşı olduğunu çok iyi gösteriyordu. Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi'nin şu tesbiti şâyan-ı hayrettir: “İddia normalde iyi birşey değildir, o bir riyâdır, kendini satmadır ama ben burada iddia ediyorum; Hazreti Ebu Bekir'in, Efendimiz'in huzurunda konuştuğu kelime sayısı yüzü geçmez. Aksini iddia eden varsa göstersin” . Sahabe efendilerimizin Allah Resûlü'nü dinlerken, başlarında kuş varmış ve onu kaçırmak istemiyorlarmış gibi durmaları da yukarıdaki tesbiti doğruluyor olsa gerek.
Ulemâdan bazıları, varını-yoğunu Allah yolunda sarfedip, ailesine, çoluğuna-çocuğuna birşey bırakmamayı uygun görmemekle birlikte “Hazreti Ebu Bekir'in durumu bundan müstesnâdır ve herşeyini vermesi O'na hastır” demişler. Tebük seferi için hazırlıklar başlamıştı. Mü'minler inançları uğrunda nefislerinden ve mallarından fedâkârlıkta bulunuyordu. Hazreti Osman 500 deveyi yüküyle beraber infak etmişti, Hazreti Ömer malının yarısını vermiş, Hazreti Ebu Bekir de elinde ne var ne yoksa bütün malını getirip ortaya koymuştu. Efendimiz'in “Ailene ne bıraktın?” sorusuna karşılık; “Allah ve Resûlü'nü” diye cevap vermişti Hazreti Ebu Bekir. Evet, elinde hiçbir şey kalmamıştı, evine doğru gidiyordu, yolda birisine rastladı. Bu şahıs, Hazreti Ebu Bekir'den yardım talebinde bulundu. Verecek hiçbirşeyi yoktu Hazreti Ebu Bekir'in. Biraz düşündü, “Gel, bir eve gidelim bakalım, belki birşeyler buluruz” dedi. Tabîi ki evlerinde de birşey kalmamıştı, içeri girdi ve adama; “Sen biraz kapıda bekleyiver” dedi. Sağa sola baktı, verebileceği tek birşey vardı; o da kendi üzerindeki elbise. Yerden bir hasır aldı, ihtimal çocuklarının üzerinde oturduğu bu hasır da evin son eşyasıydı, hasırı beline doladı, bir de dikenli tel buldu ve hasırı onunla tutturdu ve kapının arasından elbisesini, o muhtaç adama verdi. Hazreti Ebu Bekir'in evinde bunlar olurken, Hazreti Cebrail önderliğinde melekler, Allah Resûlü'nün huzuruna gelmişlerdi ve hepsinin üzerinde dikenli telle tutturulmuş bir hasır vardı. Ne olduğunu bilemiyordu Efendiler Efendisi ve hep beraber Hazreti Ebu Bekir'in evine gittiler. Kapıyı Hazreti Ebu Bekir açmıştı. Evet, meleklerin üzerindeki hasır, Hazreti Ebu Bekir'in üzerinde de vardı ve durum anlaşılmıştı. Allah Resûlü, Hazreti Ebu Bekir'e hitâben: “Yâ Ebâ Bekir! Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor; “Ben Ebu Bekir'imden râzıyım, Ebu Bekir'im de benden râzı mı?” demişti.
Hazreti Ebu Bekir için “mağara arkadaşı” anlamına gelen “yâr-ı gâr” tâbiri de kullanılır. Efendimiz, Hazreti Ebu Bekir ile birlikte hicret esnâsında Sevr mağarasında üç gün üç gece kalmış ve dördüncü gün yola çıkmışlardı. Mekke müşriklerinin Efendimiz'i bulup, O'na zarar vermelerinden korkmuş, “mağaradaki iki kişinin ikincisi” olarak “Sen hiç tasalanma, zira Allah bizimle beraberdir” âyetine muhatap olmuştu. Halk arasında oldukça yaygın olan, Hazreti Ebu Bekir'in yılan gelmesin diye ayağını mağaradaki deliğe sokması olayı hadislerde yoktur. “Sakat bir asıldan, sağlam bir fasıl” düsturunca bu hâdisenin aslı yoktur, fakat faslından istifade edilir diyebiliriz. O fasıl da Hazreti Sıddîk'e yakışır bir sadakattir. Hazreti Ebu Bekir, zorlu hicret yolculuğunda kızı Hazreti Aişe validemizi yanına almamıştı. Hazreti Aişe hicret esnasında 8 yaşında idi. Bu nedenle O'nun hadislerde yer alan hicretle ilgili ifadeleri, kendi gördüklerinin yanında hem Efendimiz'den hem de babası Hazreti Ebu Bekir'den duyduklarına dayanmaktadır.
