İngiltere Tarihi
MsXLabs.org & Temel Britannica
İngiltere'nin tarihi, bir ada olmasından sonra başlar. Günümüzden 8.000 yıl önce Buzul Çağı'nın son döneminde, Avrupa'nın büyük bir bölümünü yüzyıllar boyunca kaplayan buz tabakaları erimeye başladı ve denizler genişleyip taştı. Kuzey Denizi giderek batıya, Avrupa kıtasını İngiltere'ye bağlayan ağaçlı bataklıklarla kaplı düzlük topraklara doğru akarak, günümüzde Manş Denizi olarak adlandırılan sularla birleşti; böylece İngiltere'nin Avrupa kıtasıyla bağlantısı koptu.
Buzul Çağı'nın son döneminde, İngiltere'nin buzla kaplı kıyılarının ötesinde, daha güneydeki bölgeleri, çıplak düzlüklerdi. Buralarda ok, mızrak, olta ve ağ kullanmakta usta olan küçük avcı ve balıkçı toplulukları bizon, rengeyiği, yabanıl at ve öbür hayvanları avlardı. İklimin yumuşamasıyla birlikte, hemen hemen her yer ormanlarla kaplandı. Bunlar önceleri, günümüzde Avrupa'nın kuzey bölgelerini kaplamakta olanlar gibi çam ormanlarıydı. Ama zaman içinde iklim daha nemli olunca, çamların yerini meşe ve karaağaçlar aldı.
Çiftçiliğin Başlaması
Günümüzden 5.000–6.000 yıl önce İngiltere' ye yeni insanların gelmesiyle birlikte bir değişim başladı. Yeni gelenlerin bir bölümü Güney İngiltere'ye; bir bölümü de batı kıyılarına ve İrlanda'ya ulaştı. Göçmenlerin kayıklarında kadın, erkek ve çocukların yanı sıra inek, koyun ve domuzlar vardı. Kayıkların deri torbalara konmuş mısır tohumuyla yüklü olduğu sanılmaktadır.
İngiltere'de ilk kez ormanlık olmayan topraklara yerleşerek toprağı işlemeye başlayan bu göçmenler taş, kemik ve tahtadan yapılmış aletler kullanıyorlardı. Ama, ağaçları kesebilecekleri iyi baltalara da gereksinim duyuyorlardı. Tahıl üretebilmek, kulübelerini yapabilmek için toprağı ağaçtan arındırmak zorundaydılar. Toprak yüzeyinden çok derindeki tebeşir katmanında gömülü bulunan çakmaktaşı, balta yapımı için en uygun gereçti. İnsanlar buna ulaşabilmek için kömür madencilerinin toprakaltındaki kömür damarını izledikleri gibi tebeşir katmanı boyunca toprağı kazdıktan sonra, çakmaktaşı yatakları boyunca uzanan tüneller açmaya başladılar. Bu işlerin tümünü geyik boynuzundan yapılmış keserler ve öküzlerin kürek kemiklerinden yapılmış kama ve küreklerle yapıyorlardı. Madencilerin diz çökerek çalıştıkları ve büyük çakmaktaşı kütlelerini çıkarmak için çok çaba harcadıkları karanlık tüneller, tebeşirden oyulan ve hayvansal yağla doldurulan lambalarla loş bir biçimde aydınlatılıyordu. Dağlık bölgelerde ise aletler çakmaktaşı yerine sert kayalardan yapılmaya başlandı. Maden ve taşocakları yörelerinde yapılan baltalar, ülkenin öteki bölümlerinde yaşayan çiftçilerin ürünleriyle takas edilirdi.
Çiftçiler ölüleri için çok büyük mezarlar yaptılar. Bunlar aynı zamanda dinsel törenlerin yapıldığı yerlerdi. Törenler ölülerin bir gün yeniden doğacağı düşünülerek düzenlendiği gibi ekinlerin büyümesi ve hayvan sürülerinin artması için de yapılırdı.
Taş kullanan çiftçiler çanak çömlek yapmayı biliyorlardı. Dokuma yapmayı bilmeleri de olasıdır; çünkü onların yerleşimlerinde kumaşa rastlanmamakla birlikte, dokuma tarakları bulunmuştur.
Bu ilk çiftçilerin çabalarının üzerinden yaklaşık 2.000 yıl geçtikten sonra İngiltere'nin görünümü değişmeye başladı. Yüksek bölgelerin çoğu, özellikle tebeşir katmanlarının bulunduğu yöreler neredeyse tümüyle ağaçtan arındırıldı.
Tunç Kullanan İnsanlar
İÖ 2500 yıllarında tunçtan alet ve silah yapmayı bilen yeni bir grup İngiltere'ye geldi. Bunlar, batı kıyılarına giden uzun denizyolunu izlemediler; güney ve doğuda pek çok yere çıktılar. Tunçtan yapılma silahlarıyla çiftçileri yenerek köleleştirdikleri sanılmaktadır. İrlanda, Kuzey Galler ve İskoçya'da bakır; Cornwall'da kalay madenleri işleten bu Tunç Çağı insanları, İrlanda'daki Wicklow Dağları'ndaki derelerin sularından altın elde edebiliyorlardı. Madencilik hızla gelişti ve birkaç yüzyıl içinde Avrupa'ya metal eşya satılmaya başlandı. Tunçtan sağlam ve iyi tasarlanmış balta, mızrak, bıçak ve hançerler yapıldı; kuyumcular da burma altından ve kehribardan görkemli gerdanlıklar yaptılar. Tunç kullananların giysileri yünlü dokuma ve ketendendi.
