Arama

Köşe Yazısı ve Makaleler - Tek Mesaj #134

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Temmuz 2006       Mesaj #134
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
‘İktidar bozar, mutlak iktidar ise kesin bozar’

19. yüzyıl tarihçisi Lord Acton ve onun bu ünlü sözü, İsrail’in Filistinlilere yönelik tepkisinin ölçü tanımaz bir seviyeye ulaşmasıyla birlikte aklıma geldi.

Yaz Yağmurları Operasyonu, seçilmiş Filistin hükümetini yok etme çabasıyla Hamas üyesi milletvekillerinin ve yetkililerinin rehin alınmasıyla farklı bir boyut aldı. Gazze elektrik şebekesini bombalamak 1.4 milyon Gazzeliyi elektriksiz, susuz ve yaz sıcakları iyice artarken kanalizasyonsuz bıraktı. Gazze’deki köprüye saldırı, ulaşımı imkansız hale getirdi, sadece silahlı müfrezeler ve dev buldozerler için durum öyle değil. Filistin İçişleri Bakanlığı üzerine hedefli saldırı binayı küller içinde bırakırken, gerekçe olarak bu binanın “terör eylemlerini planlama yeri olarak kullanılması” gösterildi. Ve bir kez daha elektrik kesintisi nedeniyle hastaneler kaos içinde bırakılırken, ilaç ve gıda temini engellendi. Gazzeliler, İsrail işgal güçlerinden yeni saldırıları bekliyor.
Filistin’e müdahale önceden planlanmış
Olmert, mart ayında seçildiğinde binlerce mermi Gazze’ye ateşlendi, 85’in üzerinde kadın ve çocuk dur durak bilmeyen saldırılar nedeniyle yaşamlarını yitirdi. Yüzlercesi sakatlandı. Bu olayları bir perspektife koymak için, 2000 yılından bu yana lise ya da kolej deneyimleriyle kıyaslanabilecek Kassam roketleri 8 İsraillinin yaşamına mal oldu. 2000 yılından bu yana, İsrail saldırılarında ölen Filistinlilerin sayısı ise birkaç yüzü geçti. Havadan, karadan ve denizden yapılan bu öldürmeleri meşrulaştırmak için sık sık Kassam füzelerine odaklanıldı. İsrail’in Yaz Yağmurları Operasyonu, iki İsrail askerinin öldürülmesi ve tank topçusu diğerinin kaçırılmasıyla direkt bağlantılı gibi sunuluyor. Bununla birlikte, Haaretz gazetesi, Hamas hükümet yetkililerinin rehin alınması planının haftalar önceden yapıldığını duyurdu. Aksine, Filistinlilerin asker kaçırma eylemi Gazze plajındaki katliama ve ölenlerin çoğu çocuk olan diğer saldırılara bir tepkiydi. Onca gürültü patırtı arasında kaybolup giden şey, Filistinli militanların İsrail cezaevlerinde tutuklu bulunan, işkence gören ve suiistimal edilen 300 Filistinli çocuğun ve yüzlerce kadının salınma talepleridir.
Tutukluların çoğu suçsuz yere orada ya da işkence ile itiraf belgelerini imzaladıkları için tutuluyorlar. Toplam olarak, şu an bu hapishanelerde tutulan Filistinli sayısı 10 bin civarında. Nisan ayında, İsrail güçleri Batı Şeria’nın Tura el Garbiya kasabasına baskın düzenledi ve beş yaşındaki Motaz Habha’yı babasının kucağından alıp götürdü. Baba Samet, askerler cipler içinde eve baskın düzenlediklerinde evinin önünde bir komşusuyla sohbet ediyordu. Samet, küçük oğluna sıkı sıkı sarıldı, askerler onu dövüp yere yatırdılar ve ellerini kelepçelediler ve jipe bindirdiler. Oğlunu da, babasının yanına bindirip “tutukladılar”. Gittikleri istikamet Shaaked askeri üssü idi, orada bir hücreye kapatıldılar ve kötü muameleye maruz kaldılar. Çocuk resmi olarak İsrail askerlerine taş fırlatmakla suçlandı. Geç saatlerde baba ve oğlu salıverildi ve karanlıkta evlerine yürüyerek gönderildi. Samet ve Motaz Habha’nın öyküsü göreceli de olsa mutlu sonla bitti. Bir ay önce, New York’ta “Made in Filistin” adındaki Filistin sanat sergisine katıldım. Sanatçılardan birisi anılıyordu, onun bir dizi resmi asılmıştı, İsrail askerlerinin kendilerine taş fırlatan çocuklara ateş açma “sporunu” gösteren bir resim…
Lord Acton’un sözleri, ABD Yüksek Mahkeme’sinin, neo-muhafazakarların kontrolündeki Bush-Cheney yönetiminin bastırılamaz güç açlığına ve belki de İsrail’in eylemlerine fren olabilecek bir karar sonrasında bir kez daha aklıma geldi. Mahkeme, Guantanamo’daki tutsakların yargılanması için kurulan askeri mahkemelerin ABD yasaları ve Cenevre Konvansiyonu’na aykırı olduğu ve Guantanamo Üssü’ndeki tutsakların askeri mahkemede yargılanmasının yasadışı olduğu hükmüne vardı.
