Arama

Köşe Yazısı ve Makaleler - Tek Mesaj #136

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Temmuz 2006       Mesaj #136
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kabul etmem gerekir ki, -medeniyetlerin- “ittifakı (alliance)” kelimesi ile askeri çağrışımları nedeniyle bazı zorluklar yaşıyorum; “topluluk (community)” kelimesi belki de daha iyi olabilirdi.

Ve medeniyetlere bakış perspektifimizin günümüzdeki İbrâhimî eksenden, özellikle İslâm ve hem Hıristiyan hem de laik unsurlarıyla Batı’ya ilaveten güneydeki Hindu ve Budist medeniyetler ile Çin ve Japon medeniyetlerini ve sayısız diğer medeniyetleri de içine alacak şekilde daha da genişletileceğini umuyorum. Harvard profesörlerinden siyaset bilimcisi Samuel Huntington’un ortaya koyduğu daha kasvetli bir arkaplandan söz etmeliyiz. Geçtiğimiz günlerde kendisiyle Berlin yakınlarındaki Schloss Neuhardenberg’de tartıştık. Gerçekte onun sıklıkla referans verilen Medeniyetler Çatışması (The Clash of Civilizations) başlığı Etikettenschwindel ile ifade edilenin yanlış bir kullanımından ibarettir. Kitap medeniyetler hakkında değil, önemli bölgeler hakkındadır, medeniyetlerin ismi kullanılmakta fakat medeniyet analizlerine yer verilmemektedir. Bölgeler önemlidir, fakat onun bölgeler arasındaki ekonomik, siyasî ve askeri kapasite ve niyetler hakkındaki değerlendirmeleri ABD’nin suiistimal, hakimiyet ve askeri hazırlıklarını araştırmanın dışında bırakmaktadır.
Huntington yanılıyor, çünkü...
Kitapta “medeniyetler çatışması”nın bulunmayışı bu fenomenin mevcut olmadığı anlamına gelmez. Fakat bu temelde -burada İbrâhimî dinler olarak tanımlanan- Batı’nın diğerlerine karşıtlığı şeklini almıştır. Hıristiyanlık (313’te) Roma İmparatorluğu’nun resmi dini haline geldikten sonra yayılmış ve vahye dayalı bir din olarak (622’de) ortaya çıkan İslâm zaten (476’da) yıkılmış olan Batı Roma İmparatorluğu’nun yerine Kasablanka ile Mindanao arasındaki boşluğun önemli bir kısmını doldurmuş ve nihayet (1453’te) Doğu Roma İmparatorluğu’nu içine almıştır. Daha sonra Hıristiyanlık genişleyerek Amerika kıtasına, Afrika’nın çoğuna ve Asya/Pasifik bölgeleri ile Rusya’ya yayılmıştır. Hem İslâm ile Hıristiyanlık arasında Haçlı Savaşları (1095-1291), hem de Hıristiyanların kendi aralarında savaşlar (1618-1648) yapılmıştır.
Yakın zamanlarda İslâm. Hıristiyanlık/tan daha hızlı gelişmektedir ve aynı zamanda ilk İbrâhimî din olan Yahudilik de, Hıristiyanlık tarafından maruz bırakıldıkları son derece kötü durumlardan sonra yayılmada ikinci hale gelmiştir. Globalleşme gibi medeniyetler çatışması da yeni bir şey değildir, fakat esas itibarıyla İbrâhimî inançlar arasında ve etrafında gerçekleşmektedir. Bütün diğerlerine hakim olmaya, hatta ortadan kaldırmaya, (sadece tek gerçek inanç olan) kendi tekilci ve (herkes için) evrensel inançları adına onların dinlerini değiştirmeye veya katletmeye meyillidirler. Belki de bu Huntington’un tezinin başlığını seçerken yanılmasının da sebebidir. Belki de dinlerin (sekülarizm de unutulmasın) ayrılığından daha da önemli olan şey kendi içlerindeki katı veya mutedil mezhep ve yorumlar şeklindeki bir ayrılıktır. Bunlar kaynağı tarihin sisleri arasında kaybolmuş olan karmaşık öğretilerdir. Seçip tercihte bulunmak için imkan vardır. İnsanlar kendi iç dünyalarına tesir eden şeyleri işitirler. Bazıları bütün diğer insanlara karşı seçilmiş kişiler ve halkları bulunan hâkim ve aşkın bir Baba Tanrı anlayışını seçer; başkaları ise insanlık ile tabiatı bir gören, her yerde hazır ve nazır olan bağışlayıcı bir Anne’yi tercih eder. Aşkınlıkta bağışlayıcılık ve bağışlayıcılıkta aşkınlığın da bir kıymeti vardır.
