Arama


_KleopatrA_ - avatarı
_KleopatrA_
Ziyaretçi
7 Ocak 2010       Mesaj #2
_KleopatrA_ - avatarı
Ziyaretçi
Aba altından değnek göstermek

Sakin, yumuşak görünmekle birlikte karşısındakini gizliden gizliye korkutmak.
Abacı, kebeci, ara yerde sen neci?

“Tamam, ilgililer bu işe karışabilirler, ama sen neci oluyorsun” anlamında kullanılır.
Abayı yakmak

Gönül verip aşık olmak, tutulmak.
Abbas yolcu

1) Yola çıkmaya kesin kararlı. 2) Ölmek üzere olan.
Abesle iştigal etmek

Yersiz, yararsız, boş ve anlamsız şeylerle vakit geçirmek.
Abuk sabuk konuşmak

Düşünmeden, birbiriyle ilgisi olmayan, tutarsız, saçma sapan söz söylemek.
Abur cubur

Yararlı olup olmadığı düşünülmeksizin rast gele yenen, yemek yerini tutmayan yiyecekler.
Aç acına

Aç olarak, hiçbir şey yemeden.
Aç susuz kalmak

Çok yoksul bir duruma düşmek, fakirlikten yaşayamaz hale gelmek.
Aceleye getirmek (dara getirmek)

1) Bir işi gerektiği gibi yapmayıp, zaman darlığından yararlanarak birini aldatmak. 2) Zaman darlığı sebebiyle gereken özeni göstermemek.
Acemi çaylak

Toy, tecrübesiz, beceriksiz.
Açlıktan nefesi kokmak

1) Çok fazla yoksulluk içinde bulunmak. 2) Uzun zaman bir şey yemediği anlaşılmak.
Açmaza düşmek

İçinden çıkılması oldukça güç bir durumda kalmak.
Acı çekmek (duymak)

1) Ağrı, sızı duymak. 2) Üzülmek, üzüntü içinde kalmak.
Acı soğuk

Keskin, hoşa gitmeyen, çok üşütücü soğuk.
Acı söz

İnsanın gönlünü inciten, onuruna dokunan ağır söz.
Açığa çıkarılmak (alınmak)

İşinden çıkarılmak, görevine son verilmek.
Açığa vurmak

Gizli, saklı bir şeyi herkese duyurmak, ortaya çıkarmak.
Açığı çıkmak

Saklamakla görevli bulunduğu para, eşya veya başka bir şeyin sayım sonucu eksik olduğu anlaşılmak.

Adam sen de (adaaaam!)
Bir işin önemli olmadığını, aldırılmaması gerektiğini anlatmak için söylenir.
Adam sırasına geçmek (girmek)
Toplumda kendisine daha önce değer verilmezken, artık kendisine önem ve değer verilir olmak.
Adama dönmek
Hoşa giden bir duruma gelmek, düzelmek.
Adamdan saymak
Değeri olmadığı halde bir kimseye kıymet vermek, saygı duymak.
Adı batmak
Adı anılmaz olmak, unutulmak, sözü edilmez olmak.
Adı çıkmak
Kötü bir şöhret kazanmak.
Adı çıkmak
Kötü bir şöhret kazanmak.
Adı çıkmak
Kötü bir şöhret kazanmak.
Adı kalmak
Bir kimse veya şey ortadan kalktıktan, öldükten sonra adı dillerde dolaşır olmak.
Adı karışmak
İyi karşılanmayan bir olayla ilgisinin bulunduğu, o olaya karıştığı söylenmek.
Adım atmamak
Kesinlikle gitmemek, uğramamak, aramamak.
Adını anmamak
Bir şeyden, bir kimseden hiç söz etmemek; unutmuş görünmek.
Adını koymak
1) İsim vermek. 2) Bir şeyin karşılığını veya fiyatını kararlaştırmak.
Adını vermek
1) Birinin adını bildirmek. 2) Biri tarafından salık verildiğini gönderildiği kimseye söylemek.
Ağır aksak
Pek yavaş olarak, düzgün olmayarak.
Ağır basmak
1) Ağırlığı fazla gelmek. 2) Bir işte etkili olmak, gücü üstün gelmek, istediğini yaptırmak.
Ağır başlı
Ciddî, olgun, hareketlerinde ölçülü, işlerini düşüne taşına yapan kimse.
Ağır elli
1) Oldukça yavaş iş yapan, çabuk yapmayan. 2) Vurduğu zaman çok acıtıp can yakan.
Ağır gelmek
1) Ağrına gitmek, onuruna dokunmak. 2) Yapılması güç gelmek.
Ağır hastalık
Sonu ölümle neticelenebilecek gibi olan tehlikeli hastalık.

