Arama


asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
16 Kasım 2009       Mesaj #11
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Kavimlerin Helak Sebepleri - HZ. Nuh Kavminin Helak Olma Sebepleri

Nûh (a.s.), Allah Teâlâ'ya ibâdeti terkedip, tapınmak için kendilerine putlar edinen ve böylece yeryüzünde ilk defa fesâda uğrayan bir kavmi tevhid akîdesine döndürmek için gönderilen peygamberdir. "Ulul-Azm" peygamberlerin ilki olan Nûh (a.s.)'un, kavmini tevhide döndürmek için verdiği mücâdele, Kur'an-ı Kerim'de uzunca zikredilmektedir. Adı, kırk üç ayrı yerde zikredilen Nûh (a.s.)'un kıssası, şu sûrelerde mufassal olarak ele alınmıştır: 7/A'râf, 11/Hûd, 23/Mü’minûn, 26/Şuarâ, 54/Kamer ve kendi adıyla adlandırılmış olan 71/Nûh sûresi.
Nûh (a.s), Ulûl-Azm peygamberlerin ilkidir. Allah Teâlâ onu, "çok şükreden kul (abden şekûrâ)" olarak isimlendirmiş ve kıyâmete kadar gelen nesiller, anıp selâm getirsinler diye onun ismini herkesçe bilinir kılmıştır: "Sonra gelenler içinde, âlemlerde, Nûh'a selâm olsun diye ona iyi bir ün bıraktık. Doğrusu o, Bizim inanmış kullarımızdandı" Ve o, sonraki peygamberler için, tâkip edilmesi gereken bir önder kılınmıştır: "İbrahim de şüphesiz, onun yolunda olanlardandı"
Allah Teâlâ, Peygamberimize, kendisine yapılan itiraz ve işkencelere karşı, Nûh (a.s.) ve onun yolunda olan diğer ulul-azm peygamberler gibi sabretmesini emretmektedir. Yani o, Rasûlullah (s.a.s.)'a bir örnek olarak gösterilmektedir: "Rasullerden azim ve sebat sahibi (ulu’l-azm) olanların sabrettiği gibi sen de sabret" Nûh (a.s), Peygamber (s.a.s.)'e ve inanan tebliğcilere bir numûne olarak gösterildiği gibi; onun inkârcı kavminin helâkı da, müslümanlara zulmetmeyi gelenek haline getiren sapık topluluklara bir örnek olarak sunulmaktadır.
İdris (a.s.)’den sonra tökezlenip bataklığa saplanmış insanoğluna Yüce Allah, Nuh (a.s.)’u gönderdi.
Nûh (a.s.), peygamber olarak gönderilinceye kadar, insanlık genel olarak tevhid üzere hayatlarını sürdürüyordu. İnsanların çoğunluğu tevhid üzere olup Allah Teâlâ'ya şirk koşmaktan kaçınırlardı. İbn Abbas (r.a.)'dan şöyle rivâyet edilmektedir: "Âdem ile Nûh arasında on asır vardır. Bu zaman zarfında insanların hepsi İslâm üzere idiler" İbn Abbas (r.a.)'ın sözünde, İslâm üzere on asırdan bahsedilmektedir. Bu on asırdan sonra, Nûh (a.s.) gönderilinceye kadar, insanların sapıklık üzere bulundukları daha başka asırların da olması muhtemeldir. Ayrıca, İbn Abbas (r.a.)'ın bu sözü, tarihçilerin ve Ehl-i kitab'ın zannettikleri gibi, Kabil ve oğullarının ateşe tapan bir topluluk olarak varlığının söz konusu olmadığını da ortaya koymaktadır. Yani, toplum olarak tevhidden ilk sapma, Âdem (a.s.)'den en az bin sene sonra olmuştur.
