Arama

Zamansızlık Gerçeği - Tek Mesaj #2

Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
8 Nisan 2010       Mesaj #2
Avatarı yok
Yasaklı
Bilinç ve Zaman

“Zamanı ölçmeye kalkarsanız onu ölçüsüz ve ölçülemeyen olarak bulursunuz. Zamanı ırmak yapar
ve başında oturup akışını seyrederiz.”
Halil CİBRAN

“Dün hatıra, yarın hayal, bugün ne? İki renk arası bir çizgicik pay.”
N.F.Kısakürek

“Kendi tecrübelerimizin oluşturduğu sürekli var oluşta yaşıyoruz. Kendi başına zaman yoktur.”
Lucretius, MÖ 95

13.7 milyar yıl kadar önce, evrenin doğum sancısı büyük patlama ile başladığında zamanda ortaya çıktı. Zamanın büyük patlama ile başlamadığını öne sürenler de vardır. Ilya Prigigone ve Stephen Hawking’e göre büyük patlamadan önce zamanın olmadığı konusunda bir yorumda bulunamayız. Hatta Prigigone’a göre patlamandan önce de olasılıkla zaman vardır ve büyük patlama bu zaman içinde olmuştur. Modern bilimden önce de benzer ifadeler kullanılmıştır. Augustine (MS 354-430) “Evrenin zamanda değil, ama zamanla eş zamanlı olarak yaratıldığını” yazar ve “Zaman, aynen bir ırmak gibi oluşan olaylardan yapılmıştır ve akıntısı güçlüdür; bir şeyin görünmesiyle sürüklenmesi birdir.” der. Thomas Aquinas zamanı, “önce ve sonra içinde olan hareket ve ard ardalıkların sayılması, ölçülmesidir” diye tanımlar ve zamanı yaratılışla başlatarak, başlangıcı olduğunu söylemekle zamanın sonu olduğunu dile getirir.

Genel görelilik, uzay-zaman oluşturmak üzere, zaman boyutunu uzayın üç boyutu ile birleştirir. Bu kuram, uzaydaki madde ve enerji dağılımının, uzay-zamanı büktüğünü, bu nedenle uzay-zamanın düz olmadığını söyler ve kütle çekim etkisini de içine alır. Uzay ve zaman ayrılmaz bir bütün olduğundan, büyük patlamadan hemen sonra uzayın oluşumu ile beraberinde zaman da ortaya çıkmış oldu. Geçmişe doğru bakıldığında ve gidildiğinde madde yoğunluğun sonsuz olduğu “tekilliğe” gidilir ve zaman kaybolur. Augustin’e, Tanrı’nın yaratılıştan önce ne yaptığı sorulduğunda yanıt olarak “zamanın kendisinin Tanrı’nın yaratılışının bir parçası olarak oluştuğunu, bu nedenle basitçe önce olmadığını” belirtir. Bazıları ise “işine fazla karışanlar için cehennemi hazırlıyordu” ifadesini ona gönderme yaparlar.


Neden ve etki, zamana ait kavramlardır ve zamanın var olmadığı durumda uygulanamazlar. Zaman daima, sebep olunmuş olan şeyden önce var olmalıdır. Evren var olmasa da var olacağı kabul edilen zamanın sonu ve başlangıcı yoktur. Çizgisel ve sürekli bir niteliği vardır. Zamanın büyük patlamayla başladığı bir spekülasyondur ve büyük patlamanın zamanın değil evrenin başlangıç noktası olduğu, öncesinde olan kararsızlık ortamında zaman diye bir kavramın olamayacağı öne sürülür. O dönemde zaman olsun ya da olmasın, bilinçli bir beyin olmadığından belki zaman algısı önemli değildi. Bilinçli bir insan beynini ortaya çıkışı ile birlikte zamanın gerçekten var olduğu hissedildi.

Uzay ve zaman, bütün fiziksel olayların ortak sahnesidir. Olaylar bir zaman ve üç uzay koordinatıyla sembolize edilerek çözümlenirler. Yani evren, geometrik yapıdan ziyade uzay-zamansal yani “kronogeometrik”dir. Bu nedenle, zaman uzaydan farklı olarak ele alınamaz. Sadece zaman ya da uzay ifadesinden ziyade uzay-zamandan bahsetmek gerekir. Bu hem fizik hem de beyin için geçerlidir. Zaman genişleyebilir, bükülebilir, durabilir. Bunları uzayla ilişkisiyle oluşturur. Uzay-zamanın karşılıklı ilişkisine bakıldığında, zamanın her saniyesi, uzayın 180 bin mili değerindedir.