Ağır söz
Kişinin gönlünü inciten, gücüne giden, onuruna dokunan, dayanılması güç söz.
Ağırdan almak
Bir işi yapmakta acele etmemek, yavaş davranmak, isteksiz görünmek.
Ağız (söz) birliği etmek
Daha önce bir konuda anlaşarak aynı şeyi yapmak ya da söylemek.
Ağız aramak (veya yoklamak)
Öğrenilmek istenilen şeyi söyletecek yolda dil kullanmak.
Ağız değiştirmek
Daha önce söylediğinin tersini söylemeye başlamak.
Ağız eğmek
Yalvarmak, hiç de layık olmayan birine yüz suyu dökmek.
Ağız kalabalığı
Birbirini tutmayan, gereksiz, konu dışı sözler.
Ağız kalabalığına getirmek
Birini gereksiz sözler söyleyip çok konuşmak yolu ile şaşırtmak, dikkatini dağıtıp aldatmak.
Ağız kavafı
Karşısındakini ikna etmek için diller döken, çok konuşan, gerekli gereksiz söz söyleyen kimse.
Ağız yapmak
Birini aldatma, yanıltma, oyalama amacıyla duygularını, düşüncelerini olduğundan başka türlü gösterecek biçimde konuşmak.
Ağız, dil vermemek
1) Söz söyleyemeyecek kadar hasta olmak. 2) Herhangi bir sebeple hiç konuşmamak, susmak.
Ağızda sakız gibi çiğnemek
Bir düşünceyi, bir sözü tekrar edip durmak.
Ağızdan laf (söz) çekme(çalmak)
Bir kişinin bildiği şeyleri ustalıklı konuşmalarda ona sezdirmeden öğrenmek.
Ağzı (bir karış) açık kalmak
Çok şaşırmak, şaşakalmak.
Ağzı açık ayran delisi
Yeni gördüğü her şeye alık alık bakan, anlamsız bir hayranlıkla seyredip şaşıran.
Ağzı kalabalık
Çok ve manasız, saçma sapan, tutarsız sözler söyleyen.
Ağzı kulaklarına varmak
Çok sevinmek, sevindiği her halinden belli olmak.
Ağzı laf yapmak
Güzel, inandırıcı söz söyleme yeteneği olmak.
Ağzı sulanmak
İmrenmek, heveslenmek
Ağzı süt kokmak
Çok genç, toy ve tecrübesiz olmak.



Ağzı var dili yok
1) Oldukça sessiz, sakin, kendi halinde. 2) Konuşmayıp susan, derdini anlatmayan.
Ağzına (veya ağzının içine) bakmak
1) Ne diyeceğini beklemek. 2) Onun sözüne göre hareket etmek
Ağzına baktırmak
Etkili, güzel konuşarak kendini zevk ile dinletmek, dinleyenleri kendisine hayran etmek.
Ağzına bir parmak bal çalmak
Amacına ulaşmak için birini tatlı sözlerle bir süre oyalamak, kandırmak; umut verip ikna ederek işini yaptırmak.
Ağzına girmek
Dinlenirken konuşana doğru oldukça fazla yaklaşmak.
Ağzına layık
Bir yiyeceğin tadı anlatılırken kullanılır, çok lezzetli yiyecek anlamında.
Ağzında bakla ıslanmamak
Sır saklamayı becerememek, sırrı hemen açığa vurmak.
Ağzında gevelemek
Açık olarak söylememek, belirli konuşmamak.
Ağzından bal akmak
Çok tatlı, hoşa gider biçimde konuşmak.
Ağzından çıkanı kulağı işitmemek
Sözlerini tartmadan, düşünmeden, öfke içinde, nere varacağını hesaplamadan konuşmak.
Ağzından düşürmemek
Bir kimseden veya bir şeyden her zaman söz etmek.
Ağzından girip burnundan çıkmak
Çeşitli yollara başvurarak birini bir şeye razı etmek; veya kandırmak.
Ağzından kaçırmak
Söylemek istemediği bir şeyi, boş bulunup söyleyivermek.
Ağzından laf almak (çekmek)
Bir kimseyi değişik yollarla ve ustalıkla konuşturup birtakım gizli şeyleri öğrenmek.
Ağzından yel alsın
Olumsuz, kötü şeylerden bahsedenlere karşı “ağzını hayra aç” anlamında söylenir.
Ağzını açıp gözünü yummak
Kızgınlık ile sonunu düşünmeden ağzına gelen kötü sözleri söylemek, karşısındakine hakaret etmek.
Ağzını aramak
Karşısındakini kurnazca konuşturarak ağzından söz almak, istediğini öğrenmek.
Ağzını bıçak açmamak
Kırgınlıktan, üzüntüden ya da herhangi bir sebepten ötürü söz söyleyecek durumda olmamak.
Ağzını havaya (poyraza) açmak
Umduğunu elde edememek, fırsatı kaçırdıktan sonra boş yere beklemek.
Ağzını kapamak
1) Susmak. 2) Çıkarının elden gideceğini düşünerek birinin konuşmasını önlemek.

