Arama


fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
8 Mayıs 2010       Mesaj #3
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi
Uzlaşmaz toplum yaşamında farklı fikirsel-estetiksel eğilimler arasındaki çatışma bazen açıklığıyla gün ışığına çıkmış, bazen de üstü örtülü kalmıştır. 18. yy.da, Fransa Aristokrat kesimine hitap eden Rokoko sanatı ile burjuva kesiminin çöküşüne neden olan demokratik gerçekçi görüş arasındaki karşıtlık, ya da 19. yy. Rus devrimindeki akademik çalışanlar ile gezici ressamlar arasındaki kavga, veya 20. yy. Avrupa sanatında burjuvazi ile toplumcu gerçekçiler arasındaki uzlaşmaz çatışma; toplumun çelişmeli yapısının sanatsal kültür üstündeki etkisini bize gösterir.

Sanatta konuların evrimi, toplumsal koşulları ve toplumsal duyarlığı yansıttığı için incelemeye değer: Kutsal konulardan, kutsal olmayan konulara geçilmesi, kralların ve soyluların dünyasına halkın girmesi, dinsel konuların kent ve köylerdeki günlük yaşayışın anlatılmasıyla çalışan insanın sanata konu olabileceğinin anlaşılması, ‘soylu sınıf dramının yerine’ burjuva tragedyasının alması, bütün bu yeni toplumsal konular yeni bir özü belirtmekte ve sanatta yeni biçimlerin ortaya çıkmasını sağlamaktadır. Geleneksel konuların kalıcılığı özellikle dinsel konularda eski anlatım yollarının sürekli etkisi, birbirini pekiştiren ya da etkisiz kılan çeşitli toplumsal, teknik ve düşünsel koşullar bu gelişmeyi hızlandıran ya da geciktiren etkenlerdir.

Sanatçının kendinden sonraki sanatsal yaşamı etkileyip, geliştirmesine örnek olabilecek en canlı yapıtları; Caravaggio’nun yaratımlarında görürüz. Gelişmenin temelinde yatan yasallıklar, her yeni aşamanın bir öncekine diyalektik bir şekilde bağlanışında kendini belli eder. Sanatın tarihsel olarak hareket mantığını estetik düşünce tarihinde ilk kez Hegel keşfetmiştir.

Sanat ve tarihsel süreçlerdeki itici güçleri toplumsal alan dışında arayarak, bu süreçlerin aydınlatılmaya kalkışılması, sonuçsuz kalır. Marx ile Engels, bu sorunsalı derinlemesine ele alıp şu şekilde formülleştirmişlerdir; “toplumda manevi faaliyetin kendi tarihi, kendi gelişmesi yoktur; toplumdaki maddi üretim ve maddi ilişkilerle gelişen insanın kendisi kadar, düşüncesi ile düşüncesinin ürünleri de bu madde üretim ve maddi ilişkiler ile birlikte değişime uğrar.”

Sanatsal gelişmenin toplumsal olarak belirlenişin kendine özgü diğer bir yanı, sanatın kendi yapısıyla, sanatsal yaratının ve sanat algısının özellikleriyle belirlenir. Çünkü, sanat, varlığın değer bilgisinin bir biçimi olduğundan; sanatsal bilginin nesnesi’nin, toplumsal praksiste (praksis: her çeşit insan çalışması, her türlü yapmak eylemi) oluşan değer sisteminin, toplumun gerçek tarihi içindeki değişimine bağlıdır. Sanat, belirli değer yönlendirmelerinin olumlanması veya eski değerlerin şekil ve tarz olarak yenilenmesiyle, değişime uğrar. Diğer deyişle; sanatçının,tarihle iç içe olan otantik yaşamında toplumsal bilinçteki değişimlerden ne kadar, nasıl etkilendiğine ve ne tip bir dünya tablosu geliştirdiğine bağlıdır. Sanatın kendi çerçevesinin dışına çıkıp ta, sanatsal yaratım ile sanat algısı süreçleri üstündeki etkenlerin bir çözümünü yaptığımızda görürüz ki, sanat üretimi ile sanat tüketiminin somut karakteri, doğrudan doğruya ekonomik, toplumsal, siyasal ve dinsel ilişkilerdeki değişimlerle, toplumdaki manevi kültürün, ahlakın ve ihtiyaçların evrimiyle belirlenmektedir.

Sanat ile toplumsal ruhsal süreçler arasındaki bağlantıya ilişkin diğer bir anlayış ta Plehanov tarafından şöyle dile getirilmiştir; “her çağdaki sanatsal yaratımın özellikleri; her zaman kendi ifadesi olduğu toplum tasarısıyla nedensel bir bağlantı içinde bulunur.” Bu formülleşmeye göre sanat sürekli toplumsal psişik tepkilerin ve düşünce farklılıklarının etkisinde kalmıştır. Toplumsal bilinç biçimi geliştikçe ve toplumun manevi yaşam içindeki rolü arttıkça toplumsal devinimlerin sanat yaratımı üstündeki etkisi de o denli artmıştır.

