Arama

Alman Sanatı - Tek Mesaj #2

Elçin - avatarı
Elçin
Ziyaretçi
2 Ağustos 2010       Mesaj #2
Elçin - avatarı
Ziyaretçi
Alman sanatında sürekli olarak karşılaşılan eğilimler arasında. özellikle alışılmamış öğelerin kullanımı, maniyerizm, ayrıntılara önem verme ve barok yaklaşım dikkat çeker.

ROMAN ÜSLUBUNDAN BAUHAUS'A
Alman sanatının en eski kalıntıları, Charlemagne'ın ve Otto hanedanının etkisiyle ortaya çıkan roman öncesi sanattan da önceki dönemde gerçekleştirilmiş anıtlar ve mücevherlerdir.

Roman üslubu Ren bölgesine özgü bir mimarlık anlayışının doğmasına yol açarken, tunç heykelciliğinde büyük aşmalar gerçekleştirildi: Hildesheim kadetralinin kapıları (XI.yy. başlangıcı). Alman roman sanatı kendine özgü nitekilikler de getirdi: Söz gelimi kiliselerde iki koro yeri (Mainz'deki kilise) ya da üç absid yuvarlağı vardır. Mimarlar, bu özellikler gotik üslubun benimsenmesinden sonra da korudular:Gerçekten, gotik üslubun yayılmaya başladığı 1250 yılında, Köln katedrali örnek alınarak yapılmıştır. Ama daha sonraki yıllarda gotik mimarlık üslubu öylesine yaygınlaştıki, Rönesan'tan sonraki yıllarda da yöresel özellikler kazanarak sürüp gitti. Roman üslubundan esinlenilerek yapılmış iki koro yerinin yanı sıra, tuğla yapılar da yapıldı (en belirgin örneği Lübeck'teki Marienkirche'dir) XIV.yy'ın sonunda da "Sondergotik" denilen özel bir "geç üslup" doğdu (bu üslubun özelliklerini en iyi yansıtan anıt, yan sahınları ile orta sahnı aynı yükseklikte olan Hallenkirche'dir). ama Almanya'da sanat alanında asıl atılım, burjuvazinin gelişmesiyle başladı; yeni bir sanat ve bilim koruyuculuğu ortaya çıktı. Augsburg'da Fuggerlerin koruyuculuğunda çalışırken, Nürnberg'de Vischer dökümevinde, üstünde uzanmış insan heykelleri bulunan mezar kapaklarının yanı sıra , tunçtan küçük ve zarif bir heykelcik de yapıldı. Çok sayıdaki mücevher ve uygulamalı sanat ürünleri de, tıpkı resim ve ehykelcilik gibi, dinsel özellikler almağa başladı. Heykelciler, coşku ve atılımlarıyla, anlatımcı ve gotik heykeller yaparak, ön barok denilen ve başlıca temsilcileri Nünbarg'de Veit Stoss, Adam Kraft ve Fischerler, Franken'de de Tilman Reimenscheider olan üslubu yarattlar. Bir yandan Reform düşüncesi, bir yandan Ortaçağ sanat biçimlerine bağlılık nedeniyle durgunluk geçiren Rönesans döneminde, yapılar, bazen aşırı süslemelerle ağırlaştırılmalarına karşın, gotik görüntülerini korudular (Heidelberg'de seçici prens Otto Heinrich'in sarayının cephesi). Eichstatt'ta Loy Hering, Mainz'de de Hans Backofen tarafından sürdürülen heykel sanatı, Ortaçağ geleneklerini korurken. mücevherlerde ve tunç eşyalarda göze çarpan kalıplaşmış süsler, XVII.yy'da sanat alanında görülecek çöküşün habercisi oldu.

Barok sanatı, en yüksek gelişme düzeyine Alman ülkelerinde ulaştı. Mimarlar, İtalyan sanatından aktarılmış verilere dayanarak özgün bir dinsel mimarlık üslubu geliştirdiler. Ama din dışı mimarlıkta Fransız etkisi egemendi ve prens konutlarının yapımında, Versailles şatosu örnek alınıyordu. Zimmermann'dan Feuchtmayer'e kadar birçok heykelci ve yalancı mermer yontucuları, son derece başarılı yapıtlar ortaya koydular. Fransız mimarı Boffrand'ın öğrencisi olan Cuvillies (1695-1768), Münih'te "Bavyera rokokosu"nu yarattı. Ressam Mengs vekuramcı Winckelmann'ın klasisizme ve eski sanat düşkünleriyse, Avrupa sanatını XVIII.yy'ın sonlarında büyük ölçüde etkiledi. Çeşitli Alman kentlerindeki yapıların bir bölümü de yeni-klasik üsluba uygun olarak gerçekleştirildi (yeni klasisizmin başlıca temsilcileri, yapıtlarını Berlin'de gerçekleştiren mimar Schinkel ile Schadow ve Rauch adlı heykelcilerdir). XIX.yy'da Avrupa'nın da her yerinde, yeni-klasik beğeni ile romantik eğilimlerin kaynaştığı bir seçmeci anlayış yaygınlaşmaya başladı. Yeni-gotik ve Yeni-Rönesans üsluplarında çalışan mimar Semper, Julius Raschdorf ve Bavyeralı Ludwig II'nin mimarı Leo von Klenze, eskiye öykülenmenin yarattığı bir üslup geliştirdiler. Berlin'deki katedral, demir mimarinin ilk başarılı örneklerinden biri oldu. Büyük etki yapanJugendstil'in (yeni sanat ya da modern üslup anlamında) yayılmasından sonra, XX.yy'ın başlarında yenilikçi ve özgün bir akım ortaya çıktı. Peter Berhens ve Joseff Deutsche Werbund adlı topluluk, 1907 yılından başlayarak yeni bir sanayi ve ticaret mimarllığı yarattı. İlkelerini Gropius'un da benimsediği bu anlayış, yavaş yavaş dünyanın her yanına yayıldı ve uluslararası düzeyde çağdaş bir üslubun doğmasına yol açtı. Deutsche Werkbund'un atılımı, Birinci dünya savaşında Almanya'nın bozguna uğramasıyla duraksadıysa da, Weimar cumhuriyeti döneminde Bauhaus'un (Weimar'da Gropius'un kurduğu mimarlık ve uygulamalı sanatlar okulu) kurulmasıyla yeniden canlandı. Bu arada, anlatımcılık özellikle Barlach'ın (1870-1938) dinamik ve derli toplu yapıtlarıyla dikkati çekerken, 1918'de Berlin'de Dada akımı doğdu ve Pop'art'ın öncülerinden sayılan sayılan Kurt Schwitters'in (1887-1948) yapıtları bu akımla birlikte önem kazandı.