Arama

Jeoloji Nedir? - Tek Mesaj #6

ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
23 Haziran 2009       Mesaj #6
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Jeoloji
MsXLabs.org & Temel Britannica

Jeoloji sözcüğü, "yerbilim" anlamında Yunanca iki sözcükten gelir. Dünya'yı oluştu­ran kayaçların ve minerallerin incelenmesini, gezegenimizin geçirdiği ve geçirmekte olduğu değişimlerin belirlenmesini konu edinen bu bilim dalını meslek edinenlere de jeolog denir. Dünya 4-5 milyar yıl önce oluşmuştur; jeologlar Dünya'nın yalnızca bu geçmişini incelemekle kalmazlar, aynı zamanda günü­müzde sürmekte olan değişimleri de saptama­ya çalışırlar. Onların elde ettikleri bulgular­dan sanayide yararlanılır. Su kaynaklarının, maden ve petrol yataklarının araştırılması, sondaj kuyularının açılması, maden ocakları­nın işletilmesi gibi pek çok etkinlik, jeolojinin Dünya'nın yüzeyini oluşturan kayaçların ya­pısına ilişkin olarak sağladığı bilgilerden ya­rarlanılarak gerçekleştirilir.
Jeologlar, Dünya'nın daha oluşumundan başlayarak tarihi boyunca büyük değişimler geçirdiğini ve bugün de değişmeyi sürdürdü­ğünü keşfetmişlerdir. Örneğin, bir bölge ba­zen denizlerin altında kalmış, bazen de deniz­lerin dibinden yükselerek kara parçası haline gelmiştir. Öte yandan aynı bölgede bazen çok sıcak, bazen de çok soğuk iklim koşulları egemen olmuştur. Değişik kayaç türleri, deği­şik zamanlarda ve değişik yollardan oluşmuş­tur. Yeryüzündeki bitki ve hayvanlardan olu­şan canlı yaşam ise Dünya'nın oluşmasından çok sonraları ortaya çıkmıştır.
Jeologlar, kayaçları ve bu kayaçların için­deki taşlaşmış hayvan ve bitki kalıntıları olan fosilleri inceleyerek, bugüne kadar gerçekle­şen değişikliklerin bir bölümünü açıklayabil­mektedirler. Kayaç katmanlarının altüst ol­madığı yerlerde, daha önce oluşan yaşlı kat­manlar altta, daha genç katmanlar ise bunla­rın üstünde yer alır. Yaşlı katmanların içinde artık soyu tükenmiş ilk bitki ve hayvan türlerinin fosilleri bulunur. Üst katmanlara doğru günümüz canlılarına benzeyen canlıla­rın fosillerine rastlanır. En üstteki, en genç kayaç katmanlarında ise ilk insanların fosil kalıntılarına rastlanır. Böylece, içerdikleri fo­sillere bakılarak kayaç katmanlarının yaşı saptanabilir.
Dünya'nın jeolojik tarihi, milyonlarca yıl süren ve her birinde çok önemli gelişmelerin olduğu çeşitli "zaman"lara ayrılır. Zamanlar ise kendi içlerinde çeşitli "dönem"lere ayrılır; her dönemin öbüründen farklı ve kendine özgü bir tarihi vardır.

