İnsanlar, yaratıcılıklarının şafağından beri, ağır, tehlikeli, sıkıcı ya da tiksindirici işlerin üstesinden gelmek için daima marifetli aletler icat etmişler. Bu dürtü ile robotlar alanında doruklara ulaşılmış. Bilim adamları, bilim kurgunun bu mekanik tarafına yönelik yaratıcılıklarında oldukça yol almış durumdalar.

Sonuç olarak, çağdaş dünyada yarı zeki cihazların sayısı hızla artıyor. Varlıklarının pek de ayırdığında olmadığımız bu cihazlar hemen her alana nüfuz ederek insanları birçok ağır ve sıkıcı işten kurtarıyor. Fabrikalarımız, robot montaj kollarının ritimlerini mırıldanmakta. Banka işlemlerimiz muameleden sonra alışıla gelmiş kibarlıkla teşekkür eden otomatik vezne makineleri tarafından yapılmakta. Metro trenleri, yorulmak bilmeyen robot sürücüler tarafından yönlendirilmekte. Maden kuyuları otomatik köstebekler tarafından kazılmakta ve nükleer kazalar radyasyona dayanıklı robot işçiler tarafından temizlenmekte. Bunlar 1920 yılında “robot” terimini (Çekce’de ‘robota’ sözcüğü, angarya iş anlamına gelir) bulan Çek oyun yazarı
Karel Capek’ in öngördüğü kullanım alanlarına benzer işler.

Gelişmeler ivme kazandıkça, deneysel çalışmalar rekor denilebilecek bir hızla günlük hayattaki yerlerini alıyor. Geçtiğimiz günlerde NASA’nın Mars aracı, Sojourner, Kırmızı Gezegen’ in yüzeyinde ağır ağır ilerlerken mühendisler biraz değiştirilmiş bir modelini daha küçük ve günlük bir iş için Dünya’ da deniyorlardı. 440 dönümlük bir yonca tarlasını başında durmadan biçmek için tasarlanan robotlar sınanıyordu. Güneş enerjisi ile çalışan ve kendi kendini yönlendiren çim biçme makinaları şu anda piyasadalar. NASA robot cihazlar programının yöneticisi Dave Lavery diyor ki, benzer aletler için oluşan talepler şu anki endüstriyel robot pazarının (tüm dünyada 650000 endüstriyel robot çalışmakta) dört katına ulaşabilir.

Başka yenilikler de kullanıcılara, becerilerini genişletmeyi vaat ediyor. Mikromekanik ve elektronik cihazlardaki sürekli küçülme sayesinde, artık bazı beyin ve kemik ameliyatlarını, milimetreden daha küçük hassaslıkta yapabilen, robot sistemleri varyetkin bir cerrahın elleriyle yapabileceğinden çok daha hassas ve kesin. Bunun yanında, uzaktan kumanda teknikleri de insanları tehlikelerden daha uzak tutacak. 1994’te Dante adlı, 3 m’lik NASA araştırma robotu, video kameradan yapılmış gözleri ve örümceğe benzeyen sekiz bacağıyla Alaska volkanlarından birinin tehlike dolu sırtlarını aşarken teknik ekip ise 3300 km ötedeki California’ dan Dante’nin volkana inişini uydu aracılığıyla izleyip yönlendiriyordu.
Ancak robotlar, sağladıkları kolaylıklarında bir aşama daha ilerleyeceklerse daha az insan denetimi ile çalışabilmelidir ve kendi kendilerine en azından birkaç karar verebilmeliler. “Bir robota belirli bir hatanın üstesinden nasıl gelineceğini anlatabiliyorken” diyor Leverv “henüz dinamik bir dünya ile güvenilir bir ilişkiye geçecek gerekli ‘sağduyu’ yu veremiyoruz. İşte bu nedenle, Yıldız Savaşları ve Uzay Yolu’nda olduğu gibi, Mozart çalabilen, bilye oynayabilen ve yaratıcısı ile düşünme yarışı yapabilen, insan benzeri, inanılmaz androidlerimiz yok.”
Yapay Zeka (Artificial Intelligence -AI) araştırmaları gerçekten de çok karmaşık sonuçlar vermiştir. 1960’lar ve 1970’lerde ilk hevesin verdiği iyimserliğe rağmen, transistörlerin ve mikroişlemcilerin, insan beyninin işleyişini 2000 yılından önce taklit edemeyeceği anlaşılınca araştırmacılar da son zamanlardaki öngörülerini, yüzyıllar olmasa da on yıllar mertebesinde ileriye atmış durumdalar.
Düşünüşü modelleme girişiminde, insan beynindeki yaklaşık yüz milyar nöronun tahmin edilenden çok daha hünerli olduğu, -insan algılayışının da daha karmaşık olduğu anlaşılmıştır. Kontrollü bir fabrika ortamında, bir makine panosundaki milimetreden daha küçük bir kaymayı dahi fark edebilecek robotlar yapılmıştır. Ancak insan zekası, ani değişen bir görüntüyü algılayabilir; bir anda dönemeçli orman yolunun kenarındaki dağ faresini ya da kalabalıkta şüpheli bir yüzü ayırt eder ve görüntünün yüzde doksan sekizlik ilgisiz kısmını önemsemez.
Böyle bir beceriyi dünyadaki en gelişmiş bilgisayar sistemleri bile gösteremezken bunu nasıl yapabildiğimizi, beyin üzerine çalışmalar yapan bilim adamları dahi henüz çözmüş değil.

