Arama


ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
3 Temmuz 2009       Mesaj #6
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
İngiltere Tarihi
MsXLabs.org & Temel Britannica


602pxukroyalcoatofarmss

İngiltere'nin tarihi, bir ada olmasından sonra başlar. Günümüzden 8.000 yıl önce Buzul Çağı'nın son döneminde, Avrupa'nın büyük bir bölümünü yüzyıllar boyunca kaplayan buz tabakaları erimeye başladı ve denizler ge­nişleyip taştı. Kuzey Denizi giderek batıya, Avrupa kıtasını İngiltere'ye bağlayan ağaçlı bataklıklarla kaplı düzlük topraklara doğru akarak, günümüzde Manş Denizi olarak ad­landırılan sularla birleşti; böylece İngiltere'nin Avrupa kıtasıyla bağlantısı koptu.

Buzul Çağı'nın son döneminde, İngiltere'nin buzla kaplı kıyılarının ötesinde, daha gü­neydeki bölgeleri, çıplak düzlüklerdi. Bura­larda ok, mızrak, olta ve ağ kullanmakta usta olan küçük avcı ve balıkçı toplulukları bizon, rengeyiği, yabanıl at ve öbür hayvanları avlar­dı. İklimin yumuşamasıyla birlikte, hemen hemen her yer ormanlarla kaplandı. Bunlar önceleri, günümüzde Avrupa'nın kuzey böl­gelerini kaplamakta olanlar gibi çam orman­larıydı. Ama zaman içinde iklim daha nemli olunca, çamların yerini meşe ve kara­ağaçlar aldı.

Çiftçiliğin Başlaması
Günümüzden 5.000–6.000 yıl önce İngiltere' ye yeni insanların gelmesiyle birlikte bir deği­şim başladı. Yeni gelenlerin bir bölümü Gü­ney İngiltere'ye; bir bölümü de batı kıyılarına ve İrlanda'ya ulaştı. Göçmenlerin kayıkların­da kadın, erkek ve çocukların yanı sıra inek, koyun ve domuzlar vardı. Kayıkların deri tor­balara konmuş mısır tohumuyla yüklü olduğu sanılmaktadır.
İngiltere'de ilk kez ormanlık olmayan top­raklara yerleşerek toprağı işlemeye başlayan bu göçmenler taş, kemik ve tahtadan yapılmış aletler kullanıyorlardı. Ama, ağaçları kesebi­lecekleri iyi baltalara da gereksinim duyuyor­lardı. Tahıl üretebilmek, kulübelerini yapa­bilmek için toprağı ağaçtan arındırmak zorun­daydılar. Toprak yüzeyinden çok derindeki tebeşir katmanında gömülü bulunan çakmak­taşı, balta yapımı için en uygun gereçti. İnsan­lar buna ulaşabilmek için kömür madencileri­nin toprakaltındaki kömür damarını izledik­leri gibi tebeşir katmanı boyunca toprağı kaz­dıktan sonra, çakmaktaşı yatakları boyunca uzanan tüneller açmaya başladılar. Bu işlerin tümünü geyik boynuzundan yapılmış keserler ve öküzlerin kürek kemiklerinden yapılmış kama ve küreklerle yapıyorlardı. Madencile­rin diz çökerek çalıştıkları ve büyük çakmak­taşı kütlelerini çıkarmak için çok çaba harca­dıkları karanlık tüneller, tebeşirden oyulan ve hayvansal yağla doldurulan lambalarla loş bir biçimde aydınlatılıyordu. Dağlık bölgelerde ise aletler çakmaktaşı yerine sert kayalardan yapılmaya başlandı. Maden ve taşocakları yö­relerinde yapılan baltalar, ülkenin öteki bö­lümlerinde yaşayan çiftçilerin ürünleriyle ta­kas edilirdi.
Çiftçiler ölüleri için çok büyük mezarlar yaptılar. Bunlar aynı zamanda dinsel törenle­rin yapıldığı yerlerdi. Törenler ölülerin bir gün yeniden doğacağı düşünülerek düzenlen­diği gibi ekinlerin büyümesi ve hayvan sürüle­rinin artması için de yapılırdı.
Taş kullanan çiftçiler çanak çömlek yapma­yı biliyorlardı. Dokuma yapmayı bilmeleri de olasıdır; çünkü onların yerleşimlerinde kuma­şa rastlanmamakla birlikte, dokuma tarakları bulunmuştur.
Bu ilk çiftçilerin çabalarının üzerinden yak­laşık 2.000 yıl geçtikten sonra İngiltere'nin görünümü değişmeye başladı. Yüksek bölge­lerin çoğu, özellikle tebeşir katmanlarının bu­lunduğu yöreler neredeyse tümüyle ağaçtan arındırıldı.