Efendiler Efendisi, refîk-ı a'lâya yürümeden önce, rahatsızlığının son günlerinde Hazreti Ebu Bekir'e namaz kıldırmasını ferman buyurmuş, Hazreti Ebu Bekir de bu vetîrede cemaate 17 vakit namaz kıldırmıştı. Allah Resûlü, Hazreti Ebu Bekir'i imâmete geçirmekle kendisinden sonra kimin müslümanların imamı olacağına işarette bulunmuştu. Efendimiz'in sıhhati ashabının arasından ayrılacağı gün o kadar düzelmişti ki O'nun tamamiyle iyileştiği kanaatine varılmıştı. Hatta Hazreti Ebu Bekir Efendimiz'in yanından ayrılıp, evine dönmüştü. Hüzünlü haberi aldığında hemen gelmiş, gözyaşları içinde Efendimiz'in yüzündeki örtüyü kaldırmış, alnından öpmüş ve “Ölümün de hayatın gibi güzel” demişti. Müslümanlar şok içindeydi, ne yapacaklarını bilemiyorlardı öyle ki Hazreti Ömer elinde kılıç “Kim Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem) öldü derse, kellesini alırım” diyordu. İşte o zaman Hazreti Ebu Bekir halkı sakinleştirmek için minbere çıkıp bir hutbe îrad etti: “Kim Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem)'e tapıyor idiyse, bilsin ki Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem) ölmüştür. Kim de Allah'a tapıyorsa, Allah diridir, asla ölmez” deyip peşinden “Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem), sadece resuldür, elçidir. Nitekim ondan önce de nice resuller gelip geçmiştir. Şayet o ölür veya öldürülürse, Siz hemen gerisin geriye dinden mi döneceksiniz?” âyetini okudu. Ashab efendilerimiz daha önce indirilmiş olan bu âyeti sanki ilk defa duyuyor gibiydiler.
Hazreti Ebu Bekir, “çihâr-ı yâr-ı güzîn” (dört halife)'in ilkiydi. Hilâfet süresi, 2 sene 3 ay 10 küsür gün sürmüştü fakat bu süre zarfında çok büyük işler başarmıştı. Hazreti Ali'nin dediği gibi “Ebu Bekir olmasaydı müslümanlık olmazdı”. İslam tarihinde fetihler Hazreti Ömer döneminde had safhaya çıkmıştı ama bunun için uygun zemin Hazreti Ebu Bekir döneminde hazırlanmıştı. Efendimiz hayatta iken 3, daha sonra da 8 olmak üzere toplam 11 tane peygamberlik iddia eden yalancı ortaya çıkmıştı. Bunlar yetmiyormuş gibi bir taraftan irtidat hareketleri baş göstermiş, diğer taraftandan da “Biz namaz kılarız ama zekât vermeyiz” diyen insanlar türemişti. Hazreti Ebu Bekir işte bütün bu gâilelerin hakkından gelmişti.
Hazreti Ebu Bekir, Allah Resûlü ile aynı yaşta yani 63 yaşında vefât etmişti. Kızı Hazreti Aişe'nin dediğine göre soğuk bir günde yıkanarak üşütmüş ve hastalanmıştı. İbn Ömer Hazretleri ise Efendimiz'in ayrılığına dayanamadığını ve hüznünden dolayı vefât ettiğini söyler. Günümüz İslâm mütefekkirlerinden bazılarına göre vefât nedeni suikasttır. Başta diğer 3 halife olmak üzere Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin farklı yollarla şehit edilmişlerdir. Hazreti Ebu Bekir'in de zehirlenmiş olması ihtimal dahilindedir.
Hazreti Ebu Bekir peygamberlerden sonra gelen ilk şahıstır fakat husûsî faziletiyle çoğu enbiyâdan daha fazla iş yapmıştır. O'nun hayatına bakıp ashab efendilerimiz hakkında genel bir kanaate sahip olmak mümkündür. Evet, Hazreti Ebu Bekir “o ısmarlama toplum”u çok güzel bir şekilde temsil etmişti. Günümüzün Söz Sultanı'nın ifadesiyle “O, sahabe-i kirâmın prototipiydi”.
Son düzenleyen Safi; 11 Ağustos 2018 01:54