Carnegie Mellon Üniversitesi’nin ünlü Robot Cihazlar Enstitüsü’nden Chuck Thorpe “Zeki bir robotun kalitesinin göstergesi, algılama-düşünme-davranma döngüsüdür. Ve en zor kısmı da ‘algılama’ dır” diyor.
İnsan beyninin üstünlüğü, belirsizlik durumlarında kendini gösteriyor. AI için de en büyük problem, beynin, nasıl dış dünyaya ait bir görüntüyü algıladığını ve onu değişen durum ve koşullarla nasıl ilişkilendirdiğini modellemek. Şimdiye dek en önde gelen laboratuarlar bile 12 aylık bir çocuğun kendiliğinden yaptıklarını -dengede durmayı öğrenmek, dik yürümek, yerdeki koyu bir gölge ile delik arasındaki farkı bilmek- bir robota yaptırmayı başarmış değiller.
Bununla birlikte bilgi kuramcıları, beyin üzerine çalışan bilim adamları ve bilgisayar uzmanları hünerlerini birleştirerek robotlara, canlı benzeri bir zeka kazandırma yollarını buluyorlar.
Yöntemlerden biri, geleneksel, elektronik devrelerdeki doğusal mantık yapısından vazgeçerek gerçek bir beynin nöronlarının karmakarışık, kendiliğinden düzenlenişine yönelmek. Bu “sinir ağları”nın programlanması gerekmiyor. Doğru karşılıkları üreten elektrik yollarını güçlendirirken hata üreten bağlantıları yok eden geri besleme sinyalleri sistemi ile kendi kendilerine öğreniyorlar. Sonunda ağ kendini, belli sözcükleri telaffuz edebilen ya da belli şekilleri ayırt edebilen bir sisteme doğru düzenler.
Diğer alanlardaki araştırmacılar, günün birinde şimdilik insanlar tarafından yürütülen bazı işleri, örneğin hastabakıcılığı, makinelerin üstlenecekleri umuduyla, insanlarla robotlar arasında daha doğal bir ilişki yaratmaya çabalıyorlar. Bu konu, yaşlıların nüfus içindeki oranının hızla arttığı Japonya için özellikle önemli. Bu nedenle, Tokyo Bilim Üniversitesi’ndeki deney ekibi bir “yüz robotu”nun (yumuşak plastikten, gerçek boyularda ve sol gözüne video kamera yerleştirilmiş bir kadın başı) prototipini geliştirmiş.
Araştırmacıların amacı, etraflarındaki insanları rahatsız etmeyecek robotlar yaratmak. Çalışmalarını “yüz” üzerinde yoğunlaştırıyorlar çünkü duygusal mesajların iletilmesinde en önemli yolun yüz ifadeleri olduğuna inanıyorlar. Birisinin mutlu, korkmuş, kızgın ya da sinirli olup olmadığına karar verirken yüz ifadesini yorumlar ve o mesajları alırız. Nitekim, Japon robot da “bakıyor olduğu” insanın gözlerinin, burnunun, kaşlarının ve ağzının konumundaki değişimleri algılayarak içinde bulunduğu duygusal durumu anlayacak şekilde tasarlanıyor. Robot, belleğindeki “standart yüz ifadeleri veri tabanı” ile karşısındaki ifadeyi karşılaştırıp duyguyu tahmin eder. Sonra da karşılık olarak uygun düşen bir duygusal ifade, ufak basınç yastıkçıklarının ayarlanmasıyla plastik yüzüne yerleşir. Tıpkı bilgisayar tasarımının, tek bir büyük bilgisayardan bireysel iş istasyonlarına doğru kayması gibi -ve tek işlemcilerin de yerlerini, büyük problemleri parçalara ayırıp o parçaları eş zamanlı çözen, diziler halindeki daha küçük birimlere bırakmaları gibi- birçok uzman, yarı zeki robot toplulukları, toplamlarından daha ileri bir toplu zeka ortaya koyabilir mi diye araştırıyor. Arı kovanları ve karınca yuvalarında işler bu tür bir yaklaşımla yürütülüyor. Bazı araştırma grupları da bir karınca yuvasında ki gibi birlikte çalışan minyatür robot topluluklarının, gezegenlere, iklimlerini araştırmak için gönderilebileceğini ya da sanayi kuruluşlarında, tehlikeli durumlardaki boruları incelemek için kullanılabileceğini ileri sürüyorlar.
İşlerin ters gittiği on yıllık bir dönemden sonra AI yandaşları yeniden iyimserler. Bununla beraber, insan aklının karmaşıklığını taklit etmekten hala çok uzaklar ve birkaç kuramcı da makine zekasının mümkün olmadığını iddia ediyor. Bu arada, daha alışılmış cihazlar o kadar büyük bir hızla üretiliyor ki, bilim adamları “robot” terimini tanımlamakta giderek zorlanıyorlar. Robot cihazların sonunda alacağı şekil ne olursa olsun, önümüzdeki yüzyılda daha yetenekli aletler ve oyuncaklarla dolu bir dünyada yaşayacağımız kesin.