Süleymaniye, onu yaptıran hükümdar kadar muhteşem! İstanbul'un yedi tepesinden birinin yamacında, o tepeyi aşan bir dağ gibi heybetli. Yalnız çevresine değil, bütün İstanbul'a hükmediyor. Bütün İstanbul'u kucaklıyor.
Bugün İstanbul'da yükseklikleri Süleymaniye’yi aşan binalar, hanlar, apartmanlar var. Ama bütün bunlar Süleymaniye'ye nispetle ne kadar silik, ne kadar küçük! Çünkü Süleymaniye'nin ihtişamı yalnız boyutlarında değildir.
Dünyanın en kudretli hükümdarının emriyle, dünyanın en büyük mimarı tarafından, dünyanın en güzel şehrine yaptırılan anıt, elbette böylesine muhteşem olacaktı. Kanuni Sultan Süleyman böyle olmasını istemişti. Yaptıracağı caminin dünyanın herhangi bir yerinde daha evvel yapılan camilerle ve öteki mabetlerle ölçülemeyecek kadar muhteşem olmasını arzu etmişti.
Mimarbaşı Koca Sinan bu emri alınca, Ayasofya'dan daha güzel bir mabed yapma fırsatı bulduğu, bu imkâna kavuştuğu için, kıvançla, şevk ve heyecanla işe koyuldu. Önce, bu büyük eserin yerini tespit etti. Bu, bugünkü üniversitenin bulunduğu yerdeki sarayın kuzeyinde, İstanbul'un üçüncü tepesinin yamacı idi. Sonra, hayal ettiği mabedin resmini çizip padişaha gösterdi ve boyutları hakkında yaklaşık bilgiler verdi. Kanuni tasarıyı beğenmişti.
En usta sanatkârlar ve mimarlar İstanbul'da, Mimarbaşı Koca Sinan'ın emrine verildi. Bir yandan da, imparatorluğun her tarafından eserin inşaasına yarayacak malzemenin toparlanmasına başlandı.
1549'da temel kazısına başlandı. Kaya zemine ulaşma ve temelleri tutturma işi üç yıl sürdü. Üç yıl da temel hizasındaki inşaat için çalışıldı. Bundan sonra inşaata bir yıl ara verildi. Bu, temelin iyice oturması, bütün ağırlık binince hiçbir yerinden en ufak bir çöküntü olmaması içindi.
İnşaata bu maksatla ara verilmesi dünyanın bazı ülkelerinde, İslâm âleminin en büyük mabedi olacak binanın yapılmasından vazgeçildiği şeklinde yorumlandı. Böyle düşünenler arasında İran Şahı da vardı.
Muhteşem eser, temellerin atılmasından sonra bir yıllık bekleme süresi de dâhil olmak üzere sekiz yılda tamamlanmıştı. Sekiz yıl sonra, daha açılış merasimi yapılmadan, en büyük İslâm mabedinin yapıldığı haberi bütün dünyada duyulmuştu.
Gerçekten, İstanbul'un en muhteşem abidesi olan Süleymaniye, kubbesinin çapı ve yüksekliği dışında birçok bakımdan Ayasofya'yı aşıyordu.
Ayasofya'nın kubbesi, yanlardaki dörder çapraz tonozla desteklenmişti. Sinan ise Süleymaniye'de asıl kubbenin iki tarafına aynı büyüklükte olmayan dörder kubbe oturtmuştu. Bu, yapıya harikulade bir zerafet veriyordu.
Süleymaniye'nin boyutları
İç ve dış avlular olarak geniş bir alanı kaplayan caminin esas binası 57 metre genişlikte ve 60 metre uzunlukta, yani kareye yakın bir alan işgal eder. Kubbesinin çapı 25.5 m., yerden yüksekliği ise 53 metredir. Kubbe dört filayağma dayanan dört büyük kemere ve bu kemerler arasındaki dört askıya oturtulmuştur. Sinan'ın deyimi ile bu dört somaki sütun Muhammed dinini sembolize eden kubbeyi tutuyordu.
İç avluya üç kapıdan girilir. Ortadaki büyük kapının üzerindeki mermer işçiliği, Selçuk sanatının devamını ve gelişmiş ince ustalığını yansıtır.
Süleymaniye'nin dört minaresi ve bu minarelerin toplam 10 şerefesi vardır. Bu, Kanuni Sultan Süleyman'ın 10. Osmanlı hükümdarı oluşunu sembolize eder. Büyük minarelerin yüksekliği 74 metredir.