Ağzını öpeyim (seveyim)
Sevindirici bir söz söyleyene “ne güzel, hoş söyledin” anlamında kullanılır.
Ağzının içine bakmak
Konuşan bir kimseyi seve seve ve dikkatlice dinlemek.
Ağzının kokusunu çekmek
Bir kimsenin dayanılmaz, çekilmez tutum ve davranışlarına katlanmak.
Ağzının payını vermek
Sert söz ve davranışlarla karşılık vererek bir kimseyi yaptığına pişman etmek.
Ağzının suyu akmak
Çok beğenip isteyecek duruma gelmek, imrenmek.
Ağzının tadı kaçmak
Rahatı kaçmak, huzurunu kaybetmek, bir kimsenin kurulu dirliği, düzenliği bozulmak.
Ağzının tadını bilmek
1) Güzel yemeklerden anlamak. 2) Bir şeyin güzelini, iyisini bilmek, anlamak.
Ağzıyla kuş tutsa
“Ne kadar çaba gösterse, ne yapsa da” anlamında kullanılır.
Aforoz etmek
1) Kilise birliğinden çıkarmak. 2) Birini yakını olmaktan çıkarmak, ilgiyi kesip uzaklaştırmak, ilişkileri tamamen koparmak.
Ah almak
Birinin bedduasını üstüne çekmek.
Ahkam çıkarmak
Kendi düşüncelerine dayanarak birtakım yargılara varmak.
Ahmak ıslatan
İnce ince yağan yağmur, çisenti.
Ahret kardeşi
Dünya ve ahiret işlerinde birbirlerinden ayrılmayan kimseler; kan bağı olmaksızın manevî olarak kurulan kardeşlik.
Ahrette on parmağı yakasında olmak
Haksızlığa uğrayışını bu dünyada önleyip hakkını alamayanın, öte dünyada (ahrette) kendisine sorumlu olan kimseden davacı olması.
Ahı çıkmak
Eziyete uğrayan bir kimsenin yaptığı bedduanın etkisini göstermesi.
Ahı tutmak
Zulüm görenin bedduasının yerini bulup gerçekleşmesi.
Ahı yerde kalmamak
Yaptığı ilenme (beddua) er geç etkisini göstermek.
Ak pak
1) Tertemiz. 2) Saçı sakalı ağarmış. 3) Alımlı ve beyaz tenli.
Akan sular durmak
Artık itiraz edilebilecek, karşı durulacak bir nokta kalmamak.
Akla karayı seçmek
Bir işi başarmak uğrunda çok yorulmak, sonuca kadar çok zahmet çekmek
Aklı almamak
1) Akla uygun gelmemek, inanılacak gibi olmamak. 2) Anlamamak.
Aklı başına gelmek
1) Zarar gördüğü işlerden uslanıp akıllıca davranmak. 2) Baygınlıktan ayılmak, kendine gelmek.
Aklı başında olmamak
1) İyi düşünebilir durumda olmamak. 2) Bayılmak, kendisinden geçmek.
Aklı başından gitmek
1) Çok korkudan veya çok sevinçten ne yapacağını şaşırmak. 2) Kafası çok yorulmuş olduğundan iyi düşünememek.
Aklı çıkmak
Titizlikle üzerinde durmak, çok korku geçirmek, çok korkmak.
Aklı durmak
Şaşırmak, düşünemez bir hale gelmek.
Aklı karışmak
Ne yapacağını bilememek, bocalamak, şaşırmak.
Aklı kesmek
Bir şeyin olabileceğine, bir şeyi yapabileceğine inanmak.
Aklına (aklını) takmak
Bir şeyi devamlı olarak düşünmek, bir fikre sürekli olarak zihninde yer vermek ve zihni onunla meşgul etmek.
Aklına düşmek
1) Hatırlamak. 2) Kafasında bir düşünce doğmak.
Aklına esmek
Daha önce düşünmemiş olduğu şeyi birden yapmaya karar vermek.
Aklına gelen başına gelmek
Olmasından korktuğu şeyin zarar verici etkisine uğramak.
Aklına gelmek
1) Hatırlamak. 2) Bir şeyi yapmayı düşünmek, tasarlamak.
Aklına koymak
1) Bir şeyi yapmaya kesin olarak karar vermek. 2) Bir fikri başkasına aşılamak.
Aklına yer etmek
Uygun bulduğu bir düşünce kafasına yerleşmek.
Aklından zoru olmak
Tutarsız, dengesiz, ölçüsüz, delice davranışlarda bulunmak.
Aklını (bir şeyle) bozmak
1) Sapıtmak, delirmek. 2) Yalnızca ilgilendiği, üzerine düştüğü şeyle uğraşıp durmak, başka hiçbir mesele düşünmemek.
Aklını almak
Çekiciliği, güzelliği ile büyülemek, etkisi altına almak.
Aklını başına almak (toplamak, devşirmek)
Mantıksız, ölçüsüz davranışlarda bulunmaktan kendini kurtararak akıllıca bir yola girmek.
Aklını başından almak
Çok şaşırtmak, düşünemeyecek duruma getirmek.