Prekambriyen Zaman
Bugün artık soyları tükenmiş olan sert kabuk­lu hayvanların fosillerini içeren en yaşlı kayaçlara Kambriyen kayaçlar denir. Ama, dünyanın pek çok yerinde bu Kambriyen kayaçların altında, yani onlardan daha önce oluşmuş ve fosil içermeyen kalın kayaç kat­manları yer alır. Bu katmanlara Prekambri­yen kayaçlar denir ("pre" öneki, "öncesi" anlamına gelir). Birkaç yerde, Prekambriyen kayaçların içinde de bazı canlı izlerine rastlan­mıştır; bu en eski canlı kalıntıları üzerinde yapılan incelemeler, bunların yaklaşık 3 mil­yar yıl öncesine ait olduğunu ortaya çıkarmıştır.
Kanada, Güney Afrika, Hindistan, İskan­dinavya ve Sibirya'da çok geniş Prekambriyen kayaç alanları vardır. Bu alanlara çoğunlukla "kalkan" denir. Bunlar, kıtaların en kararlı çekirdek bölümleridir. Kıta kalkanları, kıvrımlanarak ve sıkışarak sıra­dağları oluşturan, ama daha sonraları zaman­la aşınarak düzleşen çok eski kayaçlardan oluşur. Kalın ve sert katmanlar oluşturan bu kayaçlar, çevrelerindeki daha genç kayaçların tersine, kolayca biçim değiştirmez. Dünya­nın bazı yerlerinde Prekambriyen kayaçlar iyice dibe gömülmüş ve üstleri genç kayaçlarla örtülmüştür; bu biçimiyle Prekambriyen kayaçların genç kayaçlara "zemin" oluşturdu­ğu söylenir. Bu genç kayaçların tümüyle aşındığı yerlerde ise alttaki Prekambriyen kayaçlar açığa çıkmış durumdadır.
Aslında üst üste katmanlar halinde çökelmiş pek çok Prekambriyen kayaç türü vardır. Bunların en altında Arkayen kayaçlar yer alır; en yaşlı Prekambriyen kayaç türü olan Arkayen kayaçlar başkalaşıma uğramış ve büyük ölçüde kıvrımlanmıştır. Kıvrımlanmalarının nedeni, üzerlerine yığılan öteki kayaç­ların baskısı altında sıkışmaları ve büzülmele­ridir; bu sıkışma ve büzülmelerin sonucunda dağlar ortaya çıkmıştır. Bunların üstünde Proterozoyik olarak adlandırılan daha genç ve daha az kıvrımlı kayaçlar yer alır; bu kayaçlar, Arkayen dağların aşınması sonu­cunda oluşan molozların ve kırıntıların tortullaşmasıyla ortaya çıkmıştır. Proterozoyik ka­yaçların oluştuğu 1 milyar yıl önce yeryüzünde­ki iklimin bugünküne benzer olduğu sanıl­maktadır, çünkü bu kayaçlarda hem buzların, hem de çöllerin izlerine rastlanmaktadır. İn­giltere'deki Shropshire ve Kanada'daki Superior Gölü çevresindeki Proterozoyik kayaçla­rın içinde bol miktarda yanardağ püskürüğüne rastlanmıştır; bu da o dönemde bu bölgelerde etkin yanardağların bulunduğunu gösterir.
Bugün kullanmakta olduğumuz mineralle­rin büyük bölümü Prekambriyen kayaçların içinde yer alır. Örneğin Güney Afrika'daki Transvaal'den çıkartılan altın, Kanada'nın doğusundaki Sudbury bölgesinden çıkartılan bakır, nikel ve demir, Avustralya'da Yeni Güney Galler'den çıkartılan gümüş, kurşun ve çinko mineralleri hep Prekambriyen kayaçlardan elde edilir.