Allah Teâlâ'ya şirk koşan bu putperest topluluk, âniden ortaya çıkmadı. İdris (a.s.)'dan sonra insanlar, onun şeriatına uyarak ibâdet ediyor ve sâlih âlimlerin çizgisinden yürümeye özen gösteriyorlardı. Bir zaman sonra insanların sevip uydukları bu sâlih kimseler ölüp gittiklerinde, kavimleri onları kaybetmekten dolayı büyük üzüntüye kapıldılar. Şeytan, onların bu hassâsiyetlerinden istifade ederek, sevdikleri bu sâlih kişileri hatırlamak ve böylece onların nasihatlerini zihinlerinde canlı tutmak için onlara, bu kişilerin her zaman bulundukları yerlere, onların birer heykelini, anıtını dikmeyi telkin etti. İlk defa put diken bu nesil onları, kesinlikle tapınmak için dikmemiş ve onlara ibâdet edip şirk koşanlardan olmamışlardı. Ancak bunların peşinden gelen nesiller zamanla bu heykellerin birer ilâh olduğuna inanmaya, hayır ve şerrin sahibi olduklarını vehmetmeye başlamışlardı. Böylece yeryüzünde ilk defa, tevhid akidesinden sapılmış ve insanlar Allah'tan başka ilâhlar edinerek O'na şirk koşmaya başlamışlardı. Putları diken bu ilk neslin vebali oldukça büyüktür. Zira onlar, bu putları dikmekle bir sonraki neslin putperest olmasına sebep olan ve Allah'a şirk koşmayı ilk icad edenlerdir. Ayrıca onlar, canlı sûretler yapmakla da Allah Teâlâ'nın azâbına müstahak olmuşlardır. Hz. Peygamber (s.a.s.) canlı bir şeye benzer bir sûret yapan kimse için şöyle buyurmaktadır: "Her kim bir sûret yaparsa, Allah Teâlâ ona kıyamet günü, yaptığı sûrete ruh verinceye kadar azap edecektir. O kimse ise asla bunu başaramayacaktır", Kıyamet günü en şiddetli azap suret yapanlara olacaktır. Onlara; "yarattıklarınızı diriltin bakalım" denilecektir"
Nûh kavminin tapındığı putların her birinin, Kur'an-ı Kerim'de zikredildiğine göre bir adı vardı: "...‘Ved, Suva', Yağûs, Yeûk ve Nesr putlarından asla vazgeçmeyin’ dediler" Allah Teâlâ, İlâhî rahmeti gereği, doğru yolu bulup hidayete erebilmeleri için sapıtan bütün topluluklara peygamberlerini göndermiş, böylece onlara, şirk ve isyan bataklığından kurtulmanın yollarını göstermiştir. Peygamber, Allah Teâlâ'nın kullarına rahmetinin en açık bir delilidir. Allah Teâlâ, elîm Cehennem azâbından sakındırmaları için peygamberlerini göndermiş; bunlardan, inkârcıların isyan ve işkencelerine karşı sabrederek, tebliğlerine devam etmelerini istemiştir. Nuh (a.s.) da, kavmine gönderildiği zaman, büyüklenmelerine, bütün aşırılıklarına ve vurdumduymazlıklarına rağmen onlara şefkatle yaklaşarak, kendilerini gelecek can yakıcı azâba karşı korumak istemiştir. Allah Teâlâ, Nûh (a.s.)'un, kavmine gönderilişi hakkında şöyle buyurmaktadır: "Kavmine can yakıcı bir azap gelmeden önce onları uyar" diye Nuh'u milletine gönderdik"
İyice azıtmış ve korkunç bir helâkle cezalandırılmayı hak etmiş bir topluluk olan Nûh kavmine, bu helâkten kurtulmak için Rahmânî bir el uzatılmıştı. Allah'ın elçisi Nûh (a.s.), şirki bırakıp tevhid akidesine dönüşü tebliğle görevlendirildiğinde, onlara yaptığı ilk tebliğ, Kur'ân-ı Kerim'de şöyle zikredilmektedir: “...Ey kavmim! Allah'a
kulluk edin. O'ndan başka ilâhınız yoktur; doğrusu sizin için büyük günün azâbından korkuyorum’ dedi.” “Ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım. Allah'tan başkasına kulluk etmeyin! Doğrusu ben, hakkınızda can yakıcı bir günün azâbından korkuyorum’ dedi.” “Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin için O'ndan başka ilâh yoktur. Sakınmaz mısınız?’ dedi.” “Ey Milletim! Şüphesiz ben, size gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım. Allah'a kulluk edin, O'ndan sakının ve bana itaat edin ki, Allah günahlarınızı bağışlasın ve sizi belli bir süreye kadar ertelesin. Doğrusu Allah'ın belirttiği süre gelince geri bırakılmaz. Keşke bilseniz!”
