İsimsiz
Çok uzun zamandır uykuda olmalıyım. Oldukça dinlenmiş, son derece zinde bir biçimde uyanıyorum. Üzerimde bir şaşkınlık, içimde derin bir boşluk var. Kendimi olabildiğine garip ve yalnız hissediyorum. Geçmişime ilişkin hiçbir şey anımsamıyorum. Bulunduğum yer zifiri karanlık, kendimi çırılçıplak duyumsuyorum ve sanki suyun içerisinde yüzüyorum.
Evet evet, resmen bir suyun içinde çırılçıplak durumdayım. Fakat neden her yer bu kadar karanlık? Neden çıplağım? Neden suyun içindeyim? Tanrım, neden gözlerimi bu kadar zorlamama karşın hiçbir şey göremiyorum?
Herkes benim durumumda mı? Bilemiyorum. Bildiğim bir şey var ki durumumdan hiç de memnun değilim. Yardım istemek için bağırmayı düşünüyorum. Cesaret edemiyorum. Boğulabilirim, diye geçiriyorum aklımdan. Suyun yüzeyinden ne kadar derinlikte olduğumu anlamaya çalışıyorum. Boşuna, kestiremiyorum.Bulunduğum yerde tek olup olmadığımı merak edip anlamaya uğraşıyorum. Bütün dikkatimle çevreyi dinliyor, bir ses duymaya çabalıyorum. Hiçbir belirti yok, tüm çabalarım boşa gidiyor.
Geçmişime ilişkin bir şeyler anımsamak istiyorum. Belleğim henüz yüklenmemiş bir bilgisayar belleği gibi bomboş, tertemiz, hiçbir uyarıya yanıt vermiyor. Belleğimi yitirmeme neden olan bir darbe yemiş olmam endişesiyle, bedenimde ağrı veya acı duyumsamaya çalışıyorum. En ufak bir ağrı yada acı belirtisi yok. Cinsiyetimi düşünüyorum. Belleğimde cinsiyetime ilişkin bir veri de yok. Kendi bedenimi yoklayarak bir erkek olduğum ayrımına varıyorum. Bu arada başımın aşağıda, ayaklarımın yukarıda olduğunu belirleyebiliyorum.
Aniden bir devinim oluyor. Benim dışımdaki bu gelişmeyle eksenimin çevresinde beni döndüren bir güçle karşılaşıyorum. Başımı yumuşak bir zemine çarpıyorum. Artık bedenim yere paralel konumda. İçinde yüzdüğüm su çalkalanıyor. Ben de birlikte. Yumuşacık bir çarpma daha. Çarpmanın etkisiz oluşundan olsa gerek canım yanmıyor.
Parmaklarımı açarak ellerimi bedenimden ileriye doğru uzatıyorum. Başımı çarptığım yer türünden yumuşak bir zemine temas ediyorum. İterek, zorlayarak buradan kurtulmaya çalışıyorum. Bütün yumuşaklığına karşın bu zemin benim gücümle buradan çıkmama izin verecek kadar dayanıksız değil. Uğraşılarım sonuçsuz kalıyor. Yorulup vazgeçiyorum.
Yeniden benim dışımda bir devinim söz konusu oluyor. Bu kez ters yönde bir çalkalanmayla ters dönüyorum. Toparlanıp durumumu düzeltmeye fırsat bulamadan hareketler birbiri peşi sıra süreğenleşiyor. Biraz sonra duruyor. Büyük bir hışırtıyla yanımdan yöremden bir şeyler kopup kayıyor ve seslerin uzaklaştığını duyuyorum. Çok uzak olmasa da uzaktan bazı sesler geliyor. Yüksekçe bir yerden serbest düşmeyle bir şeyler bırakılıyor ve bu bırakılanlar suya düşüyormuş gibi bir şey. Sesleri anlamlandırmaya en azından beni ilgilendiren bir durum olup olmadığını çözümlemeye çalışıyorum. Bir sonuca ulaşamıyorum. Sesler durmak bilmiyor. Daha çok su sesleri var. Büyük bir gürültüyle çok miktarda su akıyor bir yerlerden. Arkasından küçük hışırtılarla az miktarda su akıyor. Çözümleyemediğim bir sürü sesin, devinimin birbirini izlemesinden sonra kısa bir sessizlik ve hareketsizlik anı yaşanıyor. Dinlemedeyim. Yakınımdaki yumuşak zeminin bana temasıyla birlikte gök gürültüsünü andıran bir ses! algılıyorum. Davudi fakat sevgi dolu bir ses.
