Arama


asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
23 Mart 2010       Mesaj #6
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
"Yer, mekân, ev" gibi anlamlara gelen "dâr" ile "hadis" kelimelerinden meydana gelen "Dâru'l-hadis", Hz. Peygamber'in söz fiil ve takrirlerinden ibaret olan hadis tedris ve tetkiklerinin yapıldığı yer demektir. Bunun içindir ki bu müesseselere "dâru's-sünne", "dâru's-sünneti'n-nebeviye" veya "dâru's-sünneti'l-Muhammediye" gibi isimler de verilmiştir. Hz. Peygamber'in, vahyin ilk yıllarında Mekke'de ilk dersleri verdiği Erkam b. Ebu'l- Erkam'in evi, "ilk dâru'l-kurra" olarak kabul edilebileceği gibi, ilk "dâru'l-hadis" olarak da kabul edilebilir.

İslâm tarihi boyunca mescitlerde değişik ilimlerin okutulduğu meclislerin kurulduğu bilinmektedir. Fakat zamanla bilhassa hadis öğrenimi için mescitler çok önemli görevler yüklendiler. Genel olarak hadislerin müzakere edilip yazdırıldığı meclislere "meclisü'l-ilm" veya "meclisü'l-imlâ" denirdi. Bu meclislere, talebenin hocanın etrafında toplanmasından dolayı Hz. Peygamber döneminden itibaren "halaka" da denilmiştir. Dâru'l-hadis adi ile ilk defa müstakil bir öğretim müessesesi, Haleb Atabeklerinden Nureddin Mahmud b. Zengi (541-569 / 1146-1174) tarafından Sam (Dimask)'da açılmıştır. Bu dâru'l-hadis, kurucusuna nisbetle "en-Nuriye" diye adlandırılmıştır. Bu müessese, büyük muhaddis ve tarihçi Ibn Asakir (öl. 571 / 1175) adına yaptırılmıştır.


Bunların ikincisi Musul'da açılmış olup, bunları takiben Eyyubîler'den el-Melikü'l- Kâmil, "el-Medresetu'l-Kâmiliyye" (622/1225)'yi, el-Melikü'l-Esref de Sam'da "el- Medresetu'l-Esrefiyye'yi tesis ettiler. Yine bu sıralarda Seyfeddin Mahmud b. Urve (öl. 620/1223) adına "Dâru'l-Hadis-i Urviyye"nin Sam'da (Dimask) Ümeyye Câmii dâhilinde açıldığını öğrenmekteyiz. Bu ilk dönemden sonra pek çok yerde benzer isimle öğretim müesseselerinin açıldığı görülmektedir. Nitekim Osmanlı öncesi Anadolu şehirlerinde de bu gaye ile kurulmuş ihtisas medreselerine tesadüf edilmektedir. Anadolu Selçuklu Devleti'nin meşhur veziri Sâhib Atâ, Konya'da İnce Minare Dâru'l-Hadisi’ni, İlhanlı veziri Semseddin Cüveynî, Sivas'ta Çifte Minare Dâru'l- Hadisi (670/1271-72)'ni kurmuşlardı.

Öyle anlaşılıyor ki, Osmanlı öncesinde de Dâru'l-hadis hocalığının payesi en yüksek payelerden biridir. Burada hocalık yapabilecek olanların hadis ilminde en üst seviyede bir bilgiye sahip olması gerektiği gibi rivayet ve dirayet ilmini en iyi bilenlerden olmalıdır.


Dâru'l-hadis geleneğini devam ettiren Osmanlılar da hadis ilminin eğitim ve öğretimi için ayni isimle müstakil eserler kurdular. Osmanlılar döneminde ilk dâru'l-hadisin Sultan I. Murad döneminde Çandarli Hayreddin Pasa tarafından İznik’te yaptırıldığı bilinmektedir. Ancak bu eserden günümüze hiç bir iz kalmamıştır. Bundan başka Bursa'da Kale içinde Yerkapi yakinindaki dâru'l-hadis sahasından bahsedilmiş olması, bu bölgede de daha devletin kuruluş döneminde bir dâru'l-hadis yapıldığını düşünmemize imkân vermektedir. Bununla beraber ilk devir Osmanlı dâru'l- hadislerinin en meşhuru, Sultan II. Murad tarafından Edirne'de Tunca nehrinin kenarında 1435 senesi Nisan’ında yaptırılan dâru'l-hadistir. Bu dâru'l-hadis, Osmanlı medrese teşkilâtında bir dönüm noktası olarak görülmektedir. Bugün, binasından hiçbir iz kalmayan bu dâru'l-hadisin ilk müderrisi Fahreddin-i Acemi’dir. Tabakat kitaplarının verdiği bilgiler ışığında bu medresenin başlangıcından XVIII. yüzyıla kadar olan müderris kadrosunu tespit etmek mümkündür.