Nûh (a.s.)'ın bu tebliği karşısında onlar, büyüklenerek ve şımararak Nûh (a.s.)'a türlü şekillerde saldırılarda bulunmuşlar ve çeşitli kötülüklerle onu itham etmişlerdir. Her zaman hakkın karşısında durup toplumlarını peygamberlere uymaktan alıkoyan mele' (ileri gelenler) Nûh (a.s.)'un da karşısına çıkmış, Kureyş’in ileri gelenlerinin Hz. Muhammed (s.a.s.)'e yaptıklarını andıran bir tarzda, onu sapıklık ve sefihlikle itham etmişlerdi. Nûh (a.s.) onları, Allah'tan başkasına kulluk etmemeye çağırdığında; “Kavminin ileri gelenleri: ‘Biz senin apaçık sapıklıkta olduğunu görüyoruz’ dediler. Nûh onlara; ‘Ey kavmim! Bende bir sapıklık yoktur; ancak ben âlemlerin Rabbinin peygamberiyim, Rabbimin sözlerini size bildiriyor, öğüt veriyorum. Sizin bilmediğinizi Allah katından ben biliyorum. Sakınmanızı ve böylece merhamete uğramanızı sağlamak için aranızdan bir vâsıtayla Rabbinizden size haber gelmesine mi şaşıyorsunuz?’ dedi”
Şirkin ve küfrün pisliğiyle bulanmış akıllar, tarihin her döneminde Allah Teâlâ'nın, bir elçi gönderdiği zaman, o hangi topluma gönderiliyorsa o toplum içerisinden çıkarmasına şaşmışlar, bundaki açık gerçekleri görmemişlerdir. Nûh kavmi de ona itiraz ederken, Allah Teâlâ'nın elçisinin bir insan değil ancak bir melek olabileceğini ileri sürmüştü: “Senin ancak kendimiz gibi bir insan olduğunu görüyoruz” "Bu, sizin gibi bir insandan başka bir şey değildir. Sizden üstün olmak istiyor. Allah dilemiş olsaydı melekler indirirdi. İlk atalarımızdan beri böyle bir şey işitmedik" Mustaz'af insanlardan bir topluluğun etrafında toplanıp onu tasdik etmeye başlaması sebebiyle, tebliğini tesirsiz bırakmak için çareler arayan mele', bu gelişme üzerine daha da sertleşerek, onu yalancılık ve delilikle itham etmeye başlamışlardı. Onun için şöyle deniliyordu: “Daha başlangıçta, sana bizim ayak takımı dışında kimsenin uyduğunu görmüyoruz. Sizin bizden bir üstünlüğünüz de yoktur. Biz sizin bir yalancı olduğunuz kanaatindeyiz” “Bu adamda nedense biraz delilik var. Bir süreye kadar onu gözetleyin” “Bu putperestlerden önce Nûh milleti de yalanlayarak; delidir" demişlerdi, yolu kesilmişti”
Zenginlik ve riyâset sahibi bu insanlar üstünlüğün malda ve topluma hâkim bir konumda olmakta olduğunu zannettikleri için, gerçekte, kendileriyle kıyas kabul etmez derecede bir üstünlüğe sahip olan Nûh (a.s.)'a inanan mustaz'afları küçümsüyor ve onlarla bir arada, aynı seviyede bulunmayı nefislerine bir türlü kabul ettiremiyorlardı. Bunun için Nûh (a.s.)'a mürâcaat etmişler ve bu insanları yanından uzaklaştırırsa, o zaman belki kendisini dinleyebileceklerini bildirmişlerdi. Ancak Nûh (a.s.) onlara kesin bir üslûpla cevap vererek gerçek anlamda üstünlüğün, iman edenlerde olduğunu şu ifâde ile ortaya koymuştu: “Ben iman edenleri kovacak değilim. Ben sadece açıkça bir uyarıcıyım”
