Arama


asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
14 Aralık 2009       Mesaj #17
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Peygamberi alelade bir insan olarak görmeleri

Hz. Nuh’un kavmi, Allah tarafından kendilerine peygamber olarak gönderilen peygambere tabi olmadıklar gibi ona iman etmeyi kendileri için aşağılık saydılar. O yüce peygamberi, kendileri gibi alelade bir insan olarak gördüler. Onlara göre peygamber ancak meleklerden olmalıydı. Nitekim Mü’minun suresinde onların bu tutumu açıkça ifade edilmiştir.
“Nuh’un kavminden kafir olanların ileri gelenleri, (diğer insanlara) dediler ki: Bu Nuh ancak sizin gibi bir insandır. (sizin gibi yiyor, içiyor, uyuyor. Böyle birisi nasıl, Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber olabilir. Sizi tevhide davet etmekle) size üstün ve hakim olmak istiyor. Maksadı budur. Eğer hakikaten Allah’u Teala (kendisinden başkasına ibadet olunmasını veya bize peygamber göndermeyi) dileseydi, muhakkak ki (peygamber olarak) bir melek gönderirdi. Biz geçmişteki atalarımızdan böyle bir şey duymadık.”
"Soydaşlarının önde gelen kâfirleri dediler ki; `Bu adam tıpkı sizin gibi bir insandır, üzerinizde üstünlük kurmak istiyor. Eğer Allah dileseydi, bize bir melek gönderirdi. Onun söylediklerini eski atalarımızdan hiç duymamıştık."
Beydavi bu ayeti şçyle tefsir eder. “Ey Nuh senin bize karşı bir üstünlüğün yok ki sana itaat edelim ve senin peygamberliğini tasdik edelim.”
Onlar bu sözleriyle Hz. Nuh’un peygamberliğinden şüphe diyorlardı. Zira onlar da bir insanın peygamber olabileceğini biliyorlardı.
Kavmi işte bu daracık, bu küçücük açıdan bakıyor bu büyük davaya. Şu halde bu davanın tabiatını kavrayamazlar, bu davanın gerçekliğini göremezler. Küçük ve basit kişilikleri bu davanın özünü perdeliyor, davanın unsurlarını görmelerini önlüyor. Onunla kalpleri arasında engel oluşturuyor. Onların gözünde sorun, kendilerinden hiçbir ayrıcalığı bulunmayan, kendilerine üstünlük sağlamak isteyen, konumlarından üstün bir konum elde etmek isteyen, aralarından çıkmış bir adamın sorunudur.
Kendilerince Nuh'un ulaşmaya çalıştığını sandıkları, bu yüzden peygamberlik iddiasına başvurduğunu düşündüklerini, bu yere gelmesini önlemek üzere gösterdikleri bu basit tepki yüzünden, sadece Hz. Nuh'un üstünlüğünü inkâr etmekle kalmıyorlar, kendilerinin de mensubu bulundukları insanlığın üstünlüğünü reddediyorlar. Yüce Allah'ın bu türe verdiği onuru tepiyorlar, şayet yüce Allah mutlaka bir peygamber gönderecekse, onu insanlardan seçmesini çok görüyorlar ve "Eğer Allah dileseydi, bize bir melek gönderirdi." diyorlardı.
Bunun nedeni, insanı yüceler alemine bağlayan, insanlar arasından seçilmiş kimselerin bu yüce mesajı algılamalarını, ona güç yetirmelerini, onu diğer kardeşlerine aktarmalarını, onları bu mesajın aydınlık kaynağına ulaştırmalarını sağlayan o yüce soluğu ruhlarında bulmamalarıdır.Bu yüzden meseleyi alışılmış geçmişe havale ediyorlar, düşünüp inceleyen akla değil."Onun söylediklerini eski atalarımızdan hiç duymamıştık."
