Arama


_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
20 Mayıs 2010       Mesaj #39
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

daha fazla birazdaha burada birşey yok o konu ile ilgili

Karşılıklı saygı ve Hoşgörünün topluma kazandırdıkları

Hoşgörü genelde kusurlara göz yummak ve aldırmamak demektir. İslâm, prensip olarak affı, sevgiyi, hoşgörüyü ve uzlaşmayı tercih etmiştir. Müslümanın kendisi, ailesi ve çevresiyle uyumlu olması esastır.
Hoşgörü, insanın kendisine ya da başka türlü yapılan hataları bir müddet görmezden gelmesidir. Bu görmezden gelme durumu sadece hoşgörü olduğu için gerçekleşmez fiziksel olarak zayıf olduğunuz bir insana hoşgörü değilde korktuğumuzdan tepki göstermeyebiliriz. Ya da yapılan hata sürekli tekrarlanır ve hala taviz veriyorsak buda hoşgörü sayılmaz.
Hoşgörü önemlidir, gereklidir, az bulunur çabuk tüketilir. Yorucudur, ekinini çabuk vermez ya ondan tercih edilmeyendir.
Hoşgörü kibirdir ayni zamanda. ama hoşgörülü insan kibrinin farkında değildir; farkına vardığında da artık hoşgörülü değildir.
Bu durumda hoşgörü, ortaya çıkan durumu, farklı açıdan değerlendirip, haklı ve güzel taraflarını ön plana çıkararak olumlu sayabilmek, doğru ve güzel bulabilmek, bunun da "hoş" olabileceğini kabullenebilmektir.
Hoşgörülü insan toplumda sevilen insandır ya da sevilmeye çalışılan insandır. Kendinden taviz vermek, alıngan olmamak, olaylara iyi yönden bakmak ve bencil olmamak bizi hoşgörülü insan yapabilir. Peki bu durumda insan kendini sevebilir mi? Bu sorunun yanıtı kişiden kişiye değişebilir ama şu gerçektir ki hoşgörününde sınırı vardır. Toplum tarafında sevilen insan olmak kendinden fazla taviz vermek değildir, yeri geldiğinde olaylara doğru müdahale etmek ve yanlışları düzeltmeye çalışmak hoşgörüden daha önemli bir erdemdir.
hoş görü il öce kalp den gelmeli

Türkçede hoşgörü diye telaffuz edilen kavram, Fransızca ve İngilizce gibi batı dillerindeki tolerance sözcüğünün karşılığı olarak kullanılmaktadır. Kelime, Latince’deki tolerare fiilinden türetilmiş olup, bu fiil dayanmak, katlanmak, hazmetmek, tahammül etmek ve devam ettirmek gibi anlamlara gelmektedir.
Daha önce araştırılmışı araştırmak, incelenmişi incelemek, sorgulanmışı sorgulamak ne kadar kolaysa, bu işi, düşünülmüşü düşünmeden, söylenmişi söylemeden, yazılmışı yazmadan yapmak da o denli zor. Ama eğer konu hoşgörü ise, onun üzerinde daha fazla düşünmek, daha fazla söylemek, daha fazla yazmak, daha fazla tartışmak, başka hiçbir konuda olmadığı kadar gerekli. İşte bu gereklilik, bilinenlerin olası tekrarlarını, hoş görülür kılar umarım.
Çoğumuz yaşamımızın pek çok alanında “hoşgörü” kavramını duyarız. Hoşgörülü aile, hoşgörülü çocuk, hoşgörülü arkadaş, hoşgörülü yönetici, hoşgörülü öğretmen hepimizin çevremizde görmek istediği ve günlük yaşamımızda karşılaşmak istediğimiz kişiler arsında yer alır.

Öyleyse Hoşgörü nedir? Hoşgörülü insan nasıl olmalıdır? Bizler çevremizdeki insanlara ve canlılara karşı nasıl hoşgörülü olabiliriz? Bu sorular üzerinde durmak istiyorum.