Birinci Zaman (Paleozoyik)
Prekambriyen'den sonraki jeolojik zamana Birinci Zaman ya da "eski yaşam" anlamında­ki Yunanca sözcüklerden türetilerek Paleozo­yik Zaman adı verilmiştir. Çünkü ilk belirgin canlı fosilleri bu zamanda oluşmuş kayaçların içinde yer alır.
Yaklaşık 45 milyon yıl süren Birinci Zaman kendi içinde altı döneme ayrılır. Biri dışında bu dönemlerin her biri, o dönemde oluşmuş kayaçların ilk belirlendiği yerin adıyla anılır. Ortaya çıkış sırasına göre bu dönemler şun­lardır:
1) Kambriyen (Galler'in eski adı olan Cambria'dan).
2) Ordovisiyen (Galler sınırında yaşamış eski bir İngiliz halk topluluğu olan Ordovis-ler'den).
3)Silüriyen (İngiltere'de, bugünkü Shrop-shire'de yaşamış eski bir halk topluluğu olan Silürler'den).
4) Devoniyen (İngiltere'deki Devon bölgesinden).
5) Karbonifer (kömür yatakları içermesi nedeniyle "karbonlu" anlamında).
6) Permiyen (SSCB'de Ural Dağları yöre­sindeki Perm kentinden).
Kambriyen Dönem
Zaman içinde ne kadar geriye gidersek, Dünya'nın o çağlardaki coğ­rafi yapısını belirlemek de o kadar zorlaşır. Çünkü çok yaşlı kayaçlar milyonlarca yıl içinde başka kayaç katmanlarınca örtülmüş, değişime uğramış ya da bütünüyle yok olmuş­tur; bu nedenle de bu kayaçları inceleyerek ve içerdikleri fosillere bakarak o döneme ilişkin bilgi edinmek neredeyse olanaksızdır. Ama Kambriyen sistem kayaçları böyle değildir; yaklaşık 570 milyon yıl önce ortaya çıkan Kambriyen kayaçlara dünyanın pek çok ye­rinde rastlanmaktadır ve bu kayaçlar üzerinde yapılan çalışmalarla o döneme ilişkin pek çok bilgi edinilmiştir. O dönemde yeryüzünde birkaç kıta bulunuyordu; günümüzdekilere pek benzemeyen bu kıtaların yerleri de fark­lıydı ve çoğu da ekvator boyunca sıralanmış durumdaydı. İklim ise ılımandı. Kambriyen Dönem'de, denizler yaygınlaştı ve var olan kara parçalarının bazı bölümleri suların altın­da kaldı. Bu nedenle de bu dönemde sığ sularda çökelen kayaçlar ortaya çıktı. (Suda dibe çökelerek oluşan tortul kayaçlara "deniz kayacı" denir.)
Gerek okyanuslarda, gerek kara parçaları­nı kaplayan sığ sularda oldukça bol ve çeşitli canlı türleri vardı, ama karalarda yaşayan hiçbir canlı yoktu. Kıtalar çıplak kayaçlar ve çöllerle kaplıydı.

Ordovisiyen Dönem

Bu dönemde kıtaların en büyüğü olan Gondvana, Güney Kutbu'na doğru kaydı. Ötekiler ise gene ekvator yakınlarındaydı. Milyonlarca yıl sonra Kuzey Ame­rika haline gelecek olan kıta ile gene çok sonraları Avrupa haline gelecek olan kıtanın arasında bir okyanus (bugünkü Atlas Okya­nusu değil) bulunuyordu. Bu iki kıta Ordovi­siyen Dönem sırasında birbirlerine doğru yaklaşmaya ve aralarındaki okyanus sıkışma­ya başladı. Bu hareketin doğurduğu gerilim­ler sonucunda, her iki kıtanın kenar bölümle­rinde kıyıya paralel yanardağ dizileri ve vol­kanik adalar ortaya çıktı. Ordovisiyen Dö­nem'de yanardağ püskürmeleri sonucunda oluşan volkanik kayaçlar bazı bölgelerde bu­gün de görülebilir. Avrupa ve Kuzey Ameri­ka'da en yaygın bulunan Ordovisiyen kayaç­lar, eski okyanusların dibindeki çamurların zamanla yapışıp katılaşmasıyla oluşan siyah şeyllerdir. Ordovisiyen Dönem'de okyanus­larda pek çok graptolit ve çeşitli türden deniz kabukluları yaşıyordu.

Silüriyen Dönem

Kuzey Amerika ve Avru­pa kıtaları Silüriyen Dönem sırasında da birbirlerine yaklaşmayı ve aralarındaki okya­nusu daraltmayı sürdürdü. Denizler yeniden yükseldi ve daha sonraları Kuzey Afrika'yı oluşturacak olan kara parçası (o dönemde Gondvana kıtasının Güney Kutbu'na yakın bir bölümüydü) sığ bir denizle kaplandı. Bugün Afrika'nın kuzey bölgelerinde yer alan petrol yataklarının oluşmasına yol açan da bu sığ denizdir. Suyla örtülen kara parçalarının ekvatora yakın kesimlerinde resifler (deniz düzeyinin üstüne ya da hemen altına kadar yükselen kaya dizileri) ortaya çıktı. Bu resif­ler büyük ölçüde kireçtaşından oluşuyordu. Silüriyen Dönem'in en önemli özelliklerinden biri, karaların üzerinde ilk bitki türlerinin yetişmeye başlaması ve bitki örtüsünün kıyı­lardan iç kesimlere doğru yayılmasıdır.