Alacağına şahin, vereceğine karga
Alırken bütün gücünü kullanan ve kolaylık gösteren, kimsede parasını bırakmayan; verirken ise bin bir güçlük çıkaran, vereceğini geciktirmek için elinden geleni yapan kimse için kullanılır.
Alçak gönüllü olmak
Gurur ve kibre kapılmayıp kendini olduğundan daha aşağı düzeyde sayma, başkalarından yüksek görmeme durumu.
Ali Cengiz oyunu
“Kurnazca, haince aklı durduracak iş yapmak” anlamında kullanılır.
Ali kıran baş kesen
Çok zorba, kaba kuvvetle hakimiyet kuran.
Ali`nin külahını Veli`ye, Veli`nin külahını Ali`ye giydirmek
Kendi sermayesi olmadığı halde, birinden aldığını ötekine, ötekinden aldığını bir başkasına vererek işini yürütmek.
Allah “yürü ya kulum” demiş
Az zamanda çok para kazanan ve işinde çok çabuk ilerleyenler için söylenir.
Allah adamı
Hile, kötü bilmeyen; hak yol üzerinde olan, Allah`a ibadette kus dini bütün kimse.
Allah Allah!
Daha çok şaşkınlık ve hayret hallerini anlatır.
Allah aratmasın
Yakınılacak bir durumda, bir şeyin hiç bulunmaması halindeki sıkıntı anında “Allah daha kötüsünü göstermesin” anlamında kullanılır.
Allah aşkına
Yemin vermek veya yalvarmak için “Allah`ını seversen” anlamında şaşma, usanç bildirir.
Allah bilir
1) Belli değil, Cenab-ı Hak`tan başka kimse bilmez. 2) Bana öyle geliyor ki.
Allah versin
1) Dilenciyi savmak için “bekleme, sadaka vermeyeceğim” anlamında söylenir. 2) İyi şey elde edenlere memnunluk bildirmek için, kimi zaman da takılma ve şaka için söylenir.
Allah yarattı dememek
Kıyasıya dövmek, çok hırpalamak.
Allah`a emanet
Herhangi bir şeyi Yüce Allah`ın korumasına ve esirgemesine terk etmek.
Allah`ın belası
Varlığı üzüntü veren, varlığından huzursuz olunan şey.
Allak bullak etmek
Kurulu düzeni bozmak, karmakarışık bir duruma getirmek.
Allayıp pullamak
Kötü görünüşü kapatmak için bir şeyi süslemek, donatmak.
Allem etmek, kallem etmek
İstediğini elde etmek için her türlü kurnazlığa başvurmak.
Alnı açık yüzü ak (olmak)
Herhangi bir ayıbı, çekinecek bir durumu olmamak, iffetli ve şerefli olmak.
Alnını karışlamak
1) Bir işin çok güç olduğunu, yapılamayacak kadar zor olduğunu anlatır. 2) Küçümseyerek meydan okumak, tehdit etmek.

Alı al, moru mor
Telaş veya yorgunluktan yüzü kıpkırmızı kesilmiş (olarak).
Alıcı gözüyle bakmak
Çok dikkatli bakmak, inceden inceye gözden geçirmek.
Alın teri dökmek
Zahmetli iş görüp çok emek vermek.
Aman dedirtmek (amana getirmek)
Karşı koyan birini boyun eğmek zorunda bırakmak, teslim olmaya zorlamak.
Aman dilemek
Önce direnirken zor karşısında boyun eğip canının bağışlanmasını istemek, galip gelenin merhametine sığınmak.
Aman vermemek
1) Göz açtırmamak, rahat bırakmamak. 2) Düşmanı acımayıp öldürmek, merhamet etmemek.
Amana gelmek
Teslim olmak, önce direnirken zor karşısında boyun eğmek.
Ana baba günü
1) Mahşer günü. 2) Sıkıntılı kalabalık; telaşlı, tehlikeli, kimsenin kimseyi tanımadığı kalabalık.
Ana kuzusu
1) Pek küçük kucak çocuğu. 2) Sıkıntıya, güç işlere alışkın olmayan, nazlı çocuk veya genç.
Anan yahşi, baban yahşi
Bir kimseyi işini yaptırabilmek için pohpohlamak, gereğinden fazla överek istediğini elde etmeye çalışmak.
Anası ağlamak
Çok eziyet çekmek, sıkıntıya katlanmak, bitkin duruma düşmek.
Anasından doğduğuna pişman
1) Üşengeç, çok tembel. 2) Canından bezmiş.
Anasından doğduğuna pişman etmek
Çok eziyet ederek canından bezdirmek, bir kimseyi çok üzmek.
Anasından emdiği süt burnundan (fitil fitil) gelmek
Bir işi yaparken çok sıkıntı çekmek, eziyete katlanmak.
******* ağlatmak
Bir kimseye çok eziyet edip sıkıntı çektirmek.
******* sat! (satayım)
Önem verme, aldırma, umursama, bunun için kederlenme, üzülme.
Anasının gözü
Hileci, kurnaz, çok açık göz, çıkarcı, hin oğlu hin.
Anasının nikahını istemek
Bir şeye değerinden çok para istemek, olmayacak bir istekte bulunmak.
Anca beraber, kanca beraber
Birbirimizden ayrılmayacağız, işler iyi de gitse, kötü de gitse hep birlikte yapacağız, beraberliği bozmayacağız.
Anladımsa Arap olayım
“Hiçbir şey anlamadım” anlamında kullanılır.



