Arama


fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
9 Kasım 2009       Mesaj #16
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

Türk Tarih Kurumu'nun Kuruluş amacını maddeler halinde söyler misiniz?

Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

bilmiom nolur yazın

Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

ben de çok merak ediyorum nolur yazın

TÜRK TARİH KURUMU
Türk Tarih Kurumu'nun yeniden düzenlenmesi
Madde 53 - "Atatürk'ün emir ve isteği üzerine, yüksek koruyuculuğu altında" kurulmuş olan Türk Tarih Kurumu, tüzelkişiliğe sahip, bilimsel hizmet ve faaliyette bulunacak bir kurum olarak Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumunun kuruluşuna dahil edilmiş ve yeniden düzenlenmiştir.
Türk Tarih Kurumu'nun amacı
Madde 54 - Türk Tarih Kurumu'nun amacı, Türk tarihini ve Türkiye tarihini ve bunlarla ilgili konuları, Türklerin medeniyete hizmetlerini, ilmî yoldan incelemek, araştırmak, tanıtmak, yaymak ve yayımlar yapmak, bunlara dayanarak da Türk tarihini ve Türkiye tarihini yazmaktır.
Türk Tarih Kurumu'nun görevleri
Madde 55 - Bu Kanunun ilkeleri doğrultusunda, Türk Tarih Kurumu'nun görevleri şunlardır :
a) Türk tarihinin ve Türkiye tarihinin kaynaklarını araştırmak,incelemek, bu konularla ilgili bilimsel değerdeki araştırmaları ve eserleri yayınlamak,
b) Türk ve Türkiye tarihine ilişkin kaynakları toplamak, incelemek, gerekli görülenleri Türkçe’ye çevirmek, yaymak ve yayımlamak,
c) Türk ve Türkiye tarihini aydınlatmaya yarayacak belge ve malzemeyi toplamak, arşiv ve dokümantasyon merkezleri kurmak, niteliği belirlenen belge ve malzemeyi elde etmek için gerekli araştırmaları, incelemeleri, kazıları yapmak ve yaptırmak,
d) (a) (b) ve (c) bentlerinde belirlenen kaynaklara dayanarak Türk tarihi ve Türkiye tarihini yazmak ve yayımlamak,
e) Yeni buluşları ve bilimsel konuları yaymak ve tanıtmak üzere bilimsel toplantılar yapmak, kongreler, sergiler ve geziler düzenlemek,
f) Millî varlığımızın devamında temel unsurlardan biri olan tarih sevgisini ve bilincini kökleştirecek, geliştirecek ve yaygın hale getirecek, tarihî araştırmaları ve çalışmaları özendirecek, destekleyecek her türlü tedbiri almak, gerekli çalışma plan ve programlarını yapmak,
g) Amaç ve görevleriyle ilgili olarak, yurt içinde ve yurt dışında Türk veya Türkiye tarihi üzerinde çalışan, araştırma ve yayın yapan kurum, kuruluş ve araştırma merkezleriyle, arşivlerle işbirliğinde bulunmak, kitap, yayın ve orijinallerinden çoğaltılmış belge mübadele etmek,
h) Yüksek Kurulun onayı ile yerli veya yabancı bilimsel kuruluşlara üye olmak, temsilci göndermek, kongrelere katılmak, bu kuruluşlarla ortak araştırmalar ve çalışmalar yapmak,
ı) Yüksek Kurulun, Yüksek Kurumun ve bu Kanunun verdiği diğer görevleri yerine getirmek.


Alıntı

Bir araştırmanın bilimsel olabilmesi için neler gereklidir?