- Günaydın hayatım, tontişim nasılmış bakalım bugün?
Bedenime temas eden yumuşaklığı içeriye doğru zorlayan bir baskı duyumsadım. Rahatsız edici bir baskı değil. Tam tersine sevgi belirtisi olduğu hemen anlaşılabilecek bir baskıydı. Yavaş yavaş yer değiştiriyor, kısa zamanda yarım daire hatta yarım küre çiziyordu. Bedenimde sıcaklığını duyumsadım. Yeniden gök gürlemesi sevgiyle,
- Bekir, oğlum, canım oğlum benim.
- Bekir’miş. Ne Bekir’i ayol. Ben biricik yavruma öyle tarihi bir isim koydurmam, dedi.
Daha ince perdeden bir ses. Bu sesin titreşimlerini daha rahat algılayabiliyordum. Bu ses de en az gök gürlemesi kadar sevgi sinyalleri taşıyordu.
Gök yeniden gürledi,
- Senin tarihi isim dediğin, beni bu günlere getiren rahmetli babamın adıdır. Hem başka ne koyacakmışız ki?
- Be adam dünyada isim kıtlığı mı var? Arkadaşlarıma söz ettiğimde, aman şekerim Bekir Tekir’i, çağrıştırıyor. Cümle alem kedi diye dalga geçer sonra dediler. Ben bebeğime Tarık adını koyacağım.
- Babamın adıyla dalga geçemez senin arkadaşların.Hem Tarık da tırık gibi bir şey değil mi?
- Saçmalama, Tarık Akan gibi yakışıklı olacak benim oğlum. Sen oldu bitti 160 santim boyunla Tarık Akan’ ı hep kıskanmışsındır, ondan çamur atıyorsun.
- Bekir olmazsa dedemin adını veririz. Şemsi koyarız.
- Hahahayt, Şemsiye diye makaraya alsınlar öyle mi?
- O zaman büyük amcam Şakir’ in adını veririz.
- O da sabun markasını çağrıştırıyor . Tarık olmaz diyorsan Cüneyt olsun.
- Yahu, nerede artist ismi var, onu bulup çıkarıyorsun. Zaten genç kızlığından bu yana yerli filmleri izleyip, izleyip ağlamaktan 4,5 derece gözlük kullanıyorsun. Şakir olmazsa diğer amcam Cafer’in adını koyabiliriz.
- Cafer s..çtı bez getir diye arkadaşları tempo tutar artık arkasından. Mesut koyalım da mesut olsun.
- Mesut olur mu? Olsa olsa konuşma kabızı olur oğlum.
- Bülent koyalım kibar ve romantik olsun.
- Ya TİK i olur da ROMAN ı olmazsa. Dayım Durmuş’a ne dersin.
- Taktın akraba isimlerine, Durmuş’muş, durmamalı hep devingen olmalı benim oğlum.
Şimdi her şeyi daha iyi kavramaya başlamıştım. Tartışmalar benim için yapılıyordu. Ben dünyaya gelmemiş daha doğrusu gelmiş ama annesinin karnında tutsak edilmiş bir zavallıydım. Kendisine, ömür boyu taşıyacağı ismi alma hakkı bile verilmemiş bir zavallı. Yaşamım boyunca taşıyacağım adı, dünyaya gelmeme aracılık eden kişiler belirleyecekti. Onların uygun görecekleri bir adı taşıyacak olmam bir tarafa, aralarında uzlaşma sağlanamıyordu ki. Tartışmalar başladığında seslerden algılayabildiğim sevgi sinyalleri de zamanla uzaklaşmaya başladı. Bir iktidar savaşının içindeydim.