Tunç Kullanan İnsanlar
İÖ 2500 yıllarında tunçtan alet ve silah yap­mayı bilen yeni bir grup İngiltere'ye geldi. Bunlar, batı kıyılarına giden uzun denizyolu­nu izlemediler; güney ve doğuda pek çok yere çıktılar. Tunçtan yapılma silahlarıyla çiftçileri yenerek köleleştirdikleri sanılmaktadır. İrlan­da, Kuzey Galler ve İskoçya'da bakır; Cornwall'da kalay madenleri işleten bu Tunç Çağı insanları, İrlanda'daki Wicklow Dağları'ndaki derelerin sularından altın elde edebiliyor­lardı. Madencilik hızla gelişti ve birkaç yüzyıl içinde Avrupa'ya metal eşya satılmaya baş­landı. Tunçtan sağlam ve iyi tasarlanmış bal­ta, mızrak, bıçak ve hançerler yapıldı; ku­yumcular da burma altından ve kehribardan görkemli gerdanlıklar yaptılar. Tunç kulla­nanların giysileri yünlü dokuma ve keten­dendi.
Yeni becerilerin gelişmesi ve yabancı ülke­lerle ticaretin başlaması gündelik yaşamı fazla değiştirmedi. İnsanların çoğu gene tepelik bölgelerde sığır, koyun ve domuz besledi; il­kel bir biçimde tahıl üretti. Çünkü tunç az bulunan pahalı bir madendi ve çoğunlukla si­lah yapımında kullanıldı.
Tunçtan silah kullanan bu insanların İngil­tere'de yarattıkları en büyük değişiklik dinsel alanda olmuştur. Dinleri ve törenleri ilk çift-çilerinkinden farklı olan bu insanlar ölülerini toprak ve taşlardan oluşturulmuş, höyük de­nen yuvarlak tepelerin altına gömüyorlardı. Bunların bazıları çok büyüktü ve içlerine ölü­ye yeni yaşamında eşlik etmeleri amacıyla her türlü yiyecek, silah ve süs eşyası konuyordu. Tunç kullanan insanlar, dinsel törenlerini çift­çilerin yaptığı gibi gömü alanlarında yapma­yıp, bu amaç için çok büyük taşlardan ya da tahta kazıklardan oluşan daire biçimli yerler yaptılar. Bunlar tanrılarına tapındıkları tapı­naklardı.

Keltler Geliyor
İngiltere'ye daha önce gelen çiftçiler ile onları egemenlikleri altına alan daha sonra gelenler çoktan kaynaşıp, tek bir halk haline gelmiş­ken, İÖ 1000 yıllarında yeni istilalar başladı. Bu tarihlerde Avrupa'daki pek çok halk baş­ka istilacıların yurtlarını ele geçirmeleri yü­zünden yaşadıkları toprakları terk etmek zo­runda kalıyordu. Keltler de bu tür yurtsuz kalmış insanlardı. Keltler bazen yaşayacak toprak elde edebilmek için savaşmak zorunda kaldılar; bazen de yüzyıllardan beri o yöreler­de yaşayan insanların yanına barış içinde yer­leştiler. Gal ve Kelt dillerinin ilk biçimlerini onlar oluşturdular. Daha sonra Anglosaksonlar'ın Keltler'in yerini aldıkları İngiltere'de bugün bile pek çok ırmak, kent, köy ve dağ adı eski Kelt dilinden gelme sözcüklerdir.
İlk Kelt istilacılar alet ve silah yapımında tunç kullanmayı sürdürürlerken, İÖ 500 yılla­rından sonra gelenler, beraberlerinde demir­den eşya yapma bilgi ve tekniğini de getirdi­ler. Britonlar olarak adlandırılan bu Keltler savaşçı insanlardı. Kabileler sık sık birbiriyle savaşıyor ve öbür kabilelerin sığırlarını kaçır­mak için gözü pek akınlar düzenliyordu. Bü­yük ve özenle yapılmış kaleleri, bunların üst düzeyde örgütlenmiş topluluklar olduğunu göstermektedir. Briton şeflerin en değerli ha­zineleri, hepsi de güzel şekillerle süslenmiş olan miğfer, kalkan ve kılıçlarıydı.
Britonlar, savaşçılıklarının yanı sıra çiftçi­likte de başarılıydılar. Öküzlerin çektiği sa­banlar ve ormanlık bölgede tarım alanı açabil­mek için balta, orak, tırpan gibi demirden ya­pılma yeni aletler kullanarak, eski tarım yön­temlerini bütünüyle değiştirdiler. Eski çiftçi­ler, gereksinimlerini karşılayacak miktarda ekini küçük tarlalarda yetiştirir ve toprak verimsizleştiğinde yeni bir tarlaya geçerlerdi. Oysa Britonlar'la birlikte yerleşik tarıma ge­çildi. Çiftlik yapıları görevi gören yuvarlak kulübeler yapıldı. Bu yapılar çok basit bir bi­çimde yapılmış olmalarına karşın yüzyıllar bo­yunca ayakta kalabilecek kadar dayanıklıydı.