Stephen Hawking ise üç değişik zaman okunun varlığından bahseder; 1.Termodinamik; entropinin arttığı zaman yönü, 2.Psikolojik; bizim zamanın geçtiğini hissettiğimiz yön, 3.Kozmik; evrende sürekli artan zaman oku. Ancak, görelilik teorisine göre zaman kişiden kişiye farklı olabilir. İki şeyin aynı anda olduğunu düşünüyorsanız, bu sizin kanınızdır; başka birisi olaylardan birinin diğerinden önce olduğu sonucunu çıkarabilir. Bu nedenle “aynı anda olma” durumu, öznel bir izlenimdir. Evrensel olarak “şimdiki zaman” kavramı yoktur. İnsan beyninin şimdiki konumu ile bir anlam ifade edebilirlerse de evrendeki her yere bu “şimdi” uygulanamaz.

İkizler paradoksu zamanın hem nesnel hem de öznel olarak nasıl farklı akış gösterdiğini anlamak açısından ilginçtir. Yüksek hızlarda giderken sadece saatler yavaşlamaz, aynı zamanda canlı ya da cansız tüm süreçler ışık hızına yaklaşıldığında yavaşlar. Yani kalbimiz ve biyolojik saatlerimizde yavaşlar. Bir ikizimiz olduğunu ve onu ışık hızına yakın hızda uzayın derinliklerine seyahate gönderdiğimizi düşünelim. Geri döndüğünde kardeşinden daha genç olacaktır. Sahip olduğu tüm saatler (kalp atımları, kan dolaşımı, beyin dalgaları...) dünyadaki gözlemci kardeşine göre gezi sırasında yavaşlamış gözükecek, fakat geziye çıkan kişi hiç bir olağan üstü durum hissetmeyecektir. Ancak, dünyaya döndüğünde ikizinin kendinden daha fazla yaşlandığını görecektir.

4.Boyut Zaman ve 5.Boyut Bilinç
Günlük hayatımızda, düşüncelerimiz ve eylemlerimiz büyük oranda zaman algısına bağımlıdır. Hayatımızı oluşturan olaylar dizisini bir sıraya sahipmiş gibi hissederiz. Doğarız, bebeklik, çocukluk, erişkinlik ve yaşlılık dönemi yaşarız. Bu akış yönünden dolayı doğrusal bir zaman yaşadığımız gibi mantıklı bir sonuca ulaşırız. Zamanın okunu ruhsal yapımızda hissederiz.

Çevremizdeki nesne ve olayları bir düzene sokmak için uzay ve zaman tasarımlarımız doğanın anlaşılmasında hayati öneme sahiptirler. Bir birey olmak ve benlikten bahsedebilmek için yaşantının sürekliliği şarttır. Süreklilik düşüncelerimizi oluşturur ya da tersi. Bu zaman cetveli, kişiden kişiye değişir ve süreklilik zamanın var olmasıdır. Düşüncelerimiz ise düşünen ve bilinçli bir beynin varlığını gerektirir. Yani, bilinçli bir insan beynin varlığı bir ölçüde zamanın ve diğer boyutların varlığını anlamlı hale getirir. Diğerlerinin yanında olmazsa olmaz gibi durur. Bazılarının iddia ettiği gibi zaman 5.boyutu oluşturur.

Doktorlar her gün hastalarla konuşurken onların öykülerini, şu ana kadar olan geçmiş olayları, o an muayene bulgularına bakarak şimdiyi değerlendirir ve geleceğe yönelik ön tahmin ve ön tanılara varır. Hastanın durumu bir bakıma uzay-zaman ilişkisi içinde değerlendirilir. Zamana uyumun bozukluğu bazı hastalıklarda sık olarak karşımıza çıkar ve “nörolojik görelilik” olarak değerlendirilebilir. Bilinçli varlıklarda, uzay-zamanın var olması büyük oranda sinir sistemi ve beynin algılamasına bağlıdır. William Goddy’nın deyişiyle; “Beyin uzay ve zamanın eşitliği için bir organ olarak görülebilir, bu nedenle uzay-zamanın var oluşu için esas mekanizma sinir sistemidir.” Carl Jung’da bu ilişkiden bahseder: “Psişik varlığımızın en azından bir parçasının, uzay ve zamanın göreliliği tarafından tanımlandığına düşüncesindeyim.”

