Üye Ol
Giriş
Hoş geldiniz
Misafir
Son ziyaretiniz:
19:18, 1 Dakika Önce
MsXLabs Üye Girişi
Beni hatırla
Şifremi unuttum?
Giriş Yap
Ana Sayfa
Forumlar
Soru-Cevap
Tüm Sorular
Cevaplanmışlar
Yeni Soru Sor
Günlükler
Son Mesajlar
Kısayollar
Üye Listesi
Üye Arama
Üye Albümleri
Bugünün Mesajları
Forum BB Kodları
Your browser can not hear *giggles*...
Your browser can not hear *giggles*...
Sayfaya Git...
Cuma, 05 Aralık 2025 - 19:18
Arama
MaviKaranlık Forum
Kıraç
-
Tek Mesaj #20
_cesminaz_
Ziyaretçi
13 Ocak 2010
Mesaj
#20
Ziyaretçi
Kıraç`
ın
yeni şafak gazetesindeki röportajı
Yıllar öncesinde 'Talihim yok bahtım kara' diyordu Kıraç. Bugün, tam 15 yılın ardından 'Yolcu' diye adlandırdığı yeni albümüyle yoluna devam ediyor. Peki bugün ve dün arasında kalan 15 yılda Kıraç'ın hayatında neler oldu? Basına sızan kadarıyla, aşık oldu, evlendi ve bir de kızı geldi dünyaya... Ama sanat yaşamındaki grafikteki ibre nasıl inip çıktı? Yaşadığı dünya ona ne kattı, neleri götürdü, umutları, umutsuzlukları neydi? Şimdi, dizi müzikleri, kendine has üslubu, sanatçı sancıları, kovboy şapkaları ve botlarıyla bir Kıraç var huzurunuzda. O her ne kadar ''kendimi konuşarak ifade edemiyorum'' dese de, bu röportajda ne kadar açabildi, bakalım, görelim...
Aşık oldunuz, evlendiniz...Hayatınızda ne değişti?
Evlenmek, normal bir insanın yapması gereken, normal bir hareket. Hayatınızda çok keskin değişmeler olmuyor. Aynı insanım...
Ama sonuçta hayatı bir yere demirlemiş oluyorsunuz...
Öyle algılanabilir. Hayatınıza çocuk girdiğinde bunu daha fazla anlıyorsunuz. Çünkü bağımlı ve sorumlu olduğunuz bir gerçek haline geliyor. Onun öncesinde eşim de benim gibi çalışıyordu ve dolayısıyla düzensiz olmamız daha normaldi. Çocuğunuz olduğunda durum farklı oluyor. Bebek hayatımızdaki birçok şeyde belirleyici oldu.
Bu durum sizin sanatçı egonuza iyi geldi mi?
Durumun bir de hayranlarımın gözündeki boyutu var. Çünkü onlara göre ben 'kaybedilmiş' bir adamım. Bu durum camianın içine girdiğimden beri var olan bir sorundur. Yine de kendimi diğer sanatçılarla kıyasladığımda içinde olmadığımı görüyorum. Ben ilk günden beri insanlara, özellikle de hanım hayranlarıma karşı bir imge oluşturmadım. Kliplerimde bile bundan özellikle kaçındım. Bu nedenle tamamen müziğimi ön plana çıkartarak bir bağ kurduğumu düşünüyorum. Fazla etkilenmedim.
Evde koca ve baba, sahnede ise size hayran kitlesi olan Kıraç var. Bu kimlikler arası dengeyi nasıl kuruyorsunuz?
Sahnedeki adam farklı. Onu ayrı bir yere koymak zorundaydım. Ama normal hayatımda o sahneye çıkan, şarkı söyleyen adam gibi davranmamayı da biliyorum.
Sanatçılar bunu ne kadar yapabiliyor?
Çok azdır. Çünkü zordur.
Niye?
Düşünsenize, üçyüz bin kişi karşınızda sizi alkışlıyor. Bu müthiş bir duygu... İnanılmaz bir yere konuluyorsunuz. Konser bittikten sonra da öyle davranmaya başlıyorsunuz.
Nasıl davranıyorsunuz?
Abartılı tabiriyle sizi ilahlaştırıyorlar. Egonuz çıldırıyor, kendinizi firavun gibi görüyorsunuz ama aslında normal bir insansınız.
Bu çıldırmış egonun yan etkisi olmuyor mu?
Tabi. Fazla ilgi bünyenize zarar veriyor. Ama ne normal insan olarak yaşamaktan vazgeçiyorsunuz ne de ünlü olmaktan.
Siz normalleştirdiniz ama...
Evet. Kendimi televizyonda gördüğümde şaşırıyorum. Bana başka biriymiş gibi geliyor...
Kendinizi beğeniyor musunuz?
Fotoğraflarda, televizyonda da kendimi beğenmem.
