Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
15 Temmuz 2006       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Yalnızlık hakkında yazılmış aşağıda vereceğim yazıyı okumanızı ve konuya katkılarınızı bu doğrultuda yapmanızı rica edeceğim.
Teşekkür ederim.

Saygılarımla


Nedir yalnızlık?
  • Çevreyle ilişkilerin kesildiği depresyonla birlikte oluşan derin yalnızlık;
  • kendini toplum içinde yabancı hissetmeyle oluşan sosyal durum yalnızlığı;
  • beden ve çevre koşulları iyi olsa bile ruhsal dünyasındaki beklentilere yanıt alamayınca oluşan duygusal yalnızlık;
  • iç dünyasındaki üzüntülerden kaynaklanan (self pity), dışarı yansıtılmayan, görünen davranışları normal olan gizli yalnızlık;
  • depresyon, korku gibi belirtilerle birlikte açığa çıkan triad yalnızlık gibi çeşitlerden bahsedilebilir.
Yalnızlık kelimesinin özellikle kültürel boyuttaki ifade edilişinde, değişiklikler, çeşitlilikler ve farklılıklar içerdiği görülebilmektedir. Akdeniz ve Doğu kültürleri gibi bireysel ilişkilerin mesafe ve alanın daha dar ve yakın olduğu ortamlarda ve çevrelerde bu iletişimlerin olumsuz niteliklere bürünmesine sık rastlanır. Yalnızlık, genel olarak terkedilmişliği, kimsesizliği, desteksizliği, hasreti ve gurbeti çağrıştırır. Ancak, yalnızlığın her kültür ve toplumda bu çağrışımlara sahip olduğu da söylenemez. Bu nitelikler her kültürde veya toplumda az veya çok yalnızlık kavramının uzantılarıdırlar. Öte yandan yukarıdaki çağrışımlardan farklı anlamlara sahip tek başına olabilmek, bireyleşmek, ayrışmak , kendine yetmek gibi çağrışımlar, özellikle Batılı veya Batılılaşmayı amaçlayan toplumların kültürel dokusunda önemli yer tutmaktadırlar.
Narsist bir iç dünya, patolojik yalnızlığın yani kimsesizliğin acısından kaçmak için bir kendini kutsamadır. İnsanlık ailesine katılabilmek için temel koşul olan paylaşmanın, ilişkinin, iletişimin özetle eşdeşliğin olmadığı bir durumun telafi çabasıdır. Chat odalarındaki maskeli balolar, bedene odaklanan takıntılı düşünceler ve gitgide hücreleşen alt kültür oluşumları bu çabanın sadece birkaç sonucudur. Yalnızlığının ıssızlığı ile bütünsel bir karşılaşma yaşayan bir hastanın ağzından dökülen şu sözler unutulacak gibi değildir:
“Bu yalnızlık büyük bir yanlışlık
Yalnızlığın bir ucunda dünyadan koparken, öteki ucunda yaşama bağlanırız. Söylence ve masallara, anılara, tarih ve şiir gibi sanat ürünlerine konu olan ünlü kişilerin yaşam öyküleri, onların yaşam ve eyleme katılmadan önce -daha ilk gençlik yıllarında- bir içine kapanma ve yalnızlık dönemi geçirdiklerini belgelemektedir. Bunlar kahraman kişiyi yaşama hazırlayan oluşum yıllarıdır, ama sözün doğrusu, özveri, arınma, acı çekme ve kendini tanıma yıllarıdır. Tarihçi Arnold Toynbee bu gözlemi destekleyen pek çok örnekler bulmuştur: Eflatun’un mağarası, Tarsuslu Paul’un, Buddha’nın, Hazret-i Peygamberin, Machiavelli’nin ve Dante’nin yaşamları gibi. Ve bizler de, kendimizi arındırdıktan sonra dünyaya yeniden dönmek üzere, hiç olmazsa belli bir süre için, köşeye çekilmeyi ve yalnız başımıza yaşamayı denemişizdir.
