Arama


reyan - avatarı
reyan
Ziyaretçi
23 Ağustos 2009       Mesaj #24
reyan - avatarı
Ziyaretçi
Önce ilim, sonra ilim, sonra yine ilim

Günümüz İslâm bilginlerinden Yusuf el-Kardâvî, Hz. peygamber ve Ashâbnın ilme verdiği değeri başka hiçbir şeye vermediği anlatıyor.

İnsanı diğer varlıklardan ayıran en belirgin özelliği, okuyup ilim öğrenmesi, öğrendiğini başkasıyla paylaşmasıdır desek herhalde yanlış olmaz. Bu sebepten olmalı ki, Kur’ân-ı Kerîm, ilk olarak inmeye başladığı andan itibaren ilim öğrenme konusunda pek çok teşviklerde bulunuyor, binlerce yerinde okumanın, aklı kullanmanın ve ilim öğrenmenin önemi üzerinde duruyor, hattâ düşünmeyen aklı tezyif ediyordu.

Ancak zaman içerisinde Kur’ân’nın bu yoğun teşviki ile, Müslümanların ilmî seviyeleri arasında her nedense bir çelişki oluştu. Müslümanlar ilme karşı isteksiz davranmaya ve ona yeterince ilgi göstermemeye başladılar. Cehalet yayıldı ve sefalete kucak açar oldu. İşte İslâm dünyasının seçkin ilim adamlarından Dr. Yusuf el-Kardâvî bu çelişkiye bir kitap yazarak dikkat çekmek istemiş. Hz. Peygamber ve İlim adıyla Türkçeye de çevrilen kitabında ilmi, Kur’ân ve Sünnet açısından ele alan el-Kardâvî, Sahabe ve diğer İslâm âlimlerinin görüşlerine de yer veriyor.

El-Kardâvî, “İslâmiyet, ilmî araştırma ve düşüncenin yaygın hale gelmesi için cehaletle yoğun bir şekilde savaşmıştır” diyor ve bu savaşın şeklini kısaca şöyle tarif ediyor:

“Hz. Peygamber, ‘Biz, yazı ve hesabı bilmeyen ümmî bir ümmettik” buyuruyor. Kur’ân-ı Kerîm de, ‘O Allah ki ümmîler içinde kendilerinden bir peygamber gönderdi’ buyuruyor ve Arapları diğer milletler arasında okuma yazması olmayan ümmî kimseler olarak tanımlıyor. Ancak Kur’ân âyetleri inmeye başlayınca cehalet karanlığı darmadağın oldu. İlk inen beş âyette,
‘Yaratan Rabbinin ismiyle oku. O, insanı yapışkan bir meniden yarattı. Oku, Rabbin çok kerem sahibidir. O, insana kalemle yazmasını ve bilmediği şeyleri öğretti’ diye okuma emredildi. Kur’ân’ın inen ikinci sûresinin adı Kalem Sûresiydi. Sûrede, ‘Kaleme ve yazdığı şeylere yemin olsun’ diye kalemin önemine dikkat çekildi. Daha sonra inen her sûrede aklı kullanmaya ve ilim öğrenmeye İlâhî canipten yoğun teşvikler yapıldı. Allah Resulü de, Müslümanlara yazı öğretmek için eline geçen her fırsatı değerlendirdi. Nitekim Bedir Savaşında alınan esirleri bile, on çocuğa okuma yazmayı öğretme karşılığında serbest bırakmıştı.

“İslâmiyet cahilliğe geçit vermedi ve onu o toplumun içinden söküp attı. En ümmî ve en cahil insanlar, kısa bir zamanda en medenî insanlara üstad oldular.”

SÜNNET IŞIĞINDA İLİM

İlmin değerini belirten Peygamber sözlerinin çoğu, onu en üstün ibadet olarak gösteriyor. El-Kardâvî buna kitabında şu hadisleri naklederek dikkat çekmiştir:
“Peygamber Efendimizin ilme ne kadar değer verdiğini şu hadisten anlamamız mümkün: “Allah Resulüne (s.a.v.) biri âlim, diğeri sırf ibadetle meşgul olan iki kişiden bahsedildi. Efendimiz buyurdu ki: “Âlimin, sadece ibadetle meşgul olana karşı üstünlüğü, sizin en düşük derecede olanınıza benim üstünlüğüm gibidir.”
İlmi öven diğer bir Peygamber (a.s.m.) sözü ise şöyle: “Kim ilim araştırma yoluna girerse, Allah bu sebeple Cennete giden yolu kendisine kolaylaştırır.”
Bir başka hadis-i şerifte ise şöyle buyuruluyor: “Muhakkak melekler, yaptıkları işten hoşlandıkları için talebelerin yollarına kanatlarını sererler. Gerçek şu ki, bir âlim için, sudaki balık dahil, yerde ve gökte bulunan bütün varlıklar istiğfar ederler. Âlimin sırf ibadetle meşgul olan âbide üstünlüğü, dolunayın diğer yıldızlara karşı üstünlüğü gibidir. Muhakkak ki, âlimler peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler altın ve gümüş miras bırakmamışlardır. Onlar ancak miras olarak ilim bırakmışlardır. Bu ilmi alan, büyük bir nasip elde etmiştir.”