Göz dolduran kodamanlar gürûhu peygamberliği inkâr ederek halka karşı dedi ki: Bu ancak sizin gibi bir insan, üzerinize üstün ve hakim olmak istiyor. Yani insanlık özelliği yönünden sizden hiçbir farkı, fazla bir özelliği ve üstünlüğü olmadığı halde, peygamberlik davası ile sizin üzerinize çıkmak, başınıza geçmek istiyor. Bu sözde iki mânâ gözetilebilir:
Birincisi: Adı geçen peygamberde normal insanlardan fazla bir meziyet ve fazilet bulunmadığı iddiasıyla onu âdî bir şahıs ve ehliyetsiz bir ihtiras sahibi gibi göstermeye çalışmak ve bu şekilde onu sıkıntılandırmaktır ki, dünyalık mevki peşinde koşan hırslı ve hasetçi kimselerin çoğunlukla ehliyet ve hak sahipleri kişilere karşı âdetleridir.
İkincisi: Peygamberlik davasını bütün insanlığın üzerine çıkmak gibi fazla bir iddia zannetmek. Peygamberliği beşer cinsinde bulunması mümkün olmayan bir fazilet davası şeklinde göstermektir ki, Allah Teâlâ'yı yaratıklardan habersiz bir tabiat gibi zanneden Muattıla'nın veya Allah'ın mücerred ruhânilerden başkasına tebliğatta bulunamayacağını zanneden Sabiîlerin zanlarıdır. Onun için peygamber denildiği zaman böyleleri onda insan üstü bir özellik bulunması, yani insan cinsinin en yüksek bir ferdinde bile bulunmayan sırf ilâhî bir cevher ve kimlik bulunması gereğini iddia ederler. Hıristiyanların Hz. İsa'da ilâhî bir cevher bulunduğunu iddiaya kalkışmaları ve hatta Nastûrîlerin, biri ilâhlık biri insanlık diye iki cevher kabul etmelerine bile razı olmamaları o iddiaya mağlubiyetlerinin bir neticesidir. Zamanımızda birtakım Avrupalı yazarların Hz. Muhammed'in peygamberliğini inkâr yönünde "Şüphe yok ki Hz. Muhammed, olağanüstü bir beşer, pek büyük bir zat, fakat insanlık üstü bir vücut değil, bunun kendisi de söylüyor 'Ben de sizin gibi ancak bir beşerim” (Kehf, 18/110) diyor." demeleri, yani ilâhlık davasında bulunmadığından dolayı Allah'ın peygamberinin peygamberliğini kabul etmek istememeleri de o zanna uyularak söylenmiş bir safsatadan başka bir şey değildir. Bu zanda bulunanlar veya bu şekilde safsata yapmak isteyenler bir insanın peygamberliği söz konusu olduğu zaman onu bütün insan cinsinin üstün de yüksek bir kimlik iddia ediyormuş gibi anlatırlar da onun bir ilâh veya bir melek olduğu kabul edilmedikçe Resul olduğu tasdik olunamazmış gibi gösterirler.
İsrâ Sûresi'nde geçtiği gibi Resulullah'a karşı Kureyş müşriklerinin bir kısmı da bu safsatayı ileri sürmüşlerdi. Buna karşı burada bunun yanlış kaynağının yüce yaratıcıyı, yarattıklarından habersiz zannetmek küfrü olduğu ve Nûh'tan İsa'ya kadar gelen büyük peygamberlere karşı kâfirlerin de hep bunu söyleye geldikleri ve ilmen iknâ olmak istemeyen bütün o kâfirlerin sonunda peygamberliğin doğruluğu karşısında fiilen yok oldukları anlatılmıştır. Yani Nûh'un peygamberliğine karşı kavminin kodaman kâfirleri demişti ki: "Bu ne olursa olsun sizin gibi bir beşerden başka bir şey değil, böyle iken insanlığın üzerine çıkmak insanlıktan daha yüksek olmak istiyor. Allah'tan peygamberlik dava ediyor, insandan Resul mü olur?" Gerçi âyetten ilk bakışta önceki mânâ hemen akla gelir Fakat daha sonra gelen bölümüne dikkat edilince de ikinci mânâ; yani insanın peygamberliğinin inkârı mânâsı daha açık görünür. Çünkü o kâfirler bunun arkasından şöyle delil getirmeye çalışıyorlar:
