Arama


GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
19 Temmuz 2006       Mesaj #20
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Gökçeada ya da İmroz ya da Rüzgarlı Ada Bir de Ben
pi

29 Ağustos’da aklımız başımıza geldi ve deliler gibi gidecek bir yer aramaya başladık. Aradık, aradık bulamadık. Bir ara umudumuzu yitirdik… Ürgüp de her taraf doluydu, Bodrum doluydu, Marmaris doluydu, Datça doluydu... üstelik hepsi de çok uzaktaydı... Gece evimizde keyif yapmak için yola çıktığımızda bir arkadaşın “Neden Gökçeada’ya gitmiyorsunuz? demesiyle, kendimiz hızlı bir hazırlanma telaşı içinde bulduk. İşte Gökçeada maceramız böyle başladı. Ben birkaç saat boyunca olaya hep umutsuz gözle baktım ama en sonunda sabah beşte yola çıktık.
Gökçeada’ya gitmek için ilkönce Çanakkale’nin Kabatepe Limanı’na ulaşmanız gerekiyor. Keşan üzerinden geliyorsunuz yaklaşık dört saat yollarda gidiyorsunuz... Tabi birazcık hızlı... En azından benim gibi bir trafik korkağıysanız yavaş yavaş gitmenizde hiçbir sakınca olmadığını, yetişecek bir yeriniz olmadığını, bunun zaten bir tatil olduğunu ve strese girmenin manasız olduğunu düşünerek yol alıp, Kabatepe tabelasından döner dönmez korkunç bir feribot kuyruğuyla karşılaşıp sabah 09.30 dan 14:30 a dek feribot beklersiniz… Ya da tatil öncelerinde, Cuma’dan gidişlerde yola sabahın 02:00 de çıkarsınız, sıranın başını kaparsınız. Kısacası sabah dokuzda orada olduktan sonra uzun bir kuyruk ve birkaç tartışmadan sonra ancak saat 14:00 deki feribot sırasına girebildik.

Kapatepe Limanı'na iki şeritli bir yol gidiyor. Geliş ve gidiş olarak… Siz haliyle gidiş tarafındaki kuyruğa girip bekleyeceksiniz ama bir bakıyorsunuz bir takım araçlar gelişe ait şeritten limana inmeye devam ediyorlar. Bizim gibi meraklıysanız sakın o araçların peşine takılıp “Aaaa bunlarda nereye gidiyor?” deyip saf saf limana inmeye kalkmayın... Öyle yaptık, ayvayı yedik... Aşağıda sıra bekleyen insanlar bizi şiddetle kınadılar, amacımız sıra kapmak değildi ama iki koca kamyonun arasına zor attık kendimizi… Bir adam yanımıza gelip “Utanmıyor musunuz?” diye bağırdı… Utandık ama yapacak hiçbir şey yoktu…

pi2
Kabatepe’den sabah 10:00'da Deniz İşletmeleri’ne ait bir feribot kalkıyor, aynı zamanda özlel işletmelere ait feribotlar da var. Genelde günde tek sefer yapıyorlar, talep olursa ek sefer koyuyorlar, ancak bunun için en az dört saat beklemek zorunda kalıyorsunuz... Çünkü feribot gidiyor, yolcuları boşlatıyor, geri dönüp sizi alıyor. Sancılı bir bekleyiş ama Kabatepe sahilinde kayaların üzerinde manzaranın keyfine varabilirsiniz. Doğrusu ben epeyce rahattım o kayaların üzerinde otururken. Deniz İşletmeleri 30 Ağustos’da iki sefer yaptı, biz özel işletmeyi tercih ettik… İlk feribotu kalabalık yüzünden kaçırdıktan sonra ikincisine bize utanç veren uyanıklığımız sayesinde bindik.

Ege çırpınınca çok kötü olur… Gerçekten kötüydü… O kadar korktum ki, denizin deli dalgalarını biraz seyrettikten sonra vazgeçişle arabanın içinde uyudum. Sevmem dalgalı denizi... Korkarım!.. Ölecekmişim gibi gelir... Evhamlının tekiyim işte!..