Fatih Sultan Mehmed'in İstanbul’u fethinden sonra burada yaptırılan Fatih külliyesi bünyesinde dâru'l-hadis bulunmadığına daha önce temas edilmişti. Muhtemelen Fatih, babası Sultan II. Muradın Edirne'de yaptırıp ve yüksek bir paye verdiği Dâru'l- Hadis Medresesi'ni ikinci plana düşürmemek için İstanbul’da kurduğu külliyesinde dâru'l-hadise yer vermemiştir. Nitekim bu devirde Edirne Dâru'l-hadisi ile Fatih Semâniye Medreseleri'nin müderrisleri ayni payeye sahip olup her ikisi de günde (yevmiye) 50 akça alıyordu. Gerçekten Fatih Sultan Mehmed, daha sonra kendisine hoca ve vezir edineceği Sinan Paşa’yı Edirne Dâru'l-Hadisi’ne müderris tayin etmişti. Bundan sonra gerek bizzat Fatih, gerekse ondan sonra gelen Osmanlı Padişahları’nın zamanlarında birçok Dâru'l-hadis yaptırılmıştır. Böylece sayılarında büyük bir artış görülen dâru'l-hadisler, banilerinin isimleri ile zikredilmeye başlanır. Nitekim İstanbul’daki ilk dâru'l-hadisin Kanunî tarafından açılmış olmasından dolayı "Süleymaniye Dâru'l-hadisi" adini aldığını biliyoruz. Dâru'l-hadislerin bu artısı, Osmanlı ülkesinin her tarafına yayılmış bulunuyordu. Sadece İstanbul’da hicrî 1300 (miladî 1882) senesinde yapılan nüfus sayımı için bastırılan istatistiğe göre İstanbul’da bulunan dâru'l-hadislerin isim ve sayılarını öğrenebiliyoruz.


Buna göre belirtilen senede İstanbul’da mevcut olan ve faaliyetlerine devam eden dâru'l-hadisler şunlardır:
Hacı Beşir Ağa (Eyyup'te Baba Haydar), Izzet Efendi (Sultan Selim'de Çırağı Hamza), Misli Ali Efendi (Otlukçu Yokuşu), Hulusi Efendi (Otlukçu Yokuşu), Bosnevî (Horhor), Baba Mahmud Bekir Aga (Sehzâdebasi), Papaz-zade (Koska), Damat İbrahim Pasa (Sehzâdebasi), Hasan Ağa (Kalender-hane), Süleymaniye (Tiryaki Çarsısı) ve Süleymaniye (Dökmeciler). Burada hemen sunu de belirtelim ki, İstanbul medreseleri arasında, başlangıçta dâru'l-hadis iken sonradan terk edilenler bulunduğu gibi, başlangıçta dâru'l-hadis olmayıp sonradan dâru'l-hadis haline getirilenler de vardır.

Osmanlı dâru'l-hadislerinde hadis ve ilimlerinden başka tefsir gibi diğer İslâmî ilimlerin de okutulduğu anlaşılmaktadır. Hadisten Buharî, Müslim, Mesarik gibi muteber eser ve şerhleri okutulurdu. Bu medreselerde ders okutan müderrislere "Muhaddis" denirdi. Buralara öğrenci olarak girebilmek için genel eğitim veren medreseleri ikmâl etmek gerekirdi. Dâru'l-hadisler de kendi aralarında çeşitli seviye ve kademelere ayrılırlardı.
Burada sunu da belirtmek gerekir ki Osmanlı dâru'l-hadislerinde okutulan hadis, baska bir ifadeyle ders kitapları meselesi kesin olarak açıklığa kavuşturulmuş değildir. Biraz önce ders kitaplarından bahsederken, okutulduklarını söylediğimiz kitaplar, daha ziyade Süleymaniye Külliyesi Vakfiyesi'nin dâru'l-hadisle ilgili bölümünde müderrisin vasıfları sayılırken bazı kelimelerin birer sıfat mı, yoksa bu isimleri taşıyan Mesabih ve Mesarik gibi hadis kitaplarının isimlerini taşıyan eserlere mi ait olduğu kesin olarak anlaşılamamaktadır. Biraz önce temas edilen Buharî ve Müslim bir tarafa bırakılacak olursa herhalde hadisten okunacak kitaplar vakıf sahibi tarafından değil, müderrisin kendi arzusu istikametinde olmuştur.


Mimarî yönden genel medreselerden farklı olmayan dâru'l-hadisler, halkın eğitilmesinde, birlik ve beraberliğin sağlanmasında hizmet veren eğitim müesseselerinden biri olmuşlardır. Gerek kuruluş döneminde, gerekse duraklama ve gerileme dönemlerinde büyük hizmetler görmüşlerdi.




Kaynak:
MsXLabs.org & OT
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....