Alnının akıyla
Küçümsenecek, ayıplanacak bir duruma düşmeden; tertemiz, şerefiyle, başarılı olarak.
Alnının ar damarı çatlamak
Utanma, sıkılma duygularını yitirmiş bulunmak.
Alnının damarı çatlamak
Başarmak için çok sıkıntı çekmek, çok çaba sarf edip emek vermek.
Alnının kara yazısı
Kötü talih, baht.
Alt yanı çıkmaz sokak
Sonuç alınmayacak iş, umutsuz durum.
Altmış altıya bağlamak
O an ki durumu temelli olmayan bir çözümle kurtarmak veya bir işi kesin neticeye vardırmış gibi görünmek.
Altta kalanın canı çıksın
“Herkes başının çaresine baksın, güçsüzleri düşünme, gücü yetmeyene ne olursa olsun” anlamında kullanılır.
Alttan (aşağıdan) almak
Sert konuşan birine karşı yumuşak, olumlu, onu haklı görüyormuş gibi tavır almak.
Alttan güreşmek
Biraz geriden, pasif hareket edip gizli gizli yenme yollarını kollamak.”
Altı alay, üstü kalay
İçi dışı bir olmayan; dışı süslü, içi berbat.
Altı kaval, üstü şeşhane (Şişhane)
Daha çok giyim için “altı, üstüne; bir parçası öbür parçasına uymaz.” anlamında kullanılır.
Altın babası
Çok zengin, parası çok olan kimse.
Altın bilezik
Para getiren, hayat boyunca geçimi sağlamaya yarayan sanat ve meslek.
Altın kesmek
Çok fazla miktarda para kazanır olmak.
Altında kalmamak
1) Bir şeyi karşılıksız bırakmamak. 2) Bir şeyin üstesinden gelmek.
Altından Çapanoğlu çıkmak
Girişilen bir işte başa dert olacak bir durumla, umulmayan bir tehlike ile karşılaşmak.
Altından girip üstünden çıkmak
Bir serveti, bir parayı, bir kaynağı gereksiz yere, düşüncesizce, sorumsuzca harcayıp kısa zamanda bitirmek.
Altından kalkmak
Bir zorluğu yenip işi başarmak.
Altını çizmek
Bir şeyin (daha çok sözün) önemini belirtmek, üzerine dikkati çekmek, vurgulamak.
Altını üstüne getirmek
1) Bir şeyi bulmak için aramadık yer bırakmamak. 2) Söz ve davranışlarıyla çevreyi birbirine düşürmek, karmakarışık etmek.