Hoşgörünün varlığından söz edilebilmesi için hoş görenin, hoş gördüğü şeyi bastırmaya ya da engellemeye ( en azından karşı çıkmaya ve önlemeye ) çalışacak güce sahip olması ama o gücü kullanmamayı yeğliyor olması da kesinlikle gereklidir. Siz şu satırları okuduğunuz sırada dünyanın dört bir yanında savaşlar sürüyor, İnsanlar ölüyor, sakat kalıyor, evinden yurdundan çıkmak zorunda bırakılıyor. Yağmur ve kar altında yüzlerce kilometreyi kat edip, açlık, susuzluk ve salgın hastalıklarla mücadele ediyorlar. Fakat bu zulmü yapan insanlar vicdan rahatlığı içerisinde hayatlarını sürdürmektedirler.

Hoşgörü diğer bir ifadeyle müsamaha, insanlara sevgi ve anlayışla yaklaşmak, kalp ve gönüllerini incitmeden, onları severek ve saygı duyarak yakınlık göstermek gibi anlamları içerir. Ayrıca, öfkelenebilecekken öfkelenmeme, kızacakken kızmama, güçlük çıkarabilecekken çıkarmama gibi olumlu davranışları da içermektedir.

Hoşgörü, sağlıklı insan davranıştır. Bugün her zamankinden daha fazla hoşgörüye ihtiyacımız olduğu aşikardır. Olumsuz birçok davranışın sebebi, yeterince hoşgörülü olamamaktır. Evde, trafikte, okulda, işyerinde, kısaca insanın olduğu her yerde eğer hoşgörü yoksa orada bencillik, anlaşmazlık, güvensizlik, tartışma, kavga ve olumsuzluk adına her şeyi görebilmek mümkündür.

Eğitimli ya da eğitimsiz her insanda görülebilen bir eksikliktir, hoşgörüsüzlük. Peki bunun sebebi nedir? Neden tarih boyunca Yüce Milletimizin hasletlerinden olmuş bir davranışı, bugün yeterince gösteremiyoruz. Bunun birçok sebebi olabilir.Bunlardan kanaatimizce en önemlisi: insanın kendisi ile barışık olamamasıdır. İnsanımız kendisine güvenmiyor, inanmıyor. Kendisini yeterince tanımıyor. En önemlisi kendisini sevmiyor, saygı duymuyor. Eğer insanın kendisine sevgi ve saygısı kalmamışsa, kendisi ile barışık olması da mümkün değildir.

Düşünün en son ne zaman aynaya bakıp, kendinize gülümsediniz. Bu sabah kaç kişiye merhaba, günaydın ya da hayırlı sabahlar dediniz. Yoksa her gördüğünüz, tanıdığınız kişi için bu işte böyle biridir diye olumsuz mu düşündünüz? Ayıbını mı aradınız? Bu sabah trafikte içinizden kaç kişiye bir şeyler mırıldandınız. Kaç defa yardıma ihtiyacı olan insanları gördüğünüzde başınızı çevirdiniz. Okulda, sınıfta, sırada kaç kişiye kötü davrandınız. Arkadaşlarınızı, bencilliğinizden dolayı üzdünüz. Yönetici iseniz, idarenizdeki kaç insanı dinlemediğiniz için kırdınız. Yoksa siz sadece kendinizi mi düşünüyorsunuz?

Hoşgörü bir vurdumduymazlık değildir. Hoşgörü görmezlikten gelmek hiç değildir. Hoşgörü kendini bilmektir. Hoşgörü haddini bilmektir. Hoşgörü haddini bilerek sürdürülen hayat biçimidir. Hoşgörü bir anlayıştır, anlayışlı olmanın adıdır, sevginin yoludur. Hataları düzeltebilmedir. Yoksa bana ne lazımcılık değildir. Anlayışın kendisidir. Hoşgörü çağın getirdiği sorunların, aç gözlülüğün, doyumsuzluğun, sevgi yoksunluğunun, güvensizliğin çaresi olabilecek bir anlayış tarzıdır, insanın özüdür.

Görülen odur ki bugün insanımız kendisi ile barışık değil. Her gün, haberlere baktığınızda olayların bir çoğunun hoşgörüsüzlükten kaynaklanıp kaynaklanmadığını bir düşünün… İnsan kendisi ile barışık olamadığı zaman, toplumda kendisi barışık olamıyor. Sonra da herkes bir başkasını suçluyor. Çünkü en kolayı bu.Hz. Mevlana: “Ben insanların ayıplarını gören gözlerimi kör ettim. Sen de onlara benim gibi iyi gözle bak.” Diyor ve ekliyor.