Uyandığımda Gökçeda’ya yanaşıyordu feribot, sarı tepeler önümde kocaman kocaman duruyordu... Batmadan adaya ulaştığımıza ve yepyeni bir tatilinin başladığına sevindim...

Gökçeada ilk bakışta puslu bir havada ortaya aniden çıkan mitolojik bir kahraman gibiydi… Zaten mitolojide de yeri var... Poseidon’un adası... İmroz… Bir diğer adıyla “Rüzgarlı Ada”… Gökçeada turu limana çıkmamızla başladı.

İmroz
Imro1

İmroz ilk olarak 1456 yılında Osmanlı hakimiyetine girmiş.XX. yy. başlarında “Akdeniz Adaları” vilayetinin Limni sancağına balı bir kaza olarak da yönetilmiş.1912 ‘de Balkan Savaşı sırasında Yunanlıların işgalinin ardından Lozan Antlaşmasıyla Türkiye’ye geri iade edilmiş.

İmroz göz alabildiğine uzanan kumsalları, güneşi, pırıl pırıl denizi ile muhteşem bir yer.Gerçi biz gittiğimizde adanın tepesi gri hain bulutlar ve onların arasından çıkmaya çalışan güneşin savaşına şahit oluyordu ama ertesi gün güneşli İmroz’u gördük.


Imro2
İmroz Gelibolu Yarımadası’na 18 km uzaklıkta .Yüzölçümü 289 kilometrekare.Türkiye’nin en büyük adası ve en batı ucu.Türkiye’nin en büyük köyü bu adada.Tam tamına 1950 hane.Ancak şu anda sadece 25 hane yaşıyor, adı Dereköy. Oranın hüzünlü hikayesini anlattığımda çok şaşıracaksınız.İmroz doğal su kaynakları açısından dünyada 4. sırada.Ada aslında dağlık bir yapıya sahip, hatta Zeytinliköy ’ün arkasında bir de sönmüş yanardağı bile var. Haşmetli görüntüsü ile şaşkınlığa uğratıyor insanı...

Adada enteresan bir nokta var.Türkiye2nin ilk SU ALTI MİLLİ PARKI, TÜDAV girişimiyle burada kurulmuş.200 metre genişliğinde ve 1 mil uzunluğunda.

Meyveleri iğde ve kızılcık arası olan Hünnap ağacı da sadece bu adada yetişiyor.bu arada hayatımda hiç görmediğim kadar meyve ağacı gördüm.Hatta ilk incirimi de bu ağaçlardan yedim.Yerli halk meyve ağaçlarına o kadar alışmış ki, umursamıyor.İstanbul’lular ise sürekli ağaçların altında. Adanın her tarafı zeytin ağaçlarıyla bezenmiş, dolayısıyla zeytinyağının da ada için önemi ve yeri ayrı. Arıcılık yaygın. Adanın neredeyse tüm bitki örtüsünü oluşturan meşhur kekikleri de olunca buna bir de kekik balı ekleniyor. Zengin ada… Her şey var…

Imro3
Tarihi itibariyle adada Ortodoks kültürü de varlığını sürdürüyor.Adadaki köyler eski Rum köyleri… Ancak Rumlar geçmişte adayı terk etmişler.bir kısmı yaz aylarında tatil için geri dönüyor, diğerlerinin evleri ya bakımsızlıktan kısmen yıkılmış ya da boş duruyor…Çoğunluğu evlerini nerdeyse 50 yıl görmemiş…

Ağustos ayında adada 1998 yılından beri Gökçeada Film Festivali yapılıyor.Oraya vardığımız gün 5. yapılan festivalin son günüydü. Halk festivali heyecanla bekliyormuş…Adanın tanıtımı için belediye bu tip girişimlerde bulunuyor ve sürekli bu konuda çalışıyor.

