Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Ağustos 2006       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
K - 3

KEBÂİR:Büyük günâhlar. Müfredi (tekili) kebîredir.
Kebîre sâhibi îmândan çıkmaz. Kebîre sâhibinin hâli Allahü teâlânın irâdesine kalmıştır. Dilerse bağışlar, dilerse azâb eder. (İmâm-ı Rabbânî)
Kebîre işlemek küfr değil, fısktır, emre itâattan çıkmaktır. (İmâm-ı Rabbânî)
Büyük günâh işleyenin îmânı gitmez. Harama helâl derse, îmânı gider. Günâhlar ikiye ayrılır: Kebâir, büyük günâhlardır. Meselâ: 1) Bir şeyi Allahü teâlâya ortak etmek. Buna şirk denir. Şirk, küfrün en kötüsüdür. 2) Bir insanı veya kendini öldürmek. 3 ) Sihir yâni büyü yapmak. 4) Yetim malı yemek. 5) Fâiz alıp vermek. 6) Muhârebede düşman karşısından kaçmak. 7) Temiz kadınları kazf etmek, yâni nâmuzsuz demek. Her günâhın büyük olmak ihtimâli vardır. Hepsinden kaçınmak lâzımdır. (Teftâzânî, Reyhâvî)

KEBÎR (El-Kebîr):Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Varlığından önce yokluk geçmemiş olan.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
O'ndan (Allah'tan) başka tapdıkları hiç şüphesiz bâtıldır, yok olucudur. Şüphesiz Allahü teâlâ yücedir, Kebîr'dir. (Lokman sûresi: 30)
El-Kebîr ism-i şerîfini söyliyene, ilim ve mârifet kapısı açılır. (Yûsuf Nebhânî)

KEFÂLET:Kefillik. Kefîl olmak. Bir kimsenin, borcunu ödememesi, taahhüdünü (verdiği sözü) yerine getirmemesi hâlinde onun yerine borcu ödemeği, sözü yerine getirme mes'ûliyetini (sorumluluğunu) alacaklıya karşı üzerine almak.
Kefâletin ihtivâ ettiği (taşıdığı) birçok güzel taraflar vardır. Bunlardan birisi, malının zâyi (yok) olacağı, alamayacağı korkusunda bulunan alacaklı kişinin bu düşüncesini ondan atma; ödeyemediği takdirde şahsına bir zarar geleceği korkusu taşıyan borçlunun bu korkusunu gidermek her iki tarafın karamsar (kötü) düşüncelerini yok etmesi gibi faydaları taşır. Bu da her iki taraf için bir nîmettir. Kefâlet, âlicenâblığın gereği bir iştir. (İbn-i Hümâm)
Ukûbâtta (cezâlarda) kefâlet sahîh değildir (olmaz). Birinin yerine, kefîli îdâm edilmez. (Ali Haydar Efendi)

KEFEN:Vefât eden kimsenin yıkandıktan sonra sarılarak defnedildiği beyaz bez parçaları.
Âdem aleyhisselâm vefât edince, melekler Cennet'ten hanût ve kefen getirdiler. Su ve sedr yaprağı ile yıkadılar. Üçüncüsünde kâfûr koydular. Üç kefen ile kefenlediler. Namazını kıldılar. Lahd yaptılar. Defn ettiler. Sonra çocuklarına dönerek; "Ey Âdemoğulları! Ölülerinize böyle yapınız" dediler. (Hadîs-i şerîf-Fetevâ-i Fıkhıyye)
Ölülerin kefenlerini güzel yapın. Zîrâ onlar kendi aralarında birbirlerini ziyâret ederler ve kefenlerinin güzelliği ile iftihâr ederler. (Hadîs-i şerîf-Dürrü'l-Muhtâr) Kefen, erkek için üç, kadın için beş parçadır. Erkeğin kefeni; izâr (genişliği bir metreden fazla baştan ayağa kadar olan bez parçası), kamîs (entâri gibi uzun gömlek) ve lifâfe (başı ve ayakları geçecek uzunlukta, baş üstünden ve ayak altından uçlar ı büzülüp bezle bağlanan kısım). Kadınların kefeni ise, kamîs, îzâr, lifâfe, himâr (baş örtüsü) ve göğüs bezidir. (Zeylâî)
Kefenin, meyyitin (ölenin) kendi helâl malından olması, başkasının vermesinden daha iyidir. Diri iken helâl kefen hazırlamak iyidir. (Halebî)
Sâlihlerin, velîlerin çamaşırından, elbisesinden kefen yapmak veya kefen içine bunlardan yüzüne göğsüne koymak faydalıdır. (S. Abdülhakîm Arvâsî) Bir kefendir âkıbet sermâye-i bây u fakîr Varlığa mağrur olan mecnûn değil de, yâ nedir. (Lâ Edrî)