Bilimsel Metodoloji ise :
Bir bilginin (knowledge) bilimsel olabilmesi için nesnel (objective) bilgi olması gerekir. Bunun için de önce tasvir edilmesi (betimleme: description), sonra tarif edilmesi (tanımlama: definition), akabinde ölçülmesi (measurement) ve nihayette tasnif edilmesi (sınıflama: classification) gerekir. Bu şekilde elde edilen bilginin bir "bir işe yarama potansiyeli" olması gerekir ki üzerinde çalışılmaya değsin.
Bu safhalardan geçmeyen bilgiler ve onların temsil ettiği varlıklar özneldir (subjective), dogmatik vasıflıdır ve bilmin tarifi ve metodolojisi dışındadırlar. Bunlar inanç, itikat veya iman konusudur; değiştirilemez, tartışılamaz çünkü aşağıda anlatacağımız şekilde sınanamazlar. Dini, metafizik ve mistik bilgiler bu özelliktedir. Bunların bilime enjeksiyonu ancak kaos yaratır.
Daha sonra bu bilgiden hareketle bir ön fikir (assumption: zan) üretilir; yani "zannedilir". Bu ön fikir mevcut bulgular, teoriler (theory: kuram) ve varsayımlarla mukayese edildikten sonra bir varsayım (hypothesis) ortaya atılır. Bu hipotezi test edip geçerli (valid), güvenilir (reliabl) kılabilmek için bir araştırma deseni (design) inşa edilir. Eğer bu iş için kullanacağımız gereçler (tool) geçerli ve güvenilir değilse, önce bunlar tasarlanıp geçerlilik ve güvenilirlik analizleri yapılarak kullanılabilir hâle getirilir. Önceden bu aşamalardan geçmiş araçlar mevcut ise tabii ki kullanılabilir.
Araştırmanın geçerliliğini ve güvenilirliğini en önemli olarak belirleyen hususlardan bir tanesi de tarafsızlık (non-biasedness) ilkesidir. Hipotezimizi sınamak istememiz, araştırmamızın veya deneyimizin tarafgir olmasını asla gerektirmez, hâttâ doğrusu olmamasıdır. Bu sebeple de, deseni hazırlarken yanlış pozitif (false positive) veya yanlış negatif (false negative) sonuçlardan bizi koruyacak bütün bulaşıklıklardan (contaminations) arınmış olmalıyızdır. Sonucu bu yönlerde etkileyebilecek bütün harici veya dahili etkileri olabildiğince asgariye düşürmemiz gerekir.
Daha sonra araştırma veya deney yapılır. Sonuçlar dünyaca kabûl görmüş istatistiksel analizlerden geçirilir. Bunu yaparken şuurdışı veya şuurlu tarafgirlikten kaçınmak için konuya kör (blind) bir istatistikçi tarafından da sonuçlar gözden geçirilir.
Yayın aşamasında, sonuçların anlamlılığı (significance), bunun derecesi ve varsayımın haklılık derecesi tartışılır. Çalışmanın kısıtlılıkları (limitations) varsa (yeterince örneklem olmaması, kaçınılmaz bulaşıklıkların muhtemel etkileri vs.) bunlar dürüstçe belirtilir.
Daha sonra bu yazı güvenilir ve hakemli bir dergiye gönderilir. Hakemlerden gelen eleştiriler sebebiyle gerekirse 10-15 kere gözden geçirilir (revision).
Sonunda da yayınlanır. Buna rağmen ciddi eleştiriler gelebilir ve teyit çalışmaları (replication studies) yapılmadıkça 1. dereceden kanıt olarak kabûl edilmez.
Bu na kanıta (delile) dayalı bilim (evidence based science) denir.
Masaru Emoto'nun suyun duadan etkilerini anlatan "çalışması" da, duanın kalb krizinden veya başka bir illetten koruyucu etkisiyle ilgili çalışmaların çoğu da bu sebeple kâzip bilim (sham science) veya yalancı bilim (pseudoscience) düzeyindedir ve itibarlı çevrelerce kaale alınmazlar. Daha çok halkı oyalayan sansasyonlar veya spektaküler oyalamalar hâlinde ortada dolanırlar.
Ve.... Bunca zahmetle elde edilen bilgi daha yayınlandığında eskimiştir ve yeni bilgilerce çürütülecek veya değişecektir.
Bu da Sir Karl Popper'ın ortaya koyduğu yanlışlanabilirlik ilkesinin (falsifaibility principle) vazgeçilmezliğinin bir göstergesidir.
Tabii ki bütün bunlar somut sistemlerle uğraşan doğabilimlerinde, tıpta, biyolojide, jeolojide vs. daha bir geçerlidir. Anlam sistemleriyle uğraşan teorik fizik ve matematik gibi bilimlerde işler daha da karışır ve devreye diyalektik mantık, puslu (fuzzy) mantık ve Heisenberg'in belirsizlik ilkesi girer. Kuantum araştırmalarında ise uçuş serbestçedir ama önce bütün temel bilgilere ileri derecede vakıf olmayı gerektirir.
Tarih bir bilim midir dersek, daima galiplerin yazdığı bilgiler yumağından bitaraf hakikati yakalamak çok zordur. Soykırım "keşifleri", çeşit çeşit icatlar göz önüne alındığında, tarih aslında ideolojidir; dolayısıyla da bilim değil bilgidir. Bu bilginin ne kadar nesnel (objective), ne kadar öznel (subjective) olduğu tam bilinemez.
Peki, psikiyatri bilim midir? Biyolojik, psikofarmakolojik, sinirbilimsel, deneysel psikolojiden mülhem alt dallarıyla bir bilim dalı olduğu kesindir. Buna karşılık, yanlışlanabilme ilkesine ters düşen ve varsayımlarını a priori doğru kabûl ederek sonuçları ona göre yordayan (prediction) psikanalitik ve sair teoriler bilimsel değildir; bilimselleşmek için bilimsel olan dallarla işbirliğine giderek doğru iş yapmaktadır. Klinik psikiyatri ise yanlışlanabilme ve gelişebilme ilkelerine uyduğu için bilimseldir.
Parsimoni İlkesi Nedir?
Eskiden "postüladan tasarruf kaidesi" de denen parsimoni (parsimony) ilkesi, "iki kabûl edilebilir izah varsa, en basit olanı en doğrusudur" düsturudur. Bu ilkenin güçlü yanı gereksiz ve fuzuli araştırmaları ve ayrıntıda boğulmayı önlemesi, zayıf yanı ise komorbiditeyi gözardı etmesidir.
Peki, Bir İnsan Hem Bir İnanca (Dini, İdeolojik veya Mistik) Sahip Olup, Hem de Bilim Adamı Olamaz mı?
Tabii ki olabilir. Dünyada geçmişte ve hâlde bunun pek çok örnekleri mevcuttur. Muhtemelen artarak da olacaktır. Önemli olan sapla samanı karıştırmamayı, bilim adamı kimliğiyle (scientist identity) kendini aşan kimliğini (self-transcendent identity) karıştırmamaktır. Dini-mistik ritüelik davranışlar ta hayvanlar aleminden insan türüne kadar devam eden bir süreklilik gösterirler. Kurumsallaşma ve bilinçli inanç (iman) ise Homo sapiens sapiens'te gerçekleşmiştir. İnsan türü kendini aşmaya muktedir hâttâ mahkûm olan tek türdür. Adam gibi adamlar hem ilmi hem de imanı aynı yürek ve dimağda taşıyabilirler ve asla ikisinin de mutaassıbı olmazlar.