Yeni becerilerin gelişmesi ve yabancı ülkelerle ticaretin başlaması gündelik yaşamı fazla değiştirmedi. İnsanların çoğu gene tepelik bölgelerde sığır, koyun ve domuz besledi; ilkel bir biçimde tahıl üretti. Çünkü tunç az bulunan pahalı bir madendi ve çoğunlukla silah yapımında kullanıldı.
Tunçtan silah kullanan bu insanların İngiltere'de yarattıkları en büyük değişiklik dinsel alanda olmuştur. Dinleri ve törenleri ilk çift-çilerinkinden farklı olan bu insanlar ölülerini toprak ve taşlardan oluşturulmuş, höyük denen yuvarlak tepelerin altına gömüyorlardı. Bunların bazıları çok büyüktü ve içlerine ölüye yeni yaşamında eşlik etmeleri amacıyla her türlü yiyecek, silah ve süs eşyası konuyordu. Tunç kullanan insanlar, dinsel törenlerini çiftçilerin yaptığı gibi gömü alanlarında yapmayıp, bu amaç için çok büyük taşlardan ya da tahta kazıklardan oluşan daire biçimli yerler yaptılar. Bunlar tanrılarına tapındıkları tapınaklardı.
Keltler Geliyor
İngiltere'ye daha önce gelen çiftçiler ile onları egemenlikleri altına alan daha sonra gelenler çoktan kaynaşıp, tek bir halk haline gelmişken, İÖ 1000 yıllarında yeni istilalar başladı. Bu tarihlerde Avrupa'daki pek çok halk başka istilacıların yurtlarını ele geçirmeleri yüzünden yaşadıkları toprakları terk etmek zorunda kalıyordu. Keltler de bu tür yurtsuz kalmış insanlardı. Keltler bazen yaşayacak toprak elde edebilmek için savaşmak zorunda kaldılar; bazen de yüzyıllardan beri o yörelerde yaşayan insanların yanına barış içinde yerleştiler. Gal ve Kelt dillerinin ilk biçimlerini onlar oluşturdular. Daha sonra Anglosaksonlar'ın Keltler'in yerini aldıkları İngiltere'de bugün bile pek çok ırmak, kent, köy ve dağ adı eski Kelt dilinden gelme sözcüklerdir.
İlk Kelt istilacılar alet ve silah yapımında tunç kullanmayı sürdürürlerken, İÖ 500 yıllarından sonra gelenler, beraberlerinde demirden eşya yapma bilgi ve tekniğini de getirdiler. Britonlar olarak adlandırılan bu Keltler savaşçı insanlardı. Kabileler sık sık birbiriyle savaşıyor ve öbür kabilelerin sığırlarını kaçırmak için gözü pek akınlar düzenliyordu. Büyük ve özenle yapılmış kaleleri, bunların üst düzeyde örgütlenmiş topluluklar olduğunu göstermektedir. Briton şeflerin en değerli hazineleri, hepsi de güzel şekillerle süslenmiş olan miğfer, kalkan ve kılıçlarıydı.
Britonlar, savaşçılıklarının yanı sıra çiftçilikte de başarılıydılar. Öküzlerin çektiği sabanlar ve ormanlık bölgede tarım alanı açabilmek için balta, orak, tırpan gibi demirden yapılma yeni aletler kullanarak, eski tarım yöntemlerini bütünüyle değiştirdiler. Eski çiftçiler, gereksinimlerini karşılayacak miktarda ekini küçük tarlalarda yetiştirir ve toprak verimsizleştiğinde yeni bir tarlaya geçerlerdi. Oysa Britonlar'la birlikte yerleşik tarıma geçildi. Çiftlik yapıları görevi gören yuvarlak kulübeler yapıldı. Bu yapılar çok basit bir biçimde yapılmış olmalarına karşın yüzyıllar boyunca ayakta kalabilecek kadar dayanıklıydı.
Romalılar Dönemi
Roma ordusu İS 43'te İngiltere'ye saldırdığında Britonlar köylerde ve tepelerdeki kalelerde çiftçilik yapıyor ve savaşıyorlardı. Romalılar Jül Sezar döneminden beri İngiltere'yi imparatorluklarına katmak istiyorlardı. Jül Sezar'ın ordusu, bu olaydan 100 yıl önce adada savaşmıştı. İmparator Claudius'un döneminde Romalılar adayı güçlü bir ordu ile işgal ettiler; ülkenin güneyini ve orta bölgelerini birkaç yıl içinde ele geçirdiler. Birbirine düşman olan Briton kabileleri, Romalılara karşı birleşemedi. Galler ve kuzeydeki kabileler uzun bir süre direndilerse de sonunda boyun eğdiler. Tyne Irmağı'nın ağzından Sohvay Körfezi'ne doğru İngiltere'nin kuzeyinde uzanan Hadrianus Duvarı adlı büyük taş duvar, Romalıların İskoçya'daki kabilelere karşı savundukları sınırı günümüzde de belirlemektedir.