Cenevre konvansiyonunun üçüncü maddesine göre tüm tutuklulara hiçbir fark gözetmeksizin eşit muamele edilmelidir. Ayıca, şartlar ne olursa olsun hayata veya beden bütünlüğüne kasıtlar, bilhassa her şekilde katl, zulüm, azap ve işkenceler; rehin almalar, şahısların haysiyet ve şerefine tecavüzler, özellikle küçük düşürücü ve alçaltıcı muameleler yasaklanmıştır. Karar, CIA’in Guantanamo üssünde ve başka yerlerde tutulan tutuklulara karşı, işkence kullanımını da içeren sorgulama rejimini hedef alıyor. Bu karar aynı zamanda, Bush’un normalde sivil mahkemelerde yargılanan suçları askeri mahkemelere taşımayı öngören, teröre karşı özel bir komisyon oluşturma planlarını da yasadışı ilan ediyor. Eğer bu sürecin işletilmesine onay verilseydi, kurulacak olan özel komisyon herhangi bir yerde herhangi bir suçlu tarafından işlenen herhangi bir suçu teröre karşı savaşla birleştirebilecekti.
Yüksek Mahkeme’nin bu kararı, demokrasiye ve insan haklarına inanan bizim gibiler için tam zamanında çıktı. Ülkemizi yeniden “eskiye götürmek” için bize bir tutamaç verdi. Bu hüküm, Amerikan gücünün koridorlarından içeri süzülüp giren ve son zamanlarda yönetimi ve Kongre’yi istediği yere eğip büken İsrail’e de bir uyarı hizmeti görmeli. Aslında, Pentagon ve Dışişleri Bakanlığı’ndaki kilit konumları ellerinde tutan neo muhafazakarlar, ABD ve müttefiklerini Irak’a karşı savaş kaosunun içine saplayan yalanlar ve yanlış anlatım ağı yarattılar. Bugün, AIPAC ve onlarca organizasyon, İsrail lobisinin Demokratlar ve Cumhuriyetçi partiler üzerinde boğucu bir hakimiyeti olduğuna vurgu yapıyor. Kendilerine karşı çıkanları cezalandırıyorlar ve politik anlamda yok ediyorlar. Bu gerçek ışığında, Yüksek Mahkeme’nin kararının Filistinlilere yönelik İsrail despotizmi üzerinde etkili olabilecek mi?
Bush’u durduran karar ve Filistin...
Son zamanlarda, Birleşik Devletler ve Avrupa Birliği, İsrail’in seçilmiş Hamas hükümetinin ve Filistin yönetiminin terörist olduğu yönündeki kararını takip etmekte. Bu terör listesi sadece milletvekillerini ve yetkilileri değil aynı zamanda, doktorları, hemşireleri ve diğer sağlık çalışanlarını, sokakları temizleyen, çöp toplayan belediye işçilerini, sekreterleri, polisi de içeriyor. Filistin yönetiminin 160 bin çalışanı ve insani ihtiyaçları karşılama amacıyla hizmet veren Hamas yardım ekipleri de dahil herkes terörist ilan edilmiş durumda. Şunu eklemekte de fayda var; Hamas yardım ağı son aylarda pek çok Filistinlinin yaşamını kurtaran bir işlev üstlenmektedir; onlara gıda, ilaç ve diğer hayati malzemeleri temin etmektedir. Ancak, Batılı güçlere göre, bu insanlar terörist ve yardımları da terör eylemleri olarak niteleniyor. Bir Amerikalı olsanız ve bu dışlanmış kişilerden biriyle temas halinde yakalanmış olsanız, soruşturmaya uğrayabilirsiniz. İsrail’in retorikleri, İsrail’in öldürmelere ve Filistin’in su kaynaklarını, en verimli arazilerini çalmaya devam ederken, Hamas’ın 16 aydır sürdürdüğü ateşkes gerçeğine rağmen gözleri kör etmiş durumda. Eski İsrail Başbakanı Benyamin Netenyahu (Bibi), 35. Siyonist Kongre nedeniyle Kudüs’teydi. Şöyle diyordu: “İsrail silahlı güçleri, tüm nüfusu silecek ateş gücüne sahip. Tüm Gazze’yi yok edebilirdik. Ancak bunu yapmıyoruz!” Hamas’ı iktidara getiren 25 Ocak seçimlerinden kısa bir süre sonra, İsrail Savunma Bakanı Şaul Mofaz, 31 Filistinlinin yaşamına mal olan saldırıları ve baskınları savundu. Bunun, seçimlere karşı İsrail’in misilleme stratejisinin bir parçası olduğunu söyledi. Mofaz, Filistin halkının kendi hükümetlerini İran ve Suriye ile birlikte “şer ekseninin” bir parçası yaptıklarını bile iddia etti. Yeni atanan Savunma Bakanı Amir Peretz de Mofaz’ın ayak izlerini takip ediyor. Hükümet Cenevre Sözleşmesi’nin maddelerini ihlale devam ediyor, sanki uluslararası hukuk ayaklarının altındaki çöplükmüş gibi...

Genevieve Cora Fraser