Yalnızlık duygusu, bir bakıma, dışarda bırakıldığımız ya da ayrılmak zorunda kaldığımız yere geri dönmek için duyduğumuz derin özlem, bir yer-yurt özlemidir. Hemen her toplumda gözlemlenen eski bir inanca göre, orası -özlemini çektiğimiz o kutsal yer-dünyanın merkezi, evrenin göbeğidir. Bazen “Cennet” diye de adlandırılır. Ama adı ne olursa olsun, o yer, toplumun gerçek ya da mitolojik yurdudur. Azteklerin inancına göre ölüler, göçmen olarak ayrıldıkları yere, bir kuzey ülkesi olan Miktlan’a dönerler. Kentlerini kurarken, evlerini yaparken düzenledikleri tüm törenler, yaşamın ta başlangıcında kovuldukları o kutsal ocağı bulmaya yöneliktir. Roma, Kudüs ve Mekke gibi dinsel başkentler ya da Kâbeler, dünyayı, dünyanın merkezini simgelerler, ama dünyadan da önce gelirler. Bugün bu merkezlere giden hacılar her kavmin kendisine verileceği söylenen topraklara yerleşmeden önce mitolojik geçmişte yaptıklarını yaparlar. Bir eve ya da kente girmeden önce onun çevresinde dolaşma (tavaf) töresi, buradan gelir. Labirent (dolanca) söylencesi de bu tür inançlardan kaynaklanır. Konuya ilişkin çeşitli yorumlara göre, labirent, mitolojik simgeler arasında en anlamlı ve en zengin olanlardan biridir: Kutsal bir bölgenin merkezindeki insanlara sağlık, toplumlara özgürlük veren bir muska; cezasını çekip günahını çıkardıktan sonra mutluluk sarayına giren kahraman ya da kutsal kişi, kentini kurtarmak ya da yeniden kurmak için geri gelen kahraman, bütün bunlar labirent söylencesi ile yakından ilgilidir.
Yaşam, bir bakıma, gizemli bir gelecekte varacağımız yere ulaşmak için geçmişte bulunduğumuz yerden yola koyulmak demektir.
Kişinin içinde yaşadığı dünyaya ve kendisine yabancılaşmış olduğunu bilmesi demek olan yalnızlık, insan yaşamının en az bir döneminde bireylerin karşılaştığı bir davranış, algılama biçimi ve insan duygusunun en derindeki gerçeğidir.
Yalnız olduğunu bilen ve bir başkasını arayan tek varlık insandır. Doğası gereği kendi varlığını bir başkasında gerçekleştirme özlemi içinde ve doğaya “hayır” diyerek yaşayan insan, kendi varlığını tanır tanımaz, bir eş ya da arkadaştan yoksun olduğunu anlayarak, yalnızlığının bilincine varır.
Ana karnındaki bebek, kendisini sarıp sarmalayan canlının bir parçasıdır, ilkel bir yaşamdır; kendi bilincinde bile değildir. Dünyaya gelmekle, bizi ana karnındaki o bilinçsiz yaşama bağlayan zincirden kopmuş oluruz. Bilinçsiz yaşam diyorum, çünkü orada, istek ile doyum bir ve aynı şeydir. Doğumla gelen değişikliği, bir ayrılık, kopma ve yalnız bırakılma, yabancı ve düşmanca bir çevreye düşüş olarak algılarız. Sonraları, bu ilkel duyum yalnızlık duygusuna dönüşür; daha sonra bir bilinç oluşur. Gerçekte yazgımız yalnızlıktır ama, bu yalnızlığı aşmak ve bizi geçmişe, cennetteki o mutlu yaşama bağlayan ilişkileri yeniden kurmak zorunda olduğumuz bilinci. Var gücümüzle, yalnızlığımızı aşıp yenmeğe çalışırız.
Öyleyse, yalnızlık duygusunun iki ayrı anlamı var:
Bir anlamda yalnızlık “kendini bilmektir; öteki anlamdaysa, kendimizden, yalnızlığımızdan kaçıp kurtulma özlemidir. Yaşamın temel koşulu olan yalnızlık, kaygıdan ve kararsızlıktan kurtulacağımız bir sınav ve arınmadır. Bu yüzden, yalnızlık labirentinin çıkış noktasında, mutluluğa, tüm dünya ile yeniden denge durumuna erişeceğimizi umarak, yaşamımız boyunca bir arayış içinde olmayı sürdürürüz.
Yalnızlık korkusunun, insanın temel korkularından birisi oluşundan dolayı, birey her koşulda bu korkuyu alt ederek, gerekiyorsa bu olgudan çıkış ve kaçış yolları arayışı içinde olmaktadır. Zamanlarını üreterek değil de, tüketerek geçiren ve yalnızlık duygusunun dış etkenlerle giderileceğini sananlar, belki geçici süreler için kendilerini oyalayacaklar ama yine eninde sonunda kendilerini yalnızlığın koynunda bulacaklardır.
Son olarak;
Hepimiz özümüzde yalnızız..