Romalılar, Londra'yı eyalet merkezi yaptı ve ülkenin öbür bölgelerini birbirine bağlayan yolları Londra'dan geçirdiler. İngiltere'de Roma kentleri kuruldu. Önemli kentlerin hepsinde düzenli bir pazaryeri, belediye sarayı, genel hamam, oyun ve gösteriler için bir amfitiyatro bulunuyordu.
Bu dönemde kırsal bölgelerdeki eski kaba görünümlü ahşap çiftlik evleri, yerlerini zarif villalara ya da malikânelere bıraktı. Bakımlı tarım alanlarının ortasında yer alan villaların çoğunda merkezi ısıtma, cam pencereler, alçı duvarlar vardı; evlerin zeminleri mozaikle kaplıydı. Roma egemenliği altında birkaç kuşak boyu yaşadıktan sonra Britonlar da bu yeni yaşam biçimini benimsediler.
Tüm bu değişikliklere karşın daha yoksul çiftçilerin yaşamı eskisi gibi sürdü. Romalılar tarım yöntemlerine fazla yenilik getirmedilerse de iyi yönetimlerinin ve adada barışı sağlamalarının nüfus artışına katkısı oldu. Ne var ki, İS 5. yüzyılda Roma İmparatorluğu'nun çökmesiyle birlikte İngiltere'deki tarım sistemi de çöktü. Bir zamanlar ekilip, biçilen alanlara yabanıl hayvanlar geri döndü.
Anglosaksonlar
İngiltere'nin Kral ve Kraliçeleri
Britonlar yeni istilalara karşı savunmalarının sağlanması için Saksonlar'ı paralı asker olarak tuttular ve bunların hizmetlerinin karşılığını toprak vererek ödediler. Saksonlar bu yolla, Kent, Essex, Doğu Anglia ve Doğu Lincolnshire'in büyük bölümünü ele geçirdiler. İS 600 yıllarına gelindiğinde, Güney ve Orta İngiltere'nin pek çok yöresi Angıl ve Saksonlar'ın eline geçmiş bulunuyordu.
Anglosaksonlar'ın döneminde İngiltere bir kez daha her birini bir başka kabile önderinin yönettiği küçük devletlere bölündü. Bazı Angıllar'ın yerleştiği topraklar Doğu Anglia adını aldı. Angıllar ayrıca ülkenin bütününe de adlarını verdiler. Halkın birçoğunun Hıristiyanlık dinini kabul etmesi de bu döneme rastlar.
Zamanla bazı kabile başkanları çevrelerinde yaşayan öteki kabile başkanlarından daha güçlü bir duruma geldi ve daha az güçlü olan komşu kabile devletleri üzerinde bir tür egemenlik kurdu. Mercia Kralı Offa (757–796) ve 802'de Wessex kralı olan Egbert, bütün öteki İngiliz kralları üzerinde bir güç kazanan ilk krallar oldular. Ama ilk gerçek İngiliz kralı, 871'de Wessex kralı olan ve 886'da bütün İngiltere'nin kralı olduğu kabul edilen Alfred' dir.
Danlar, Norveçliler ve Normanlar
Danlar'ın ya da Danimarkalılar'ın istilası 8. yüzyıl sonunda akınlar biçiminde başladı; 865'te "Büyük Ordu" karaya çıktı; askerleri Kuzey ve Doğu İngiltere'ye yerleştiler. Yalnızca Wessex, Danlar'ın istilasından kendini koruyabildi. Kral Alfred bir donanma kurdu; orduyu yeniden düzenledi ve sınırlarda kaleler kurarak yalnızca Wessex'i savunmakla kalmadı, 886'da Londra'yı da geri aldı; Danlar'ı barış yapmak zorunda bıraktı. Alfred'den sonra gelen güçlü Wessex kralları daDanlar'ın elindeki toprakların büyük bölümünü geri aldılar. Son büyük Batı Sakson Kralı Barışçı Edgar'ın 975'te ölümünden sonra, zayıf ve güvenilmez bir insan olan Kral Ethelred yönetimindeki Wessex, yeni Dan akınlarına karşı koyamadı. Danlar tüm ülkeye egemen oldular; Kral Canute aynı zamanda İngiltere, Danimarka ve Norveç kralı oldu. Ama onun ölümünden sonra İngiltere yeniden Sakson yönetimine girdi.
10. yüzyılın başından başlayarak Norveçliler, İngiltere'yi istilaya giriştiler. Bu istilacılar İrlanda'dan İngiltere'nin kuzeybatısına geldiler. Danlar İngiltere'ye geldiği sırada onlar da İrlanda'ya yerleşmişlerdi. Norveçli istilacılar, İngiltere'de başkenti York olan bir krallık kurdular.