Kefen-i Farz:Erkek veya kadının vefât ettiğinde sarılarak örtüldüğü bezlerden bir parçası. Buna kefen-i zarûret (lâzım olan kefen) de denir.
Kefen-i farz, erkekler ve kadınlar için bir parçadır. (Kutbüddîn-i İznikî)
Kefen-i farz olarak (zarûret hâlinde) erkeğe ve kadına yalnız lifâfe (başı ve ayağı geçen uzunlukta, baş üstünden ve ayak altından büzülüp bezle bağlanan kısım) lâzımdır. (Halebî)

Kefen-i Kifâye:Fakir veya çok borçlu olarak vefât etmiş erkek ve kadın için yeterli sayılan ve bedeni örtecek kadar olan kefen.
Erkeklere kefen-i kifâye olarak îzâr (genişliği bir metreden fazla baştan ayağa kadar olan bez parçası) ve lifâfedir. (Halebî)
Kadınların kefen-i kifâyesi; izâr, lifâfe ve himâr yâni baş örtüsüdür. Çünkü kadınlar hayatta iken bu üçü ile örtünürler. (İbn-i Nüceym)

Kefen-i Sünnet:Vefât eden erkek için üç, kadın için beş parça olan bez parçası.
Erkek için kefen-i sünnet üç parça, yâni izâr, kamîs (entâri gibi uzun gömlek) ve lifâfedir. Kadın için, kamîs, izâr, lifâfe, himâr (baş örtüsü) ve göğüs bezidir. (Halebî)

KEFFÂRET:Örtmek. Allahü teâlânın bâzı hususlarda kullarının kusur ve günahlarını affetmek ve örtmek için vesîle yaptığı şeylerden her biri. Çoğulu keffârâttır. Keffâretler, bir bakımdan ibâdet, bir bakımdan cezâ durumundadır. Keffâret, katl (insan öldürme), z ıhar, yemîn, oruç ve hac keffâreti olmak üzere beş kısımdır.
Büyük günahlardan kaçınmak şartıyla, beş vakit namaz ve Cumâlar, aralarındaki küçük günâhlara keffârettirler. (Hadîs-i şerîf-İhyâ-u Ulûmiddîn)
Günâhın keffâreti pişmanlıktır. (Hadîs-i şerîf-İhyâ-u Ulûmiddîn)
Devamlı hasta veya çok yaşlı olup, altmış gün keffâret orucunu tutamaz ise, altmış fakîri, bir gün sabah-akşam olmak üzere iki defâ, yâhut bir fakîri sabah-akşam altmış gün doyurur. (Tahtâvî, Mehmed Zihnî)

Keffâret-i Salât:Kazâya kalmış namazları bulunan ve bunları îmâ ile dahi kılması mümkün iken kılmayıp ölen kimsenin kılmadığı namazlar için verilen keffâret. (Bkz. İskât ve Devr)

Keffâret-i Savm:Ramazân-ı şerîfte bilerek orucu bozmanın cezâsı. (Bkz. Oruç)

Keffâret-i Yemîn:Bir işi yapmak veya yapmamak husûsunda Allahü teâlânın ismini söyleyerek yemîn eden kimsenin yemînini bozunca cezâ olarak yapması gerekli olan şey. (Bkz. Yemin)

Keffâret-i Zıhâr:Bir erkeğin, hanımını veya onun yüz, baş, ferc gibi bir uzvunu, kendisine nikâhı ebedî haram olan bir kadına veya onun bakılması haram olan yerine benzetmesi yâni "Sen anam gibisin" veya "Senin sırtın anamın sırtı gibidir" demesinin affı ve onunla te krâr münâsebet kurabilmesi için olan çâre. (Bkz. Zıhâr)

KEFÎL:Başkasına âit bir işi veya borcu üzerine alan, sorumluluğunu yüklenen kimse. Kefîle, dâmin de denir. (Bkz. Kefâlet)
İkindi namazının sünnetini kılıp terk etmeyen kimsenin Cennet'e girmesine kefîlim. (Hadîs-i şerîf-Miftâh-ül-Cenne)
Yetîme kefîl olan ve ona bakan kişi Cennet'te bu parmağın yakın olduğu gibi bana yakın olacaktır. (Hadîs-i şerîf-Reddül Muhtâr)
Kefîle kefîl olmak sahîhtir (olur). Alacaklı borcu üçünden de isteyebilir. İkrâh ile yâni zorla kefîl yapılan, kefîl olmaz. (İbn-i Âbidîn, Ali Haydar Efendi)
Hak teâlâ senin ve âlemin rızkına kefîldir. Rızık için düşünmeye lüzûm yoktur. Çünkü Hak teâlâ tarafından bütün rızıklar taksim edilmiştir. Çalışarak hissene düşen rızkı arayıp bulursun.Bir sadakanın yerine on misli ile mukâbele edildikten sonra, çal ışana karşılığı verileceğine hiç şüphe yoktur. (Ahmed binHanbel)

KEFİR:İnek ve deve sütlerinin mayalanmasından elde edilen tadı keskin alkollü bir içki.
Kısrak, inek ve deve sütleri mayalanıp tadı keskin olunca, müselles (ısıtılarak üçte ikisi uçurulan üzüm suyu) gibi olur. Birincisine kımız, ikincisine kefir denir. Her ikisi de bira gibi haramdır. (M. Âtıf Efendi)