Devoniyen Dönem

Bu dönemin başlarında Kuzey Amerika ve Avrupa kara kütleleri birbirleriyle çarpıştı. Aralarındaki okyanus artık kapanmıştı; bunun sonucunda okyanus­taki bütün tortullar sıkıştı, büzüldü ve kıvrımlanarak yükseldi. Böylece bugünkü Himala-yalar'a benzeyen ve Kaledoniyen Dağlar de­nen dev sıradağlar ortaya çıktı. Devoniyen Dönem'e özgü kayaçlar, çöl kumtaşları ile akarsu çökellerinden oluşur. Irmakların genç dağlardan aşındırarak kopardığı kum ve çakıl­lar vadilerde ve karaların iç kesimlerindeki havzalarda toplandı ve bunlar zamanla yapı­şıp pekişerek çöl kumtaşlarına ve akarsu çökellerine dönüştü. Devoniyen Dönem'de denizlerde ve ırmaklarda balık türleri yaygın­laştı. Ayrıca bazı balık türleri evrime uğradı ve hem karada, hem de denizde yaşayan amfibyumlara dönüştü; amfibyumlar zamanla sudan çıkarak, ırmak ağızlarındaki ve göl kenarlarındaki ormanlık bataklıklarda yaşa­maya başladılar.

Karbonifer Dönem

Kuzey Amerika ile Avrupa kıtaları birbirlerine iyice yapışarak Lavrasya denen tek ve büyük bir kıta oluştur­du. Kaledoniyen Dağlar da bu kıta boyunca uzanan dev bir sıradağ durumuna geldi. Kar­bonifer Dönem boyunca deniz düzeyleri yük­seldi ve kıtaların kenar bölümlerinde yeni sığ denizler oluştu. Dönemin başlarında birçok yerde kalın kireçtaşı katmanları çökeldi.
Dönemin ilerleyen evrelerinde aşınma so­nucu dağlardan taşınan kum ve çamurlar sığ denizlerde birikerek geniş deltalar oluşturdu. Bu deltalarda ve bataklıklarda büyük orman­lar yetişti; milyonlarca yıl sonra bu ormanlar derinlere gömüldü ve kömüre dönüştü. Karbonifer Dönem'in daha geç evre­lerinde, pek çok başka kayaç türü de oluş­muştur.
Karbonifer Dönem'in sonlarında dev Gondvana kıtası kuzeye doğru kayarak Lav­rasya kıtasıyla çarpıştı. Bu çarpışma sonucun­da iki kıtanın birleşme hattı boyunca Variskan Dağlar denen yeni bir sıradağ ortaya çık­tı. Gondvana kıtasının öteki ucu hâlâ Güney Kutbu'nun yakınlarındaydı ve buzullarla kaplıy­dı. Gerçekten de bu dönemde kıtanın güney kesimlerinde oluşan ve sonralan buzullarca sü­rüklenerek Güney Amerika, Afrika, Hindistan ve Avustralya'ya taşınan kayaçların yüzeyi bu­zul çizikleriyle doludur. Hemen hemen aynı sı­ralarda Asya kıtası da Avrupa'ya çarptı ve ara­daki kayaçlar sıkışarak yükseldi; böylece Ural Dağlan ortaya çıktı. Kısacası Dünya yüzeyin­deki bütün kıtalar birleşerek yapıştı ve sonuçta Pangaea denen tek bir dev kıta oluştu.

Permiyen Dönem

Birinci Zaman'ın bu son dönemi 225 milyon yıl öncesine kadar sür­müştür. Devoniyen Dönem'de olduğu gibi, bu dönemde de dağlar ve çöller oluştu. Dev Pangaea kıtasında bir uçtan bir uca uzanan dağ dizileri arasında kıraç düzlükler ve tuzlu sığ denizler yer alıyordu. Bu dönemde özellikle kumtaşları ve tuz yatakları oluştu. Kara­larda amfibyumlar yaygınlaştı, ayrıca ilk sü­rüngen türleri ortaya çıktı.