Tartışmalar yaklaşık üç ay bu doğrultuda bazen şiddetli bazen yumuşak sürdü gitti. Çok sıkılmıştım. O ortamda kalacak daha fazla kalacak değildim. Bir an önce özgürlüğüme kavuşmalıydım. Nihayet annem rolündeki kişi de aynı kanıda olmalıydı ki şiddetli kasılmalarla dışarıya doğru itilmeye başladım. Birkaç saat süren zorlu bir savaşımdan sonra ışık göründü. Ürpertici bir hava kendini hissettirmeye başladı. Kayarak beni ürpertecek kadar soğuk bir yere ulaştım.
Verdiğim savaşımın etkisiyle yorgundum, yorgun ne kelime bitmiştim. İçerdeki ısı benim için mükemmeldi. Oysa şimdi çok üşüyordum. Ayaklarımdan tutan gözlüklü şahıs beni ters çevirdi. Göbeğimden uzanan kanlı bir kordonun arkasında annem olduğunu sandığım kadın da kan ter içinde bitkin bir durumda görünüyordu.
Benim gibi o da çok çabalamış olmalıydı. Avazım çıktığı kadar bağırıp üşüdüğümü söylemek istedim. Sesim çıkmadı. Morardığımı hissettim. Ayaklarımdan tutan gözlüklü şahıs beni sallamaya başladı. Sesimin çıkmadığını fark eden bu kişi kalçama birkaç tokat atınca ağzımdan ses çıkmaya başladı. Anlamsız sesler çıkarıyordum. Hemen beni temiz bir beze sardılar.
Aradan ne kadar zaman geçtiğini anımsamıyorum. Uyandığımda başımda pek çok insan vardı. Uyandığımı anlayan birisi agucuk bugucuk gibi abuk sabuk sözcüklerle bana sırıtıyordu. Sanırım akrabalarımdan biriydi.
- Benimle diğer insanlarla konuştuğun gibi konuşabilirsin, demek istedim. Olmadı. Ağzımdan ağıt türü şeyler çıkınca odadaki cahillerden kimisi altımı ıslattığımı, kimisi gazım olduğunu, kimisi uykumu alamadan uyandığımı, kimisi de üşümüş olabileceğimi söyledi. Oysa ben odadakilere onlardan ayrı biri olmadığımı anlatmaya çalışmıştım. Tanrım, onları anlayabiliyor ama onlar gibi konuşamıyordum. Hemen sesimi kestim. Yoksa bir sorun arayıp bulmaya çalışırken yok yere altımı açıp üşümeme neden olabilir veya gazımı çıkarmak için gereksiz hareketlerle canımı yakabilirlerdi.
Akrabam olduğunu sandığım bir başkası yanımda yatan anneme
- Lütfiye abla, adıyla yaşasın adını ne koydunuz? Dedi.
- Şekerim, bebek doğalı kaç gün oldu, hala Remzi ağabeyinle adı konusunda uzlaşamadık. Bana kalsa Tarkan, Doğuş, veya Çelik olsun diyorum. Remzi ise Muhittin, Şerafettin veya İbrahim olsun istiyor. Ne yapacağımızı bilemiyorum.
Şimdi daha büyük bir şiddetle konuşmayı arzuluyorum. Ne yani hem bana danışmıyorsunuz hem de isim konusunu iktidar savaşına dönüştürüyorsunuz. Adımı Orhan Veli koysanız şair, Haldun deseniz tiyatrocu, Yaşar yada Kemal deseniz yazar mı olacağım? İstemiyorum. Gerçekten istemiyorum. İsim falan istemiyoruuuuum… Varsın bana isimsiz desinler. Plastik sanatlarda sanatçılar tüm yaratıcılıklarını ortaya koydukları bazı yapıtlarına İSİMSİZ demiyorlar mı? Siz de çok sevdiğinizi savunduğunuz bana isimsiz deyin.