Nûh (a.s.), bıkmadan, her türlü eziyetlerine sabrederek onları her yerde İslâm'a çağırıyor, Cehennem azâbından kurtulmalarının yollarını belletmeye çalışıyordu. Ancak kavmi, onu her defasında alaya alıyor; söylediklerini aralarında eğlence konusu yapıyorlardı: "Kavminin ileri gelenleri (mele’) yanından her geçtiklerinde onunla alay ediyorlardı. Nuh ise onlara şöyle diyordu: Bizimle alay edin bakalım. Biz de, bizimle alay ettiğiniz gibi sizinle alay edeceğiz"
Nûh (a.s.), kavmini şirkten dönmeye dâvet ederken, onlara tesir edebilecek her yolu deniyordu. Onlara Allah'a ibâdet etmeyi ve bir peygamber olarak kendisine tâbî olmayı telkin ederken, buna karşılık kendilerinden hiç bir maddî menfaat istemediğini ve beklemediğini; amacının yalnızca onları, Allah Teâlâ tarafından gelecek olan büyük cezâlardan korumak olduğunu bildiriyordu: “Kardeşleri Nûh, onlara şöyle demişti: ‘Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Allah'tan sakının, ittika edin ve bana itaat edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ecrim, ancak âlemlerin Rabbine aittir. Doğrusu hakkınızda büyük günün azâbından korkuyorum” Kavmi, inadında direnmiş ve kesin kararını vermişti. Ona; “İster öğüt ver, ister öğüt verenlerden olma, bizce birdir’ dediler” Buna rağmen o, çağrısında ısrar edince, müşrikler tamamen sertleşmiş ve onu tehdit ederek artık bu söylediklerini tekrarlamayı terk etmezse kendisini taşlayacaklarını bildirmişlerdi: "Ey Nûh! Eğer bu işe son vermezsen, şüphesiz taşlanacaklardan olacaksın’ dediler"
Nûh (a.s.), dâvetini tekrarladıkça onların inadı artıyor, ona ve inananlara eziyetlerini daha da şiddetlendiriyorlardı. Nûh (a.s.) onların bütün bu tahammül edilmez eziyet ve işkencelerine katlanıyor ve onları kurtarmak için bir an olsun boş durmuyordu. Asırlar süren bu yorucu tebliğ faâliyeti, kavminden çok az bir topluluk dışında, kimsenin iman etmesini sağlayamamıştı: "Pek az kimse onunla beraber inanmıştı" Azgınlaşan kavmi, Allah Teâlâ'ya meydan okurcasına Nûh (a.s.)'a şöyle çıkışıyordu: “Ey Nûh! Bizimle cidden tartıştın; hem de çok tartıştın. Doğru sözlülerden isen tehdit ettiğin azâbı başımıza getir’ dediler” Onlar, Nûh (a.s.)'ın tebliğine kulaklarını tıkadıkları için, onun ne söylediğini bir türlü idrâk edemiyorlardı. Nûh (a.s.), belki düşünürler diye, azâbın sahibinin Allah olduğunu ve O’nun kudretinin sınırsızlığını bir kez daha onlara tebliğ ediyordu: “Ancak Allah dilerse onu başınıza getirir, siz O'nu âciz bırakamazsınız. Allah sizi azdırmak isterse, ben size öğüt vermek istesem de faydası olmaz. O, sizin Rabbinizdir. O'na döndürüleceksiniz”