Minare sayısının dört oluşunu da Kanuni'nin fetihten sonra 4. padişah oluşuna bağlayan tarihçiler vardır. Bu görüşe ilk defa, içinde bulunduğumuz yüzyılda, E. Mamboury tarafından yer verilmiştir. Galatasaray Lisesi'nde uzun yıllar Matematik öğretmenliği yapan Mamboury aynı zamanda bir mimarlık tarihçisidir. Yabancılar için ilk büyük İstanbul rehberini de o yazmıştır.
Akustik
Mimar Sinan, cami içinde sesin iyi yayılması ve duyulması için harika bir teknik kullanmıştır. Bunun için bütün kubbeleri çift kubbe şeklinde yapmıştır. Ayrıca, ortadaki büyük kubbeye, içeriye doğru açık durumda, derinlikleri 50 metreye ulaşan, ağızların 5 metre olan 64 küp yerleştirmiştir. Bu küplerden, küçük kubbelerin köşelerine ve sarkıtlarin altına da koymuştur.
Bundan başka, zeminde, sesi yansıtmak için tuğlalardan boşluk bırakmıştır, işte bu sayede Süleymaniye harika bir akustiğe sahip olmuştur.
Karınca Kaptan'ın Armağanı
Caminin inşaatına yarayacak malzemenin İstanbul’dan ve imparatorluğun diğer eyaletlerinden de toplandığını söylemiştik. Büyük kubbeyi tutan dört somaki sütundan biri Baalbek harabelerinden, biri İskenderiye’den getirilmiş. İkisi de İstanbul’daki yıkık Bizans eserlerinden alınmıştır. (Evliya Çelebi'ye göre Mısır’dan getirilen sütunların sayısı dört idi. Bunlardan ikisi revaklarda kullanılmış olabilir.) Beyaz mermerler Marmara Adası’ndan, yeşil mermerler Arabistan'dan getirilmişti.
Evliya Çelebi dört büyük sütunun İstanbul’a getirilisini şöyle anlatıyor:
''...Caminin sağında ve solunda dört adet somaki mermer sütun vardır ki her biri onar Mısır hazinesi değerindedir. Mısır diyarında eski bir şehirden Nil yoluyla İskenderiye’den getirilmiş. Karınca Kaptan bunları orada sallara yükleyip, uygun rüzgâr kollayarak İstanbul’da Unkapanı’na ulaştırmış. Unkapanı’ndan Vefa Meydanı’na, oradan da Süleymaniye'ye getirerek, Sultan Süleyman'a, ''size layık nemiz var ki, bu fakirane hediyeyi kabul eyle'' diye sunmuştur. Bundan memnun kalan Süleyman Han da, Karınca Kaptan'a Yılanla Ceziresi sancağını hediye etmiştir.''
Süleymaniye'nin Harcına Karıştırılan Mücevherler
Süleymaniye'nin temelleri atıldıktan sonra, iyice oturması için yapıya ara verince, yukarıda da söylediğimiz gibi, ağır masraflar yüzünden inşaata ara verildiğini sananlar olmuştu. Böyle zannedenlerden biri de İran sahi Tahmasp Han idi. Ona adamları böyle haber vermişti. Oysa o bu haberi aldığı zaman, Mimar Sinan’ın temelin oturması için hesapladığı süre dolmuş, inşaata başlanmıştı. Yüzlerce amele, usta ve süsleme isini yapan sanatkârlar, harıl harıl çalışıyordu. Bundan habersiz olan Sah Tahmasp, inşaatın devamı için mali yardımda bulunmak istedi. Istanbul sefiri ile kıymetli mal yüklü bir kervanı ve içi değerli taşlarla, mücevherlerle dolu bir kutuyu Kanuni Süleyman'a gönderdi.
Görünüşte dostça bir yardım olan bu davranışı ile kendi kudret ve zenginliğini göstermek, sonunda büyük eserin ancak kendi yardımı ile meydana geldiğini söylemek, övünmek istiyordu. Kanuni'ye bu hediyeleri gönderme sebebini açıklayan mektubunda da şunları yazıyordu:
''…Haber aldık ki camiyi tamamlamaya kudretiniz yetmeyip, yapılmasından feragat etmişsiniz. Size, dostluğumuza dayanarak bu kadar mal ve hazine ve bu kadar cevahir gönderdik. Bu mücevherleri inşaatını bitirmeye çalışan ki bizim dahi hayratınızda hissemiz ola.''
Bu mektuba, mektuptaki üsluba sinirlenen Kanuni, getirilen malları elçinin gözleri önünde bahşiş olarak dağıttıktan sonra, mücevher dolu kutuyu da Mimar Sinan'a vererek söyle dedi:
''…Bu gönderdiği taslar benim camiimin taşları yanında pek kıymetsizdir. Tez bunları al, öteki taşlara karıştırıp bina eyle!''
