Arama


Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
21 Ağustos 2010       Mesaj #41
Avatarı yok
Yasaklı
Boş Uzay, Boş Değildir
Eski boşluk fikri yani boş uzay, hiçbir şey olmama fikri değişmiştir. 1930’lar ve 1940’larda göreceli kuantum alan teorisinin bulunmasından sonra, fizikçiler yeni bir boşluk kavramına geldiler, o da boşluğun boş olmayıp tersine doluluk olduğudur.

Boşluk yani boş uzay, aslında kendiliğinden yaratılan veya yok edilen parçacıklar ve anti-parçacıklardan oluşmaktadır. Fizikçilerin keşfetmiş oldukları veya keşfedecekleri tüm kuanta boşluk olan mahşerde yaratılmakta veya yok edilmektedir. John A.Wheeler’in dediği gibi “ Hiç bir nokta şundan daha merkezi değildir, boş uzay boş değildir. Bu en şiddetli fiziğin bulunduğu yerdir “. Boşluk fiziğin tamamıdır, varolmuş olan veya varolabilecek olan her şey halihazırda potansiyel olarak orada uzayın hiçbirşeyliğindedir.

Uzayın boş görünmesinin tek nedeni, tüm kuantanın bu büyük yaradılış ve yok edilişinin çok kısa süreler ve uzaklıklarda yer almasından ileri gelmektedir. Büyük uzaklıklarda boşluk, tıpkı bir jet uçağıyla yeterince yüksekten üzerinden uçulduğunda, oldukça düzgün görünen bir okyanus gibi sakin ve düzgün görünür. Fakat okyanusun yüzeyinde, küçük bir bot içinde, ona yakın olunca, deniz yüksek ve büyük dalgalarla dalgalanır durumda olabilir. Benzer şekilde, yakından bakılınca, boşluk da, kuantanın yaradılış ve yok edilişiyle dalgalanır. Atomlar düzeyinde bakarken bile, kuantanın bu boşluk dalgalanmaları son derece küçük, fakat gözlemlenebilir durumdadır, eğer daha da küçük noktalara bakılabilseydi, boşluk tüm kuantanın çalkalandığı bir deniz gibi görünecekti.

Bu konuda Tao’cu öğreti şöyle demektedir: “ Boşluğu salt hiçlik ile karıştırmak yanlıştır. Hiçlik varlığın tersidir ve ikisi de maddeler düzeninde yerlerini alırlar. Buna karşın boşluk her ikisinin de ötesinde bulunur, veya daha doğrusu, o varolmanın veya varolmamanın anlamlı kavramlar olmasının sona erdiği bir yüksek gerçeklik seviyesinin ışığında her ikisidir “.

Genel görecelik kuramında, Einstein, tek biçimli olmayan şekilde hareket etmekte olan iki gözlemci (örneğin, bir gözlemci hızlanan bir uzay gemisinde, diğeri yer çekimi olmayan uzayda yüzer durumda) tarafından yapılan uzay ve zaman ölçümleriyle ilgili yasaları bulmuştur. Bu yasaların değerlendirilmesi, Einstein’ı, Euclid geometrisinden eğri uzayın geometrisi olan Riemann’ın eğri-uzay geometrisine götürdü (örneğin Euclides geometrisinde üçgenin iç açıları toplamı 180 derece olmasına karşın bu geometride üçgenin iç açıları toplamı 180 dereceden farklıdır). Birbirinden çok farklı diye kabul edilen uzay ve zaman kavramları da böylece görecelik fiziği yardımıyla birleştirilmiş olmaktadır.

Görünürde birbirinden ayrı, yalıtılmış ve bağımsız olan varlıkların bir üst boyutta bütünselleşmesini tecrübe edebilmek için illa da görecelik kuramına gerek yoktur. Bu bütünselleşme, bir boyuttan iki boyuta ve iki boyuttan da üç boyuta geçildiğinde aynen yaşanabilmektedir.

Görecelik kuramının dört boyutlu dünyası, modern fizikte, karşıt ve bağdaşmaz gibi gözüken kavramların aslında aynı gerçekliğin farklı görüntüleri olduklarını gösteren tek örnek değildir. Böyle bir karşıtlık birleşmesinin belki de en ünlü örneği, atom fiziğinde kullanılan parçacık ve dalga kavramları ile ilgilidir.

Kaynak: Sonsuz us
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 4 Ekim 2017 02:53