Fischer sanatın oluşumunda kesimler arası farklılığın dışında daha insansal nitelikler bulur. Yapıtlarda sanatsal olanın dışında kalan, değerleri, nitelikleri ön plana alır. "Değişik sınıflar, değişik toplum düzenleri kendi özelliklerini yaratırken, evrensel insan özelliklerinin oluşumuna da yardım etmişlerdir. Özgürlük kavramı, belli bir sınıfın ya da toplum düzeninin özellikleri-amaçları ile koşullanmış da olsa, evrensel içeriğini kaybetmez." der. Bunun gibi, sanat ta zamanla koşullanmış bile olsa, insanlığın değişmeyen özelliklerini sürekli olarak yaşatır. Örneğin; köleliğe dayanan bir toplumun koşullarını yansıtan Homeros, Aiskhilos, Sophokles yaşadıkları toplumda, insanın yüceliğini, çatışma ve tutkularını sanat biçimleriyle yansıtmışlar ve geçerli yaratılarıyla günümüze kalmışlardır.

Sanatın toplumsal devinimlerden yoğun biçimde etkilenmesine örnek olarak 19. yy. sonunda yaşanan Meksika devrimini gösterebiliriz. Meksika devrimi, bir resim okulunu doğuran tek devrim olmuştur. Meksika sanatı devrimi yüceltmiş, önderlerini onurlandırmıştır.

Meksika’nın resimdeki figüratif deneyi, toplumsal eylemin üstün anlatımı olarak kendi içinde sanat olayı yaratmıştır. 1920, 1930 yıllarında gelişen bu sanatsal deneyim çağdaş, epik-popüler gerçekçiliğin en üst düzeyde örneğini oluşturur. Bu deneyimin değeri; varılan sonuçların kesin anlatım gücünden ve modern bir akıma dönüşmüş olmasından gelir.

Meksikalı ressam Siqueiros sanatını şöyle açıklamıştır; "Modern Meksika resim sanatı, Meksika devriminin anlatımıdır. Bu anlatımın, sadece İspanya’nın devrim öncesi sömürge döneminin kültürel sonucu olduğunu düşünmek yanlıştır. Çünkü, aynı kültür temeli Guatemala, Honduras, Ekvator, Peru ve Bolivya’da da az çok vardı. Devrim olmasaydı. Meksika resim sanatı olmayacaktı."

Modern Meksika resim sanatı demek, ‘Duvar resmi’ demektir. Halka dönük sanat yaklaşımıyla Meksikalı sanatçılar, devrimciler safında savaştılar. Ülkelerini ve halklarını tanıdılar ve yaşadıkları her şeyi sanat yoluyla anlatma özlemini olgunlaştırdılar. Bu gelişime bakarak, devrimin zaferle son bulmasından sonra Meksika resim sanatının apansız ortaya çıkmadığını görebiliriz. Meksikalı sanatçılar 1921’de yazdıkları bildiride; "Yapıtlarımızı müzelere kapatmak istemiyoruz, çünkü oralara ancak vakti olanlar gidebilir, çalışan kişilerse gidip göremez. Halk, müzeleri ya da sergileri görmeye gidemezse o zaman biz sokaklara, işçilerin toplandıkları yerlere sergi açarız. Sokakları ve toplantı yerlerini müzeye çeviririz. Caddelerin, kamu yapılarının, sendika yapılarının, çalışan insanların toplandığı her yerin duvarlarını boyarız." düşüncesinden hareket ederek duvar resimlerini yaşanan toplumsal alanlarda oluşturdular.

Meksika’da devrimci sanatı başlatan en önemli ressam Orozco’dur. ‘Çarpışma’ ve ‘Za pa ta’ adlı tablolarıyla sanatçıların ahlaksal ve estetik durumunu çok iyi anlatmıştır. Duvar resmi ile iyi bir başlangıç yapmış, yanlışlıkları bile yararlı olmuştur. Devrim döneminde bir çok önyargı silinerek sanatın içine düştüğü basmakalıplıklar giderilmiş ve toplumsal sorunlara yeni açılardan bakılmaya başlanmıştır. Meksika resim sanatı gerçekçiliğin gelişimiyle; tartışmalar, polemikler, toplumsal güçlükler ve çelişkiler arasında kendisini tam olarak onaylatmıştır. 1922'de 'Üç Büyükler' diye anılacak olan Orozco, Riviera ve Siqueiros, Meksika Hazırlık Okulunda ilk duvar resimlerini yapmışlardır.

