Sensiz
paslı yüzümden dökülen karanlık
kemirirken hüznümün kemiklerini
dul kalmış düşlerime sığınıp
sevda dilenirken yokluğunda
anlamını yitiren bakışlarım
yüzünde bir ufak tebessüm ararken
utanıyorum
bir eski revolver kurşunu misali
barut solurken tetiğin ucunda
ciğerlerimde biriken bu ince hastalık yoruyor beni
ayrılığın şemsiyesi açılırken sevda yağmurunun altında
göz çukurlarımda yeşeren baldıran tohumları
zerkediyor zehrini
yıkılıyorum
damarlarımda yürüyen esrarengiz yabancı
duvarlarına adını yazarken yüreğimin
eylülün sarı saçları dolanırken boynuma
nefesim kesiliyor
uykularım alabildiğine uzak diyarlara göç ederken
peşinden sürüklediğim mavi gözlü çocuklar ağlıyor
korkuyorum
istif edilmiş ayrılıkların altında yatan cansız bedenim
bir kara mezar yerine muhtaçken sensiz
kurtlanmış yaralarıma tuz basan bu sessizlik
kulakları sağır edercesine bağırırken başucumda
içim ürperiyor
yıldızlar bir bir dökülürken gecenin koynundan
tan yerine doğru uzanıyor gözlerim
kanayan avuçlarıma saplanmış dikenleriyle kırmızı güller açarken
zaman, gelişine kuruyor saatlerini
bekliyorum
Ergin Han Kızılay