KEHÂNET:Kâhinlik. Gaybı, gizli şeyleri bilirim iddiâsında bulunmak. Bu işi yapana kâhin, falcı denir. (Bkz. Kâhin)
Hased, nemîme (insanlar arasında söz taşımak) ve kehânet sâhibleri, benden değildir. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Hakîkî mü'min, bâtıl inançlara inanmaz. Sihr, uğursuzluk, fal, efsûn, Kur'ân-ı kerîmden başka şeyler yazılı muska, mâvi boncuk, kehânet ve benzeri şeylere, bunların muhakkak iş yapacaklarına, mezârlara mum dikmeğe, tel ve iplik bağlamaya îtibâr etmez . (Muhammed Ma'sûm-i Fârûkî)
Kehânette bulunanlara, büyücülere, yıldızlara bakıp, sorulan herşeye cevab verenlere gidip, söylediklerine, yaptıklarına inanmak, bâzan doğru çıksa bile Allah'tan başkasının gâibi, gizli şeyleri bildiğine ve her dilediğini yapacağına inanmak olup, kü fr olur, îmânı giderir. (Abdülganî Nablüsî)

KELÂM:
1. Allahü teâlânın subûtî sıfatlarından. Cenâb-ı Hakk'ın, âlet, harf ve sese ihtiyaçtan münezzeh (uzak) olarak söylemesi.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
De ki: "Rabbimin kelâmını yazmak için bütün denizlerin suyu mürekkeb olsa ve bir o kadar daha yardımcı olarak ilâve etsek, Rabbimin sözleri tükenmeden o denizler tükenir. (Kehf sûresi: 109)
2. Îmân ve îtikâd bilgilerini delîlleri ile anlatan ilim. (Bkz. İlm-i Kelâm)
Kelâm sıfatı basîttir. Hiç değişmez. Harfli, sesli değildir. Emir, yasak, haber vermek gibi ve Arabî, Fârisî, İbrânî ve Süryânî olmak gibi başkalaşması, parçalanması yoktur. Böyle şekiller almaz. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)

Kelâm-ı İlâhî:Allahü teâlânın kelâmı. Kur'ân-ı kerîm.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmi harf ve kelime olarak gönderdi. Bu harfler mahlûktur (yaratılmıştır). Bu harf ve kelimelerin mânâsı kelâm-ı ilâhîyi taşımaktadır. Bu harflere kelimelere Kur'ân-ı kerîm denir. Kelâm-ı ilâhîyi gösteren mânâlar da Kur'ân-ı k erîmdir. Bu kelâm-ı ilâhî olan Kur'ân, mahlûk değildir. Allahü teâlânın başka sıfatları gibi ezelî (başlangıcı olmayan) ve ebedîdir. Yâni sonu yoktur. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
Kelâm-ı ilâhîden murâd-ı ilâhîyi, Allahü teâlânın kastettiği mânâyı anlayan ve anlatan âlimlere müfessir denir. (S. Abdülhakîm Arvâsî)

Kelâm-ı Kadîm:Ezelî yâni başlangıcı olmayan söz, kelâm; Kur'ân-ı kerîm. (Bkz. Kur'ân-ı Kerîm)

Kelâm-ı Lafzî:Kelâm-ı nefsîyi anlatan ve insanın kulağına gelen ve söyleyenin ağzından çıkan harfler topluluğu.

Kelâm-ı Nefsî:Allahü teâlânın kelâm sıfatının harf ve ses içerisine sokulmadan yâni kelâm-ı lafzî hâlini almadan önceki hâli.
Kelâm-ı nefsî, hakîkî sıfattır. İrâde ve kudret sıfatları gibi ezelde Allahü teâlâ ile kâimdir. Onda ses ve harf yoktur. Allahü teâlâ kelâm-ı nefsî ile ezelde mütekellimdir (konuşucudur). (İmâm-ı Birgivî)

KELİME-İ İHLÂS:"Lâ ilâhe illallah, Muhammedün resûlullah" sözü Kelime-i tevhîd de denir. (Bkz. Kelime-i Tevhîd)