“Bakın! Toplumsal bunalımların, kavga ve dövüş ortamının tek ve en güçlü doğuş sebebi sevgi eksikliğidir. Bunun en doğru tedavi yolu ise sevgiyi aramak, yaşamak, uygulamaktır. Hoşgörülü olursanız seversiniz. Sevilirsiniz. Kara verirseniz ve de bu yolda çalışırsanız her şeye ulaşırsınız!”

Hoşgörü ustası Hz. Mevlana gibi Yunus Emre, Bektaş-ı Veli, Karaca Sultan da insanları hoşgörüye davet etmişler ve yaşadıkları dönemde Anadolu’yu bir hoşgörü cennetine çevirmişlerdi. Ama bugün aynı Anadolu’da hoşgörü yerine daha çok hoşgörüsüzlük almış başını gidiyor.

Toplumda hoşgörüye dönüşün, hoşgörüyü davranışa dönüştürmenin yolu, hoşgörünün yayılması, insanın sevgiyi yaşamasına, kendisine saygı duymasına, kendisi ile barışık olmasına bağlıdır. Hoşgörünün bir hayat biçimine dönüştürülmesi gereklidir. Bunun için de Hz. Mevlana ve diğer hoşgörü ustalarının peşinden daha fazla gitmek, onları daha fazla anlamaya çalışmak gereklidir.

Hoşgörülü olma sevgi ve şefkatin gereğidir. Seven ve acıma duygusuna sahip olan insanlar, çevrelerindeki insanları üzmezler.

İnsanlar arası ilişkide hoşgörü yaşamı kolaylaştırır ve daha yaşanabilir hale getirir. Bazen güzel bir söz, gülen bir yüz, bazen anlamlı bir nükte, bazen bir olumsuzluğa karşı yerinde bir anlayış, insanları rahatlatıcı, stres ve sıkıntılarını giderici anlamlar taşır. Böylece hayat herkes için yaşanabilir hale gelir.

Birleşmiş Milletler, 1995 yılını "Hoşgörü Yılı" olarak ilan etti. UNESCO buradan yola çıkarak 16 Kasım 1995 tarihinde "Hoşgörünün İlkeleri Bildirgesi"ni yayınladı, bildirgenin 1. maddesinde hoşgörünün anlamı vurgulanıyor. Önemi nedeniyle bu maddeyi aynen alıyorum:

"1. Hoşgörü, dünyamızdaki kültürlerin zengin çeşitliliğini, ifade biçimlerini ve insan olmanın yollarını kabul etmek, bunlara saygı göstermek bunların değerini bilmektir. Hoşgörü, bilgiyle, açıklıkla, iletişimle ve düşünce, vicdan ve inanç özgürlüğüyle beslenir. Hoşgörü çeşitlilik içindeki uyumdur. Hoşgörü, yalnızca ahlaki bir görev değil, aynı zamanda siyasi ve hukuki bir gerekliliktir. Barışı olanaklı kılan erdem, yani hoşgörü, barış kültürünün savaş kültürüyle yer değiştirmesine katkıda bulunur.

2. Hoşgörü, kabullenme, lütfetme veya göz yumma değildir. Hoşgörü, hepsinin üzerinde, başkalarının evrensel insan haklarının ve temel özgürlüklerinin tanınmasıyla teşvik edilen etken bir tavırdır. Hoşgörü hiçbir koşulda, bu evrensel değerlerin ihlal edilmesini meşrulaştırmak için kullanılamaz. Hoşgörü, bireyler, gruplar ve Devletler tarafından uygulanır.

3.Hoşgörü, insan haklarını, çoğulculuğu (kültürel çoğulculuğu da içine alan), demokrasiyi ve hukuk devletini destekleyen sorumluluktur. Hoşgörü, dogmatizmi ve mutlakçılığı reddetmeyi içerir ve uluslararası insan hakları mevzuatına yerleştirilmiş standartları onaylar.