SAHABE HAYATINDA İLİM

Sahabe arasında ilim o kadar yaygın hale gelmişti ki, ilme dayanmayan bir söz veya bir iş itibar görmüyordu. El-Kardâvî kitabının çeşitli yerlerinde bu anlamda

Sahabenin şu sözlerine yer veriyor:
İbni Mesud (r.a.): “Dersle uğraşmak namazda bulunmak gibidir.”

Ebu’d-Derdâ (r.a.) “Bir saat ilimle meşgul olmak, bütün geceyi ibâdetle geçirmekten daha hayırlıdır.”

İbni Abbas (r.a.): “Gecenin bir kısmında ilim müzakere etmek, bana, geceyi sabaha kadar ibadetle geçirmekten daha sevimlidir.”

Ebu’d-Derdâ (r.a.): “Sabah ve akşam ilim meclisine gitmeyi cihad saymayan kimsenin aklı zayıf, görüşü kısadır.”

Ebu Hureyre (r.a.): “İnsanın, nefsine bir ilâç, başkaları için de bir ıslah vesilesi olacak ilimden bir bölüm öğrenmesi, bir senelik nafile ibadetten daha hayırlıdır.”
Kâ’bu’l-Ahbâr (r.a.): “İlim tahsil etmek sabah akşam Allah yolunda cihad etmek gibidir.”

Bütün bunların üzerine İmam Sevrî ilim hakkında şu hükmü veriyor: Farzlardan sonra, ilim öğrenmekten daha faziletli hiçbir ibadet yoktur.

“İnsanları yöneten ve yönlendirenler mutlaka ilim erbabı olmalılar. ‘Ömer bin Abdülaziz, ‘Kim ilimsiz iş yaparsa, onun bozduğu düzelttiğinden daha fazladır’ diyor. Ve bu sözü de ondan, Tâbiînin en büyük âlim ve müçtehitlerinden Süfyan bin Uyeyne naklediyor.

Bu sözden sonra el-Kardâvî, “Bu hakikati göz önünde bulunduran fıkıh âlimleri şu noktada birleşiyorlar” diyor, “Fıkıhçılar özellikle devlet reisliği ve hâkimlik gibi yüksek idarî işleri yüklenen kimselere, sahibini içtihat derecesine ulaştıracak ilmi şart koşmuştur. Tâ ki, kendisine birşey sorulunca ilimle fetva versin, emredince doğru olanı göstersin, hükmedince adaletle hükmetsin, birşey önerince hikmet ve basiret ile hareket etsin. Bu yüzden idarecilerin yetiştirilmesi ve ehil hale getirilmesi İslâmiyet açısından bir vecibedir. İlimde taklit derecesinde olan kimselerin böyle görevlere getirilmesini uygun görmemişler; ancak ‘ehli bulunamazsa getirilebilir’ demişler. Aşağı seviyedeki diğer idarî makamlar da böyledir.”

Tâbiînin büyük imamı Hasan el-Basrî demiştir ki: “İlimsiz iş yapan, yolunu şaşırmış yolcu gibidir. İlimsiz iş yapanın bozduğu yaptığından daha çoktur. Öyleyse ibadete zarar vermeyecek şekilde ilim, ilme zarar vermeyecek şekilde de ibadet elde ediniz. Gerçekten bir topluluk (yani Haricîler) ilmi bırakıp ibadetin peşine düştü, sonunda ümmet-i Muhammed’e kılıç çekti. Eğer bu topluluk ilim elde etmiş olsaydı, ilim onları böyle bir işe sevk etmezdi.”

El-Kardâvî bu olayı günümüze getiriyor ve diyor: “Zamanımızda da ilimleri az, düşünceleri taşkın nice gençler vardır ki, tutkuları, asıllarını inkâra ve cemaatleri de tekfire sevk etmiştir. Bu sebeple yoruma açık olan âyetlerin peşine düşüyor bu gençler, fitne yoluna sapıyorlar. Sonunda Allah’ın haram dediğini helâl demeye, farz dediğini de kabul etmemeye yöneliyorlar.

“Gerçekten bunlar ilim tahsil ederek dini iyice anlasalar, ilmi ehil kimselerin yardımıyla kaynağından alsalardı, taşkınlık yapacakları zaman ilim onları durdururdu. Cihadın nasıl, ne zaman ve kiminle yapılacağını bilirlerdi.”

KENAN DEMİRTAŞ