KELİME-İ ŞEHÂDET:"Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh" mübârek sözü. Mânâsı şöyledir: "Görmüş gibi bilir ve inanırım ki, Allahü teâlâdan başka, varlığı lâzım olan, ibâdet ve itâat olunmağa hakkı olan, hiç ilâh, hiçbir kimse yoktur. Görmüş gibi bilir, inanırım ki, Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem, Allahü teâlânın hem kulu, hem peygamberidir. O'nun gönderilmesi ile, O'ndan önceki peygamberlerin dinleri tamâm olmuş, hükümleri kalmamıştır. Ebedî seâdete, kurtuluşa kavuşmak içi n, ancak O'na uymak lâzımdır. O'nun her sözü, Allahü teâlâ tarafından kendisine bildirilmiştir. Hepsi doğrudur. Yanlışlık ihtimâli yoktur."
...Ramazan ayında dört şeyi çok yapınız! Bunun ikisini Allahü teâlâ çok sever. Bunlar; Kelime-i şehâdet söylemek ve istiğfâr etmektir. İkisini de, zâten her zaman yapmanız lazımdır. Bunlar da, Allahü teâlâdan Cennet'i istemek veCehennem ateşinden O'na sığınmaktır... (Hadîs-i şerîf-Et-Tergîb vet Terhîb)
İhlâs ile (yalnız Allahü teâlânın rızâsını düşünerek) Kelime-i şehâdet getiren Cennet'e girer. (Hadîs-i şerîf-Taberânî)
Kelime-i şehâdet söylemenin dört şartı vardır: Dil ile söylerken, kalb hazır olmak. Mânâsını bilmek. Hulûs-i kalb ile (ihlâsla yâni Allahü teâlânın rızâsını düşünüp, inanarak) söylemek. Tâzîm ile (hürmetle) söylemek. (Kutbüddîn İznikî)
İnanarak Kelime-i şehâdeti söylemenin yüz otuz kadar faydası vardır. Bunlardan, ölürken olan beşi; 1) Azrâil aleyhisselâm ona güzel sûrette gelir. 2) Yağdan kıl çeker gibi rûhunu alır. 3) Cennet kokuları gelir. 4) Müjdeci melekler gelir. 5) Merhabâ y â mü'min! Sen Cennetliksin denir. (Kutbüddîn İznikî)

KELİME-İ TAYYİBE:"Lâ ilâhe illallah, Muhammedün resûlullah" sözü. Kelime-i tevhîd de denir. (Bkz. Kelime-i Tevhîd)
...Kelime-i tayyibe bir sadakadır (Allahü teâlânın rızâsını kazanmak için birşey vermek, iyilik etmek gibidir). Namaza gitmek için sâhibinin attığı her adım da bir sadakadır. Yolda gelip geçene ezâ veren şeyleri gidermek de sadakadır. (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Müslim)

KELİME-İ TEHLÎL:"Lâ ilâhe illallah" sözü. (Bkz. Kelime-i Tevhîd, Kelime-i Tehlîl)
KELİME-İ TEMCÎD:"Lâ havle velâ kuvvete illâ billah" sözü.ÊMânâsı; "Güç ve kuvvet ancak Allahü teâlâdandır" demektir.
Îmâm-ı Rabbânî hazretleri, din ve dünyâ zararlarından kurtulmak için, her gün beş yüz kerre Kelime-i temcîd okurdu. (Senâullah-ı Pâni Pûtî)
Korkulu zamanlarda ve cin çarpmasını def etmek için Kelime-i temcîd okuyunuz. (Ahmed Fârûkî)
Derdlerden kurtulmak ve murâda (isteğine, dileğine) kavuşmak için; beş yüz kerre Kelime-i temcîd ile, evvelinde ve âhirinde (sonunda) yüzer defâ salevât-ı şerîfe (Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammed) okuyup duâ etme lidir. (Muhammed Ma'sûm)

KELİME-İ TENZÎH:Allahü teâlânın her türlü noksan sıfatlardan temiz ve uzak olduğunu ifâde eden "Sübhânellah" sözü.
Beş vakit namazdan sonra, sessizce; otuz üç kerre kelime-i tenzîh ve otuz üç kerre tahmîd (Elhamdülillah) ve otuz üç defâ tekbîr (Allahü ekber) söylemek sünnettir. (Îmâm-ı Nevevî)

KELİME-İ TEVHÎD:"Lâ ilâhe illallah, Muhammedün resûlullah" sözü. Mânâsı şöyledir: Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur. Muhammed aleyhisselâm O'nun resûlüdür, peygamberidir. Kelime-i tevhîde; Kelime-i ihlâs, Kelime-i takvâ, Kelime-i tayyibe, Da'vet-ül-hak, Urvet-ül-vüs kâ, Kelime-i semeret-ül-Cennet de denir.
Yerleri ve gökleri, terâzinin bir kefesine, bu kelime-i tevhîdi diğer kefesine koysalar, bu kelimenin bulunduğu kefe, elbette ağır gelir. (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî)
Müslümanlardan bir kimseye, ilk önce Kelime-i tevhîdin mânâsını bilmek ve inanmak farzdır. (İmâm-ı Gazâlî)
Bir kâfir, kelime-i tevhîdi söyleyince ve mânâsına inanınca, o anda müslüman olur. Fakat, bunun da, her müslüman gibi îmânın altı esâsını ezberleyip mânâsını iyice öğrenmesi lâzımdır. (İbn-i Âbidîn)
Hak teâlâ hazretleri, Mûsâ aleyhisselâma buyurdu ki: "Yâ Mûsâ! Kıyâmet gününde meleklerin seni ziyâret etmesini istersen, Kelime-i tevhîdi çok söyle!" (Ka'b-ül-Ahbâr)
Rabbimizin gazâbını, intikâmını söndürmek için kelime-i tevhîdden daha faydalı bir şey yoktur. (İmâm-ı Rabbânî)
Ölüm hastası İhlâs sûresini çok okumalıdır. Yatağı karşısında Kelime-i tevhîd yazılı levha asılı olmalıdır. (S. Abdülhakîm Arvâsî)