1066'da sonuncu istila oldu. Normandiya Dükü William ordusuyla birlikte güneydoğu kıyısındaki Pevensey'e çıktı ve çok geçmeden İngiltere Kralı Harold'u Hastings Savaşı'nda yendi. Topraklar İngiliz soylularından alınarak Norman lordlarına verildi. Bütün İngiliz halkı kendi ülkesinde ikinci sınıf insanlar oldu.
Ortaçağ
William ve onu izleyenler İngiltere'yi, krala hizmet edeceklerine söz vermeleri karşılığında kendilerine toprak verdikleri büyük lordlar eliyle yönettiler. Bu sistem feodalizm olarak adlandırılır.
Norman istilasından 400 yıl sonra, yeni bir istila olmadığı halde birçok savaş yapılan bir dönem yaşandı. İngiltere Fransa'nın sorunlarına karıştı çünkü Norman istilasından sonraki İngiliz kralları aynı zamanda Fransa'daki Normandiya'nın düküydüler. İngiltere kralları 1204'te Normandiya'yı yitirdiler; ama o sırada Fransa'nın güneybatısında başka topraklara sahip oldukları için Fransa'nın işlerine karışmayı sürdürdüler. 1453'e gelindiğinde Yüz Yıl Savaşları'nda İngiltere bir dizi zafer kazanmış olmasına karşın Calais dışında Fransa'daki bütün topraklarını kaybetti. Bu arada İngiltere, Gal-ler'i, İrlanda'yı ve İskoçya'yı işgal etmek için de savaşlara girişti. Ama bu ülkelerin İngiltere'yle bütünüyle birleşmeleri daha sonraki yıllarda oldu.
Zamanla Normanlar ile İngilizler arasındaki farklılıklar kaybolmaya başladı. Normanlar İngilizlerle evlendiler ve iki halk tek bir İngiliz halkına dönüştü. Bazen krallar, büyük soylular ve kilise arasında siyasal güç elde etmek amacıyla mücadeleler oldu. II. Henry gibi güçlü krallar, baronlar üzerindeki denetimlerini artırdı; ama kiliseye karşı başarılı olamadılar. 1215'te baronlar, Kral John'a Magna Carta adlı belgeyle haklarını kabul ettirdiler. Böylece kralın mutlak yönetimine bazı sınırlamalar getirilmiş oldu.
Norman istilasından sonra 400 yıl boyunca İngiltere, Fransa'ya karşı yapılan savaşlara karşın, barış ve refah dönemleri yaşadı. Büyük şatolar, malikâneler, katedraller, manastırlar yapıldı.
Bu dönem kentlerde, ticaret ve mal üretimini denetimleri altında tutan loncalar çağıydı. Avrupa'ya yün satılıp karşılığında şarap ve öteki mallar alındığı için Avrupa ile yakın bağlar kuruldu.
14.yüzyılın ortasında İngiltere halkının üçte birini öldüren korkunç bir veba salgını olan Kara Ölüm, zengini de yoksulu da aynı biçimde etkiledi ve geriye toprağı işlemeye yetmeyecek kadar az insan bıraktı. Ansızın ortaya çıkan bu çalışacak insan kıtlığı, özgürlük ve yaşamaları için gerekli olan geliri kazanmak amacıyla mücadele eden köylülerin isteklerini ortaya koymalarına yardımcı oldu. 1381 köylü ayaklanması köylülerin ne kadar zor koşullarda yaşadıklarını gösterdi.
15.yüzyılda 30 yıl süren Güller Savaşı boyunca Lancaster hanedanı ile York hanedanı İngiltere tahtına geçmek için mücadele etti. Savaşın sonunda, 1485'te Henry Tudor, VII. Henry olarak tahta çıktı. Ülkenin orta sınıflarının ve tüccarların desteğini sağladı; kendi de büyük bir servet edindi. Soyluların gücünü sınırlandıran Henry, oğlu VIII. Henry'ye güçlü bir krallık bıraktı.
Reform Hareketi ve Elizabeth Dönemi
VIII. Henry ile birlikte İngiltere'nin Avrupa'nın etkili bir gücü olma dönemi başladı. Eskiden İngiltere'nin Avrupa'daki gücünün bir bölümü Fransa'da büyük topraklara sahip olmasından kaynaklanıyordu. VIII. Henry döneminde bu topraklar kaybedilmişti, ama İngiltere'nin gücü artık gelişmekte olan sanayisine ve ticaretine dayanıyordu.
16. yüzyıl boyunca Tudor hükümdarları Katolik Kilisesi'ne ve İspanya'ya karşı koyabilecek kadar güçlüydüler. Reform denen altüst oluş Avrupa'yı sarsarken VIII. Henry de papa ile anlaşmazlık içindeydi. Kral bir veliaht sahibi olmak amacıyla yeniden evlenmek üzere Kraliçe Catherine'den boşanmak istiyordu. Papanın bunu onaylamaması üzerine Henry, İngiltere Kilisesi'nin başkanlığını kendi üzerine aldı. Çok geçmeden de manastırların topraklarına ve mallarına el koydu. Manastır topraklarını taşra orta sınıfına ve tüccarlara sattı.