Toplumsal konumun plastik sanat ürünlerindeki etkisinin ırkçı tutumunu Nazi Almanya’sında görebiliriz. 1927’de, Münih’te Alfret Rosenberg, Almanya’nın estetik durumunu düzeltmek(!) amacıyla bir dernek kurdu. Derneğin amacı ‘Alman halkına ırk, sanat ve bilim ile ahlaksal ve askeri değerler arasındaki ilişkileri açıklamak’tı. Nasyonal Sosyalizm iktidara geçince, Alman Kültürünü barındıran Nasyonal Sosyalist Derneğinin (1933) çalışmalarıyla çağdaş sanata yönelim yoğunlaştı. Van Gogh, Braque, Gauguin, Picasso, Matisse gibi pek çok sanatçı şarlatanlık ile suçlanırken pek çok Alman çağdaşların yapıtları imha edilmeye başlandı. Nasyonel Sosyalist düşünce sisteminin etkisi altındaki Alman sanatı, mitoslaştırılmış İskandinav esintileriyle karışan neo-klasizm ve gerçekçilik akımının birleşimiydi. Düşünsen karmaşıklığı ile konuları çok çocuklu mutlu aileler, genç atletler, ana yurt Almanya’dan görünümler ve benzeri resimler yapmaya başladılar.

Hitler’in "Sanat bağnazlığa kadar varan bir görevdir" şeklindeki estetik formülüyle biçimlenen Alman Nazi sanatının ilgilenmediği tek şey çağdaş yaşamın gerçekliği ve bu gerçekliğin doğurduğu sorunlar olmuştur. Her şey sahte bir kahramanlık, yücelik içinde yüzüyor, Alman insanına idealist ve övücü yaklaşılıyordu Nazi Almanya’sı sanatı, Germen ırkının ahlaksal, toplumsal, düşünsel ve fiziksel alanlardaki üstünlüğünü(!) vurguluyordu. On yıl süreyle Nazi sanatı enerjisini bu yolda harcadı. Alman kadın ve erkeğinin erişilmez yeteneklerini yüceltti. Alman ırkının bütün öteki ırklardan üstünlüğünü(!) anlattı.

Hubert Lanzinger’in tablolarına göz atarsak dönemin sanatı konusunda fikir edinebiliriz. Sıkıcı bir betimlemenin, çoğunlukla katı bir övgünün örnekleridir bunlar. Örneğin; Lanzinger’in ‘Sancaktar’ adlı tablosu ilgi çekicidir. Ressam, Hitler’e bir Toton Şövalyesinin zırhını giydirerek çizmiştir. Zırhın açık bıraktığı tek yer yüzüdür. Hitler sadece sırtı görünen bir ata binmiştir, dimdik durur, elinde gamalı haçlı sancağı tutarak ve kaşlarını çatarak önüne bakmaktadır. Burada basit bir askeri giyim sanatçıya simgesel açıdan yetersiz görünmüştür. Kuşkusuz feodal zırh, Nazizmin eski ve korkutucu savaş geleneklerini sürdürmek niyetlerini açığa vurması bakımından başka bir giysiden daha uygundur. Bu açıdan yapıt, Nazizmin plastik ve düşünsel özeti sayılabilir.

Bu arada Nazi Almanyası’nın gerçek kimliğini sezen sanatçılarda çıkmadı değil. Bunlar arasında Nazizmi en iyi anlayanlardan biri 1935-1938 yılları arasında , ‘bin yıllık Reich üçlemesi’ni yaratan Hans Grundip’dir. Nazizmi maskeli balo ve karnaval görüntüsü içinde resmetmiş, arka planda savaş, ölüm ve yıkıntı görüntüsüyle ve ardından gelen kaos dönemini simgesel bir anlatımla ortaya koymuştur. Resimde bir toplumun yüzünü okumak olasıdır; eğlence ve savaşı iç içe yaşayan insanlar, yüzlerdeki yalnızlık ve çaresizlik, şaşkınlık, yaşam biçimleri kültürleri, etkisi yıllarca sürmüş kapanmaz yaraların, savaşla geçen sancılı yılların bir dökümü-belgesidir resim.

Sanat, sanat için olduğu kadar, toplum içindir aynı zamanda. Sanatçının görüş, duyuş, anlayış ve anlatış biçemlerinde (Biçem: insanın gelişmesine bağlı olarak kendiliğinden oluşan özgün bir kişilik yansımasıdır.) bireyselin ardında toplumsalı aramalı “Resimde, müzikte, edebiyatta, sinemada, tiyatroda” yaşamın her alanında bir silkinme, bir ayağa kalkma çabası içindedir sanat, insanın kendini içinde bulduğu.

Kaynak: Nurşen GÖRŞEN (Resim-İş Öğretmeni/İZMİR)
Sanatın Öyküsü -Gombrich
Devrimler ve Karşı Devrimler Ansiklopedisi
Sanat Tarihi Ansiklopedisi
Sanat ve Toplum -Herbert Read
Sanatın Gerekliliği -Ernst Fıcher
İnsanın Özü -George Thompson
Estetik ve Ana Sorunları -Suut Kemal Yetkin
Sosyal Oluşum ve Sanat -Joseph Billiet
Estetik -İsmail Tunalı
Herkes İçin Sanat -Sezer Tansuğ