KELİMETULLAH:
1. Allahü teâlânın ism-i şerifi. Allahü teâlânın dîni.
İki ordu karşılaştıkları zaman, melekler iner ve tesbih etmeye başlarlar. Falanca dünyâ için, falanca hamiyyetinden ve cesâretinden, falanca soyuna ve milliyetine düşkünlüğünden dolayı savaştı diye yazarlar. Sakın falanca Allah yolunda öldürüldü demeyin. Ancak kelimetullahı yüceltmek için savaşanlar Allah yolundadırlar. (Hadîs-i şerîf-İhyâ-u Ulûmiddîn)
2. Îsâ aleyhisselâmın lakabı.
Îsâ aleyhisselâm kelimetullahtır. Çünkü babası yoktur. Allahü teâlânın ol emri ile anasından dünyâya geldi. Bundan başka Allahü teâlânın emirlerini insanlara ulaştırdı. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)

KELÎMULLAH:"Allahü teâlânın kendisiyle konuştuğu zât" mânâsına Mûsâ aleyhisselâmın lakabı.
Muhammed aleyhisselâm, Habîbullah (Allahü teâlânın sevgilisi)dır. İbrâhim aleyhisselâm, Halîlullah (Allahü teâlânın dostu)dır. Mûsâ aleyhisselâm, Kelîmullah'tır. Îsâ aleyhisselâm Kelimetullah'tır. (Ahmed Cevdet Paşa)
Hazret-i Mûsâ Kelîmullah, Tûr'a giderken; yolda namaz kılıp, Hakk'a ağlayıp, inleyen gözünden akan yaşı kan ile karıştırıp duâ eden bir zâta rastladı. Mûsâ Kelîmullah Allahü teâlâya yalvarıp bu zâtın affedilmesini dileyince, Allahü teâlâdan nidâ geli p; "Yâ Mûsâ! Ben bu zâtın namazını ve duâsını kabûl etmem. Zîrâ üstüne giydiği elbiseyi haram karışmış para ile aldı" buyurdu. (Süleymân bin Cezâ)

KEMÂL:Olgunluk, mükemmellik, eksiksiz olma, fazîlet.
Kemâl, doğru konuşmak ve doğrulukla iş görmektedir. (Hadîs-i şerîf-İhyâ)
Sünnetlerin farzları tamamlayacağından maksat; farzlar yapılırken bunların kemâllerine sebeb bir şey kaçırılırsa, sünnetler, kılınan farzın kemâl bulmasına sebeb olur. (Abdülhâk-ı Dehlevî)
Namazın kemâl mertebesinde kabûl olmasının şartı; haramlardan sakınmak ve huşû (Allahü teâlâdan korkmak) ve mâlâyânîyi (dünyâ ve âhiretine fâidesi olmayan şeyleri) terke ve ezân-ı Muhammedî okunduğu vakit her işi bırakarak cemâate devâm etmeye bağlıd ır. (Muhammed binKutbüddîn İznikî)

Kemâl Sıfatları:Allahü teâlânın zâtında ve işlerinde hiçbir kusûr, karışıklık, değişiklik ve noksanlık olmadığını gösteren hayât (diri olmak), ilim (bilmek), sem' (işitmek), basar (görmek), kudret (gücü yetmek), irâde (istemek), kelâm (söylemek) ve tekvîn (yaratmak) sıfatları. Bunlara Subûtî, Hakîkî ve Kâmil sıfatlar da denilmektedir.
Her varlık, Allahü azîm-üş-şân'ın kemâl sıfatlarından bir eserdir. (Muhammed bin Kutbüddîn İznikî)
Allahü teâlânın kemâl sıfatları, Allahü teâlânın zâtı ile kâimdirler, yâni ebedîdirler. Allahü teâlânın bu sıfatlarının künhü (hakîkati) anlaşılamaz. Çünkü sonradan yaratılan, sınırlı, zamanlı ve mekânlı olan; mahlûk olmayanı, sınırsız, zamansız ve m ekânsız olanı anlayamaz. (Kâdızâde Ahmed bin Muhammed Emîn Efendi)

KEMÂLÂT:Olgunluklar, fazîletler, ahlâk ve huy güzellikleri.
Allahü teâlâ evliyâ kullarını öyle saklamıştır ki, kendileri bile kalblerindeki kemâlâttan habersizdir. Nerede kaldı ki, başkaları onların hâlini bilsin. (İmâm-ı Rabbânî)

Kemâlât-ı Nübüvvet:Peygamberliğe âit üstünlükler olup, evliyâlığın çok yüksek makamlarından biri.
Bir İslâm büyüğü, Allahü teâlânın ihsânı ile şerî'atin (İslâmiyet'in) hakîkatine kavuşur, İslâm-ı hakîkî ile şereflenirse, peygamberlere tam uymakla, o büyüklere vâris olarak Kemâlât-ı nübüvvetten pay alabilir. O yüksek derecenin nîmetlerini bol bol elde edebilir. (Şeyh Şihâbüddîn)