Ve eğer Allah dileseydi elbette melâike indirirdi. Yani Allah insanlara elçi göndermek isteseydi yerdeki insandan değil, elbette gökyüzünden melekleri elçi yapar indirirdi de herkes ondan Allah'ın tebliğatını kendi alırdı. Buna "elbette" demeleri iki görüş açısındandır. Bir kere batıl zanlarında Allah'ın beşerden birine tebliğat yapıp peygamberlik nimeti vermesini mümkün görmüyorlar. Allah, doğrudan doğruya cisim sahibi olanlara tesir edemez, zannediyorlar. Halbuki bu şekildeki istidlâlde bir "müsâdere ale'l-matlûb" fesâdı (bir şeyi yine kendisiyle delil göstermeye kalkışma yanılgısı) vardır. Yani delil davanın aynıdır. Bir de tabiat ve vücup bakış noktasına tutunarak demiş oluyorlar ki, eğer bazı kimselere melekleri indirmiş ise her ferde indirmesi gerekirdi, çünkü tabiat küllîdir. Bu yanlış zan da Allah'ın mutlak yaratıcı olduğunu inkârdır.
İbrahim Sûresi'nde geçtiği üzere bu gibilere karşı peygamberler: "Evet biz sizin gibi bir beşerden başkası değiliz. Fakat Allah nimetini kullarından dilediğine lutfeder" diye cevap vermişlerdi ki, burada da: "Biz yaratmaktan gâfil değiliz" âyetiyle o yanlış zanları kökünden reddedilmiş ve nitekim En'âm Sûresi'nde "Allah elçiliği kime vereceğini daha iyi bilir" buyurulmuştur. Fakat Allah'ın ilim ve iradesini bilmeyen ve kafaları tabiat, âdet ve taklitlerle devamlı dolmuş olan kâfirler dediler ki biz önceki atalarımızdan bunu işitmedik. Yani
Nûh'un dediğini, Allah'tan başka ilâh yoktur, kelâmını işitmemişler, yahut bazılarının sözüne göre Nûh gibi peygamberlik iddia edeni işitmemişler, cehaletleri o kadar uzamış ki, peygamber cinsini duymamışlar. Bununla beraber bizce bunun melâike indirilmesine işaret olması ihtimali de vardır ki, melâike indirildiğini hiç işitmedik demiş olurlar. Ve bu mânâ, gösterdikleri bahanelerin çürüklüğünü anlatmış olması sebebiyle âyetin ahengine daha uygun gelir.
“Peygamberleri dedi ki: Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var? Halbuki O, sizin günahlarınızdan bir kısmını bağışlamak ve sizi muayyen bir vakte kadar yumuşatmak için sizi (hak dine) çağırıyor. Onlar dediler ki: siz de bizim gibi bir beşerden başka bir şey değilsiniz. Siz bizi atalarımızın tapmış olduğu şeylerden döndürmek istiyorsunuz. Öyleyse bize apaçık bir delil getirin. Peygamberleri de onlara dediler ki: (Evet) biz sizin gibi bir beşerden başkası değiliz. Fakat Allah nimetini kullarından dilediğine lütfeder. Allah’ın izni olmadan bizim size bir delil getirmemize imkan yoktur. Müminler ancak Allah’a dayansınlar.

[1] Müminun 24

[2] İbrahim, 10

[3] Nasiruddin Ebi Said Abdullah b. Ömer b. Muhammed El-Beydavi, Tefsiru’l-Beydavi- Envaru’t-Tenzil ve Esraru’t-Tevil, Daru’l- kutubi’l-ilmiyye, Beyrut 1999, c.1, s.454, Celaleyn, Tefsir-i Celaleyn, Dar-u İbni Kesir, Beyrut 1998,

[4] Alaeddin Ali b. Muhammed b. İbrahim el-Bağdadi Eş-şehir El-Hazin, Tefsiru’l-Hazin, Daru’l-kutubi’l-İlmiyye, Beyrut 1995, c.2, s.480-481

[5] Seyyid Kutup, c.10, s.21-322

[6] İbrahim, 11

[7] Müminûn, 17

[8] En'âm, 124

[9] Elmalılı, c.5, s.336-337

[10] İbrahim 10-11
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....