Ant içmek (etmek)
Yemin etmek, bir şeyi yapmaya veya yapmamaya söz vermek.
Apar topar
Telaş ve acele ile, yaka paça, hazırlanmadan.
Ar damarı çatlamak
Utanç duyulacak şeyleri sıkılmadan yapmak, utanmayı bırakmak, yüzsüz olmak.
Ara (aralarını) bozmak
İki kişi arasındaki iyi ilişkiyi, dostluğu, arkadaşlığı yıkmak.
Ara bulmak
Birbirleriyle anlaşamayan, bir araya gelemeyen kişileri uzlaştırmak, barıştırmak.
Araları açılmak (bozulmak)
İyi ilişkileri, dostlukları, arkadaşlık bağları kopmak; birbirlerine dargın hale gelmek.
Aralarından kara kedi geçmek (veya aralarına kara kedi girmek)
İyi anlaşan iki kişinin veya dostun ilişkileri bozulmak, aralarına soğukluk girmek, birbirlerine gücenmek.
Aralarından su sızmamak
Çok iyi, çok yakın dostluk veya arkadaşlık kurmak, ahbap olmak.
Arap saçına dönmek
İşlerin çok karışıp içinden çıkılmaz bir durum alması.
Araya girmek
1) İki kişinin arasındaki bir işe karışmak. 2) Araları bozuk olan iki kişiyi uzlaştırmaya çalışmak. 3) Yapılmakta olan bir işin yapılmasını geciktirmek.
Araya koymak
Bir işte sözü geçen bir kimsenin aracılığına başvurmak.
Arayı yapmak
1) Arası bozuk olan kimse ile barışmak. 2) Arası açık olan iki kişiyi uzlaştırıp, barıştırmak.
Arif olan anlasın (anlar)
Üstü örtülü olarak söylenen bir sözün, anlayışı kuvvetli kimselerce anlaşılabileceğini belirtmek için kullanılır.
Arka (sırt) çevirmek
Birine eskiden duyduğu ilgiyi göstermemek, yabancı gibi davranmak.
Arka arkaya vermek
Birbirini korumak, kollamak, için birleşmek; dayanışmak, yardımcı olmak.
Arka çıkmak
Birilerine karşı, birini korumak; savunmak, kayırmak.
Arka kapıdan çıkmak
Özellikle bir eğitim kurumundan, bir iş yerinden hiçbir varlık gösteremeden, bir şey öğrenemeden ayrılmak.
Arkadan söylemek
Bir kimsenin bulunmadığı yerde onun hakkında ileri geri konuşmak, dedikodusunu yapmak, çekiştirmek.
Arkadan vurmak
Kendisine inanan, güvenen bir kimseye gizlice kötülük etmek.
Arkası (sırtı) pek
1) Soğuktan muhafaza edecek biçimde giyinmiş, iyi giyinmiş olan. 2) Güçlü bir kimseye ya da yere güvenen.”



Arkası (sırtı) yere gelmemek
1) Sarsılmamak, sağlam ve sağlıklı durumunu sürdürmek. 2) Hiç yenilgi yüzü görmemek.
Arkası kesilmek
Tükenmek, bitmek, süregelen bir şeyin son bulması.
Arkasına düşmek
1) Birini gözden ayırmayarak arkasından gitmek. 2) Bir işi sona erdirmek için çok sıkı çalışmak.
Arkasında dolaşmak (gezmek)
Bir işi sonuca bağlamak için ilgili yerlere giderek görüşme fırsatı aramak, onların yardımını sağlamak.
Arkasını (birine) vermek
Bir kimsenin himayesinden güç almak.
Arkasını getirememek
Başladığı işi sürdürüp sona erdirememek, sonuçlandıramamak.
Arkasını sıvamak
İltifat etmek, okşamak, övmek, birisini bu yolları kullanarak bir işe sevk etmek.
Armudun sapı var, üzümün çöpü var demek
Hiçbir şeyi beğenmemek, her şeyin bir kusurunu bulmak.
Armut piş, ağzıma düş
Bir işin hiç emek harcamadan olmasını, kendiliğinden hazır olup ayağına gelmesini bekleyenlerin durumunu anlatmak için kullanılır.
Arpa boyu kadar gitmek
Pek az ilerlemek.
Arpacı kumrusu gibi düşünmek
Derin derin ne yapacağını bilemeden, çaresizlik içinde düşünüp durmak.
Arpalık yapmak
Bir yeri sürekli çıkar kaynağı olarak kullanmak, sömürmek.
Art düşünce (niyet)
Açığa vurulandan ayrı, gizli tutulan, asıl düşünce.
Arı kovanı gibi işlemek
Girip çıkanı, gelip gideni çok olmak.
Askıda kalmak
Bir engel çıkması dolayısıyla bir işin sonuca varamaması, yapılamayıp öylece kalması.
Askıya almak
1) Geciktirmek, belirsiz olarak ertelemek, bir işi zamanında yapmayıp savsaklamak. 2) Altı boşalmış yapıyı dikmelerle tutturarak yıkılmaktan kurtarmak.
Askıya çıkarmak
Evlenecek kimselerin nikahtan önceki durumlarını gösterir belgelerin, belirli bir süre için ilgili dairede görünür bir yere asılması, ilan edilmesi.
Aslan payı
1) Hak edilenden daha çok alınan pay, en güçlünün aldığı pay. 2 ) Bir bölüşmede en büyük pay.
Aslan yürekli
Yılmaz, hiçbir şeyden korkmayan, yiğit, kahraman.
Aslı faslı (astarı) olmamak
Yalan, asılsız olmak, gerçek payı bulunmamak.