Kemâlât-ı Vilâyet:Evliyâlığa âit üstünlükler, olgunluklar.
Kemâlât-ı nübüvvet (peygamberlik kemâlâtı) kemâlât-ı vilâyetten çok üstündür. Kemâlât-ı vilâyetteki ilerleme, nübüvvetteki ilerlemenin bir sûreti, görünüşüdür. (İmâm-ı Rabbânî)

KEMEND-İ MAHBÛB-İ İLÂHÎ:Allahü teâlânın sevdiklerini kendisine çekmek için gönderdiği sebebler, dert, belâ ve sıkıntılar.
Belâ, kemend-i mahbûb-ı ilâhîdir. Âşıkları mahbûba (sevgiliye) döndürüp, ondan başkasına yönelmelerine mâni olur. (Ahmed Fârûkî)

KEN'AN DİYÂRI:Sayda, Sûr, Beyrût, Filistin ve Sûriye'nin bir kısmını içine alan ve Fenike denilen bölge. Nûh aleyhisselâmın torunu ve Hâm'ın oğlu Ken'an burada yaşadığı için Ken'an diyârı denilmiştir.
Yâkûb aleyhisselâm Ken'an diyârı ahâlisine (halkına) peygamber olarak gönderildi. Ken'an diyârına yerleşip o beldedeki insanları Allahü teâlâya îmân ve ibâdet etmeğe dâvet etti. Kendisi ve oğulları için evler yaptırdı. Ken'an diyârı ahâlisinden çok k imse ona îmân etti. Ken'an diyârını idâre eden Şüceym bin Dârân adındaki kral, Yâkûb aleyhisselâma karşı çıktıysa da başarılı olamadı. Yâkûb aleyhisselâm, oğlu Yûsuf aleyhisselâm Mısır'a mâliye nâzırı (bakanı) olunca, diğer oğulları ve torunlarıyla birlikte Ken'an diyârından ayrılarak Mısır'a gitti ve ömrünün sonuna kadar orada yaşadı. (Taberî, İbn-ül-Esîr, Nişâncızâde)

KERÂHET:İğrenme, tiksinme, istememe. Harama yakın olma veya yapılmaması iyi olma. Dinde terk edilmesi iyi olan bir şeyin terk edilmeyip yapılması. Kerâhet, tahrîmiyye ve tenzîhiyye olmak üzere iki kısımdır. (Bkz. Mekrûh)

Kerâhet Vakitleri:Namaz kılmak tahrîmen mekruh yâni haram olan vakitler. Güneş doğarken, batarken, gündüz ortasında iken.
Kerâhet vakti olan üç vakitte başlanan farzlar sahih olmaz. Bu üç vakitte başlanan nâfileleri bozmalı. Başka zamanlarda kazâ etmelidir. Bu üç vakit: Güneş doğarken, batarken ve Nısf-ün-nehâr dâiresi üzerinde, yâni gündüz ortasında ikendir. Burada gün eşin doğması, üst kenarının ufkundan görünmeye başlayıp, bakılamayacak kadar parlamasına (İşrak vaktine) kadar olan zamandır. Güneşin batması da, tozsuz, dumansız, berrak bir havada, ziyânın geldiği yerlerin veya kendisinin bakacak kadar sararmağa ba şladığı vakitten batıncaya kadar olan zaman demektir. Güneş batarken yalnız o günün ikindi namazı kılınır. (M. Sıddîk Gümüş)

Kerâhet-i Tahrîmiyye:Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfteki delilinden zan ile anlaşılan yasak. Harama yakın mekruh. (Bkz. Tahrimen Mekrûh)

Kerâhet-i Tenzîhiyye:Yasak olmasına kuvvetli ve açık bir delil bulunmayan ancak yapılması iyi olmayan şeyler. Helâle yakın mekrûh. (Bkz. Tenzîhen, Tenzîhî Mekruh)

KERÂMET:İkrâm, üstünlük.Hangi peygamberin ümmetinden olursa olsun, velîlerden âdet dışı, yâni fizik, kimyâ ve fizyoloji kânunları dışında meydana gelen şeyler, hâdiseler.
Velîden meydana gelen kerâmet, tâbi olduğu peygamberin mûcizesidir. Kerâmet ya kâinât içindeki maddî şeylerle yâhut rabbânî ilim ve mârifetlerle ilgili olur. İkinci kısım kerâmetler daha yüksektir. (Abdülhakîm Arvâsî)
Kerâmet, evliyâlık için şart değildir. Yâni kerâmetin velîlerde mutlaka bulunması şartı yoktur. Hârikulâde haller, bâzan hâli dîne uygun olmayan kimsede de görülebilir ki bu istidrac veya sihir (büyü) yoluyla olur. Buna kerâmet denmez. Çünkü kerâmet dînin emirlerine uyup, yasaklarından sakınan kimseden meydana gelir. İstidrac, nîmet gibi görünen, aslında sâhibi için, felâket olan hârikulâde hallerdir. (Abdülhakîm Arvâsî)
Bütün hârikulâde haller ya istiyerek meydana gelir veya istemeyerek. İstemeyerek meydana gelenlerde kerâmet sâhibi çok mahcûb olur ve kendini gizlemeye çalışır. İstiyerek meydana gelen kerâmet eğer din için faydalı olacaksa, izhârı gösterilmesi câizd ir. Din için faydalı değilse, kerâmet sâhibi onu göstermeye aslâ teşebbüs etmez. (Muhyiddîn İbn-ül-Arabî)