Dış ilişkilerinde, birbirine düşman olan Fransa ile İspanya arasında bir denge siyaseti güttü; bazen birini, bazen de ötekini destekledi. Onların kendisine karşı birleşebileceklerini gördüğü zaman büyük gemiler yaptırarak İngiltere'nin gücünü artırdı. Ondan sonra tahta geçen oğlu, 16 yaşında ölen VI. Edward döneminde aşırı Protestanlar denetimi ele geçirdiler. Ama onun yerine geçen Mary, Katolik inancının yaygınlaşmasını sağladı.
Henry'nin küçük kızı Elizabeth 1558'de tahta çıkınca, geçmiş yılların dinsel kavgalarını unutturmak için bu konularda ılımlı bir yol izledi ve güçlü bir yönetim kurdu.
Bu dönemde İngiliz denizciler İspanyol kalyonlarını yağmaladılar. Karayib Denizi ve Amerika'daki İspanyol kolonilerine saldırdılar; Kuzey Amerika'da İngiliz kolonileri kurmaya çalıştılar. 1588'de İspanya Kralı Felipe, İngiltere'yi işgal etmek üzere büyük bir donanma gönderdiği zaman, daha küçük İngiliz donanması karşısında yenildi.
Elizabeth dönemi, yaratılan müzik ve edebiyat yapıtlarıyla ve hepsinden çok da William Shakespeare'in oyunlarıyla ünlüdür.
İç Savaş ve Restorasyon
I. Elizabeth 1603'te ölünce, çocuğu olmadığı için kuzeni İskoçya Kralı VI. James, I. James adıyla İngiltere ve İrlanda kralı oldu. O ve ondan sonra 1625'te tahta çıkan I. Charles parlamento ile anlaşmazlığa düştüler ve Charles parlamento dışı bir yönetimi denediği zaman büyük güçlüklerle karşılaştı. O sırada parlamento eskiden olduğundan çok daha güçlüydü ve onayı olmadan kralın vergi koyamayacağı geleneği yerleşmişti. Buna karşın I. Charles 1629-40 arasında ülkeyi tek başına yönetti, gelişigüzel vergiler koydu. İskoçya'ya karşı savaşabilmek için paraya gereksinimi olan Charles, yeni vergiler koyabilmek için parlamentoyu toplamak zorunda kaldı. 1641'de parlamento, kralın yolsuzluklarını ve yeni bir yönetim biçiminin gerektiğini halka açıkladı.
Kralı destekleyen Kralcılar ile parlamentoyu destekleyenler arasında 1642'de iç savaş başladı. Kralcıları daha çok soylu büyük toprak sahipleri, parlamento yanlılarını ise güçlenmekte olan sanayiciler, tüccarlar ve öteki halk kesimleri destekliyordu. Oliver Cromwell'in önderliğindeki parlamento ordusu savaşı 1648'de kazandı; ertesi yıl kral yargılandı ve idam edildi. Cromwell 1649'da cumhuriyetin kurulduğunu açıkladı. II. Charles, babasının ölümü üzerine tahta geçmek için İskoçların yardımıyla savaşmayı sürdürdüyse de 1651'de kesin olarak yenilgiye uğradı ve Fransa'ya kaçmak zorunda kaldı.
Cromwell ülkede düzeni sağladı, İrlanda'yı yeniden fethetti ve İngiltere'nin gücünü artırdı. O dönemde İngiltere'nin dünya ticaretinde başlıca rakibi Hollanda'ydı. Cromwell yeni bir donanma yaptırdı ve Hollandalılara karşı başarıyla savaşmanın yanı sıra denizlerde de Hollandalılara yendi. Ne var ki, parlamentoda daha köktenci yenilikler getirilmesini isteyenlere karşı, büyük tüccarlar ile toprak sahipleri birleşerek krallık yönetimini geri getirme kararı aldılar.
29 Mayıs 1660'ta, yurtdışında sürgünde olan II. Charles İngiltere'ye döndü ve taç giydi. Bu olay restorasyon yani "eski duruma dönme" olarak bilinir. II. Charles ülkeyi parlamentonun istekleriyle uyumlu bir biçimde yönetmeye çalıştı. 1685'te Charles ölünce yerine II. James geçti. James, İngiltere'yi parlamentonun karşı koymasına karşın Katolik bir ülke yapma çabası sonucunda 1688'de İngiltere'den kaçmak zorunda kaldı. 1689'da damadı William ve kızı Mary tahta çıktı.
1688 Devrimi
Parlamentonun direnmesi sonucunda II. James'in tahtı bırakmak zorunda kalması ve parlamentonun istediği doğrultuda hükümdar seçmesi, İngiltere tarihinde bir dönüm noktası olarak kabul edilir ve 1688 "Şanlı Devrim" ya da "Kansız Devrim" olarak adlandırılır. William ve Mary'nin hangi koşullar altında kral ve kraliçe olacağını ortaya koyarak, parlamento açıkça ülkenin gerçek gücü oldu. Hükümdarı, parlamento denetimi altına alan kurallar, Haklar Bildirisi olarak bilinir. 1689'da parlamentoda kabul edilen bu bildiriyi William ve Mary de benimsedi. Buna göre bir hükümdar gelecekte parlamentonun onayı olmadan vergi koyamayacak ve ordu kuramayacaktı; ayrıca hiçbir Katolik yeniden kral olamayacaktı. Bu düzenleme günümüz İngiliz parlamenter sisteminin temelini oluşturur. Hükümdar anayasaya uygun olarak hükmetmek zorunda olduğu için İngiltere bir meşruti monarşi ya da anayasal krallıktır.