4.İnsan haklarına saygıyla tutarlı olarak, hoşgörü uygulaması, toplumsal adaletsizliğin hoş görülmesi veya inançların terk edilmesi veya zayıflatılması anlamına gelmez. Hoşgörü, kişinin kendi inançlarına bağlı olmakta özgür olması ve başkalarının da kendilerine ait inançlara bağlı olduğunu kabul etmesi demektir. Hoşgörü, görünüşü, durumu, konuşması, davranışı ve değerleri doğal olarak farklı olan insanların barış içinde ve oldukları gibi yaşama hakkına sahip oldukları gerçeğini kabul etmek demektir. Hoşgörü, aynı zamanda, birisinin görüşlerinin zorla başkalarına kabul ettirilmemesi demektir."

Yaşadığımız toplumu güzelleştirmek ve daha mutlu hale getirebilmek bizlerin gücü dahilinde olan şeylerdir. Buna en yakın çevremizden başlayabiliriz. Anne – Baba çocuğuna, çocuk anne babasına, öğretmen öğrencisine, öğrenci öğretmenine, dede ve nineler küçüklerine, küçükler dede ve ninelerine ve hatta yakınlarımızda bulunan canlılara kadar bunu indirgeyebiliriz. Kısaca hoşgörülü olma, hepimizin yaşamında yer alan bir davranış biçimi olmalıdır.

Kulağa hoş gelen, gönüllere rahatlık veren, iyi bir duygu ve tavır olduğunda hemen herkesin birleştiği bir kavram "hoşgörü". Ne var ki, sıra uygulamaya geldiğinde toplumumuzda hoşgörülü davrananların sayısı oldukça azalmış gözüküyor. Okumuş, yazmış, önemli makamlara gelmiş kimselerin, kendi inanç, düşünce ve değerlerine taassupla bağlandıkları, başkalarına neredeyse insanlıktan pay, hayattan nasip tanımadıkları görünüyor. Kendilerini ileri, aydın, çağdaş sayanlar, yetmiş iki millete bir göz ile baktıklarını etrafa yayanlar, farklı inanan, düşünen ve yaşayanlara tahammül edemiyor, demokrasi ve insan haklarının bunlar için geçerli olmadığını ya düşünüyor yahut da açıkça ifade ediyorlar.
Biz millet olarak öteden beri böyle olsaydık "neden değişmiyor, iyileşmiyoruz?" diye sorardık. Halbuki gerçek böyle olmadığı için "neden değiştik, kötüleştik?" diye sormamız gerekiyor. Böyle bir değişmenin elbette birden fazla sebebi vardır, ancak burada üç sebep üzerinde durmak istiyoruz: Bilgisizlik, eğitimsizlik ve tahrik.

Farklı inanç, düşünce ve davranış gurupları birbiri hakkında, doğrunun yanında eksik ve yanlış bilgilere sahip bulunuyor, ayrıca lafızları aynı, mânâları her birine göre farklı kelimeleri kullanarak tartışırken, birbirlerini itham ederken "durup bir anlamaya" yönelmiyorlar. Gönüller, kafalar kırıldıktan, millî servet heba edildikten sonra "ben şöyle anlamıştım, ruhu kastetmiştim" demeye başlıyorlar.
Hoşgörü yalnızca bir bilgi meselesi değildir, aynı zamanda bir eğitim konusudur, eğitimle kazanılacak bir yaklaşım biçimidir. Bizim eğitim sistemimizde hoşgörüyü de ihtiva eden kendi değerlerimizden yola çıkarak evrensel değerlere ulaşan bir ahlak terbiyesinden söz etmek ne yazık ki mümkün değildir. Telkin edilen, sınıflar, nesiller, tabakalar, bölgeler.. arası çatışmadır, çelişmedir, mutluluğu maddede arama, gerekli maddeye, meşrûiyyet sınırı tanımadan en kısa yoldan ulaşmadır.
Bu milletin birliğini, beraberliğini, güçlenmesini, kalkınmasını çekemeyenler, kendi menfaatlerine aykırı görenler, tabii sınırlarında kalması, hoşgörü ile karşılanması gereken farklılık ve ihtilafları tahrik ediyor, büyütüyor, çarpıtıyor, bilgi ve eğitim eksikliğinden de yararlanarak bölücülüğe vesile kılıyorlar.
Eğer bu teşhiste ve sebep-sonuç ilişkisinde mutabık isek ülkesini ve milletini seven insanlara düşen vazife, hoşgörüsüzlüğün sebeplerini ortadan kaldırmak için harekete geçmek, genel bir ahlak eğitimi için seferberlik ilan etmektir.