KEREM:Cömertlik, severek verme.
Her kim ihtiyâcından fazla bir suyu, muhtaç olanlardan esirgerse, Kıyâmet gününde Allahü teâlânın kerem ve ihsânına kavuşamaz. (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed bin Hanbel)
Allahü teâlâ öyle bir ihsân sâhibidir ki, kerem ve ihsânlarını dost ve düşman herkese saçmaktadır. (İmâm-ı Rabbânî)

KERÎM (El-Kerîm):1. Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kudreti (gücü) var iken affeden, vâd ettiğini yapan, vermesi ve ihsânı (lütfu) bol olan, ümîd edilenin üstünde olan, ne kadar verdiğini ve kime verdiğini hesâb etmeyen, kendisine sığınanı ko ruyan ve isteyeni zenginleştiren.
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Ey (öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden kâfir) insan! Kerîm olan Rabbine karşı seni aldatan ne? ("Dilediğini yap; çünkü Rabbin kerîmdir. Kimseyi azâba uğratmaz, cezâda acele de etmez" diyen şeytan mıdır?). (İnfitar sûresi: 6)
Ey Allah'ım! Sen affedicisin, Kerîmsin, affı seversin, beni affeyle. (Hadîs-i şerîf-Tergîb vet-Terhîb)
Allahü teâlâdan yüksek dereceler isteyin. Zîrâ O, kerîmdir. (Hadîs-i şerîf-İhyâ-ül-Ulûm)
2. Muhterem, cömert, büyük zât. Herkese faydalı işleri yapmak.
Kerîmler ile yapılacak her iş kolay olur. (İmâm-ı Rabbânî)
Kerîmler sofrasında ehil ile nâ-ehil aynıdır. Yâni kâbiliyetli olanlarla kâbiliyetsizler aynıdır. (Mevlânâ Hâlid)

KERÛBİYÂN:Azâb meleklerinin büyükleri. Kerûb kelimesinin Farsça çoğul şeklidir. Arabî çoğul şekli ise Kerûbiyyûn'dur.
Kerûbiyân, meleklerin havâssı, yâni üstünlerindendir. Bu ve Cebrâil, İsrâfil, Mikâil, Azrâil gibi büyük melekler, peygamberlerden başka, bütün insanlardan daha üstündür. Müslümanların sâlihleri (iyileri) ve velîleri (sevdiği kullar), meleklerin avâmı ndan yâni aşağılarından daha üstündür. Meleklerin avâmı (aşağı derecede olanları), insanların fâsıklarından yâni açıktan günâh işliyenlerinden daha üstündür. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)

KESB:
1. İnsandaki seçme hareketi, istek, ihtiyâr. İsteğin uygulama safhasına sokularak ortaya konulması.
İnsanın işinde, kendine düşen pay, kendi kesbidir. Yâni o iş kendi kudreti ve irâdesiyle olmuştur. Fakat o işi yaratan, yapan, Allahü teâlâdır. Kesbeden kuldur. O halde İnsanların ihtiyârî işleri, isteyerek yaptıkları şeyler insanın kesbi ile Allahü teâlânın yaratmasından meydana gelmektedir. İnsanın yaptığı işte, kendi kesbi, ihtiyârı (yâni beğenmesi) olmasa, o iş, titreme şeklini alır. (Mîdenin, kalbin hareketi gibi olur.) Hâlbuki, ihtiyârî hareketlerin, bunlar gibi olmadığı meydandadır. Her ikisini de, Allahü teâlâ yarattığı hâlde, ihtiyârî hareketlerle, titreme hareketi arasında görülen bu fark, kesbden ileri gelmektedir. Allahü teâlâ kullarına merhâmet ederek, onların işlerinin yaratılmasını, onların kastlarına, arzularına tâbi kılmışt ır. Kul isteyince, kulun işini Allahü teâlâ dilerse yaratmaktadır. Bunun için de kul mes'ûldur. İşin sevâbı ve cezâsı kula olur. (Bkz. İrâde) (İmâm-ı Rabbânî)
2. Kazanmak, kazanç.
Kesb, malı arttırır. Fakat rızkı arttırmaz. Rızık mukadderdir. Kendine, evlâdına ve ıyâline ve borçlarını ödemeğe lâzım olanları kesbetmek farzdır. Kendinin ve çoluk çocuğunun ihtiyâçlarını helâlinden kesbetmek, kimseye muhtaç olmamak cihâd etmektir. (İmâm-ı Gazâlî)