Fransa o sırada İngiltere'nin ticarette ve denizlerdeki en büyük rakibiydi. William ile Mary ve 1702'de onların yerine geçen Mary'nin kız kardeşi Anne döneminde, İngiltere ile Hollanda Avrupa'da ve denizlerde üstünlüğü sağlamak amacıyla Fransa'ya karşı savaşta birlik oldular.
18. Yüzyıl
Kraliçe Anne döneminde İskoçya ile İngiltere'nin bir bayrak altında tek bir parlamento tarafından yönetilmesi sağlandı. İskoçya ile İngiltere 1603'ten beri aynı kralı tanıyorlardı;
ama İskoçya'nın kendi parlamentosu vardı. 1707 Birleşme Yasası'yla İskoçya ile İngiltere bütünleşiyor, böylece ticaret için elverişli tek bir iç pazar kurulmuş oluyordu.
Yeni İngiliz parlamentosu iki partiye bölünmüştü. Whig'ler daha çok tüccar ve gelişmekte olan sanayicilerin, Tory'ler ise büyük toprak sahiplerinin partisi durumundaydı.
1714'te Kraliçe Anne'nın ölümünden sonra Almanya'daki Hannover yöresinden George kral oldu; böylece Hanover hanedanı dönemi başladı.
Hannoverli krallar döneminde ülkeyi Whig'ler yönetti ve İngiltere'de kabine ya da bakanlar kurulu sisteminin temelleri atıldı.
1756–63 arasında İngiltere ile Fransa arasında süren Yedi Yıl Savaşı sonucunda İngiltere, Kanada ve Hindistan'daki Fransız bölgelerine egemen oldu; imparatorluğunun sınırlarını daha da genişletti.
Bu sırada İngilizlerin 17. yüzyıl başlarında Kuzey Amerika'da kurduğu 13 koloni, İngiliz parlamentosunda temsil edilmemelerine, İngiltere'nin koyduğu ağır vergilere ve ticaret kısıtlamalarına karşı gelmeye başlamıştı. Amerikan Bağımsızlık Savaşı 1775'te başladı; 1783'te kazanıldı ve ABD'nin kuruluşuna geçildi.
Amerikan Bağımsızlık Savaşı yıllarının hemen öncesinde İngiltere'de tarihe Sanayi Devrimi olarak geçen önemli bir değişim süreci yaşanmaktaydı. Bu sürecin sonunda İngiltere hem dünyanın ilk sanayileşen ülkesi, hem de 20. yüzyılın başlarına kadar dünyanın en güçlü devleti oldu. Sanayi Devrimi, büyük buluşların olduğu, atölye üretiminden fabrika üretimine geçildiği, İngiliz tarımının ve sanayisinin dünya çapında üretim yapabilecek bir duruma geldiği bir dönemi kapsar.
19. Yüzyıl
1793'ten beri Fransa ile sürmekte olan savaş 1815'te sonuçlandıktan sonra İngiltere 1830'larda Sanayi Devrimi'nin ikinci büyük aşamasını gerçekleştirdi. Demiryolu yapımına başlandı, kömür, demir ve çelik sanayileri hızla gelişti.
1837–1901 arasındaki Kraliçe Victoria yönetiminde Kırım Savaşı (1853–56), Hint Ayaklanması (1857) ve Güney Afrika Savaşı (1899–1902) oldu.
1801'de İngiltere ile birleşen İrlanda'nın kendi parlamentosunu Dublin'de kurmak istemesi 19. yüzyıl boyunca İngiltere'de bunalım ve siyasal huzursuzluk yarattı.
İngiliz ticareti, tarımı ve sanayisi dünya çapında gelişmesini sürdürürken İngiliz hükümeti bu kesimleri, çıkardığı koruyucu yasalarla destekledi. İngiltere artık dünyanın en önemli sanayi merkeziydi ve mallarını satmadığı yalnızca birkaç ülke kalmıştı. İngiltere sömürge pazarlarının mutlak egemeni olmasının yanı sıra, Osmanlı İmparatorluğu gibi bağımsız ülkelerin pazarlarını da serbest ticaret antlaşmaları ve başka ayrıcalıklarla ele geçirdi.
Bu arada İngiliz adalarından milyonlarca insan kendilerine yeni bir yaşam biçimi bulmak amacıyla Yeni Zelanda, Avustralya, Kanada ve ABD gibi ülkelere göç etti. Buna karşın 1820–80 arasında ülkede nüfus iki kat arttı.
