Damıtılmış içecekler
Damıtma işlemleri ilk kez porselen imbiklerde damıtarak bir pirinç viskisi türünü hazırlamış olan Çinlilerce M.Ö. yaklaşık 9. yüzyıldan beri kullanılırdı. Antik Yunan ve Roma uygarlıkları da bu tekniği bilir ve uygularlardı, ancak bu, 12. yüzyılda Arapların kimya alanındaki yeni buluşlarıyla su soğutmalı imbiklerin yaygınlaşmasına dek çok küçük bir oranda kaldı. Dönemin bilim adamlarınca damıtmanın, sıvıyı arılaştırarak, sıvının özünü ortaya çıkardığına inanılırdı. Bu dönemden önce alkollü ya da alkolsüz pek çok damıtılmış sıvının kullanım alanı içmekten çok tıpta ya da yemek pişirmedeydi. Şeker ve çeşitli baharatlarla karıştırılmış üzüm şurubuna pek çok rahatsızlığın iyileştirilmesinde başvurulurdu. Gül suyu; parfüm olarak, el yıkamada ya da yemekleri tatlandırmada kullanılabilirdi. Damıtılan içkiler ara sıra yemekler arasında sofrayı zenginleştiren eğlence tabaklarında kullanılırdı. İspirtolu pamuk, içi doldurularak pişirilmiş hayvanın ağzına konulur ve daha sofraya servis edilmeden bu pamuk yakılırdı.
Bu dönemde sert içkiler hekimlerce bir hayli övülürdü. 1309'da Arnaldus de Villa Nova bu tür içkilerin ömrü uzattığını, kötü ruh hâlini azalttığını, kalbi yenilediğini ve gençlik sağladığını yazmıştır. Orta Çağ'ın sonlarına doğru özellikle Alman toplumları başta olmak üzere evlerde de kaçak içki üretimi hız kazanmaya başladı. 13. yüzyılda kanyakın menşei olan
Hausbrand yapılarak yaygınlaştı. Orta Çağ'ın sonlarına doğru bu tür içkilerin tüketimi öylesine yayıldı ki 15. yüzyılın sonlarına doğru bunların üretimine ve tüketimine bir kısıtlama getirildi. 1496 yılında Nürnberg şehrinde sert içkilerin pazar günleri ve diğer resmî tatillerde satılmasıma yönelik bir yasak ilan edildi.
Baharat ve otlar
Biber hasadı. Marco Polo'nun seyahat kitabının Fransızca baskısından bir çizim
Baharatlar, en çok tüketilenleri kara biber, tarçın, muskat, zencefil ve karanfil olmak üzere Orta Çağ'da mevcut olan en lüks tüketim mallarıydı. Tüm baharat ve otlar Asya ve Afrika pazarlarından ithal edilmeliydi ve bu da malları son derece pahalı hâle getiriyordu. Orta Çağın sonlarına doğru Batı Avrupa'ya yılda ortalama 1000 ton biber ve 1000 ton başka baharat türünün girdiği sanılmaktadır. Bu oranın toplam tutarı, 1.500.000 kişinin bir yıllık tahıl tüketimine eşitti. Biber en yaygın olarak tüketilen baharat olmasına karşın baharatlar arasında en seçkin ve özel olanı safrandı. Tadının yanı sıra parlak sarı - kırmızı rengi içinde kullanılırdı. Bugün yaygın olarak kullanılma özelliklerini yitirmiş olan pek çok baharat, Orta Çağ sonu Fransız mutfağında yerini bütünüyle bibere bırakmıştır. Uzun biber, hint sümbülü, kübabe ve galanga o çağda yaygın olarak kullanılmış ancak bugün artık unutulmuş baharatlardandır. Şeker de bugünkü durumunun aksine yüksek fiyatı ve dışarıdan gelmesi nedeniyle bir baharat türü olarak muamele görmüştür.
Ada çayı, hardal, dereotu, rezene, nane, kimyon ve özellikle maydanoz gibi yaygın otsu bitkiler tüm Avrupa'da yetiştirilir ve yemek pişirmede kullanılırdı. Anasona balık ve et yemeklerinde çeşni olarak sık sık başvurulurdu ve çekirdekleri şekerle kaplanarak bonbon olarak tüketilirdi. Yöresel olarak yetiştirilen otlar her kesimin alım gücüne uygundu ve seçkinler sınıfınca da kullanılırdı. Ancak yine de ithal ot ve baharatlara göre daha az itibar görür ve sadece renk verme gibi işlemlerde kullanılırdı. Günümüzde yaygın olan bir yanlış kanı da Orta Çağ aşçılarının başta kara biber olmak üzere baharatları bozulmuş etlerin tadını değiştirmek için vb. bolca kullandıkları yönündedir. Ziyafetler ev sahibinin ne kadar varlıklı olduğunun ve cömertliğinin bir göstergesi olmasına rağmen gerek sığır etinin gerekse deniz ürünlerinin taze ya da depolanmış türlerini istedikleri zaman bulabilecek olan bu kişilerin, büyük paralar ödenerek yurt dışından getirtilmiş değerli baharatların, çürümeye yüz tutmuş etler üzerinde kullanılmasına izin vermiş olmaları düşük bir olasılıktır.