Trafalgar/Waterloo ile iki dünya savaşı tarafından da teyit edildiği gibi, iki yüzyıldan beri bu dünyaya Hıristiyan Batı’nın tek bir kolu, yani Anglo-Amerikanlar hakim olmuştur. Bunun en önemli ürünü, Hıristiyanlık gibi bütün zamanlar ve zeminler için yegane doğru öğreti olduğunu iddia eden global kapitalizmdir. Fakat bunun içinde de iki farklı kol ve yorum bulunmaktadır. Her şeyin üzerinde bulunan fiyat etiketleri ve sermayeyi üstteki zengin insanlara, zengin ülkelere ve özellikle zengin ülkelerdeki zengin insanların ceplerine aktaran kapitalizm korkunçtur. Altta ise 50 milyon yokluk çekmekte ve açlıktan, önlenebilir ve tedavi edilebilir hastalıklar nedeniyle -günde yaklaşık 100.000 kişi- etiketlerdeki bedelleri ödeyemediği için hayatını kaybetmektedir. 2030 yılında bir milyar civarındaki insanın ekonomik sığınmacı olarak yollara düştüğüne şahit olabiliriz. Ve kapitalizmin bizleri bütün dünyayı kuşatan bir ağın parçası haline getirerek neyi üreteceğimiz ve tüketeceğimiz hususunda uçsuz bucaksız bir özgürlük sağlaması ne kadar da harikadır.
Katı kapitalizm katı sekülarizmin bir ürünüdür. Adam Smith, Laplace gibi “Benim o hipoteze ihtiyacım yok” diyerek Tanrı’ya yer vermeyen bir dünyayı tasvir etmiş, fakat görünmeyen el ile pazar mekanizmasının bir zilyon egoizmi tek bir diğergamlığa dönüştüreceği varsayılmıştır. Bu dramatik hipotez gerçeğe yakın olsaydı bizim şimdi egoizmin bulunmadığı bir cennette yaşıyor olmamız gerekirdi. Yaşamlarını kurallara göre düzene koyabilen bir kısım insan yükselirken bunu yapmayı beceremeyenler batmaktadır.
Bunun gerisinde katı ABD Hıristiyanlığını hissedebiliyoruz: Batmanızın sebebi sistem değil, sizin kendi kişisel yetersizlikleriniz ve Tanrı’nın parmağıdır. Ve burada bir başka katı sekülarizmin, yani darwinizmin varlığını hissediyoruz, Türlerin Kökeni’ndeki altbaşlığın “Yaşam Savaşında Doğal Seleksiyon veya Uygun Olan Irkların Korunması” olduğunu hatırlayalım. Tanrı tarafından seçilenlerden Tabiat tarafından seçilenlere ve her ikisi tarafından seçilenlere geçiş küçük bir adımdır. Kişilerin ve halkların güç ve ayrıcalıklarını meşrulaştırmak için seçilmişliğin kullanılması açısından durum aynen devam etmektedir.