Nûh (a.s.), bu zâlim topluluğun iman etmeyeceğini anlamıştı. Kavmi için hiç bir kurtuluş yolu kalmamıştı. Onlar zulümlerini artırdıkça artırdılar. Bunun üzerine Nûh (a.s.), dokuz asırdan fazla bir müddet tahammül ettiği zorluklar karşısında hiç kimseye tesir edemediğini ve edemeyeceğini anlayınca, kavminin durumunu Allah Teâlâ'ya havâle etmekten başka çare bulamadı. Allah Teâlâ, onun bu durumunu Kur'an-ı Kerim'de şöyle dile getirmektedir: “Nûh; ‘Rabbim! Kavmim beni yalanladı. Benimle onların arasında sen hüküm ver. Beni ve beraberimdeki iman edenleri kurtar’ dedi” “Nûh; ‘Rabbim! Beni yalanlamalarına karşılık bana yardım et’ dedi” “O da; ‘Ben yenildim, bana yardım et!’ diye Rabbine yalvarmıştı”
Allah Teâlâ da ona, kavmini sularla helâk edeceğini, bunun için bir gemi yapmasını bildirdi. Ayrıca bundan dolayı kavmine acıyıp da, onlar için bağışlama dilememesi gerektiğini de bildirdi: “Nûh'a; ‘Senin kavminden iman etmiş olanlardan başkası inanmayacaktır. Onların yapageldiklerine üzülme. Nezâretimiz altında, sana bildirdiğimiz gibi gemiyi yap. Haksızlık yapanlar için Bana başvurma. Çünkü onlar suda boğulacaklardır’ diye Allah tarafından vahyolundu” Nûh (a.s.), Cebrâil (a.s.)'ın gözetimi altında gemiyi yapmaya başladı. Müşrikler yanına geldikleri her defasında onunla alay ediyorlardı: "Gemiyi yaparken kavminin inkârcı ileri gelenleri yanına uğradıkça onunla alay ederlerdi. O da; ‘Bizimle alay ediyorsunuz ama, alay ettiğiniz gibi biz de sizinle alay edeceğiz. Rezil edecek olan azâbın kime geleceğini ve kime sürekli azâbın ineceğini göreceksiniz’ dedi”
Taberî, Nûh (a.s.)'ın, kavmini İslâm'a dâvet edişi, gemiyi yapmaya başlaması ve kavminin onunla alay edişi hakkında, Âişe (r. anhâ)'dan rivâyetle, Rasûlullah (s.a.s.)'ın şöyle söylediğini nakletmektedir: “Nûh, kavminin arasında dokuz yüz elli sene kalmıştı. Bu zaman zarfında onları hakka dâvet etti. Son zamanlarına doğru bir ağaç dikti. Ağaç her taraftan çok büyüdü. Sonra onu kesip gemi yapmaya başladı. Onun yanından geçerlerken, ona ne yaptığını soruyorlar ve onunla dalga geçerek şöyle diyorlardı: ‘Onu yap; karada gemi yapıyorsun; bakalım nasıl yüzdüreceksin?’ Nûh (a.s.) da onlara; ‘yakında bileceksiniz!’ diyordu” Ve yine ona; "Nebîliği bırakıp marangozluğa mı başladın?" diyerek eğleniyorlardı
Nûh (a.s.)'ın yaptığı geminin şekli ve büyüklüğü hakkında İbn Abbas (r.a.)'dan şöyle bir rivâyet nakledilmektedir: "Geminin uzunluğu, Nûh'un babasının dedesinin (yani İdris (a.s.) zirâ'ıyla üç yüz zirâ'; eni elli zirâ'; yüksekliği otuz zirâ'; su seviyesinden yukarısı ise altı zirâ' idi. Katlara ayrılmış olan geminin üç kapısı bulunmaktaydı. Bu kapılar üst üste açılmıştı Bu rivâyetin doğruluğunu Allah bilir.
Nûh (a.s.), gemiyi inşâ ederken, tahtaları birbirine mıhlar kullanarak çakmıştı: "Onu, tahtadan yapılmış, mıhla/çiviyle çakılmış bir gemiye bindirdik" Nûh (a.s.) bu esnâda, artık tamamen yüz çevirdiği kavminin durumunu Allah Teâlâ'ya arzediyor ve onları bütün imkânlarını kullanarak şirkten nasıl vazgeçirmeye çalıştığını anlatarak, buna karşı kavminin takındığı tutumu O'na şikâyet edip yeryüzünde onlardan kimseyi bırakmamasını istiyordu.