Şarap severlere hatırlatma;Adanın kendine has üzümlerinden yapılan şarap muhakkak tadılmalı, bununla da kalmayıp birkaç şişe alıp eve götürmeli…

Kaleköy - İmroz
Kale1

Bir arkadaşımın amcası sayesinde Gökçeada’ya varır varmaz kalacak yer bulduk. Gökçeadalı yaşlı bir teyze bize güzel ve şirin evinin verdi. Tabi ki sadece iki günlüğüne… Tanıştığım insanların konukseverlikleri, güleryüzleri ve sakinlikleri karşısında dehşete düştüm. Sanırım adada yaşamak hepsine yaramış. Bir doğa harikasının üzerinde harcıyorlar ömürlerini... Az bulunur bir şans. Bize evlerinde kahve ikram ettiklerinde kabaca adayı anlattılar. Adadaki ilk gecemizi de Kaleköy’de geçirmemiz gerektiğini söylediler. Kaleköy Gökçeada’nın eğlence merkeziymiş. Gençler eğlenmeye hep oraya gidiyormuş. İstanbul’dan gelip “Eğlence Merkezi” lafını duyunca gözünüzde Taksim gibi bir yer canlanıyor... Aman canlanmasın, çünkü alakası bile yok.

kale2
İçilen kahvelerden sonra doğruca bize verilen eve gittik. Giyindik, süslendik ve dışarı fırladık. İlk durak elbette KALEKÖY’dü. Adanın en eski yerleşim yeri. Eski ismi Kastro. Kale anlamına geliyor. Zaten muhteşem kalesi de tepede tüm ihtişamıyla duruyor. Kaleköy, kıyıdaki bir tepenin yamacına kurulu. Restoranlar ve bar sahilde... Köy evleri yamaca dizilmiş. Sevimli bir köy… Kuzu Limanı yani feribotla ilk yanaştığımız iskele inşa edilmeden önce, gemiler Kaleköy’ e yanaşırlar ve filikalarla kıyıya çıkılırmış.

Kaleköy Gökçeada merkezden 4 km uzaklıkta, merkeze en yakın yerleşim. Sahilde kısa bir cadde var. Saat 20:00 - 01:00 arası araç trafiğine kapalı ama elbette bizim halkımız her yasağı deliyor. Eğlence konusunda sükutu hayale uğradık. Zaten bu tatil bizim için “kafa dinleme” tatiliydi ve hep öyle kaldı.

kale3
Kale restoranda yemeğimizi yedik. Geçmişten bugüne gelen Rum mezeleri tüm ihtişamıyla midelere indi. Bir de ev yapımı şarap.

Restoranın hemen yanında denizi seyreden eski bir Rum kilisesi var. Dört duvarı sapasağlam ve ayakta, ancak içinde incir ağaçları büyümüş, pencerelerden dışarı dallarını uzatmış. Eski yapının bu terkedilmişliğini görüp hüzünlenmemek elde değildi.

Kaleköy’ün caddesinde şöyle bir yürüdük. Hatıra olsun üzerine Gökçeada’nın resimlerinin olduğu iki de bardak aldık. El ele tutuştuk... Kaleköy’den çıktık… Evimize geri döndük. Böyle bir evde yaşamak isterdim, daha bahçeye girer girmez, kekik kokuları karşılıyor sizi… İyi bir uyku gerekliydi bize, ertesi gün tüm plan Gökçeada’yı baştan aşağıya gezmekti

Zeytinliköy
zeytin1

Gökçeada turumuz diğer köyleri görecek olmanın heyecanıyla devam etti. Bir yandan da “Kesinlikle Bozcaada’ya” gitmeliyiz.” deyip durduk birbirimize… Gördüğümüz bize adaların gerçekten görülmesi gereken yerler olduğunu fark ettirmişti… Zeytinliköy’e giderken ağzımın beş karış açık kalacağını hiç düşünmemiştim. Bildiğim köylerden sandım, tıpkı Gökçeada’yı da bildiğim adalardan sandığım gibi…