İslam’ı diğer dinlerden ayıran özellikler
İslâm ise farklıdır. Budizm’de olduğu gibi faizin yasaklanması ve zekat vermek gibi prensipleriyle makul bir ekonomi, inancını yaşamak ve yaymak için mücadele etmek gibi temel inanç esaslarından biridir. Katı bir İslâm ancak kâfirlere karşı olan tutum ve davranışlarda görülebilir ki, bu belki de istikrarlı ve daha müreffeh olan Medine döneminden ziyade sıkıntılı Mekke döneminde bulunabilir. İsa’nın “Aranızda fakirler her zaman bulunacaktır, fakat beni her zaman bulamayacaksınız.” (Matta, 26; 11) şeklindeki kaderci söylemi kabul edilmez. Bunun yerine “Eğer onlar barışa meylederlerse siz de barış isteyin ve Allah’a güvenin.” (Sûre 8, ayet 61) prensibi mevcuttur. Bu kolaylıkla yapısal barışı, öldürmeyen, aksine hayatı koruyan bir ekonomiyi de içine alacak şekilde genişletilebilir. Bu “benimle olmayan kâfirlerle/komünistlerle/teröristlerle beraberdir” vb. şeklindeki katılıktan oldukça farklıdır. Mutedil bir Hıristiyan ekonomisi hakkında neler söylenebilir? Bu kesinlikle mevcuttur, aynen Mammon’a karşı açları doyuran ve hastalara bakan İsa gibi. Temel insan ihtiyaçları ve haklarına yoğunlaşan ılımlı seküler anlayışın idareye hakim olması için de pek çok şey gerçekleştirilmiş, aynı şekilde hümanizm İskandinav sosyal demokrat refah devletleri, Batı Avrupa sosyal kapitalizmi ve Doğu Avrupa sosyalizminde geçmişte bir dönem bir ifadesini bulmuştu. Günümüzde ise bu anlayış, petrol gelirlerini bütün ülkede serbest ve ucuz gıda kaynakları oluşturmak için kullanan, malı mülkü olmayan yerlilere toprak ve traktör dağıtan mesihi Hugo Chavez ile Venezuellalı hekimlerin müdahale etmekten korktukları Caracas’ın kenar mahallelerindeki hastalıklarla ilgilenen Castro’da karşılığını bulmaktadır. Öyleyse, katı Hıristiyanlık’taki hiddetin tabiata aykırılığı aşikardır; ABD’nin her ikisini de öldürmek için sarf ettiği çabaya ve Pat Robertson tarafından yapılan uyarıya bakınız.
Temel engellere gelince...
Sonuç: Katı Hıristiyanlık ile İslâm arasında ancak dinin katı yorumları işin içine dahil olduğunda bir çatışma potansiyeli mevcuttur. Ilımlı Hıristiyanlık, İslâm ve sekülarizmin işbirliği ve karşılıklı öğrenmesi ile kolaylıkla tabiatla uyum içerisinde ılımlı ve hayatı güzelleştiren bir ekonomi oluşturulabilir. Bunun sınırları sadece gök ve yerdir. Müsaade ederseniz somut bir örnek ile son vereyim. TRANSCEND’in (TRANSCEND - A Peace and Development Network for Conflict Transformation by Peaceful Means) Meksika bölümünün faaliyet gösterdiği Chiapas’da fakirlik kol gezmektedir. Yerli bir kadın o gün için çocuklarına yiyecek almasına yetecek kadar bir para ile sabahlayabilir, fakat buna ilaveten öksürmekte olan kızını doktora götürecek kadarına sahip değildir. Bu durumda, o katı sekülarizme tabi olacak ve kızının sağlıksız olduğu için ölmesine razı olacaktır. İyi bir toplum hiç kimseyi temel ihtiyaçlar arasında bir tercihle karşı karşıya bırakmamalıdır.
Kapitalizm ise ona ******lik ve kendisinin/veya kocasının hırsızlık yapmasından başka bir alternatif bırakmamaktadır ki, bunların her ikisi de kabul edilemez. Doktorun muayenehanesini de temizleyemez, zaten aynı sefaleti yaşayan diğerleri, komşuları tarafından yeterince temizlenmiştir. Öyleyse ne yapabilir?
Bir çözüm, kapitalizme ağır bir istihdam unsurunun ilave edilmesidir. Belli saatlerde bebek bakıcılığı gibi ücretsiz hizmetler vereceğini belirten ve buna karşılık hangi şekilde olursa olsun belli saat ücretsiz hizmet alma hakkı sağlayan bazı makbuzlara sahip olacaktır. Doktor onun elindeki makbuzu kabul ederek bunu bir araba tamircisine verebilecektir. İlaç veya yedek parça gibi bir meta gerektiğinde ise nakit veya biraz pazarlık gerekecektir. Kural bir saatin karşılığında bir saat şeklindedir. Doktor kabul etmediğinde bir başka doktora müracaat edebilir. Bu şekilde Gandi’nin meşhur “okyanus dalgaları” gibi işlemler dalga dalga genişleyecektir. Burada neye sahibiz? Çalışabilecek derecede sağlıklı olan herkesin saygınlığı. Çalışmak isteyen fakat ücretiyle çalışarak emeğini paraya tahvil edebileceği bir işi olmadığından yaşamını sürdürmek için gerekli olan bedeli ödeyemeyen kişileri temel ihtiyaçlarını karşılamayan bir sistemin anlamsızlığından kurtarmak için bir yolumuz var. Spekülasyona davetiye çıkarmayan faizsiz bir sistemimiz var. Kısacası, daha makul bir ekonomi için gerekli temel bileşene sahibiz.

PROF. DR. JOHAN GALTUNG