Romalılar Dönemi

Roma ordusu İS 43'te İngiltere'ye saldırdığın­da Britonlar köylerde ve tepelerdeki kaleler­de çiftçilik yapıyor ve savaşıyorlardı. Romalı­lar Jül Sezar döneminden beri İngiltere'yi im­paratorluklarına katmak istiyorlardı. Jül Sezar'ın ordusu, bu olaydan 100 yıl önce adada savaşmıştı. İmparator Claudius'un dönemin­de Romalılar adayı güçlü bir ordu ile işgal ettiler; ülkenin güneyini ve orta bölgelerini birkaç yıl içinde ele geçirdiler. Birbirine düş­man olan Briton kabileleri, Romalılara karşı birleşemedi. Galler ve kuzeydeki kabileler uzun bir süre direndilerse de sonunda boyun eğdiler. Tyne Irmağı'nın ağzından Sohvay Körfezi'ne doğru İngiltere'nin kuzeyinde uzanan Hadrianus Duvarı adlı büyük taş duvar, Romalıların İskoçya'daki kabilelere karşı sa­vundukları sınırı günümüzde de belirlemekte­dir.
Romalılar, Londra'yı eyalet merkezi yaptı ve ülkenin öbür bölgelerini birbirine bağlayan yolları Londra'dan geçirdiler. İngiltere'de Roma kentleri kuruldu. Önemli kentlerin hepsinde düzenli bir pazaryeri, belediye sara­yı, genel hamam, oyun ve gösteriler için bir amfitiyatro bulunuyordu.
Bu dönemde kırsal bölgelerdeki eski kaba görünümlü ahşap çiftlik evleri, yerlerini zarif villalara ya da malikânelere bıraktı. Bakımlı tarım alanlarının ortasında yer alan villaların çoğunda merkezi ısıtma, cam pencereler, alçı duvarlar vardı; evlerin zeminleri mozaikle kaplıydı. Roma egemenliği altında birkaç ku­şak boyu yaşadıktan sonra Britonlar da bu ye­ni yaşam biçimini benimsediler.
Tüm bu değişikliklere karşın daha yoksul çiftçilerin yaşamı eskisi gibi sürdü. Romalılar tarım yöntemlerine fazla yenilik getirmedilerse de iyi yönetimlerinin ve adada barışı sağla­malarının nüfus artışına katkısı oldu. Ne var ki, İS 5. yüzyılda Roma İmparatorluğu'nun çökmesiyle birlikte İngiltere'deki tarım siste­mi de çöktü. Bir zamanlar ekilip, biçilen alan­lara yabanıl hayvanlar geri döndü.

Anglosaksonlar
İngiltere'nin Kral ve Kraliçeleri
ingkraliyet

Britonlar yeni istilalara karşı savunmalarının sağlanması için Saksonlar'ı paralı asker olarak tuttular ve bunların hizmetlerinin karşılığını toprak vererek ödediler. Saksonlar bu yolla, Kent, Essex, Doğu Anglia ve Doğu Lincolnshire'in büyük bölümünü ele geçirdiler. İS 600 yıllarına gelindiğinde, Güney ve Orta İn­giltere'nin pek çok yöresi Angıl ve Saksonlar'ın eline geçmiş bulunuyordu.
Anglosaksonlar'ın döneminde İngiltere bir kez daha her birini bir başka kabile önderinin yönettiği küçük devletlere bölündü. Bazı Angıllar'ın yerleştiği topraklar Doğu Anglia adı­nı aldı. Angıllar ayrıca ülkenin bütününe de adlarını verdiler. Halkın birçoğunun Hıristi­yanlık dinini kabul etmesi de bu döneme rastlar.
Zamanla bazı kabile başkanları çevrelerin­de yaşayan öteki kabile başkanlarından daha güçlü bir duruma geldi ve daha az güçlü olan komşu kabile devletleri üzerinde bir tür ege­menlik kurdu. Mercia Kralı Offa (757–796) ve 802'de Wessex kralı olan Egbert, bütün öteki İngiliz kralları üzerinde bir güç kazanan ilk krallar oldular. Ama ilk gerçek İngiliz kralı, 871'de Wessex kralı olan ve 886'da bütün İn­giltere'nin kralı olduğu kabul edilen Alfred' dir.

Danlar, Norveçliler ve Normanlar
Danlar'ın ya da Danimarkalılar'ın istilası 8. yüzyıl sonunda akınlar biçiminde başladı; 865'te "Büyük Ordu" karaya çıktı; askerleri Kuzey ve Doğu İngiltere'ye yerleştiler. Yalnız­ca Wessex, Danlar'ın istilasından kendini ko­ruyabildi. Kral Alfred bir donanma kurdu; orduyu yeniden düzenledi ve sınırlarda kale­ler kurarak yalnızca Wessex'i savunmakla kalmadı, 886'da Londra'yı da geri aldı; Danlar'ı barış yapmak zorunda bıraktı. Alfred'den sonra gelen güçlü Wessex kralları daDanlar'ın elindeki toprakların büyük bölümü­nü geri aldılar. Son büyük Batı Sakson Kralı Barışçı Edgar'ın 975'te ölümünden sonra, za­yıf ve güvenilmez bir insan olan Kral Ethelred yönetimindeki Wessex, yeni Dan akınlarına karşı koyamadı. Danlar tüm ülkeye egemen oldular; Kral Canute aynı za­manda İngiltere, Danimarka ve Norveç kralı oldu. Ama onun ölümünden sonra İngiltere yeniden Sakson yönetimine girdi.
10. yüzyılın başından başlayarak Norveçli­ler, İngiltere'yi istilaya giriştiler. Bu istilacılar İrlanda'dan İngiltere'nin kuzeybatısına geldi­ler. Danlar İngiltere'ye geldiği sırada onlar da İrlanda'ya yerleşmişlerdi. Norveçli istilacılar, İngiltere'de başkenti York olan bir krallık kurdular.
1066'da sonuncu istila oldu. Normandiya Dükü William ordusuyla birlikte güneydoğu kıyısındaki Pevensey'e çıktı ve çok geçmeden İngiltere Kralı Harold'u Hastings Savaşı'nda yendi. Topraklar İngiliz soylularından alına­rak Norman lordlarına verildi. Bütün İngiliz halkı kendi ülkesinde ikinci sınıf insanlar oldu.