Şekerleme ve tatlılar
Bu dönemde hazırlanan tatlılar genellikle drajelerden ve egzotik baharatlarla kaynatılmış şaraptan oluşur ve çoğu zaman eski kaşar ile birlikte yenirdi. Orta Çağ'ın sonlarına doğru tatlılar bal, şurup, macun ya da şekerle kaplanmış taze meyveler de içermeye başladı. Tatlı börek ve kreplerin birçok çeşiti vardı ve tatlı soslar, kremalar, badem sütü ve yumurta ile hazırlanan hamur işleri bulunurdu. Bunlara bazen kemik ve balık eti bile konurdu. Alman toplumlarında ise
krapfen adı verilen kızartılmış hamur işleri çok yaygındı. Bunların içlerine çeşitli şekerlemeler ve göz alıcı dolgular da koyulurdu. Çok tüketilen bir hamur hamur işi de Avrupa toplumlarında
marzipan adı verilen acı badem kurabiyesiydi. Özellikle İtalya ve Fransa'da çok meşhur olan kurabiyenin Arap ya da Fars kültürüne ait olduğu sanılmaktadır. Bu hamur işi Türkler yardımıyla doğudan Avrupa'ya taşınmıştır. İngiliz yemek tarifi kitapları her zaman çilekli, kirazlı, elmalı ve erikli, oldukça tatlı olan krema, çorba, sos ve turta tarifleri ile dolu olurdu. Bunun yanında İngiliz aşçıları tatlılarında her zaman çiçeklerin taçyapraklarını ve mürveri kullanmışlardır.
Kuzey Fransa'da gözleme ve gofret benzeri hamur işlerinin pek çok çeşidi vardı bunlar peynirle ya da tatlı Yunan şarabı ile birlikte yenirdi. Şekerleme yapılmış zencefil, anason ve diğer baharatlar yemeklerin sonunda kapanış lokmaları olarak yenirdi. Bunların yanında Endülüs İspanyasındaki ve Sicilya Adası'nı ele geçiren Araplar, ele geçirdikleri yerlere kendi kültürlerindeki pek çok yeni tatlı türünü getirmişler ve bu yeni tatlılar Avrupa'nın kalan bölümlerinde de yayılmıştır. Montpellier'de olduğu gibi Sicilya'da bir dönem bonbon şekerleri, koz helvaları (İspanyolca:
torrone ya da
turrón) ve
confetti adı verilen badem hevenkleriyle ün kazanmıştır. Güneyden gelen Araplar bunun yanında Avrupa'ya dondurma yapma sanatınının yanı sıra pek çok başka tatlı, kek ve pasta tarifi de getirmiş ve yaymışlardır. Bunlardan en bilinenleri ve bugün hâlâ yapılanları
cassata alla Siciliana (Arapça:
kâse; adını sahip olduğu biçimden dolayı kaseye benzetildiği için almıştır) ve içine peynir doldurarak kızartılmış
cappelli di turchi (Türkçesi:
Türk şapkaları) denen uzun böreklerdir.
Beslenme alışkanlıkları
Orta Çağ boyunca kunduz kuyruklarının yaradılışının balıklarınki gibi olduğuna inanılırdı ve oruç günlerinde özgürce tüketilirdi.
Livre des simples médecines, 1480'lerden.
Akdeniz kültürlerinin beslenme alışkanlıkları antik dönemlerden beri tahılların, özellikle de bazı buğday türlerinin üzerine kuruluydu. Orta Çağda yulaf lapası, un çorbası ve daha sonraları ekmek bu bölgelerdeki nüfusun beslenmesinin ana ögesi durumuna geldi. Buğdaya bağımlılık bu Akdeniz mutfaklarında Orta Çağa kadar önemini korurken, Hristiyanlık'ın yayılmaya başlamasıyla kuzeye de yayıldı. Ekmek,
Aşai Rabbani Ayini'ninde olduğu gibi pek çok dinî törende sahip olduğu önemli görevler nedeniyle diğer gıdalar arasında yüksek bir saygınlık elde etti. Dönemin diğer kutsal sayılan gıdaları zeytinyağı ve şaraptı ancak bunların da önemi ılıman bölgelerin dışında, zeytin ve asma yetişmeyen bölgelerde daha büyüktü.