Astarı yüzünden pahalı olmak
Bir işin ayrıntısına ödenen paranın aslına ödenen paradan fazla olması, gerçek değerinden fazlaya malolması.
Astığı astık, kestiği kestik
Davranışlarından dolayı kimseye hesap vermeyen, istediği gibi davranan, çok sert kimseler için kullanılır.
Asıp kesmek
1) İşkence etmek, zalimce tavırlarda bulunmak. 2) Tehdit etmek, zalimce davranışlarda bulunacakmış gibi konuşmak.
At oynatmak
1) Ata hüner göstermek. 2) Bildiği ve istediği gibi davranmak. 3) Belli bir alanda üstünlük kurmak.
Ata et, ite ot vermek (yedirmek)
Uygunsuz iş yapmak; birbirini tamamlayan, birbirine uyan unsurları ters kullanmak; kişilere işlerine yaramayan şeyi, ilgili olmadıkları görevi vermek.
Ateş almak
1) Yanmak, tutuşmak. 2) Ateşli silahın patlaması. 3) Telaşlanmak, öfkelenmek, heyecanlanmak, coşmak.
Ateş bacayı sarmak
Bir iş ya da olay önüne geçilemez, tehlikeli bir durum almak.
Ateş basmak
Aşırı ölçüde sıkılmak, heyecanlanmak, utanmak sonucu vücutta sıcaklığın artması, yüzün kızarması.
Ateş kesilmek
1) Çok kızgın, öfkeli davranışlar göstermek. 2) Çok çalışkan, hareketli ve becerikli olmak. 3) Ateşli silahlarla yapılan atışa son vermek.
Ateş pahasına
Çok pahalı.
Ateş püskürmek
Çok öfkeli olmak, ağır sözler söylemek.
Ateşe atmak
Birini çok tehlikeli bir işe bile bile sokmak.
Ateşe tutmak
1) Ateşli silahla mermi atmak. 2) Bir şeyi ateşin üzerinde tutarak ısıtmak.
Ateşe vermek
1) Bir yeri bilerek yakıp yok etmek. 2) Aşırı ölçüde telaşlandırmak. 3) Bir toplumu, bir ülkeyi kargaşalık içine sürükleyerek yıkıma uğratmak.
Ateşine (narına) yanmak
Birinin yüzünden büyük haksızlığa uğramak, zarar görmek.
Ateşle oynamak
Çok tehlikeli, zarar verecek bir işin üstüne üstüne gitmek ya da böyle bir işe girişmek.
Ateşten gömlek
İçinde bulunulan acı, sıkıntılı, dayanılmaz durumu anlatmak için söylenir.
Atsan atılmaz, satsan satılmaz
İşe yaramadığı, sıkıntı verdiği halde vazgeçilemeyen şeyler ve kimseler için kullanılır.
Attan inip eşeğe binmek
Bulunduğu dereceden, mevkiden, önemli görevden daha aşağı bir yere inmek veya alınmak.
Atı alan Üsküdar`ı geçti
“Fırsat kaçtı, artık yapılacak şey kalmadı” anlamında kullanılır.
Atın yüğrükse bin de kaç
İmkanın varsa kendini kurtarmaya bak.
Atıp tutmak
1) Kendi gücünü aşacağı işler yapacağını söylemek, abartılı konuşmak. 2) Birisinin arkasından ileri geri konuşmak, kötü sözler etmek.
Avaz avaz bağırmak
Olanca gücüyle bağırmak; sesi yettiği kadar, var gücüyle bağırmak.
Avuç açmak
Yardım istemek, dilenmek, para istemek ya da ister duruma düşmek.
Avucunu yalamak
Umduğunu ele geçirememek, beklediğini elde edememek.
Avucunun içine almak
Birini her dediğini yapar duruma getirmek, baskı ve etkisi altına almak.
Ayağa düşmek
1) Bir şeyin değerini kaybetmesi. 2) Yalvarır duruma gelmek. 3) İşe ilgisiz ve yetkisiz kimseler karışır olmak.
Ayağa kalkmak
1) Hasta iyi olmak. 2) Saygı göstermek için oturma durumundan ayaküzeri duruma geçmek. 3) Telaşlanmak, heyecanlanmak. 4) Dikilmek, ayakları üzerinde durmak.
Ayağı (ayakları birbirine) dolaşmak
Yürürken herhangi bir sebepten ötürü ayakları birbirine takılmak, sendelemek.
Ayağı (ayakları) suya ermek (değmek)
Neden sonra aklı başına gelmek, bir şeyin aslını anlamak, beklenen biçimde olmadığını kavramak.
Ayağı düze basmak
İşleri iyi gitmek, zorlukları yenerek rahata kavuşmak.
Ayağı düşmek
Bir yere uğramak, o yer yolu üzerinde bulunmak, yolu düşmek.
Ayağı ile gelmek
1) Kendi isteği ile gelmek. 2) Çok fazla emek sarf edilmeden elde edilmek.
Ayağına (ayaklarına) kara su inmek
Bir yerde ayakta beklemekten veya uzun süre dolaşmaktan çok yorulmak.
Ayağına bağ olmak
Bir işini yapmasına, bulunduğu yerden ayrılmasına engel olmak.
Ayağına dolaşmak (veya dolanmak)
1) Birisinin yaptığı işe engel olmak. 2) Başkasına yaptığı kötülük kendi başına gelmek.
Ayağına gitmek
Büyüklük taslamadan alçak gönüllülük edip birinin yanına varmak.
Ayağına kapanmak
Kendini küçük düşürerek yalvarıp yakarmak.
Ayağını çekmek
Daha önce gittiği yere artık uğramaz olmak, ilişkiyi ve ilgiyi kesmek.