Ortaçağ
William ve onu izleyenler İngiltere'yi, krala hizmet edeceklerine söz vermeleri karşılığın­da kendilerine toprak verdikleri büyük lord­lar eliyle yönettiler. Bu sistem feodalizm ola­rak adlandırılır.
Norman istilasından 400 yıl sonra, yeni bir istila olmadığı halde birçok savaş yapılan bir dönem yaşandı. İngiltere Fransa'nın sorunla­rına karıştı çünkü Norman istilasından sonra­ki İngiliz kralları aynı zamanda Fransa'daki Normandiya'nın düküydüler. İngiltere kralla­rı 1204'te Normandiya'yı yitirdiler; ama o sı­rada Fransa'nın güneybatısında başka toprak­lara sahip oldukları için Fransa'nın işlerine karışmayı sürdürdüler. 1453'e gelindiğinde Yüz Yıl Savaşları'nda İngiltere bir dizi zafer kazanmış olmasına karşın Calais dışında Fransa'daki bütün topraklarını kaybetti. Bu arada İngiltere, Gal-ler'i, İrlanda'yı ve İskoçya'yı işgal etmek için de savaşlara girişti. Ama bu ülkelerin İngiltere'y­le bütünüyle birleşmeleri daha sonraki yıllar­da oldu.
Zamanla Normanlar ile İngilizler arasında­ki farklılıklar kaybolmaya başladı. Normanlar İngilizlerle evlendiler ve iki halk tek bir İngi­liz halkına dönüştü. Bazen krallar, büyük soy­lular ve kilise arasında siyasal güç elde etmek amacıyla mücadeleler oldu. II. Henry gibi güçlü krallar, baronlar üzerindeki denetimle­rini artırdı; ama kiliseye karşı başarılı olama­dılar. 1215'te baronlar, Kral John'a Magna Carta adlı belgeyle haklarını kabul ettirdiler. Böylece kralın mutlak yönetimine bazı sınır­lamalar getirilmiş oldu.
Norman istilasından sonra 400 yıl boyunca İngiltere, Fransa'ya karşı yapılan savaşlara karşın, barış ve refah dönemleri yaşadı. Bü­yük şatolar, malikâneler, katedraller, manas­tırlar yapıldı.
Bu dönem kentlerde, ticaret ve mal üreti­mini denetimleri altında tutan loncalar çağıy­dı. Avrupa'ya yün satılıp karşılı­ğında şarap ve öteki mallar alındığı için Avru­pa ile yakın bağlar kuruldu.
14.
yüzyılın ortasında İngiltere halkının üç­te birini öldüren korkunç bir veba salgını olan Kara Ölüm, zengini de yoksulu da aynı biçim­de etkiledi ve geriye toprağı işlemeye yetme­yecek kadar az insan bıraktı. Ansızın ortaya çıkan bu çalışacak insan kıtlığı, özgürlük ve yaşamaları için gerekli olan geliri kazanmak amacıyla mücadele eden köylülerin isteklerini ortaya koymalarına yardımcı oldu. 1381 köylü ayaklanması köylülerin ne kadar zor koşullar­da yaşadıklarını gösterdi.
15.
yüzyılda 30 yıl süren Güller Savaşı bo­yunca Lancaster hanedanı ile York hanedanı İngiltere tahtına geçmek için mücadele etti. Savaşın sonunda, 1485'te Henry Tudor, VII. Henry olarak tah­ta çıktı. Ülkenin orta sınıflarının ve tüccarla­rın desteğini sağladı; kendi de büyük bir ser­vet edindi. Soyluların gücünü sınırlandıran Henry, oğlu VIII. Henry'ye güçlü bir krallık bıraktı.