İran sefiri gördüklerine ve duyduklarına şaşıp kalmıştı. Getirdiği mektubunun cevabını böylece alarak Revan'a döndü.
Öte yandan Mimar Sinan, padişahın emrini yerine getirmiş, değerli mücevherleri minarelerden birinin taşları arasına maharetle yerleştirmişti. Güneş ışığında elmaslar pırıl pırıl parladığı için bu minareye “Cevahir minaresi” adı verildi. Evliya Çelebi bu taşların zamanla ''Hararet şiddetinden bozulduğunu ve pırıltılarının kaybolduğunu'' yazıyor.
Süleymaniye elbette sadece bir heybet, sadece bir mimarlık şaheseri değildir. İçerideki süsleri ile de bir harikadır. Minber ve mihrap mermer oymacılığının; vaiz kürsüsü ve abanoz kapılar tahta oymacılığının en güzel örnekleridir. Askılar, billur kandiller, tunç samdanlar essiz güzelliktedir. Caminin 138 pencerecimden giren ışık, ''Sarhoş İbrahim'' adıyla anılan ünlü sanatkârın döktüğü renkli camlardan içeriye süzülüyor ve anlatılmaz bir şekilde insanları büyülüyor.
Mihrabın iki yanını süsleyen Kütahya çinileri de çok güzeldir. Hele Katahisarli Şemseddin Ahmet Efendi'nin kubbeyi ışıldata hattı ruhları da aydınlatıyor. Bu har, ''Allah gökleri aydınlatmıştır'' mealindeki ayetin yazısıdır.
Bu yazılara göz nuru döken büyük sanatkâr, ayetin anlamından ve kubbeye verdiği ihtişamdan gözleri kamaşmış gibi, isinin sonlarına doğru iyi göremez oldu. Yazıları, onun öğrencisi olan Hasan Çelebi tamamladı.
Sultan ''BİTSİN'' Emrini Veriyor
Artik, Sultan Süleyman’ı da, Koca Sinan’ı da ölümsüzleştirecek, Türk mimarlık sanatının üstünlüğünü gösterecek eser bitmiş sayılırdı. Halk gibi hükümdar da açılısı sabırsızlıkla beklemekteydi. Fakat Mimar Sinan titizlik gösteriyor, yapının hiçbir kösesinde en ufak bir ihmal görülmemesi, hiçbir şeyin unutulmaması için çalışıyordu. Sinan’ı çekemeyen bazı kişiler de Sultan'a, onun isini ihmal ettiğini, kubbesin durmasından da şüphe ettiklerini söylemek küçüklüğünü gösterdiler. Açılısın gecikmesine, isin bir an önce bitirilmemesine gerçekten cani sıkılan Sultan Süleyman bir gün camie gitmiş, Mimar Sinan’ı minber ve mihrapta bazı rötuşlar yaparken görmüş ne ona söyle demişti:
''-Niçin benim camiim ile meşgul olmayıp mühim olmayan işlerle vakit geçirirsin? Ceddim Sultan Mehmet Han’ın mimari sana yeter bir numune olsun, bana, bu bina ne zaman biter, tez haber ver!''
Mimar Sinan, Sultan’ın bu hitabı karsısında sasırmış ama sükûnetle su cevabi vermişti:
''-Saadetlu padişahımın devletinde inşallah iki ayda tamam olacaktır.''
Gerçekten iki ay sonra muhteşem yapı tamam oldu. Fakat eserin bir an önce tamamlanmasını isteyen Sulta Süleyman, caminin kapısını bizzat açmak için acele etmedi. Ayasofya’yı açan Justinianus gibi, Hz. Süleyman'ı ve onu yenmiş olmak gururuna da kapılmadı. Cami kapısını kendisinin mi yoksa daha layık olduğuna Odabaşısına sormaktan da çekinmedi. O da, '' Bunu en layık kulunuz emektar Mimar Ağadır'' cevabını verdi.
16 Ağustos 1557 günü, yeni ve muhteşem caminin kapısına gelen Kanuni Sultan Süleyman, orada toplanan büyük kalabalığın huzurunda, Koca Mimar Sinan’ı yanına çağırdı ne ona söyle dedi:
''-Bina eylediğin beytullahi, sidk-u safa ve dua ile senin açman evladır!''
Ve Koca Sinan, dua ile anahtarı çevirdi. Böylece, gelecek çağlara bir devrin san ve şöhretini, sanat kudretini ulaştıracak olan mabedin kapıları açıldı.
MsXLabs.org & Osmanlı Tarihi