Arama


ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
9 Mart 2009       Mesaj #3
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Atatürk Dönemi Ekonomi Politikaları

1. Planlı Dönem Öncesi: 1923–1929 Yılları Arası Kısmi Liberal Dönem

Atatürk’ün ekonomi politikası Türk Milleti’nin çağdaş uygarlık seviyesine ulaştırılması hedefine yöneliktir. Geçimini ilkel yöntemlerle tarımdan sağlamaya çalışan yoksul ve eğitimsiz bir toplum, yerli ürünler yerine ithal mallarını korumayı amaç edinen bir gümrük rejimi, demir ve deniz yolları gibi en önemli sektörlere hâkim yabancı şirketlerin ülkeyi terk etmeleri, daha da önemlisi devleti zor durumda bırakan Düyun-u Umumiye nedeniyle bütün ticari faaliyetleri büyük ölçüde durmuş bir ülke durumundaki Türkiye’de her şeyi yeniden inşa etmek gerekiyordu. Tüm bu problemlerin çözümlenebilmesi ve yeni kurulacak olan devletin ekonomi politikasına yön verecek önlemlerin belirlenmesi için 1923’te İzmir İktisat Kongresi (bak. İzmir İktisat Kongresi) düzenlenmiştir (Karataş, 1998: 3318).
1923’ten 1929’a kadar geçen sürede siyasi, hukuki ve sosyal alanlarda ortaya çıkan önemli gelişmeler, ekonomi politikalarının acil önlemler içerecek biçimde şekillendirilmesini gerekli kılmıştır. Bu anlamda İzmir İktisat Kongresi’nin Cumhuriyetin ilk yıllarındaki politikaların belirlenmesinde özel bir önemi vardır (Oğuz ve Bayar, 2003: 5).

1.1. İzmir İktisat Kongresi
Kurtuluş Savaşından sonra İstanbullu Türk tüccarlar Milli Türk Ticaret Birliği’ni kurdular. Birliğin kuruluş amacı; yabancı ekonomilerle, dış ekonomik ilişkileri sürdüren azınlıkların tasfiyesiyle meydana gelen boşluğu doldurmaktı. Milli Türk Ticaret Birliği, Ocak 1923’te Ticaret-i Hariciye Kongresi düzenlemeye karar verdi. Bu arada Ankara Hükümeti bir yandan Lozan’da karşılaşılan zorlukları Türk ve dünya kamuoyuna duyurmak, diğer taraftan ekonominin çeşitli sorunlarını tartışmak üzere İzmir İktisat Kongresi hazırlıkları içerisindeydi. Milli Türk Ticaret Birliği’nin de katıldığı İzmir İktisat Kongresi 17 Şubat – 4 Mart 1923 tarihleri arasında toplandı. İzmir İktisat Kongresi’ne çiftçi, tüccar, sanayici ve işçi temsilcilerinden oluşan toplam 1135 temsilci katılmıştır (Parasız, 1998: 3).
İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresi’nin toplanma amacı, savaştan yorgun çıkmış olan iktisadi faktörlerin ve birimlerin birbirlerini tanımalarını sağlamak, onların ihtiyaçlarını tespit etmek, iktisadi konular üzerine dikkatleri çekmek ve iktisat politikalarını da bu sonuçlara göre belirleme isteğidir (Gökçen, 1998: 3256).
Ülkedeki ekonomik yapılanmanın, uygulanacak iktisat politikasının yönünü belirleyen bir “Misak-ı İktisadi” belirlenmiştir. Bu Misak-ı İktisadi; yurt içi sanayi kurmayı ve geliştirmeyi amaçlayan, özel girişime öncelik veren ve mülkiyet haklarına saygılı bir ekonomik sistemi oluşturmayı amaç edinmiştir (Sabır, 2003: 80).
Kongrede alınan kararlar, “Misak-ı İktisadi” ve “Çiftçi, Tüccar, Sanayici ve İşçi Gruplarına İlişkin Esaslar” olarak adlandırılan iki bölümde toplanmıştır.
İlk bölüme giren kararlardan bir bölümü şunlardır (Yavi, 2001: 282-283):
• Yerli üretimin geliştirilmesine çalışılacaktır.
• Lüks ithalattan kaçınılacaktır.
• Ekonomik gelişmeye katkısı olmak koşuluyla yabancı sermayeye izin verilecektir.
İkinci bölümde yer alan bazı kararlar ise şunlardır (Parasız, 1998: 3; Yavi, 2001: 283):
• Reji idaresi ve yönetimi kaldırılacaktır.
• Tütün tarımı ve ticareti serbest olacaktır, ihraç edilen tütünün işlenmiş olması gerekmektedir ve vergileri tüketiciden alınacaktır.
• Aşar kaldırılacak, yerine uygun bir vergi konulacaktır.
• Temettü vergisi gelir vergisine dönüştürülecektir.
• İç gümrükler kaldırılacak, koruyucu gümrük tarifeleri kabul edilecektir.
• Ziraat Bankası yeniden düzenlenecektir.
• Sanayicilere kredi vermek üzere bir Sanayi Bankası kurulacaktır.
• Teşvik-i Sanayi Kanunu’nun günün ihtiyaçlarını karşılar hale getirilmesi ve beş yıl sonra 25 yıl süreyle uzatılması sağlanacaktır.
• Türk limanlarında kabotaj hakkı sağlanması ve demiryolu, limanlar ile diğer ulaşım altyapısı geliştirilecektir.
• İşçilerin çalışma saatleri düzenlenecek ve 18 yaşından küçükler çalıştırılmayacak, haftada 1 gün çalışanlara tatil imkânı verilecektir.
• “Amele” kavramı yerine “İşçi” kavramı kullanılacaktır.
• Tüm işgücüne sendika hakkı tanınacaktır.
Atatürk, İzmir İktisat Kongresi kararları doğrultusunda, ekonomiye faydalı olabilecek özel sermayenin girmesine ilke olarak izin verileceğini belirtmiştir. Ancak, o dönemde dünyada gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere yönelik sermaye akımı sınırlı düzeydeydi. Bu nedenle Türkiye’ye yabancı sermaye girişi olmamıştır (Hiç, 1998: 3286).
Yukarıda özetlenen, iktisadi envanter ve ana iktisadi hedeflerin ışığında izlenecek iktisat politikaları ve stratejileri belirlenmiştir. Öncelikli hedef; sanayileşme başta olmak üzere, tarım ve hizmetler sektörünün geliştirilmesidir.