Reform Hareketi ve Elizabeth Dönemi
VIII. Henry ile birlikte İngiltere'nin Avrupa'nın etkili bir gücü olma dönemi başladı. Eski­den İngiltere'nin Avrupa'daki gücünün bir bölümü Fransa'da büyük topraklara sahip ol­masından kaynaklanıyordu. VIII. Henry dö­neminde bu topraklar kaybedilmişti, ama İn­giltere'nin gücü artık gelişmekte olan sanayi­sine ve ticaretine dayanıyordu.
16. yüzyıl boyunca Tudor hükümdarları Katolik Kilisesi'ne ve İspanya'ya karşı koya­bilecek kadar güçlüydüler. Reform denen altüst oluş Avrupa'yı sarsarken VIII. Henry de papa ile anlaşmazlık içindeydi. Kral bir veliaht sahibi olmak amacıyla yeniden evlenmek üzere Kraliçe Catherine'den boşanmak istiyordu. Papanın bunu onay­lamaması üzerine Henry, İngiltere Kilisesi'nin başkanlığını kendi üzerine aldı. Çok geç­meden de manastırların topraklarına ve mal­larına el koydu. Manastır topraklarını taşra orta sınıfına ve tüccarlara sattı.
Dış ilişkilerinde, birbirine düşman olan Fransa ile İspanya arasında bir denge siyaseti güttü; bazen birini, bazen de ötekini destekle­di. Onların kendisine karşı birleşebilecekleri­ni gördüğü zaman büyük gemiler yaptırarak İngiltere'nin gücünü artırdı. Ondan sonra tah­ta geçen oğlu, 16 yaşında ölen VI. Edward döneminde aşırı Protestanlar denetimi ele ge­çirdiler. Ama onun yerine geçen Mary, Kato­lik inancının yaygınlaşmasını sağladı.
Henry'nin küçük kızı Elizabeth 1558'de tahta çıkınca, geçmiş yılların dinsel kavgaları­nı unutturmak için bu konularda ılımlı bir yol izledi ve güçlü bir yönetim kurdu.
Bu dönemde İngiliz denizciler İspanyol kalyonlarını yağmaladılar. Karayib Denizi ve Amerika'daki İspanyol kolonilerine saldırdı­lar; Kuzey Amerika'da İngiliz kolonileri kur­maya çalıştılar. 1588'de İspanya Kralı Felipe, İngiltere'yi işgal etmek üzere büyük bir do­nanma gönderdiği zaman, daha küçük İngiliz donanması karşısında yenildi.
Elizabeth dönemi, yaratılan müzik ve edebi­yat yapıtlarıyla ve hepsinden çok da William Shakespeare'in oyunlarıyla ünlüdür.
İç Savaş ve Restorasyon
I. Elizabeth 1603'te ölünce, çocuğu olmadığı için kuzeni İskoçya Kralı VI. James, I. James adıyla İngiltere ve İrlanda kralı oldu. O ve ondan sonra 1625'te tahta çıkan I. Charles par­lamento ile anlaşmazlığa düştüler ve Charles parlamento dışı bir yönetimi denediği za­man büyük güçlüklerle karşılaştı. O sırada parlamento eskiden olduğundan çok daha güçlüydü ve onayı olmadan kralın vergi koya­mayacağı geleneği yerleşmişti. Buna karşın I. Charles 1629-40 arasında ülkeyi tek başına yönetti, gelişigüzel vergiler koydu. İskoçya'ya karşı savaşabilmek için paraya gereksinimi olan Charles, yeni vergiler koyabilmek için parlamentoyu toplamak zorunda kaldı. 1641'de parlamento, kralın yolsuzluklarını ve yeni bir yönetim biçiminin gerektiğini halka açıkladı.
Kralı destekleyen Kralcılar ile parlamento­yu destekleyenler arasında 1642'de iç savaş başladı. Kralcıları daha çok soylu büyük top­rak sahipleri, parlamento yanlılarını ise güç­lenmekte olan sanayiciler, tüccarlar ve öteki halk kesimleri destekliyordu. Oliver Cromwell'in önderliğindeki parlamento ordusu sa­vaşı 1648'de kazandı; ertesi yıl kral yargılandı ve idam edildi. Cromwell 1649'da cumhuriyetin kurulduğunu açıkladı. II. Charles, babasının ölümü üzerine tahta geçmek için İskoçların yardımıyla sa­vaşmayı sürdürdüyse de 1651'de kesin olarak yenilgiye uğradı ve Fransa'ya kaçmak zorun­da kaldı.
Cromwell ülkede düzeni sağladı, İrlanda'yı yeniden fethetti ve İngiltere'nin gücünü ar­tırdı. O dönemde İngiltere'nin dünya ti­caretinde başlıca rakibi Hollanda'ydı. Crom­well yeni bir donanma yaptırdı ve Hollandalı­lara karşı başarıyla savaşmanın yanı sıra de­nizlerde de Hollandalılara yendi. Ne var ki, parlamentoda daha köktenci yenilikler getiril­mesini isteyenlere karşı, büyük tüccarlar ile toprak sahipleri birleşerek krallık yönetimini geri getirme kararı aldılar.
29 Mayıs 1660'ta, yurtdışında sürgünde olan II. Charles İngiltere'ye döndü ve taç giy­di. Bu olay restorasyon yani "eski duruma dönme" olarak bilinir. II. Charles ülkeyi par­lamentonun istekleriyle uyumlu bir biçimde yönetmeye çalıştı. 1685'te Charles ölünce ye­rine II. James geçti. James, İngiltere'yi parla­mentonun karşı koymasına karşın Katolik bir ülke yapma çabası sonucunda 1688'de İngilte­re'den kaçmak zorunda kaldı. 1689'da dama­dı William ve kızı Mary tahta çıktı.