Nûh (a.s.)'ın adını taşıyan ve onun kıssasının anlatıldığı sûrede bu durum şöyle anlatılır: “Nûh dedi ki: ‘Rabbim! Doğrusu ben, kavmimi gece gündüz çağırdım. Fakat benim çağırmam, sadece benden uzaklıklarını artırdı. Doğrusu ben Senin onları bağışlaman için kendilerini her çağırışımda parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, direndiler, büyüklendikçe büyüklendiler. Sonra, doğrusu ben onları açıkça çağırdım. Sonra onlara açıktan açığa, gizliden gizliye de söyledim. Dedim ki: ‘Rabbinizden bağışlanma dileyin; doğrusu O, çok bağışlayandır. "Nûh, ‘Rabbim! Doğrusu bunlar bana baş kaldırdılar ve malı, çocuğu Kendisine sadece zarar getiren kimseye uydular. Birbirinden büyük hilelere başvurdular’ dedi. İnsanlara; ‘sakın tanrılarınızı bırakmayın; Ved, Suva', Yağûs, Yeûk ve Nesr putlarından asla vazgeçmeyin!’ dediler. Böylece birçoğunu saptırdılar. Rabbim! Sen bu zâlimlerin sadece şaşkınlığını artır. Nuh dedi ki; ‘Rabbim! Yeryüzünde hiç bir inkârcı bırakma. Doğrusu Sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar; ahlâksız ve çok inkârcıdan başkasını doğurup yetiştirmezler”
Allah Teâlâ, bu kavme helâkı umûmî kıldığı gibi, Nûh (a.s.) da bunun umûmî olmasını istemişti. Çünkü, asırlar süren dâveti neticesinde anlamıştı ki; bunlardan kalan nesil, yine onlar gibi inkarcılar olacaktı. İbn İshak şöyle demektedir: "Bir sonraki asır geldiğinde o nesil, bir öncekinden daha berbat oluyordu. Sonra gelen nesiller; ‘Bu adam babalarımızla, dedelerimizle birlikte yaşamıştı ve onun hiç bir sözünü kabul etmemişlerdi. Bu deliden başka biri değildir’ diyorlardı"
Yeryüzünde ilk defa fesad çıkararak, zâlimlerden olan bir toplumu cezalandırmak için Allah Teâlâ'nın takdir etmiş olduğu vakit yaklaşmakta idi. Allah Teâlâ, Nûh (a.s.)'a Tûfanın gelişini haber veren alâmet olarak, tandır (tennûr)dan suların kaynamasını göstermişti. Tandırdan su kaynamaya başlayınca Allah Teâlâ, ona her cins canlıdan ikişer çifti ve kendisine iman edenleri gemiye bindirmesini vahyetti: “Emrimiz gelip tandırdan sular kaynamağa başlayınca; her cinsten ikişer çifti ve aleyhine hüküm verilmemiş olanın dışında kalan çoluk çocuğunu ve mü’minleri gemiye bindir’ dedik. Zâten onunla beraber pek az kimse iman etmişti.”
Onunla beraber olanların sayısı hakkında yedi kişi ile seksen kişi arasında değişen rivâyetler vardır . Nûh (a.s.) ile, ailesinden Ham, Sam, Yâfes adlarındaki üç oğlu da gemiye binmişti. (Hz. Nûh’un oğullarının kaç tane olduğu ve isimleri Kur’an’da ve sahih hadislerde geçmez). Ancak dördüncü oğlu Kenan (Yam), ona iman etmediği için gemiye binmemişti. Sular her yeri kaplamaya ve gemi yüzmeye başlayınca Nûh (a.s.) oğluna; "Ey oğulcuğum! Bizimle beraber gel; kâfirlerle birlik olma" diye seslendi. Oğlu; "Dağa sığınırım, beni sudan kurtarır" deyince, Nûh; "Bugün Allah'ın buyruğundan, O'nun acıdıkları dışında kurtularak yoktur" dedi. Aralarına dalga girdi. Oğlu da boğulanlara karıştı"
Nûh (a.s.), muhtemelen, oğlunun küfredenlerden olduğunu bilmediği için, Allah Teâlâ'ya; "Rabbim! oğlum benim ailemdendi. Doğrusu senin va'din haktır. Sen hükmedenlerin en iyi hükmedenisin" diye seslenerek, oğlunun başına gelenlerin hikmetini öğrenmek istemişti. Allah Teâlâ, bir peygamber dahi olsa, kan bağının hiçbir şey ifade etmediğini, insanların birbirinden olmalarının yegâne ölçüsünün akîde olduğunu; "Ey Nûh! O senin ailenden değildir. Çünkü o, çok kötü bir iş işlemiştir. Öyleyse bilmediğin şeyi benden isteme" âyetiyle Nûh (a.s.)'a bildirerek, ortaya koymuştur.