1.2. Lozan Antlaşmasının İktisadi Hükümleri
Türkiye için 1923–1929 döneminin iktisadi gelişmesinin en belirgin iki yapı taşı, Lozan Antlaşması ve dönemin sonlarında patlak veren Büyük Dünya Buhranıdır.
Uzun bir pazarlık döneminden sonra imzalanan Lozan Antlaşması ile Türkiye sadece siyasi olarak değil ekonomik olarak da etkilenmiştir. Lozan Antlaşması ile ülkede ağır iktisadi etkileri bulunan kapitülasyonlar kaldırılmıştır. Kapitülasyonların kaldırılması büyük bir başarı olarak görünmesine rağmen bu antlaşma ile Osmanlı borçlarının büyük bir bölümü Türkiye Cumhuriyeti tarafından devralınmıştır. Lozan’ın öngördüğü sınırlar dikkate alınarak Osmanlı borcu, Türkiye Cumhuriyeti ile imparatorluğun topraklarını paylaşan diğer devletlerarasında dağıtılmıştır (Boratav, 1998: 32).
Ancak borç paylaşımı konusunda devletlerarasında çıkan anlaşmazlıklar yüzünden Türkiye ile alacaklılar arasındaki antlaşma 13 Haziran 1928’de imzalanmıştır. Türkiye, Osmanlı’nın 161 milyon altın liralık borcunun 107 milyon altın liralık kısmını ödemeyi taahhüt etmiştir (Aksu, 2006: 122).
Osmanlı borçları ve savaş tazminatları gibi hükümler; zaten yetersiz olan yatırım kaynaklarını emerken diğer yandan da, gümrük vergileri ile ilgili madde bağımsız bir dış ticareti imkânsız kılıyordu. Lozan Antlaşması’na ek olarak imzalanan Ticaret Sözleşmesi ise beş yıl süre ile Türkiye’nin uygulayacağı iktisat politikalarını dondurmakta ve bazı istisnalar dışında ithalat ve ihracat yasaklarının kaldırılmasını ve yerine yenilerinin konmamasını, gümrük tarifelerinin ise beş yıl süre ile değişmemesini öngörmekteydi (Boratav, 1998: 32).
Antlaşmaya göre Türkiye; İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya’dan ithal edilecek mallardaki gümrük tarifelerini 1916 Osmanlı tarifeleri düzeyinde tutmaya mecbur ediliyordu. Lozan’da saptanan gümrük tarifesi milli ekonomiye yaklaşık yüzde 13’lük bir koruma derecesi sağlamıştır. (Beyarslan, 1982: 35).