1688 Devrimi
Parlamentonun direnmesi sonucunda II. James'in tahtı bırakmak zorunda kalması ve parlamentonun istediği doğrultuda hükümdar seçmesi, İngiltere tarihinde bir dönüm nokta­sı olarak kabul edilir ve 1688 "Şanlı Devrim" ya da "Kansız Devrim" olarak adlandırılır. William ve Mary'nin hangi koşullar altında kral ve kraliçe olacağını ortaya koyarak, par­lamento açıkça ülkenin gerçek gücü oldu. Hü­kümdarı, parlamento denetimi altına alan ku­rallar, Haklar Bildirisi olarak bilinir. 1689'da parlamentoda kabul edilen bu bildiriyi Wil­liam ve Mary de benimsedi. Buna göre bir hü­kümdar gelecekte parlamentonun onayı ol­madan vergi koyamayacak ve ordu kurama­yacaktı; ayrıca hiçbir Katolik yeniden kral ola­mayacaktı. Bu düzenleme günümüz İngiliz parlamenter sisteminin temelini oluşturur. Hükümdar anayasaya uygun olarak hükmet­mek zorunda olduğu için İngiltere bir meşruti monarşi ya da anayasal krallıktır.
Fransa o sırada İngiltere'nin ticarette ve de­nizlerdeki en büyük rakibiydi. William ile Mary ve 1702'de onların yerine geçen Mary'nin kız kardeşi Anne döneminde, İngiltere ile Hollanda Avrupa'da ve denizlerde üstünlüğü sağlamak amacıyla Fransa'ya karşı savaşta birlik oldular.

18. Yüzyıl

Kraliçe Anne döneminde İskoçya ile İngilte­re'nin bir bayrak altında tek bir parlamento tarafından yönetilmesi sağlandı. İskoçya ile İngiltere 1603'ten beri aynı kralı tanıyorlardı;
ama İskoçya'nın kendi parlamentosu vardı. 1707 Birleşme Yasası'yla İskoçya ile İngiltere bütünleşiyor, böylece ticaret için elverişli tek bir iç pazar kurulmuş oluyordu.
Yeni İngiliz parlamentosu iki partiye bö­lünmüştü. Whig'ler daha çok tüccar ve geliş­mekte olan sanayicilerin, Tory'ler ise büyük toprak sahiplerinin partisi durumundaydı.
1714'te Kraliçe Anne'nın ölümünden sonra Almanya'daki Hannover yöresinden George kral oldu; böylece Hanover hanedanı dönemi başladı.
Hannoverli krallar döneminde ülkeyi Whig'ler yönetti ve İngiltere'de kabine ya da bakanlar kurulu sisteminin temelleri atıldı.
1756–63 arasında İngiltere ile Fransa arasın­da süren Yedi Yıl Savaşı sonucunda İngiltere, Kanada ve Hindistan'daki Fransız bölgelerine egemen oldu; impa­ratorluğunun sınırlarını daha da genişletti.
Bu sırada İngilizlerin 17. yüzyıl başlarında Kuzey Amerika'da kurduğu 13 koloni, İngiliz parlamentosunda temsil edilmemelerine, İn­giltere'nin koyduğu ağır vergilere ve ticaret kısıtlamalarına karşı gelmeye başlamıştı. Amerikan Bağımsızlık Savaşı 1775'te başladı; 1783'te kazanıldı ve ABD'nin kuruluşuna ge­çildi.
Amerikan Bağımsızlık Savaşı yıllarının he­men öncesinde İngiltere'de tarihe Sanayi Devrimi olarak geçen önemli bir değişim sü­reci yaşanmaktaydı. Bu sürecin sonunda İn­giltere hem dünyanın ilk sanayileşen ülkesi, hem de 20. yüzyılın başlarına kadar dünyanın en güçlü devleti oldu. Sanayi Devrimi, büyük buluşların olduğu, atölye üretiminden fabrika üretimine geçildiği, İngiliz tarımının ve sana­yisinin dünya çapında üretim yapabilecek bir duruma geldiği bir dönemi kapsar.

19. Yüzyıl
1793'ten beri Fransa ile sürmekte olan savaş 1815'te sonuçlandıktan sonra İngiltere 1830'larda Sanayi Devrimi'nin ikinci büyük aşamasını gerçekleştirdi. Demiryolu yapımına başlandı, kömür, demir ve çelik sanayileri hızla gelişti.
1837–1901 arasındaki Kraliçe Victoria yö­netiminde Kırım Savaşı (1853–56), Hint Ayak­lanması (1857) ve Güney Afrika Savaşı (1899–1902) oldu.
1801'de İngiltere ile birleşen İrlanda'nın kendi parlamentosunu Dublin'de kurmak is­temesi 19. yüzyıl boyunca İngiltere'de buna­lım ve siyasal huzursuzluk yarattı.
İngiliz ticareti, tarımı ve sanayisi dünya ça­pında gelişmesini sürdürürken İngiliz hükü­meti bu kesimleri, çıkardığı koruyucu yasalar­la destekledi. İngiltere artık dünyanın en önemli sanayi merkeziydi ve mallarını satma­dığı yalnızca birkaç ülke kalmıştı. İngiltere sö­mürge pazarlarının mutlak egemeni olmasının yanı sıra, Osmanlı İmparatorluğu gibi bağımsız ülkelerin pazarlarını da serbest ticaret ant­laşmaları ve başka ayrıcalıklarla ele ge­çirdi.
Bu arada İngiliz adalarından milyonlarca insan kendilerine yeni bir yaşam biçimi bul­mak amacıyla Yeni Zelanda, Avustralya, Ka­nada ve ABD gibi ülkelere göç etti. Buna karşın 1820–80 arasında ülkede nüfus iki kat arttı.
Bu dönemde Charles Darwin ve Thomas Henry Huxley insan soyunun kökenleri üzeri­ne önemli düşünceler ileri sürdüler ve başka büyük bilimsel çalışmalar yapıldı. 19. yüzyılda İngi­liz sömürge imparatorluğu en geniş sınırlarına ulaştı. 20. yüzyılın başlarına gelindiğinde 46 milyon nüfusu olan İngiltere'nin 392 milyon kişinin yaşadığı 55 sömürgesi vardı.