Neden?
Bilmiyorum.
Zaman sizi nasıl bir adam yaptı?
Birşeyler değişti. Normalde tepkileri yoğun yaşayan bir insanım. Ama son zamanlarda çevremdeki insanlar benim sakinleştiğimi söylüyorlar. Ben de zaman zaman 'biraz daha sakinleştim mi acaba?' diye düşünmeye başladım.
Agresif miydiniz?
Hayır, sadece tepkiliyim. Ama artık o aşırılıkları biraz yumuşattığımı düşünüyorum. Yine de hayatın içine tam olarak girmiş değilim. Herkesin davrandığı kalıplar içinde davranamıyorum, kabul edemiyorum.
Herşey yolunda mı peki? Sanatçıyı besleyen, trajedileriniz var mı hala?
Doğru bir tespittir aslında. Mutlulukta sanat çıkmıyor. Çünkü mutsuzluk daha çabuk ürettiriyor. Ben hayatımda yeteri kadar bunu yaşadım. Yaptığım albüm şarkıları sadece üç yıllık ya da altı aylık şarkılar değil. Mesela 'Kayıp Şehir' şarkısını 1993'te yaptım. Bu şarkı o dönemdeki sanatımı belirliyordu. Çünkü çok mutsuzdum.
Şimdi?
Mutluluk veya mutsuz bir sanatçı için kişisel olmamalı bana göre. Yani siz mutlusunuz diye dünya mutlu değildir. Sanatçı olmakla olmamak arasındaki çizgi buradan başlıyor. Kaygıları sıyırıp attığınızda bir köşeye çekilmek istediğinizde işte o zaman artık üretemez hale geliyorsunuz.
Peki 'eyvah üretemiyorum' dediğiniz, tıkandığınız, tökezlediğiniz bir dönem oldu mu?
Duygularımı ifade edemediğim dönem oldu ama yazamadığım ve üretemediğim dönem olmadı.
Korktunuz mu hiç?
Anlatmak istediğim de bu. Üretememe korkusuna giren sanatçı bir süre durmalıdır zaten. Olabilecek birşeydir bu. Bende de oldu ama ben onu aştım. O sürece girildiğinde; 'ben kimim? ve ne için sanat yapıyorum?' diye düşünülmelidir. Bende kendime sorarım: ''bu işi sadece albüm yapmak için mi? hayranlarım çok sevsin diye mi yapıyorum?'' diye. Bu soruları sorduğunuzda manzara çok açık aslında. Doğru olanı mutlaka bulursunuz.
Hayranlarınızın beklentisi kaleminizi etkiler mi?
Etkiliyor. Ama en son kararı yine kendim veriyorum. O kitlenin de beklentileri çok önemli. Yine de ne yapacaksam kendi kişiliğimden ödün vermeden yaparım. Beni hiç dinlemiyor olabilirler. O zaman o şarkıları nasıl dinleteceğimin yollarını bulmaya çalışırım ama şarkıdan vazgeçmem.
Hoşnut etme derdiniz yok yani...
Hayır. Halk beni geriye çekip sabitleyemez. 'Burada kalacaksın, senden bu şarkıları istiyoruz senden' diyemez...
Bu kararı neye göre alıyorsunuz?
Şöyle düşünün; 17 yaşında çıkıp bir şarkı söylersiniz ve insanlar çok beğenirler. 57 yaşında hala o tarz şarkılar söylerseniz aynı tadı vermemeye başlar. Halk orada doğru bir karar mercii olmayabilir. Kararı verecek olan kişi sanatçının kendisidir. Halk dediğiniz tek bir kişi değildir. O yüzden her kafadan bir ses çıkacaktır.
Aldığınız bir tepki?
Bana her albüm çıkarışımda en çok söylenen şey; ' bu albüm çok sert olmuş' sözüdür. Mesela; Benim Yolum albümünde türkü yoktu. 'Neden türkü yok' dediler. Bunu doğru değerlendiremezseniz yerinizde saymaya başlarsınız.
Peki dizi müzikleri için aynı şey geçerli mi?
Aslında birşey farketmiyor. Zerda, Bir Istanbul Masalı, Aliye gibi dizi müziklerini yaptım. Ama en son Binbir Gece'de farklı bir nabız tuttuğuma inanıyorum. Çünkü Binbir Gece'nin müziğinde senfonik bir alt yapı vardı. Baktığınızda normalde bunu halk dinlemez. Ama çok sevildi.
Bu sevgi neyle alakalı?
İnsanımız Orta Avrupa bestecilerini genelde dinlemezler. Ama Rus bestecileri dinlenir. Ruslarla tarihte hiç anlaşamasak da edebiyatı ve sanatı bizi büyüler. Konu Binbir Gece olduğu için orada Şehrazat bestesini koymam gerekiyordu. İnsanlar çok ağır şeyleri de dinler yeter ki seçimler iyi olsun.