KESEL:Tembellik, gevşeklik, uyuşukluk.
Yâ Rabbî! Beni keselden koru. (Hadîs-i şerîf-Buhârî, Müslim)
Keselin ilâcı, çalışkanlarla konuşmak, tenbel, uyuşuk kimselerden kaçınmak, Allahü teâlâdan hayâ etmek lâzım geldiğini ve azâbın şiddetli olduğunu düşünmektir. Dînini iyi bilen ve her hareketi, bilgisine uygun olan sâlih kimselerle görüşmeli, günâh i şleyen, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymayıp, yalnız söz ile müslümanları okşayan, avutan yalancılardan, Ehl-i sünnet kitablarındaki bilgileri öğrenmemiş câhillerden uzak olmalıdır. (İmâm-ı Birgivî)

KEŞF:
1. Açmak, gizli bir şeyi bulmak, ortaya çıkarmak. Bir şeyin üzerindeki kapalılığı kaldırmak.
Bir kimse keşf ettiği âletlerle bütün insanlara faydalı olsa, Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselâma inanıp, tâbi olmadıkça, uymadıkça ebedî seâdete kavuşamaz. (S. Abdülhakîm Arvâsî)
2. Evliyânın, his ve akılla anlaşılmayan şeyleri, kalbine gelen ilhâm yoluyla bilmesi.
Evliyâya hâsıl olan keşf ve herkesin gördüğü rüyâlar, bir şeyin misâlinin benzerinin hayâl aynasında görünmesidir. Uykuda iken olursa, rüyâ denir. Uyanık iken olunca keşf denir. Hayâl aynası ne kadar çok saf, temiz ise, keşf ve rüyâ o kadar doğru ve güvenilir olur. (Abdülganî Nablüsî)
Evliyânın keşfinde hatâ etmesi, yanılması, müctehidlerin ictihâdda yanılması gibidir. Kusûr sayılmaz. Bundan dolayı, evliyâya dil uzatılmaz. Belki hatâ edene de bir sevâb verilir. Yalnız şu kadar fark vardır ki, müctehîdlerin (dinde söz sâhibi âlimle rin) hatâlı ictihatlarına da uyanlara, onların mezhebinde bulunanlara da hatâlı ictihadlarına da sevap verilir. Evliyânın yanlış keşiflerine uyanlara, sevâb verilmez. Çünkü ilham ve keşf ancak sâhibi için seneddir. Başkalarına sened olmaz. Müctehidin sözü ise mezhebinde bulunan herkes için senettir. (İmâm-ı Rabbânî)
Keşf yolu ile edinilen bilgilerin doğruluğu, İslâmiyet'te açıkça anlaşılan bilgilere uygun olmaları ile ölçülür. (İmâm-ı Rabbânî)

KEVSER:Allahü teâlânın Kevser sûresinde Peygamber efendimize verdiğini bildirdiği büyük ihsân. Âhirette Cennet'te Peygamber efendimize âit meşhûr nehir veyâ kıyâmet (hesâb) günü Cehennem üzerindeki Sırat köprüsü geçilmeden önce Peygamber efendimizin ve ümme tinin başına geldikleri meşhûr havuz.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
(Yâ Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem!) Biz sana kevseri verdik. (Kevser sûresi: 1)
İslâm âlimleri kevserden murâdın ne olduğu, ne kastedildiği hakkında şunları bildirmektedirler: 1. İçinde bütün lezzetlerin bulunduğu ve Cennet nehirlerinin en üstünü olan nehir. Peygamber efendimiz hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurdular: "Kevser, Cennet'te bir nehirdir. İki kenarı altından, mecrâsı (aktığı yer) inci ve yâkuttan, toprağı miskten hoş, suyu baldan tatlı ve kardan beyazdır. 2. Kıyâmet günü Sırat köprüsünden geçtikten sonra Peygamber efendimizin ve ümmetinin yanına gelecekleri havz. Hadîs-i şerîfte buyruldu ki: "Benim havzım bir aylık mesâfedir. Suyu, sütten daha beyaz, kokusu miskten daha hoş, bardakları gökteki yıldızlar kadardır. Ondan içen bir daha hiç susamaz. 3. Dünyâ ve âhirete âit pekçok hayır, iyilik. 4. Kur'ân-ı kerîm. 5. İslâmiyet. 6. Sevgili Peygamberimizin Eshâbının (arkadaşlarının), ümmetinin (O'na inananların), tâbi olanların, uyanların çok olması. 7. Mübârek zürriyetinin (neslinin) yâni evlâdlarının çokluğu ve insanlara faydalı olması.
İslâm âlimleri Kevser hakkında daha başka mânâlar da bildirmişlerdir. Bunların hepsi Peygamber efendimizde (sallallahü aleyhi ve sellem) mevcuttur. (Sâvî)

KEYFİYYET:Bir şeyin mâhiyeti, esâsı, içyüzü, nasıl olduğu. "Allah Arş üstündedir" buyurur Rabbimiz Lâkin keyfiyyetini, anlayamaz aklımız. (Sirâcüddîn Ûşî)