Reformlar ve İşçi Hareketleri

19. yüzyılın ortalarına doğru sanayiciler ve tüccarlar ülke yönetiminde daha çok söz hak­kı isterlerken, çalışan kitleler de hem yaşam koşullarının düzeltilmesi, hem de siyasal ağır­lıklarını ortaya çıkarabilmek için örgütlenme­ye başladı. 1832 seçim yasası değişikliği gene çalışan kitleleri oy hakkından yoksun bırakı­yordu.
İşçilere oy hakkı verilmesini ve parlamen­toya girmelerini sağlamak amacıyla 1836'da Londra İşçiler Derneği kuruldu. Bu dernek bir dizi istemi dile getiren bir yasa tasarısı (charter) hazırladı ve mücadeleye başladı. Bu eyleme katılanlar Çartistler olarak anılır. Çartistler, emekçi sınıflar için daha iyi çalışma koşulları, daha yüksek ücret ve siyasal haklar istiyorlardı. Charter adlı yasa tasarısı altı mad­deden oluşuyordu: Herkese oy hakkı; gizli oy; seçim bölgelerinin adaletli bir biçimde bö­lünmesi; her bölgede oy verecek seçmen sayı­sında eşitlik sağlanması; mülk sahibi olma­yanlara da seçilme hakkı tanınması; parlamen­to üyelerine maaş bağlanması; parlamento­nun her yıl yenilenmesi.
Çartistler parlamentoya 1839'da hazırladık­ları Charter'ın yasalaştırılması istemiyle her yıl bir dilekçe sundular. Parlamento da dilek­çeleri sürekli olarak geri çevirdi. Bunun üzeri­ne Çartist hareket içerisinde şiddet kullan­maktan yana gruplar ortaya çıktı; ama bu gruplar fazla etkili olamadı. Güvenlik güçleri ise, şiddetten yana olmayan Çartistler'in eylemlerini zorbalıkla bastırmayı sürdürdü; bir­çok kişi öldürüldü ve önderleri hapse atıldı.
1848'de, Avrupa'yı kaplayan devrim dalga­sı sırasında Çartist hareket yeniden canlandı. 2 milyon kişinin imzasını taşıyan bir dilekçeyi sunmak üzere parlamento binasına doğru yürüyüşe geçen Çartistler kolluk kuvvetlerin­ce dağıtıldı. 1848'de Çartist hareketin etkisini yitirmesinden sonra nitelikli işçilerin kurduğu sendikalar ortaya çıktı.