İkinci Zaman (Mezozoyik)
Yaklaşık 160 milyon yıl süren İkinci Zaman'ın bir adı da "orta yaşam" anlamındaki Yunanca sözcüklerden türetilmiş olan Mezozoyik Zaman'dır. Ama İkinci Zaman'ın bir adı daha vardır: Sürüngenler Çağı. O çağlarda yaşamış olan sürüngenler, bugünkü balinalar dışında­ki bütün canlılardan daha büyüktü ve yürüye­biliyor, yüzebiliyor hatta uçabiliyorlardı. Bu zamanda denizlerde, Birinci Zaman'ın trilo-bitleri ile graptolitleri yok oldu. Onların yeri­ni sarmal yapılı ammonitler ile mürekkepbalı-ğma benzer olağanüstü hayvanlar olan belem-nitler aldı. Karalarda Birinci Zaman'ın garip bitkileri de yerlerini kozalaklı ağaçlara, pal­miye benzeri bitkilere ve eğreltiotlarına bıra­karak yeryüzünden silindi.
Jeologlar Mezozoyik Zaman'ı üç döneme ayırırlar:
1) Triyas (Almanya'da bu döneme özgü üç tür kayaç vardır ve Latince trias sözcüğü, "üçlü" anlamına gelir).
2) Jura (İsviçre'deki Jura Dağları'ndan).
3) Kretase ya da Tebeşir (bu döneme özgü en yaygın kayaç türü tebeşirdir ve Latince creta sözcüğü de "tebeşir" anlamına gelir).
Triyas Dönemi
Bu dönemde Pangaea tek bir dev kıta halinde varlığını sürdürdü. Yer­yüzünün geri kalan kesimleri ise Panthalassa denen dev bir okyanusla kaplıydı. Pangaea' nın doğu kesiminde, körfez biçiminde içeri doğru uzanan Tetis Denizi vardı. Permiyen Dönem'in çöl koşulları Triyas Dönem'de de egemenliğini sürdürdü ve çöl kumtaşları ile kayatuzu oluşmaya devam etti. Sürüngenler yeryüzüne gerçekten egemen olmaya başla­mışlardı; ama evrim sonucu ilk memeliler de bu dönemde ortaya çıktı.

Jura Dönemi

Bu dönemin başlarında deniz düzeyi yükseldi ve Pangaea kıtasının alçak ke­simleri sular altında kaldı. Bu durum, bugün sığ denizlerin oluşmasına ve iklimin daha da nemli bir hale gelmesine yol açtı. Pangaea'nın birçok kesimlerinde bataklıklar ve ormanlar ortaya çıktı, yeryüzünü dev sürüngenler sardı. Bu dönemde kara parçaları birçok kez deniz basmasına uğradı; denizlerin sürekli olarak taşıp geri çekilmesi, çok değişik türden sığ su kayaçlarının oluşmasına yol açtı. Bunların başlıcaları şeyller, killer ve kireçtaşlarıdır. Kara parçalarının üstünde ise, akarsu aşındır­ması sonucunda kayaçlardan kopan parçalar birikerek kalın çökeller oluşturdu; günümüz­de bulunan en büyük dinozor fosilleri, işte bu çökellerin içinde yer alır. Bugün hem Ameri­ka'nın ortabatı kesimlerinde, hem de Afri­ka'nın doğusunda Jura Dönemi'nde oluşmuş akarsu çökellerinin içinde birbirinin aynı olan dinozor fosilleri bulunmuştur. Bu da, o dönemdeki koşulların Pangaea'nın hemen he­men her yerinde büyük ölçüde benzer olduğu­nu gösterir. Jura Dönemi'nin sonuna doğru Pangaea ikiye ayrılmaya başladı. İlk çatlak Kuzey Amerika ile Avrupa arasında ortaya çıktı. Bugünkü Atlas Okyanusu artık oluşma­ya başlamıştı.