Bu dönemde Charles Darwin ve Thomas Henry Huxley insan soyunun kökenleri üzerine önemli düşünceler ileri sürdüler ve başka büyük bilimsel çalışmalar yapıldı. 19. yüzyılda İngiliz sömürge imparatorluğu en geniş sınırlarına ulaştı. 20. yüzyılın başlarına gelindiğinde 46 milyon nüfusu olan İngiltere'nin 392 milyon kişinin yaşadığı 55 sömürgesi vardı.
Reformlar ve İşçi Hareketleri
19. yüzyılın ortalarına doğru sanayiciler ve tüccarlar ülke yönetiminde daha çok söz hakkı isterlerken, çalışan kitleler de hem yaşam koşullarının düzeltilmesi, hem de siyasal ağırlıklarını ortaya çıkarabilmek için örgütlenmeye başladı. 1832 seçim yasası değişikliği gene çalışan kitleleri oy hakkından yoksun bırakıyordu.
İşçilere oy hakkı verilmesini ve parlamentoya girmelerini sağlamak amacıyla 1836'da Londra İşçiler Derneği kuruldu. Bu dernek bir dizi istemi dile getiren bir yasa tasarısı (charter) hazırladı ve mücadeleye başladı. Bu eyleme katılanlar Çartistler olarak anılır. Çartistler, emekçi sınıflar için daha iyi çalışma koşulları, daha yüksek ücret ve siyasal haklar istiyorlardı. Charter adlı yasa tasarısı altı maddeden oluşuyordu: Herkese oy hakkı; gizli oy; seçim bölgelerinin adaletli bir biçimde bölünmesi; her bölgede oy verecek seçmen sayısında eşitlik sağlanması; mülk sahibi olmayanlara da seçilme hakkı tanınması; parlamento üyelerine maaş bağlanması; parlamentonun her yıl yenilenmesi.
Çartistler parlamentoya 1839'da hazırladıkları Charter'ın yasalaştırılması istemiyle her yıl bir dilekçe sundular. Parlamento da dilekçeleri sürekli olarak geri çevirdi. Bunun üzerine Çartist hareket içerisinde şiddet kullanmaktan yana gruplar ortaya çıktı; ama bu gruplar fazla etkili olamadı. Güvenlik güçleri ise, şiddetten yana olmayan Çartistler'in eylemlerini zorbalıkla bastırmayı sürdürdü; birçok kişi öldürüldü ve önderleri hapse atıldı.
1848'de, Avrupa'yı kaplayan devrim dalgası sırasında Çartist hareket yeniden canlandı. 2 milyon kişinin imzasını taşıyan bir dilekçeyi sunmak üzere parlamento binasına doğru yürüyüşe geçen Çartistler kolluk kuvvetlerince dağıtıldı. 1848'de Çartist hareketin etkisini yitirmesinden sonra nitelikli işçilerin kurduğu sendikalar ortaya çıktı.
20. Yüzyıl
1914'te İngiltere I. Dünya Savaşı'na girmek zorunda kaldı. Almanya'nın Belçika'yı istila etmesi üzerine İngiltere de Almanya'ya karşı savaş ilan etti; çünkü Belçika'nın saldırıya uğraması durumunda, bu ülkeye yardım edeceğine söz vermişti. Avusturya-Macaristan ve Türkiye, Almanya'nın; Fransa, İtalya, Rusya ve sonradan ABD, İngiltere'nin yanında yer aldı. 1918'de barış yapıldığında İngiltere yıkıma uğramıştı. İngiliz ticareti de büyük darbe yemişti. ABD' den çok büyük miktarlara ulaşan borç para ve yardım aldı.
Sonraki 20 yıl içinde savaşın etkileri sürdü, uzun işsizlik dönemleri yaşandı. 1926'da işçiler, kömür işçilerini desteklemek amacıyla genel greve gittiler.
1920'lerde İrlanda sorunu bağımsız bir İrlanda Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla çözülmüş görünüyordu.
İngiltere I. Dünya Savaşı'nın sıkıntılı günlerini tam atlatıyor gibiyken, Eylül 1939'da II. Dünya Savaşı başladı. Bu savaş Almanya'nın diktatörü Adolf Hitler'in Avrupa'yı egemenliği altına almak istemesi sonucu çıkmıştı. Hitler Polonya'yı işgal edince, İngiltere ile Fransa da Polonya'nın saldırıya uğraması durumunda savaşa katılacaklarını bildirdiklerinden Almanya'ya karşı savaş ilan ettiler. Bu savaş 1945'e kadar sürdü. 1940'tan 1945'e kadar başbakanlık yapan Winston Churchill' in liderliği, savaşın kazanılmasında önemli bir etkendi.
Ülkeyi 1945–51 arasında İşçi Partisi yönetti. Demiryolları, kömür ocakları, gaz ve elektrik sanayileri kamulaştırıldı ya da devlet denetimi altına alındı. Devlet, hastaneleri ve sağlık hizmetlerini de üstlenerek sosyal yardıma başladı ve çalışan herkesin çalışma sürelerinin sonunda emeklilik parası alması için hazırlıklar yaptı. Evsizliğin, işsizliğin ve yoksulluğun önlenmesi gerektiğini herkes anlamıştı, ama ne Muhafazakâr ne de İşçi Partisi hükümetleri bu sorunlara tam anlamıyla bir çözüm getirebildi.