Ayağını denk almak
Birilerinin kendisine karşı yapacakları muhtemel kötülüklere karşı uyanık davranmak, tedbirli olmak.
Ayağını kaydırmak
Bir yolunu bularak birini bulunduğu işten, mevkiden uzaklaştırmak.
Ayağını kesmek
1) Bir yere gitmez, uğramaz olmak. 2) Birini bir yere artık uğramaz duruma getirmek.
Ayağını sürümek
1) Verilen bir görevi ağırdan yapmak. 2) Bir yerden ayrılmak üzere bulunmak. 3) Ölmek üzere olmak. 4) Halk inanışına göre birinin gelmesi, ardından başkalarının da gelmesine yol açmak.
Ayağını yorganına göre uzatmak
Gelirini giderine uydurmak, harcamalarda geliri aşmamak.
Ayağının altına almak
1) Acımasızca, tekmelerle kıyasıya dövmek. 2) Bir şeyi küçük görerek ondan faydalanma yoluna gitmemek, o şeyi tepmek.
Ayağının tozuyla
Henüz dinlenmeden, yoldan gelir gelmez.
Ayak altında kalmak
1) Hor görülüp aşağılanmak, değer verilmemek. 2) İnsanların sık gelip geçtiği yerde, kalabalık içinde kalmak.
Ayak atmamak
Bir yere hiç gitmemek.
Ayak diremek
Bir şeyde ısrar etmek, karşı koymak, kendi kararından vazgeçmemek.
Ayak takımı
İşe yaramaz, bilgisiz, görgüsüz, kaba, serseri, değersiz kimselerin bütünü.
Ayak uydurmak
1) Adımlarını başkasınınkine uydurmak. 2) Kendi gidiş ve davranışını başkasınınkine benzetmek.
Ayak üstü (üzeri)
1) Kısa süre içinde, acele olarak. 2) Ayakta durarak, ayakta dikilerek.
Ayaklar altına almak
Önem verilmesi gereken şeyleri hiçe saymak, çiğnemek.
Ayakları geri geri gitmek
Bir yere istemeye istemeye, gönülsüz gitmek.
Ayaklı kütüphane
Çok şey okumuş, her sorulana cevap veren, çok şey bilen, okudukları aklında kalmış kimse.
Ayakta kalmak
1) Bir zorluk karşısında yıkılmamak, çökmemek. 2) Oturacak yer bulamamak.
Ayasofya`da dilenip Sultanahmet`te sadaka (zekat) vermek
Kendisi başkasının yardımı ile geçinirken, gösteriş için elindekini başkalarına yardım amacıyla dağıtmak.
Ayranı kabarmak
Öfkelenmek, kızıp bağırmak; coşmak.
Ayvaz kasap hep bir hesap
“Ha öyle ha böyle, ikisi de bir; hangi yolu seçersek seçelim aynı sonuca varır” anlamında kullanılır.



Ayıkla pirincin taşını
Bir işin oldukça karışık, dolaşık, içinden çıkılması güç olduğunu anlatmak için kullanılır.
Ayılıp bayılmak
1) Sinir krizi geçirmek, bunalıma düşmek. 2) Birini kendinden geçercesine sevmek, beğenmek.
Ayyuka çıkmak
1) Pek yükselmek (ses için). 2) Herkesçe duyulmak, yayılmak (dedikodu için).
Aza çoğa bakmamak
Eline geçenle yetinmek, tok gözlü olmak.
Azizlik etmek
Şaka ile takılmak, muziplik etmek, şaka ile aldatmak.
A`dan Z`ye kadar
Bütünüyle, baştan aşağı.
Aşağı kurtarmaz
1) Bundan ucuza verilmez. 2) Daha aşağı bir durumu kendine layık görmez.
Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık
Sakıncalı oluşları eşit olan iki karşıt davranıştan birine karar verememe zorunluluğunu anlatmak için kullanılır.
Aşağı yukarı
Yaklaşık olarak, hemen hemen, tam değil de tama yakın.
Aşağıdan almak
Sert konuşan kimselere karşı yumuşak bir dil kullanmak.
Aşık atmak
Birisiyle yarışmak, özellikle kendisinden üstün birisiyle yarış etmek.