Rüyalarımızda zamansızlık yaşarız. Oysa aynı rüyanın gerçek dünya da gerçekleşmesi birkaç saati alır. Uyku esnasında hem geçmişe hem geleceğe erişmemize izin veren zamansızlık ve mekânsızlık deneyimleriz. Uykuya, zamanı ve uzayı yanımıza almadan gireriz. Hem zamanı hem de uzayı tam olarak beynimizin dışında bırakırız. Uyandığımızda ise günlük zaman akışı içine gireriz ve rüyamızı bu zaman akışı içinde bir noktaya yerleştiririz. Ama gördüğümüz rüya, günlük zaman akışı içinde bir bölgede sıkıştırılmış bir rüyadır. Çünkü içeriğini, normal günlük yaşamda deneyimlemek saatler ya da günler alabilir.

Zaman ve bilinç arasındaki en önemli ilişki, zamanın ne ölçüde bilinçli yaratıkların varlığına bağlı olduğudur. Bir olgunun “şimdi” sözünden bahsetmesi, olayın kişinin bilincinin şu andaki durumuyla ya da bu sözün söylendiği an ile eşzamanlı olduğunu belirtmek anlamına gelir. Böylece, bilinçli varlıkların yokluğunda geçmiş, şimdiki ve gelecek zaman kavramı yoktur. Zaman algısı her zaman yaşanan zamanı kapsar. Kişi geçmişe dönüp ya da geleceğe gidip, yaşanmış ya da yaşanacak olayların zamanı algılanamaz.

Farklı ruhsal durumlar altında zaman algısı ve akışı farklı algılanabilir. Kişinin yapmaya istekli olmadığı iş, gerçekte olduğundan daha uzun süreli algılanabilir. Einstein’ın deyimi ile “kızgın bir sobanın üstünde geçen iki dakika ile sevgilinin yanında geçen iki saat aynı değildir”. Uyanıklık durumuna göre, uyku ve anestezi altında zaman daha kısa algılanır. Uyaranların azalması durumunda yaşanan olaylardaki değişiklik düzeyi son derece düşük olduğundan zaman duygusu ve algısı baskılanır. Yani zaman akışı algısı hızı tam olarak özneldir.

Doğrusal zaman, yaşamımızın büyük bir bölümünü kapsadığı için, zamanın başka biçimde var olacağını kavramak oldukça güçtür. Zaman akışını hissetmek bilinçli farkındalığın sonucudur. Normal bilinç biçiminde zaman doğrusaldır. Zaman aslında doğrusal akmaz. İçinde durağan olayların yerleştiği, sabit bir uzay zamana sahibiz. Algılarımızdan dolayı zamanı “akar” algılarız. Akan sadece bizim düşüncelerimiz ve bilincimizdir. Sıralama, öznelliğimizle zorla kabul ettiğimiz bir şeydir. Bu akış zihnin varlığına bağlıdır. Bütün günlük düşünce, umutlarımız, korkularımız, inançlarımız şimdi ve gelecek üzerinde şekillenir.

Bilinçli duyularımızdan belki de en önemlisi, zamanın ilerleyişini duyumsayarak, şu an, geçmiş ve gelecek beklentimizin olmasıdır. Geçmişe ait bilgimiz daha önceki deneyimlerimizi imgelememizden kaynaklanır ve geçmişe ait bu imgeler, geçmiş bir yaşamda “şu an”ı oluşturan beynimize kayıtlanmış imgelerdir. Şu anı yaşayarak oluştururuz ve onu geçmiş dediğimiz dosyalara–anılarımıza kaydederiz. Şimdiki zamanı, geçip giden zaman olarak sürekli yaşarız. Yani, hep şimdi içindeyiz. Geçen her anla şimdi, geçmiş olur ve gelecekle yer değiştirir. Geçmişi, şimdiyi ve geleceği içerir ve birbirini izleyen olayların ardışıklığından oluşur.


Kaynak:Kuantumbeyin

Zaman Algısı ve Beyin

Akan Zaman

KronoBiyoloji
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen nötrino; 21 Temmuz 2014 12:16