Kretase Dönemi

Artık Kuzey Amerika kı­tası, hem Avrupa ve Afrika'dan, hem de Gü­ney Amerika'dan uzaklaşıyordu. Bir zaman­ların Gondvana'sı ikiye ayrılmıştı. Bu parça­lardan biri Güney Amerika ve Afrika'yı, öte­ki ise Antarktika ve Avustralya'yı kapsıyor­du. Hindistan ise küçük bir kara parçası halin­de ikisinin arasında kalmıştı. Deniz düzeyi Ju­ra Dönemi'nde yeniden yükseldi ve Avrupa' nın büyük bölümü sular altında kaldı. Kuzey Amerika'da da kıtayı kuzeyden güneye kuşak biçiminde kesen sığ bir deniz oluşmuştu; bu deniz batıdaki genç Kayalık Dağlar'ı doğuda­ki eski kalkan bölgesinden ayırıyordu. Dün­yanın pek çok yerindeki petrol yatakları bu dö­nemde katmanlaşan çökellerde oluştu. Bu ka­yaçların üst katmanları, denizlerde yaşayan küçük canlıların kabuklarının taşlaşmasıyla oluşan tebeşir yataklarıyla kaplıdır. Kretase Dönemi'nin sonlarına doğru Güney Amerika da Afrika'dan koparak ay­rıldı.

Yakın Zaman (Senozoyik)
İkinci Zaman'ın sonunda belki değişen ikli­min etkisiyle, belki de bir göktaşının Dünya' ya çarpması sonucunda dev sürüngenler yok oldu. Bu hayvanların yerini, yavrularını sütle­riyle besleyen ve sıcakkanlı canlılar olan me­meliler aldı. Denizlerde de bazı memeli türle­ri, örneğin balinalar ve foklar ortaya çıktı. Ammonitler ile belemnitlerin de soyu tükendi ve yerlerini günümüzdekilere daha çok ben­zeyen deniz kabukluları aldı.
65 milyon yıl önce başlayan bu son büyük zaman diliminde, bugünkülere daha çok ben­zeyen canlı türleri ortaya çıkmıştır. Yakın Za­man'ın bir başka adı da, memeli hayvanların gerçek anlamda bu çağda yaygınlaşmış olma­sından ötürü Memeliler Çağı'dır.
Yakın Zaman'ın iki dönemi vardır:
1) Üçüncü Dönem (ya da Tersiyer)
2) Dördüncü Dönem (ya da Kuvaterner)
Eskiden jeologlar bu dö­nemlerin her birini, Birinci ve İkinci zamanla­rı izleyen ayrı birer jeolojik zaman olarak ka­bul etmiş ve Üçüncü Zaman, Dördüncü Za­man olarak adlandırmışlardı. Sonradan ikisi birden Yakın Zaman adı altında toplanınca, bu zaman dilimleri de Yakın Zaman'ın dö­nemleri olarak tanımlandı. Dördüncü Dönem çok kısadır, ama bu döneme ilişkin çok şey bilinmektedir. Son büyük Buzul Çağı bu dö­nemde yaşanmış ve insan ilk kez bu dönemde yeryüzünde belirmiştir.