Siz çok sert parçalar da yapıyorsunuz. 'Yalan' onlardan biridir.
Evet ama halk o parçayı da çok sevdi. O şarkıda her insanın bildiği 'Yalan dünya' diyorum. Çok da farklı birşey söylemiyorum aslında. Bunu iyi verebildiğinizde, sözlerdeki ve müzikteki sertliği kaynaştırdığınızda ortaya bizden birşey çıkabilir.
KENDİMİ İFADE EDEMİYORUM
Siz duygusal grafiği yüksek, romantizmi ağır parçalar yapıyorsunuz. Bunu Rock müziğin neresinde görüyorsunuz?
Rock müzikteki duygu grafiğiyle diğer müzik türündeki duygu arasında fark var. Diğerleri daha yumuşaktır, insanı çabuk sıkar bir süre sonra macun gibi gelmeye başlar. Ama dünyada seksenli yıllardan sonra çıkan Rock müziği sanatçıları bu ruhu alıp geri plana attılar. Türkiye'de Rock müzik dediğimizde aklımıza Barış Manço ve Cem Karaca gelir. İkisi de çok eğlenceli şarkılar yapmışlardır. Ama başka bir taraftanda bakıldığında çok da duygusaldır. Oradaki duygu, sert köşelerle belli olduğu için kendini zaman içerisinde ileriye fırlatır. Dünyaya da baktığınızda Jimmy Hendriks ve Bob Dylan da öyledir. Hala dinleriz ve çok severiz. Çünkü Rock müzik her zaman taze ve gençtir.
Neden bu kadar duygusal bir adam oldunuz?
Tanrı öyle istedi.
Yani?
Doğuştan geliyor ve sonradan şekilleniyor. Aslında insan kendisi karar veriyor böyle bir hayata. Duygusal olma incelikli bir adam olmakla ve gördüğünüz şeylere ne kadar tepki vermenizle ilgili.
Nelermiş onlar?
Mesela; diyelim ki bir yerde silah patlıyor. Bazılarının duyarlılığını gösterebilmesi için sadece o silahın patlaması gerekiyordur. Duyarlı insanlar ise çevrelerine hep bakarlar. Herşeyden etkilenirler çünkü inceliklidirler.
Peki neden ayrılık şarkıları yazıyorsunuz?
Acı çeken insan estetik görünüyor. Mesela; Mecnun'un bir estetiği vardır. O aşk acısı bizi bir yerlere sürüklüyor. Ben şarkılarımın yüzde seksenini yaşadıklarımdan yola çıkarak yazıyorum. Yüzde yirmisi fantezilerden oluşuyor.
Ruhunuzu bu kadar soyup herkesin içine çıkmak iyi birşey mi?
Duygusallık sizi konuşturuyor ve 'neden bu kadar çok şey anlattım?' diyebiliyorsunuz. Sohbet ortamında mümkün olduğunca açık olmaya çalışıyorum. İnsanlar bütün iletişimi dil sanıyorlar. Birbirimizi çözdük zannediyoruz. Aslında hiç kimse birşey çözmüş değil. İletişim en uç noktalarından bir sanattır. Ama bunların tamamen dışında insan kendisini bile zor anlıyor.
Kendinizle kavga eder misiniz?
Çok. Gece yatarken bir ton hesap kitap içine giriyorum. Sabah olduğunda bunların hiçbiri aklıma gelmiyor. Aynı hataları tekrar yapıyorum. Çünkü üst bilinç çalışıyor. Filozofların 'benlik' dediği doymak bilmeyen tuhaf birşey var. Üst kimlik güneşin doğumuyla açığa çıkmaya başlıyor. Alt kimliğimi mümkün olduğunca dışarı çıkarmaya çalışıyorum.
Kendinizi ne kadar ifade edebiliyorsunuz?
Edemiyorum. Anlatıyorum, konuşuyorum ama hiç ifade edemiyorum. Şarkılarla belli bir guruba daha iyi anlattığımı düşünüyorum. Müzik bir resim anlatıyor. Şarkının bir anı anlatması benim için önemli. Genel olan herşey sanatın dışında kalıyor.
Sizi tepeden tırnağa anlatan bir şarkı...
Kayıp Şehir ve Yalnızlığın Kapıları yaptığım en iyi şarkılardır ve beni çok iyi ifade eder.
Aşk duygusu?
Gidiyorum, Yıllar Sonra ve Endamın Yeter.
Neden?
Çünkü biri mutlu aşkı, diğeri ayrılığı, bir diğeri de acılı sonu anlatır.
Korkak bir adam mısınız?
Korkuyorum evet. Çünkü insanlık gittikçe yüzeyselleşiyor. Siz ne kadar incelikli bir insansanız o kadar da saldırıya maruz kalıyorsunuz.