20. Yüzyıl
1914'te İngiltere I. Dünya Savaşı'na girmek zorunda kaldı. Almanya'nın Belçika'yı istila etmesi üzerine İngiltere de Almanya'ya karşı savaş ilan etti; çünkü Belçika'nın saldırıya uğraması duru­munda, bu ülkeye yardım edeceğine söz ver­mişti. Avusturya-Macaristan ve Türkiye, Al­manya'nın; Fransa, İtalya, Rusya ve sonradan ABD, İngiltere'nin yanında yer aldı. 1918'de barış yapıldığında İngiltere yıkıma uğramıştı. İngiliz ticareti de büyük darbe yemişti. ABD' den çok büyük miktarlara ulaşan borç para ve yardım aldı.
Sonraki 20 yıl içinde savaşın etkileri sürdü, uzun işsizlik dönemleri yaşandı. 1926'da işçi­ler, kömür işçilerini desteklemek amacıyla ge­nel greve gittiler.
1920'lerde İrlanda sorunu bağımsız bir İr­landa Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla çözülmüş görünüyordu.
İngiltere I. Dünya Savaşı'nın sıkıntılı günle­rini tam atlatıyor gibiyken, Eylül 1939'da II. Dünya Savaşı başladı. Bu savaş Almanya'nın diktatörü Adolf Hitler'in Avru­pa'yı egemenliği altına almak istemesi sonucu çıkmıştı. Hitler Polonya'yı işgal edince, İngilte­re ile Fransa da Polonya'nın saldırıya uğraması durumunda savaşa katılacaklarını bildirdikle­rinden Almanya'ya karşı savaş ilan ettiler. Bu savaş 1945'e kadar sürdü. 1940'tan 1945'e kadar başbakanlık yapan Winston Churchill' in liderliği, savaşın kazanılmasında önem­li bir etkendi.
Ülkeyi 1945–51 arasında İşçi Partisi yönetti. Demiryolları, kömür ocakları, gaz ve elektrik sanayileri kamulaştırıldı ya da devlet denetimi altına alındı. Devlet, hastaneleri ve sağlık hiz­metlerini de üstlenerek sosyal yardıma başla­dı ve çalışan herkesin çalışma sürelerinin so­nunda emeklilik parası alması için hazırlıklar yaptı. Evsizliğin, işsizliğin ve yoksulluğun önlenmesi ge­rektiğini herkes anlamıştı, ama ne Muhafaza­kâr ne de İşçi Partisi hükümetleri bu sorunla­ra tam anlamıyla bir çözüm getirebildi.
1947'de Hindistan ve Pakistan, 1970'lerde de neredeyse bütün İngiliz Uluslar Topluluğu ülkeleri İngiltere'den koparak bağımsızlıkla­rını ilan edince, İngiliz yönetiminde yalnızca birkaç bölge kaldı. Batı Avrupa'yla bağlarını sağlamlaştırmaya çalışan İngiltere 1973'te Av­rupa Ekonomik Topluluğu'na katıldı.
İngiltere'nin başlıca sorunları ekonomisinin durumundan kaynaklanıyordu. Sanayisinin gelişme hızı, öbür sanayileşmiş ülkelerden da­ha yavaştı. Dış ticareti büyük kazanç getirmi­yordu. Eski teknolojiyle kurulmuş bulunan fabrikaların yenilenmesi gerekiyordu. Nükle­er enerji ve havacılık alanlarında olduğu gibi yeni teknolojilerin geliştirilmesine, Kuzey Denizi'nde doğal gaz ve petrol gibi yeni kay­nakların bulunmasına karşın bunlar 1980'lerin İngiltere'sinde işsizliğin ve ekonomik bunalı­mın giderilmesine yetmemiştir.
1979'dan beri iktidarda olan Muhafazakâr Parti ve Başbakan Margaret Thatcher 1989'da yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde ciddi bir yenilgiye uğradı. İşçi Partisi Muhafa­zakâr Parti'nin önüne geçerken, Yeşiller de yüzde 15 oy aldı. Bu sonuç öbür partilerin de çevre sorunlarına daha fazla eğilmelerine ne­den oldu. İşçi Partisi'nin başarısının altında, geleneksel politikalarından vazgeçerek dün­yadaki değişimlere uygun yeni politikalar benimsemesi yatıyordu. Muhafazakâr Parti'nin başarısızlığı ise serbest piyasa reformları­na dayalı ekonomik politikalarda, halkın hoş­nutsuzluğuna karşın direnmesinden kaynakla­nıyordu.
Partisi içinde gerekli desteği bulamayan Thatcher Kasım 1990'da görevinden ayrıldı. Yerine John Majör seçildi. Thatcher hüküme­tini güç durumda bırakan üç önemli sorun vardı: Gittikçe kötüleşen ekonomik durum, halkın şiddetli tepkisine neden olan baş vergi­si ve İngiltere ile Avrupa'nın gelecekteki iliş­kileri konusunda Muhafazakâr Parti içindeki görüş ayrılıkları.
Nelson Mandela'nın 1990'da serbest bırakıl­masının ardından, İngiltere Güney Afrika'ya karşı uygulamakta olduğu ekonomik yaptı­rımlara son verdi. Doğu Avrupa'daki demok­ratik değişimleri de destekleyen İngiltere, sa­vunma giderlerini kısmaya ve Almanya'daki asker sayısını azaltmaya karar verdi.
1991'de Başbakan John Majör Muhafaza­kâr Parti'nin halk arasındaki saygınlığını artır­maya çalıştı. Majör, Thatcher'dan oldukça zor sorunlar devralmıştı. Yürürlükte kalacağı iki yıl süresince baş vergisinin doğurduğu tep­kileri en aza indirme sorunu gündemdeydi. Sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesinin yarat­tığı tepkilerin yatıştırılması ve ekonominin ye­niden sağlığına kavuşturulması gerekiyordu. Majör ayrıca, Thatcher'ın Avrupa Topluluk­ları (AT) konusunda izlediği uzlaşmaz tutu­mun yarattığı sorunları da çözmek zorunday­dı. Aralık 1991'deki Maastricht Doruğu'nda Majör İngiltere lehine ödünler koparmayı ba­şardı ve AT ile gerginliği yumuşattı. Körfez Savaşı sırasında İngiltere bölgeye 45 bin asker göndererek Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) ardından ikinci sırayı aldı.
Nisan 1992'deki seçimleri, birçok siyasal gözlemcinin beklentisinin tersine, Muhafaza­kâr Parti kazandı. Ekonomik durgunluk 1992'de de sürdü. Faiz oranları yükseldi. İş­sizlik oranı yüzde 10'un üzerindeydi. Avrupa'daki para bunalımı İngiltere'yi de etkiledi. Sonunda, İngiliz Sterlini, Ekim 1990'da katıl­dığı Avrupa Para Sistemi döviz kuru mekaniz­masından Eylül 1992'de ayrılmak zorunda kaldı. Kasımda parlamentoda yapılan oyla­mada hükümetin Avrupa politikası yalnız üç oy farkla onaylandı. İngiltere Ocak 1993'te, ABD ve Fransa'nın yanı sıra, Birleşmiş Mil­letler kararlarına uymadığı gerekçesiyle, Irak'ın havadan bombardımanına katıldı.
1992 İngiliz kraliyet ailesi için kötü bir yıl oldu. Prens Andrew eşinden ayrılırken, Prens Charles ile Prenses Diana'nın ayrı yaşayacakla­rı açıklandı. Prenses Anne de eşinden ayrılıp yeniden evlendi. Kasımda çıkan bir yangında ise Windsor Şatosu büyük hasar gördü.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!