Üçüncü Dönem
, "bölüm" olarak adlandırı­lan daha kısa beş jeolojik zaman dilimine ay­rılır. Her bölümün adı, o bölümde oluşan kayaçlardaki en yaygın fosil türünden gelir. Bu bölümler şunlardır:
1) Paleosen (günümüzdeki bitki ve hayvan­ların ilk ve en eski türleri egemendir).
2) Eosen (ilk kez günümüzdekileri andır­maya başlayan bitki ve hayvan fosilleri egemendir).
3) Oligosen (günümüzdekilere daha çok benzeyen bitki ve hayvan fosilleri egemendir).
4) Miyosen (günümüzdekilere biraz daha çok benzeyen bitki ve hayvan fosilleri ege­mendir).
5) Pliyosen (günümüzdekilere en çok ben­zeyen bitki ve hayvan fosilleri egemendir).
Üçüncü Dönem'de kıtalar günümüzdeki konumlarına yaklaşmaya başladı. Ama baş­langıçta, yani Paleosen ve Eosen bölümlerde, Avustralya hâlâ Antarktika'ya yapışıktı. Hin­distan ise hâlâ Hint Okyanusu'nda ayrı bir kı­taydı. Atlas Okyanusu'nun açılması yanardağ etkinliklerine neden oldu.
Oligosen bölümün sonlarına doğru ve Mi­yosen bölümde, Avrupa'daki son büyük dağ oluşum süreci gerçekleşti. Afrika kıtası Avru­pa ile Asya'ya dayandı ve bunun yarattığı ba­sınç, bu kıtaların belirli kesimlerinin sıkışıp kıvrımlanarak sıradağlar halinde yükselmesi­ne yol açtı. Pireneler ve Alpler böylece oluştu.
Üçüncü Dönem'in ortalarında, yani Miyo­sen bölüme doğru Avustralya, Antarktika' dan kopup ayrılarak kuzeye süreklendi. Öte yandan Hindistan Asya ile çarpıştı ve arada kalan katmanlar sıkışarak iki kıtanın birleşme çizgisi boyunca yükseldi; Himalaya Dağlan da böyle ortaya çıktı. Aynı zamanda bitki tür­lerinde de birtakım değişiklikler oldu. Bir za­manlar ormanlarla kaplı olan kıta kesimlerin­de otlaklar yaygınlaştı. Hayvanlar da buna uygun olarak evrim geçirdi ve at, antilop, kanguru gibi uzun bacaklı otçullar ortaya çıktı.
Üçüncü Dönem'de çökelen kayaçların bü­yük bölümü gevşek kum ve killerden oluşur, tülmemiş olan bu kayaçlar, özgün yapılarını günümüzde de korumaktadır ve yapışıp peki­şerek bir başka kayaç türüne dönüşmemiştir. Ama Üçüncü Dönem'de oluşan pekişik, bü­yük kütleli kayaçlar da vardır; Ortadoğu'daki zengin fosil içerikli kireçtaşları buna örnektir. Mısır'daki piramitler bu kayaç bloklarından yapılmıştır. Bu kireçtaşları, Tetis Denizi'nin bir kolunun Miyosen bölümde iyice batıya uzanarak Ortadoğu'ya kadar girmiş olduğunu gösterir. Ayrıca gene bu sıralarda Avrupa'nın orta kesimlerinde, kozalaklı ağaçların bulun­duğu bataklıklarda kömür yatakları oluştu.

Dördüncü Dönem
yalnızca 2,5 milyon yıl sürdü. Bu dönemin başlıca iki bölümü Pleyistosen ile Holosen'dir. Holosen bölüm, 10 bin yıl öncesinden günümüze kadar olan dönemi kapsar.
Pliyosen bölümün sonlarına doğru iklim iyi­ce soğudu. Bunun ardından gelen Pleyistosen bölümde soğuk daha da şiddetlendi ve İskan­dinavya Dağları'nı örten buz örtüleri güneye doğru yayıldı.
Buzul Çağı'nın en şiddetli evresinde buz ör­tüleri güneyde Britanya Adaları'ndaki Severn ve Thames ırmaklarına kadar indi. Rusya ile Almanya'nın kuzeyi, Kanada'nın tamamı ve Kuzey Amerika'nın kuzey kesimleri buzlarla kaplandı. Bu arada buzlar birkaç kez eriyip geri çekildi, sonra yeniden güneye doğru indi.
Bütün bu süreçlerin bugün artık sona erdi­ğine inanmak için hiçbir neden yoktur. Şu an­da iki büyük buzullaşma evresi arasında bulu­nuyor olabiliriz. Önümüzdeki 100 bin yıl için­de buzların yeniden güneye doğru yayılmasıy­la bu süreç yinelenebilir.
Ayrıca, önümüzdeki milyonlarca yıl boyun­ca kıtalar hareket etmeye, sürüklenmeye de­vam edecektir. Atlas Okyanusu giderek daha da genişleyecek, Avustralya kuzeye doğru sürüklenmesini sürdürerek Antarktika'dan da­ha da uzaklaşacaktır. Bir zamanlar Pangaea' nın yarılmasına benzer biçimde, Afrika kıtası da Büyük Rift Vadisi'nden ikiye ayrılabilecek ve doğu bölümü, belki de Hint Okyanusu'nda ayrı bir kıtaya dönüşebilecektir.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!