1947'de Hindistan ve Pakistan, 1970'lerde de neredeyse bütün İngiliz Uluslar Topluluğu ülkeleri İngiltere'den koparak bağımsızlıklarını ilan edince, İngiliz yönetiminde yalnızca birkaç bölge kaldı. Batı Avrupa'yla bağlarını sağlamlaştırmaya çalışan İngiltere 1973'te Avrupa Ekonomik Topluluğu'na katıldı.
İngiltere'nin başlıca sorunları ekonomisinin durumundan kaynaklanıyordu. Sanayisinin gelişme hızı, öbür sanayileşmiş ülkelerden daha yavaştı. Dış ticareti büyük kazanç getirmiyordu. Eski teknolojiyle kurulmuş bulunan fabrikaların yenilenmesi gerekiyordu. Nükleer enerji ve havacılık alanlarında olduğu gibi yeni teknolojilerin geliştirilmesine, Kuzey Denizi'nde doğal gaz ve petrol gibi yeni kaynakların bulunmasına karşın bunlar 1980'lerin İngiltere'sinde işsizliğin ve ekonomik bunalımın giderilmesine yetmemiştir.
1979'dan beri iktidarda olan Muhafazakâr Parti ve Başbakan Margaret Thatcher 1989'da yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde ciddi bir yenilgiye uğradı. İşçi Partisi Muhafazakâr Parti'nin önüne geçerken, Yeşiller de yüzde 15 oy aldı. Bu sonuç öbür partilerin de çevre sorunlarına daha fazla eğilmelerine neden oldu. İşçi Partisi'nin başarısının altında, geleneksel politikalarından vazgeçerek dünyadaki değişimlere uygun yeni politikalar benimsemesi yatıyordu. Muhafazakâr Parti'nin başarısızlığı ise serbest piyasa reformlarına dayalı ekonomik politikalarda, halkın hoşnutsuzluğuna karşın direnmesinden kaynaklanıyordu.
Partisi içinde gerekli desteği bulamayan Thatcher Kasım 1990'da görevinden ayrıldı. Yerine John Majör seçildi. Thatcher hükümetini güç durumda bırakan üç önemli sorun vardı: Gittikçe kötüleşen ekonomik durum, halkın şiddetli tepkisine neden olan baş vergisi ve İngiltere ile Avrupa'nın gelecekteki ilişkileri konusunda Muhafazakâr Parti içindeki görüş ayrılıkları.
Nelson Mandela'nın 1990'da serbest bırakılmasının ardından, İngiltere Güney Afrika'ya karşı uygulamakta olduğu ekonomik yaptırımlara son verdi. Doğu Avrupa'daki demokratik değişimleri de destekleyen İngiltere, savunma giderlerini kısmaya ve Almanya'daki asker sayısını azaltmaya karar verdi.
1991'de Başbakan John Majör Muhafazakâr Parti'nin halk arasındaki saygınlığını artırmaya çalıştı. Majör, Thatcher'dan oldukça zor sorunlar devralmıştı. Yürürlükte kalacağı iki yıl süresince baş vergisinin doğurduğu tepkileri en aza indirme sorunu gündemdeydi. Sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesinin yarattığı tepkilerin yatıştırılması ve ekonominin yeniden sağlığına kavuşturulması gerekiyordu. Majör ayrıca, Thatcher'ın Avrupa Toplulukları (AT) konusunda izlediği uzlaşmaz tutumun yarattığı sorunları da çözmek zorundaydı. Aralık 1991'deki Maastricht Doruğu'nda Majör İngiltere lehine ödünler koparmayı başardı ve AT ile gerginliği yumuşattı. Körfez Savaşı sırasında İngiltere bölgeye 45 bin asker göndererek Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) ardından ikinci sırayı aldı.
Nisan 1992'deki seçimleri, birçok siyasal gözlemcinin beklentisinin tersine, Muhafazakâr Parti kazandı. Ekonomik durgunluk 1992'de de sürdü. Faiz oranları yükseldi. İşsizlik oranı yüzde 10'un üzerindeydi. Avrupa'daki para bunalımı İngiltere'yi de etkiledi. Sonunda, İngiliz Sterlini, Ekim 1990'da katıldığı Avrupa Para Sistemi döviz kuru mekanizmasından Eylül 1992'de ayrılmak zorunda kaldı. Kasımda parlamentoda yapılan oylamada hükümetin Avrupa politikası yalnız üç oy farkla onaylandı. İngiltere Ocak 1993'te, ABD ve Fransa'nın yanı sıra, Birleşmiş Milletler kararlarına uymadığı gerekçesiyle, Irak'ın havadan bombardımanına katıldı.
1992 İngiliz kraliyet ailesi için kötü bir yıl oldu. Prens Andrew eşinden ayrılırken, Prens Charles ile Prenses Diana'nın ayrı yaşayacakları açıklandı. Prenses Anne de eşinden ayrılıp yeniden evlendi. Kasımda çıkan bir yangında ise Windsor Şatosu büyük hasar gördü.