1.3. 1923–1929 Dönemi Türkiye Ekonomisinin Durumu
Bu dönem içerisinde devlet, direkt olarak ekonomik yatırımlara girmemekle beraber çeşitli yasal ve kurumsal düzenlemelerle özel sektörü yatırım yapmaya yöneltmeye çalışmıştır. 1923’te Cumhuriyeti ilan eden siyasi kadro ekonomik yatırımlar için özel sektörün imkânlarının kısıtlı olduğunun bilincindeydi. Bu sebeple genel menfaatleri ilgilendiren noktalarda devlet ekonomiye iştirak etmek zorunda kalmıştır. 1923–1929 döneminde ekonomik yapı ve kurumlar, İzmir İktisat Kongresi’nde alınan kararlar doğrultusunda oluşturulmaya çalışılmıştır.
İzmir İktisat Kongresi’nde benimsenmiş olan esaslara koşut olarak kongreyi izleyen yıllarda Türk ticari ve sanayi hayatını finanse edecek bazı bankaların kurulduğu gözlenmiştir. Bu bankalar Türkiye İş Bankası, Türkiye Sınaî ve Maadin Bankası, Türkiye Sanayi Kredi Bankası, Emlak ve Eytam Bankası, yeniden düzenlenmiş Ziraat Bankası ve T.C. Merkez Bankası’dır.
Bu dönemde bankacılık alanındaki en ilginç gelişmelerden birisi de çok sayıda mahalli bankanın kurulmuş olmasıdır. Belirlenebildiği kadarıyla 29 adet mahalli banka faaliyette bulunmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarında ülkenin ulusal gelirinde dış ticaretin oldukça büyük pay alması, dışa açık bir ekonomi politikasının güdülmesi altı adet yabancı bankanın faaliyete geçmesine sebep olmuştur (Paçacı, 1998: 3400).
Bu dönemde, Osmanlı İmparatorluğu’ndan intikal eden vergiler düzenlenmeye çalışılmıştır. Osmanlı’dan devralınan vergilerin içinde bulunan temettü ve harp vergisi 1926 yılında kaldırılmıştır. Yine Cumhuriyete devreden ve gelir üzerinden alınan vergilerin en önemlilerinden biri olan Aşar vergisi de 1925 yılında yürürlükten kaldırılmıştır (Korkmaz, 1998: 3414).
Bu antlaşma gereği borç 99 yılda ödenecekti ancak bütün borçların ödenmesi taahhüt edilen süreden önce 1954 yılında bitirilmiştir (Afyoncu, 2001: 20).
Aşar vergisinin kaldırılmasından doğan kayıpları telafi etmek ve devlet gelirlerini arttırmak için Osmanlıdan kalan bazı tekellerin millileştirilmesine gidilmiş ve bu uygulama en çok ispirto, kibrit, şeker gibi sanayi ürünlerinin üzerinde yoğunlaşılmıştır (Kal’a, 1998: 3307).
1915 yılında sayıları 22’yi bulan ve Osmanlı döneminde devlete ait olan bu tekeller 1925 yılında kurulan Sanayi ve Maadin Bankası tarafından devralınmıştır (Aktan, 1998: 34).
Devletin bu dönemdeki ekonomik faaliyetlerinden bir diğeri de ulaştırma alanında olmuştur. Ulaşım ağının kurulması ekonomik ve askeri açıdan çok önemliydi. Osmanlı döneminde yabancı şirketlerin denetiminde bulunan demiryolları, 1924 yılında Anadolu demiryollarının devletleştirilmesi hakkındaki kanun kabul edilerek demiryolları devletleştirilmiş diğer taraftan da yeni demiryollarının yapımına önem verilmiştir. Demiryollarının yapımı ve işletilmesi için kurulan Nafia vekâletine bağlı müdürlükler 1927’de birleştirilerek Devlet Demiryolları ve Limanları İdare-i Umumiyesi kurulmuştur. Ulaştırma alanında yapılan diğer bir atılım da denizcilik sektöründedir. Osmanlı devleti döneminde birçok limanın işletilmesi yabancıların elindeydi. 1926 yılında Kabotaj Kanunu çıkartılmış buna istinaden Türk deniz ticaretinin ve taşımacılığının gelişimi sağlanmıştır. Ayrıca havacılık alanında da gelişmeler yaşanmış 1926 yılında Kayseri’de uçak fabrikası açılmıştır (Coşkun, 2003: 74).
1923–1929 yılları arasında Türkiye koşullarına uygun kooperatif ve diğer hukuk düzenlemeleri üzerinde durulmuştur. Tarımsal kredi kooperatifleri için 1924’te İtibar-ı Zirai Birlikler Kanunu çıkarılmıştır. Bu kanun 1929’da geliştirilerek Zirai Kredi Kooperatifleri Kanununa çevrilmiştir (Çıkın, 2003: 28).
Türkiye’nin iktisadi açıdan kalkınabilmesi için sanayileşmesi gerekliydi. Bu amaçla 1927 yılında sanayi kuruluşlarının teşviki ve korunması için 1913 yılında çıkarılan Teşvik-i Sanayi Kanunu gözden geçirilerek kapsamı genişletilmiştir. Bu kanunda yerli sanayi sektörüne ucuz devlet arazisi tahsisi, çeşitli vergi muafiyetleri, taşıma indirimleri gibi teşvikler ve muafiyetler getirilerek sermaye birikimine destek verilmiştir (Çoşkun, 2003: 75).
Buna rağmen Teşvik-i Sanayi Kanunu’ndan yararlanan kuruluşların birçoğu nitelik olarak sanayi olarak sayılamayacak madencilik, tarım ve hayvancılıkla ilgili kuruluşlardır. 1927 yılında yapılan sanayi sayımı sonuçlarına göre bu kuruluşların %32,5’i sanayi niteliğine sahiptir. Bu da göstermektedir ki küçük atölye tipinin hâkim olduğu, aile tipi çok küçük işletmelerden oluşan bir sanayi sektörü söz konusudur (Başkaya, 2004: 64-65).
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!