İster kişisel ister toplumsal ölçekte olsun, ilişkiler dokusunu “hoşgörü” kadar olumlu etkileyen bir başka sihirli kavram herhalde yoktur. Hepimizi tek tek ya da toplu olarak rahatsız eden irili ufaklı davranışların üzerine bu “hoşgörü” örtüsünü örttüğümüzde yaşam daha kolay, daha anlamlı olmaz mı? Tabii ki olur. Pekiyi o halde niçin birbirimize karşı hoşgörülü olmada niçin bu denli cimriyiz?

Kulakları sağır olduğu için komşuda çalınan metal müziğini duymayan kişinin “hoşgörüsü”nden söz edilemeyeceği gibi, ayağına basan kişinin profesyonel bir boksör olduğunu anlayan bir kişinin aldırmazlığı da, yine “hoşgörü” değildir.

Doğru'nun tek olmayabileceğini, tek olduğu hallerde bile ortak yaşamın ancak uzlaşmayla mümkün olabildiğini ve bu nedenle de “ortak doğrular”ın “bireysel doğrular” dan daha öncelikli sayılmak gerektiğini anlamış kişilerin tutumuna “hoşgörü” denilebilir. Ve bu tür bir anlayışa dayalı “hoşgörü”, tahammül ederek değil severek, isteyerek benimsenen bir tutumdur.

Sık sık duyduğumuz, “karşı fikirlere de tahammül etmeliyiz” sözleri dahi, hoşgörünün dayanması gereken anlayışı değil, her an patlamaya hazır bir tepkiyi anlatmaktadır. Hoşgörü, tahammül değildir.

Sürekli olarak hoşgörülü olmayı nasihat etmek yerine niçin hoşgörülü olamadığımızı sorgulayan bir anlayışa ihtiyacımız var.

Artık, kendi anlayışlarımıza göre iyi vatandaş yetiştirmeye çalışmaktan vazgeçip, doğru soruları sormaya çalışan insanlar yetiştirmeye çabalamalıyız. 2000'li yılların Türkiye'sini ancak doğru sorular sormasını bilenler kurabileceklerdir.

Tarihe baktığımızda da hoşgörüye örnekler görebiliyoruz.

Osmanlı Devleti’nde değişik kültürlere mahsus pek çok etnik topluluk mevcuttu. Bunlar Türkler, Boşnaklar, Arnavutlar, Hicazlılar, Kazaklar, Libyalılar, Tunuslular,……vb. idi. Osmanlılar, bu kavimleri uzun bir dönem adaletli ve hoşgörülü bir şekilde yönetmişlerdir.

Osmanlı Devleti’nde Hıristiyan ve Yahudi toplulukları, Müslümanlar gibi “hür” tebaa’dan sayılırdı. Müslüman olmasalar bile esir edilemezler ve köle olarak kullanılamazlar idi. Bunlara ait kilise ve havralar devlet tarafından gözetilirdi.

Hıristiyan ve Yahudi tebaa, mal ve mülk sahibi olabilirdi. Devletin miri toprak üzerinde Müslümanlara tanıdığı haklardan bu kavimler de yararlanmaktaydı. Cemaatlerin kendi din ve geleneklerine göre oluşturdukları kurallar, devletin kadıları tarafından kanun olarak telakki edilirdi. Ayrıca bu topluluklar kendi aralarında esnaf birlikleri oluşturmak suretiyle ticaret yapabilirdi.

Osmanlı Devleti, idaresi altındaki toplulukları yönetmede büyük bir başarı göstermişti. Bu başarıda Osmanlıların diğer Türk devletlerinin tecrübelerinden yararlanmaları, halka karşı adaletli ve hoşgörülü davranmaları etkili olmuştur.

Dolayısıyla dünya barışı ve insanlığın mutluluğunu sağlamak için hepimizin sağlıklı iletişim, diyalog, hoşgörü ve birbirimizi anlamaya gerekli önemi vermemiz gerekmektedir.

Hoşgörülü olmayan toplumlar hep aynı noktada kalmaya devam edeceklerdir. Farklılıklarınızı Kabul etmeden bir metre bile ileri gitmek mümkün değildir. Çünkü bu farklılıklar sizi oyalayacaktır. Oyalayan farklılıklar hep engel olacaktır.


"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.