8. yüzyıldan 11. yüzyıla kadar tüketilen tahılın miktarı her geçen gün arttı ve özellikle ekmek, başta Akdeniz toplumları olmak üzere pek çok Avrupa halkının beslenmesinde günümüzde bile en önemli öge olarak kaldı.
Roma Katolik Kilisesi ile Doğu Ortodoks Kilisesi ve bunlara bağlı birimler toplumun yeme-içme alışkanlıkları üzerinde büyük bir etkiye sahipti. Kilise, Hristiyanların, yılın 4 ayı boyunca, yumurta ve süt ürünleri de dâhil olmak üzere, hayvansal gıdaları tüketmesini yasaklamıştı. Balık dışında tüm bu hayvansal gıdaların tüketilmesi Paskalya Perhizlerinde ve oruç günlerinde yasaktı. Ancak kilise etin yerine tüketilecek besinlerin mevcut olmadığı ya da ulaşılmasının güç olduğu yerlerde bazi istisnalar yaratıyordu. Örneğin Norveçli balıkçılar martıyı bir kuş olarak değil de balık olarak kabul ediyorlardı, perhizlerde ve oruçlarda bunun tüketilmesine kilise de müdahale etmiyordu. Oruç, çocuklar, yaşlılar, hacılar, ağır işlerde çalışanlar, dilenciler dışında herkes tarafından tutulurdu ve evleri olmak şartıyla yoksullarda buna uymak zorundaydı. Ayrıca, kişiler Aşai Rabbani Ayini'nin hemen öncesinde de oruç tutarlar ve bu oruçlar nadiren de olsa tüm gün sürer ve tüm yiyecek-içeceklerden uzak durmayı gerektirirdi.
Orta Çağ'da tıp bilimi ise hangi yiyeceğin daha sağlıklı, hangisinin daha besleyici olduğu konusunda koymuş olduğu kanılarla beslenme üzerinde çok daha büyük bir etkiye sahipti. Birinin yaşam biçimi -beslenme alışkanlığı, uygulamaları, uygun davranışları da içinde olmak üzere- bir kişiye sağlık veren etmenlerdi. Her yiyeceğin insan vücudu üzerinde ayrı yararı olduğu söyleniyordu. Tüm yiyecek türleri, antik çağlardan 17. yüzyıla dek Batı Avrupa tıbbını etkisi altına alan, Galen'in ortaya atmış olduğu
Dört Mizaç kuramınına göre sıcaktan soğuğa, nemliden kuruya doğru derecelendirilmişti.
Oruç
Okunan İncil'i dinleyerek yemeklerini yiyen rahipler. Rahibelerin konuşurken kullandıkları el jestleri: Pietro Lorenzetti'nin
Kutsal Aziz Humility'nin Yaşamı adlı kitaptan bir resim, 1341
Dönemin hekimlerinin etkili olduğu beslenme alışkanlıklarının yanı sıra, Orta Çağ Avrupa mutfağı kilisenin katı kısıtlamalarından da etkilenmişti. Hem Doğu kilisesi, hem de Batı kilisesi, ziyafet ve festivallerin oruçlarla art arda yapılması şartını koşmuştu. Avrupa'nın pek çok yerinde çarşamba günleri, cuma günleri, cumartesi günleri ve Büyük Perhiz ile Noel gibi bazı özel günlerde dâhil olmak üzere yılın pek çok günü oruç zorunluydu. Balık dışında, süt, peynir, margarin, yumurta gib et ve süt ürünleri kesinlikle yasaktı. Oruçlar, bedensel zaaflara karşı koymak, ruhu canlı tutmak, Orta Çağ'ın
vücut değersizdir inağını güçlendirmek ve İsa'nın insanlık için kurban edilmesini anmak amacıyla tutulurdu. Hristiyan inancında oruç genellikle hayvansal gıda yememe durumu olsa da oruç günlerinde yenen diğer öğünlerin de sayısı bire düşürülürüdü. Kişilerin çoğu bu kısıtlamalara uyup, çiğnediğinde de kiliseye kefaret verse bile, bu ibadetten kaçmanın yollarını arayan birçok kişi de vardı. Düşünür Bridget Ann Henisch oruçlarla ilgili kural ve düşünce çelişkilerini kısaca şöyle özetlemiştir:
“ Kendisini içine hapsetmek için karmakarışık kural ve düzenlemelerden oluşan bir kafes yaratmak insanoğlunun doğasında vardır; ve sonra aynı ustalık ve zevkle aklını bu problemden zafer kazanarak sıyrılmaya yöneltmek. Büyük Perhiz bir oyundu; kaçılacak yerleri bulma oyunu. ”
Hayvansal gıdalardan kefaretler nedeniyle çoğu zaman uzak durulsa da, uygulamada verilen ödünler daha çoktu. Balık tüketiminin özgür olduğu oruç ibadetinde
balık kavramı çoğu zaman balina, kunduz, kaz ve martı gibi yarı-su canlısı olan hayvanlarıda kapsardı. Bu hayvanların kullanım oranlarına da kilise tarafından bir kısıtlama getirilirdi ancak yemekler yine de aynı büyüklükte pişerdi. Ölçüsü kaçırılmadığı sürece alkollü içki tüketmenin ve şekerleme yemenin de bir mahsuru yoktu. Balık tüketilen ziyafetler gösterişli olabilirdi ve bu yemekler et, peynir, yumurta gibi besinlerin yerine geçen pek çok yiyeceğin hazırlanıp tüketildiği davetler olurdu. Bu yemeklerde eti taklit eden yiyecekler bulunurdu; geyik eti gibi biçim verilmiş balık etleri, içi boş yumurta kabuklarının içine doldurulan balık yumurtaları ve hayvan sütüne alternatif olarak tüketilen badem sütü sıkça başvurulan gıdalardandı. Bizans kiliselerinin mensupları rahipler sınıfının gereğinden çok yemek yemesine karşı çok katı bir tutum izlemiş olsa da bunların batıdaki meslektaşları çok daha fazla tolerans görmüşlerdir. Manastırın pek çok mensubunun İncil'in zekice yapılmış yorumlamalarını kullanarak orucun kısıtlamalarını uygulamadığına ilişkin pek çok kanıt vardır.
Orta Çağ tıbbı
Orta Çağ bilginleri insan vücudunda sindirimin, yemeğin pişmesi gibi bir süreç olduğunu düşünmüşlerdir. Yiyeceklerin mide içinde sindirilmesi aşaması, yemeği pişiren kişinin başlatmış olduğu bir sürecin devamı olarak kabul edilmiştir. İnanışlara göre yiyeceklerin içindeki proteinlerin bütünüyle emilebilmesi için, karnın makul bir oranda doldurulması gerekirdi. Vücut tarafından kolay sindirilen yemekler ilk önce yenir; ağır yemekler bunun ardından ağır ağır yenirdi. Bu yönteme uyulmadığı takdirde bu ağır yiyeceklerin midenin dibine oturacağına inanılırdı. Bunun yemek borusunu tıkayacağına, bu nedenle sindirimin yavaşlamasına ve midede kötü salgıların üretilmesine neden olacağı düşünülürdü. Bunların yanı sıra farklı nitelikte yiyeceklerin birlikte tüketilmemesine çok büyük özen gösterilirdi.
Yemek yemeye başlamadan önce bir aperitif (Latince:
açmak anlamına gelen
aperire sözcüğünden) ile açılışı yapmak yaygın bir alışkanlıktı. Tercihen kuru ve sıcak yapıda olan, şeker ya da bal kaplı zencefil, kimyon ve rezene, anason çekirdekleri yenir, yanında şarap ya da tatlandırıcılarla desteklenmiş süt içilirdi. Mide bir ön yiyecekle açıldığı gibi yemeğin sonunda bir hazmettirici yardımıyla da kapanırdı. Bu genelde oldukça şekerli drajeler ya da eski kaşarla birlikte içilen kokulu baharatla hazırlanmış şarap olurdu.
Yemeğe, en çok, elma gibi kolayca sindirilebilen bir meyveyle başlanırdı. Bunu, daha sonra et suyu ya da çorba ile birlikte marul, lahana, semizotu, bazı şifalı otlar, yaş sebzeler, tavuk ya da oğlak yavrusu gibi hafif et türleri ile takip ederdi. Ardından, eğer varsa domuz eti ya da sığır eti gibi ağır yemeklere ya da sindirilmesi güç kabul edilen armut ve kabuklu yemişlere geçilirdi. Yemeğin eski kaşarla ya da çeşitli hazmettiricilerle bitirilmesi hem çok yaygındı hem de hekimlerce tavsiye edilirdi.