İşkence
Elindeki tespihi şakırdatarak, kaykıldığı koltukta sallanan, siyah pos bıyıklı, içkiden burnunun üzerindeki kılcal damarları çatlamış, şiş suratlı adam, gözleri kısık, aşağılayan bir bakışla karsısında süklüm püklüm, elleri kelepçeli ayakta duran genç adama baktı.
Sorgu odası çirkinliğin dehşetinde, dehşetin çirkinliğin-deydi. Çarpık bacaklı bir masa, altından sivri bir yay ucunun fırladığı çökük bir koltuk, iki uyduruk kahve sandalyesi, sinsi sinsi yanan bir lamba...
Eğri büğrü boruların ek yerlerinden tüten yağlı kömür dumanlarıyla, içilmiş sigaraların duvarlara sinmiş kirli, yaygın izleri...
Siyah, muşambamsı bir perdeyle sıkıca örtülü tek pence-renin yanında tozlu dosyalarla dolu bir metal do-lap...Tavandan sarkan uzunca kordonun ucundaki ampulün sarımsı ışıkları ve çevresinde vızıltılarla dönen bir sinek...
Tütün, nefes, biraz da rutubet kokan bu yarı karanlık, kü-çük odada masanın başında oturan adamdan başka, üç sivil daha vardı. Bir de elleri bağlı genç adam...
-Bana bak, bizle çalışacak mısın lan?
Genç adam
-.......
-Seni adam etmesini biliriz biz ulan i…
Masadan doğrulan adam ve genç adamın suratına inen iki tokat...
-Söyle ulan bizle çalışacak mısın?
-....
Genç adamın yüzünde patlayan iki tokat daha...
Derken adam yerinden kalktı, kapıya doğru yürüdü, dur-du:
-Atın şu iti içeri, dedi, alın ifadesini p……… de görsün Hanya’yı Konya’yı...Ulan sana mı kaldı Susurluk, Çatlı…? O…………
Kapıyı vurarak dışarı çıktı.
Enseye patlayan bir şamar:
-Söyle ulan, bizimle çalışacak mısın?
-....
-Söyle lan?
-......
-Kimlerle görüşüyorsun?
-.......
-Konuşsana ulan, çalışacak mısın bizimle?
-.......
-Söyle, konuş p…...
Yumruk, tekme...Sonra coplar....
Yorulmuştu ve hala düşünüyordu. Beyaz elbiseli cellat kahkahalar atarak genç adama yaklaştı. Bir an sustu ve alaycı bir ifadeye bürünerek “öleceksin” dedi.
Ayak parmak uçlarından başlayan soğukluk, bir karınca gibi bacaklarının üzerinde hareket ediyordu. Tüylerinin diken diken oluşu sürecinde ürpermenin tadını alabilmek bahtiyar-lığına henüz ulaşmıştı. Önceleri çok uğraşmış ancak bu kadar korkuyla karışık bir heyecana tutulmamıştı.
Genç adam kan ter içinde kalmıştı. Daha fazla düşünmek ve tüm bu olanlara bir anlam vermek istemiyordu. Gerçekle-rin sonu çabuk gelmişti, şimdi ona yapacak pek bir şey bırakmıyordu bu kabus. Genç adam arkasını zamansız ülke-nin kaybolmuş cellatlarına döndü.
Şimdi yüzüne harika bir gülümseme yayılmıştı, kollarını iki yanına açtı ve kendini kaderin oluruna bıraktı. Yüzünün, göze çarpan yönlerinden, minimini bir ağzıyla tuhaf ama hoş bir karşıtlık oluşturan, biraz çıkık, yarı kapalı gözlerinin ola-ğanüstü iriliğiydi. Dudakları büküktü ama, bakışları öyle cid-diydi ki, birden gülümseyişi, yüzüne beklenmedik bir anlatım veriyordu; böyle bir yüzün gülümseyişi, görenleri daha çok büyüledi.
Önce cellatlar gitti gözlerinin önünden, sonra çığlıkları ve korkunç suratları çıktı görüşünden, en son aşkın doruğunu gördü. Yine şiir yüzlü bir kız vardı geçmişten hatırladı-ğı...Ağlamaktaydı. Sonra karanlığı gördü yalnızca. Boşluktu görebildiği sadece.
Henüz karanlıkta tamamen kaybolmadan önce kulakları-na yetişen son ses öldürücü bir şaka gibi ard arda tekrarlan-maktaydı...
“Öleceksin! ! Öleceksin!”