Radyoastronomi
MsXLabs.org & Temel Britannica
20. yüzyılın ortalarına kadar astronomlar evreni yalnızca optik teleskopların yardımıyla gözlemleyebiliyorlardı; yani gezegenleri, yıldızları, ışıyan gaz bulutlarını ve gökadaları, ancak bu gökcisimlerinin gönderdiği ışıktan yararlanarak inceleyebiliyorlardı. Ama evrendeki pek çok cisim, görünür ışık dalga boylarının dışında kalan elektromagnetik ışınım dalga boylarında çok daha parlaktır. Radyo dalgaları, kızılötesi ışınım ya da X ışınları yayan yıldızları ve gökadaları "görmek" için özel teleskoplara ve detektörlere gerek vardır. Dünyanın en iyi kızılötesi teleskopları, Havvaii'deki sönmüş Mauna Kea Yanardağı'nın tepesi gibi, hava kirliliğinin olmadığı yüksek dağ zirvelerinde kurulmuştur. X ışını detektörlerinin ise atmosferin dışına, yani uzaya gönderilmesi gerekir. Gökcisimlerinin yaydığı gözle görülemeyen ışınların incelenmesine dayalı en eski ve en gelişkin astronomi dalı radyoastronomidir ve radyoastronomların bulmuş oldukları gökcisimlerinin varlığından bugüne kadar en küçük bir kuşku bile duyulmamıştır.
Evrenin bir radyoteleskoptan görünüşü, optik teleskoplardan yararlanılarak oluşturulan resminden çok farklıdır. Yıldızların, gökadaların ve başka gökcisimlerinin gönderdikleri ışığı optik teleskoplarla doğrudan gözlemleyebiliriz. Radyoastronomlar ise uzaydan gelen radyo dalgalarını saptamaya uğraşırlar ve varlığını saptadıkları bu dalgaların ne anlama geldiğini çözebilmek için bilgisayar gibi karmaşık aygıtlar kullanırlar. Güneş'ten gelen radyo dalgalarının şiddetinin ya da yeğinliğinin, Güneş lekesi çevrimine bağlı olarak değiştiği saptanmıştır. Jüpiter gezegeni de güçlü bir radyo dalgası kaynağıdır. Bu gezegen geniş ve güçlü bir magnetik alanla çevrilidir. Elektrik yüklü parçacıklar bu alandan geçerken radyo dalgaları yayar. Radyoteleskoplar, Güneş sisteminin ötesinden, örneğin Samanyolu Gökadası'ndan ya da bulutsu denen büyük gaz bulutlarından da radyo dalgaları alırlar. Bizim gökadamız olan Samanyolu'nda, pulsar denen ve sık aralıklarla ışınım darbeleri (vurular) salan radyo dalgası kaynakları vardır; Samanyolu'nun ötesindeyse son derece güçlü radyogökadalar ve kuvazarlar yer alır. Uzayın derinliklerinde, evrenin doğuş anından artakalmış bir radyo fon ışıması vardır; bu ışıma, "büyük patlama"nın (Big Bang) halen sürmekte olan yankısıdır.
Radyoastronominin Ortaya Çıkması
1932'de ABD'li elektrik mühendisi Kari Jansky (1905-50), Samanyolu'ndan gelen dalgalan toplayabilen ilk radyoteleskopu yaptı. Bu buluş büyük heyecan uyandırdı; çünkü Jansky, sıradan bir radyo antenini Samanyolu'na doğru yönelttiğinde, radyo alıcısında hafif bir ıslık sesi belirdiğini saptamıştı. 1940'larda İngiliz bilim adamı J. S. Hey, radar sistemlerinde rastlanan garip sinyal karışmalarının aslında Güneş'ten gelen radyo dalgalarından kaynaklandığını fark etti. Aşağı yukarı aynı sıralarda ABD'li amatör astronom Grote Reber (doğumu 1911) ilk gerçek radyoteleskopu yaptı ve bu aygıtla, Samanyolu'nun merkezinde güçlü bir radyo kaynağının bulunduğunu saptadı. Başlangıçta atılan bu küçük adımlardan günümüzün dev radyoteleskopları doğdu.
Evrenin Doğası
Radyoastronomi evren konusundaki bilgilerimize iki büyük katkıda bulunmuştur. Birincisi, radyogökadalara ve kuvazarlara ilişkindir. Radyoastronomlarca yürütülen araştırmalar, radyogökadaların bir zamanlar bugünkünden daha çok olduğunu ortaya koymaktadır; çünkü bize daha yakın olanlardan çok daha fazlası çok uzaklardadır (ve dolayısıyla da çok daha eski zamanlara aittir). Bu durum, bir zamanlar bazı astronomlarca çok tutulan ve evrenin temel görünümünün hiçbir zaman değişmediğini ileri süren "durağan hal" kuramının yanlış olduğunu gösterir.
İkinci büyük katkı, 1965'te mikrodalga fon ışımasının keşfedilmesidir. Birçok kuramcı bunun son yarım yüzyıl içinde astronomideki en önemli bulgu olduğu görüşündedir. Belirli hiçbir kaynağa bağlı değilmiş gibi gözüken bu şaşılacak derecede kuvvetli ışınımın varlığını ABD'deki radyoastronomlar saptadılar. Dünya'ya kadar ulaşan bu ışınım gökyüzünün bütün kesimlerinde aynı şiddetteydi. Astronomların pek çoğu bu ışınımın evrenin çok erken bir evresinden artakaldığı düşüncesindedir. Hatta bu ışınım onlara göre evrenin genişlemesini başlatan ateş topunun kalıntıları da olabilir.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!