Kim tarafından?
Çevreniz ve kendiniz tarafından. Bana 'bayrağı son devralan sanatçı' diyorlar. Benden sonra kim devir alacak merak ediyorum. Açıkçası çok umutlu değilim. Dünyanın sonunu da umutsuz görüyorum. Beni bir korku sarmaya başlıyor. Ne sevda, ne arkadaşlık, ne de dostluk hiç bir anlamda umut yok. Bu da beni çok korkutuyor.
Hımm..
Dünyayı değiştiremiyorum arkadaşlar!
Boşa bir çaba değil mi?
Bizim gibiler dünyayı değiştirebileceklerini düşünürler.
Kim onlar?
Benim gibi olanlar ama değiştiremiyoruz. Yine de vazgeçmiyoruz çünkü biz böyleyiz. Ben başka türlü bir adam olamam. Değiştiremiyeceksem de o şekilde ölürüm. Benim için evlilik, araba, güzel yemek bunun yanında çok önemli değil.
Sıkıcısınız o zaman...
Son derece eğlenceli biriyim aslında. Çokta keyiflenirim. Ama finalde bu dünya ile kaygım hep vardır. Dünya hakkında çok umutsuzlaşırken bir yerde de bir ışık olması gerektiğini düşünüyorsunuz. Mesela Kur'an'daki düşünceyle ilgili ayetleri çok severim. Bana çok ironik gelir. İnsanın düşünmesi ve kafasını çalıştırmasıyla ilgili yaratıcının kızdığını düşünüyorum.
Kızmaması için ne yapıyorsunuz?
Kafamı çalıştırmaya çalışıyorum ancak bu kadar oluyor. Yine de kurtuluş kapısı var.
Huzurla aranız nasıl?
Huzurlu değilim.
O neden?
Sadece ben yokum ki... Çevremde bir sürü insan var ve herkes benim umrumda. Yunus Emre neden mutlu ölmedi? Kendisi için hiç bir kaygısı olmaması gerekirdi. Bizim örnek almamız gereken insanlar onlar. Pratikte Allah'a şükürler olsun mutlu anlarım oldu. Ama teorik olarak bütün insanlar mutlu olmadan ben mutlu olamam.
Çok afaki bir durum.
..
O zaman huzur da afaki. Burada iyi bir düzen tuturmuş olabiliriz. Baktığınızda imparatorluk bir dönem elimizdeydi ama artık yok. Şimdi başka imparatorlukların kurulduğunu görüyoruz. Ne kadar rahat olursak olalım bu Afrika'daki bir bebeğin açlıktan ölmediği anlamına gelmiyor. Bu çorbadaki sinek gibi miğde bulandırıyor. Işte o zaman bütün dünya yalan oluyor.
KOVBOY ŞAPKASIYLA TÜRKÜ SÖYLERİM
Bir türkü tutturmuş gidiyorsunuz. Nasıl bir türkü bu?
İlk çıktığım günden beri türkü söylüyorum. Ama bu defa üzerine çalıştığım türküler kendi yeni bestelediğim şarkılarla uyuşmadı. Bu yüzden önce türküleri çıkarmak istedim. Bir daha ki albümde ayrılık şarkıları yer alacak.
Tepkiler nasıl?
İnsanlardan olumsuz tepkiler de aldım. Demek istediğim, bir sonraki albümü dinlediğinizde daha iyi anlaşılacaktır. Ben aslında kendi şarkılarım ve türküler diye ayırmıyorum. Ama bu albümün böyle olması gerekiyordu.
Bir taraftan türkü, bir taraftan rock, diğer taraftan da kovboy şapkası ve ayakkabılar... Bu imajların hepsinden uzaksınız aslında. Ne yapıyorsunuz siz?
Benim amacım 'koyboy şapkası türkülere karışsın' değil. 'Türkülerle de koyboy şapkası takılabilir' demek istiyorum. Bir de bir sınırlama olmasını anlamlı bulmuyorum. Gökdelendeki bir iş adamı veya bir borsacı caz dinlediği gibi Neşet Ertaş'ta dinleyebilir. Benim yapmak istediğim de bu. Türküleri bölmeye çalışmıyorum.
Vestern filmleriyle aranız nasıl?
Spagatti vesternleri çok severim. Onları Amerikan dünyasının dışında tutuyorum. Johne Wayne filmiyle Clint Eastwood filmi arasında çok fark var bana göre.
Kaynak
BEĞEN
Paylaş
Paylaş
Bu mesajı
1
üye beğendi.
Cevapla
Kapat
Saat: 19:18
Hoş Geldiniz Ziyaretçi
Ücretsiz
üye olarak sohbete ve
forumlarımıza katılabilirsiniz.
Üye olmak için lütfen
tıklayınız
.
Son Mesajlar
Yenile
Yükleniyor...