Tûfan, gemidekilerin dışında hiç kimsenin sağ kalmasının mümkün olmadığı bir şekilde her yeri sular altında bırakmıştı. Gök, kapılarını açarak sularını boşaltmış; Yer, her tarafından sular fışkırtmaya başlamıştı: "Biz de bunun üzerine gök kapılarını boşanan sularla açtık. Yeryüzünde kaynaklar fışkırttık. Her iki su, takdir edilen bir ölçüye göre birleşti"
Allah'a isyanda direten ve O'nun elçisine olmadık eziyetleri revâ gören ve asırlar boyu, gidişatında hiçbir değişiklik yapmayan zâlim bir topluluk, sonraki nesillere, inkârcı zâlimlerin sonunun ne olduğunu anlamaları için, bu şekilde, tûfan ile helak edilmişti. Allah Teâlâ, inkârcı zâlimler helâk olduktan sonra, Tûfanı sona erdirmiş ve mü’minlerin bulunduğu gemiyi selâmetle Cûdî dağı üzerine durdurtmuştu; "Yere; ‘Suyunu çek!’ göğe; ‘Ey gök sen de tut!’ denildi. Su çekildi, iş de bitti. Gemi Cûdîye oturdu. ‘Haksızlık yapan millet Allah'ın rahmetinden uzak olsun!’ denildi" Taberî'nin Resulullah (s.a.s.)'e dayandırılan bir rivâyetine göre Tûfan, altı ay sürmüştür. Recebin ilk günlerinde başlayan Tûfan, Muharremin onuncu gününde son bulmuş ve gemi Cûdî dağının üzerine oturmuştu. Nûh (a.s), şükür için, herkese oruç tutmasını emretmişti. Bu gün, Aşûre günü olarak o zamandan günümüze dek hâtırasını sürdürmüştür.
İnkâr edip yeryüzünde fesad çıkaran topluluk yok edilip sular çekildikten sonra, Allah Teâlâ peygamberine artık emniyet içerisinde gemiden inebileceğini bildirmişti: "Ey Nûh! Sana ve seninle beraber olan topluluklara bizden bir selâmet ve bereketle gemiden in" . Nûh (a.s), gemiden indikten sonra, Semânîn diye isimlendirilen bir yerleşim yeri inşa etmişti. Bu yer ve Cûdî dağı; Ceziretu İbn Ömer (Cizre)'in yakınında bulunmaktadır
Diğer bir rivâyete göre de Nûh (a.s.) gemide yüz elli gün kalmış, Allah Teâlâ, gemiyi Mekke’ye yöneltmiş; gemi kırk gün Beytullah etrafında dönmüş ve sonra da Cûdi'ye yönelterek orada durdurmuştu. Geminin kalıntıları muhtemelen bu dağın üzerinde hâlâ bulunuyor olmalıdır. Allah Teâlâ Kur'ân-ı Kerîm'de, insanlara ibret olsun diye onu, bulunduğu yerde bıraktığını zikretmektedir: "And olsun ki Biz, o gemiyi bir ibret olarak bıraktık; öğüt alan yok mudur"
Rivâyete göre Nûh (a.s) ile birlikte Tufandan kurtulanlardan, Nûh (a.s) ve oğulları dışında kalanlar, yok olup gitmişler ve sonraki nesiller Sam, Ham ve Yafes'ten türemişlerdir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Biz onun soyunu sürekli kıldık” Rasûlullah (s.a.s.) bu âyeti okuduğu zaman, sürekli kılınanlardan kastın, Ham, Sam ve Yafes olduğunu söylemiştir. Tarihçiler; Sam'ı, Arapların ve Fars'ların atası; Ham'ı, Zenciler ve Habeşlilerin atası ve Yafes'i de Türkler, uzak doğu milletleri, Berberîler, Çinliler ve Mâverâünnehir kavimlerinin atası olarak kabul etmektedirler.
Nûh (a.s)'ın tûfana kadar dokuz yüz elli yıl yaşadığı kesindir: "Şüphesiz ki Biz Nûh’u kavmine Peygamber olarak gönderdik. Aralarında elli yıl hariç bin yıl kaldı." Ancak, Tufandan sonra ne kadar yaşadığı hakkında bir bilgi yoktur. İbn Abbas (r.a.)'ın görüşüne göre, Nûh (a.s.) bin yedi yüz seksen sene yaşamıştır ve öldüğünde de Mescid-i Haram'a yakın bir yere defnedilmiştir.
Hasan Telli
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....