Zeytinliköy neden bu adı almış yolda giderken anlıyorsunuz… İki tarafı da zeytin ağaçlarıyla dolu bir yoldan gidiyorsunuz..Yol bakımsız.. Asfalt yok, toz toprak savur savura geçtik oralardan. Otomobilin camları açık, içerde keskin kekik kokusu… Ben gerçekten bu gezide büyülendim.. Bu adada bir şey var… Mistik belki ama ne olursa olsun huzur dolusunuz. Biraz hüzünlendiriyor sizi.. Bunun en büyük sebebi de sanırım her köyde görmeye alıştığınız terkedilmiş Rum evleri ve yıkılmış kiliseler… Tarihin yok oluşu belki de… Hala seyirci kalmak ..

zeytin2
Köyün girişine vardığınız zaman bile anlamıyorsunuz nereye geldiğinizi... Arabanızı park edebileceğiniz küçük bir meydan var.. Ama güzellikler sizi dar bir köy sokağında bekliyor.

Zeytinli, merkeze 3,5 kilometre uzaklıkta.. Eski Rum evleri ile dolu bir köy. Evlerin bir kısmı terkedilmiş ve harap durumda ancak burada da diğer köylerde olduğu gibi halk evlerini satmıyor. Kimi evin varisleri bulunamıyor ve yıkılmaya terkedilmiş. Bir kısım evler tamir görmüş, Rum aileler yazı geçirmek için gelmiş. Biz de bu evlerin sıralandığı sokaklarda dolaştık durduk. Yöreye has mimari görülmeye değerdi. Bir köyün beni bu kadar cezp edeceğini orayı görene kadar düşünmemiştim. İlkokul yok. Köylerdeki tüm okullar kapanmış. Harap vaziyette, içinde eşyaları ile terkedilmiş. Neden?... Çünkü artık çocuk yok…Okumak isteyen az sayıdaki çocuklar ise merkezdeki okula geliyorlar.. Bunu köylülerden öğrendik ancak mesafe o kadar uzun ki bunu başardıklarını ve can attıklarını sanmıyorum.. Kim bilir belki ben neredeyse her mahallede bir okul görmeye alışık olduğumdandır. İnsan alışık olmadığı şeyleri kabul etmekte zorlanıyor biraz…

zeytinlikoy1
Restore edilen eski bir Rum evi artık bir otel. Turizm için yeni ve ufak bir canlanma ama bence yeterli.. Gökçeada’yı istila edilmekten kurtarır bence bu durum. Az ve öz olmalı orada her şey.. Aynı zamanda Agios Gergios (Aya Yorgi) Kilisesi köyün girişinde duruyor. Görmeden geçmemek lazım. Taş zeminli sakin sokaklarda gezerken biz de garip bir sessizliğe büründük. Tüm köye zakkumlar arkadaşlık ediyor. Halk canayakın, misafirperver…. Orası gerçekten çok huzur vericiydi… Saatlerce hiç ses çıkarmadan sokaklarında gezebilirsiniz.

Bir yer daha var.anlatmadan edemem. Bir kahveci dükkanı… Madam’ın Dibek Kahvesi…Dibekte dövülen kahve ve fincandaki köpüklü hali… Gel keyfim gel… Madam ve eşi ise hayatımda gördüğüm en sevimli insanlardı... Tek sorunları hala birbirleriyle kavga ediyor olmalarıydı. O kahve sayesinde gördüm onları ve kırk yıl geçse ne Madam’ın ne de hayatımda gördüğüm en sevimli erkek olan eşinin yüzlerini unutmam.

Size sihrini anlatmayı başaramadığım Zeytinli’den zeytin ağaçlarıyla çevrelenmiş yolu takip ederek çıktık. Etrafı seyrettik… Dağlardaki kiliseler biraz silik, biraz bulanık ama eşsiz bir büyü ile duruyordu…

Ana yola çıktığımızda Tepeköy bizi selamladı…
Son düzenleyen _Yağmur_; 25 Nisan 2016 16:32