Böyle itirazsız gittim o en uzak ülkeye. Bir daha dönüş olmasın diye yolları tahrib ettim, tahrib edemediğimi de bilerek istereyerek unuttum, zihnimden siliverdim. Bir lügat ihlaliyle attım bütün köprüleri. Artık konuştuğum kelimelerin genel geçer lisanlarda karşılığı yok. Saçma? Saçma gibi görünen şeyin bütün karşılığı Nihade'de geçerli. Karanlıklara böyle karıştım. Derin denizlerin dibine böyle indim. Okyanusun zeminine dokundu ayaklarım. Sisin arkasına böyle sığındım. Buzdağının arkası. Görünür yanımdan daha büyük olan görünmez yanımı suyun altında böyle sakladım.
Daha evvel vardı elbet, ilk değildi. Lâkin bu, vurup da bırakmayanı, alıp götüreni. Sessizce vuruyordu. Aniden oluyordu. Hiç beklenmedik zamanlarda, bazen geliyorum, diyordu. Ama çok defa haber bile vermiyordu. Ben şimdi okyanusun dibinde kavkısı kırık deniz kabuğu. Derin akıntılarla bir o yana bir bu yana yalpalayan su yosunu. Yorumu, yaşamamış kimselere mümkün değil, kelimesi lisanlarda muhtelif. Orada ben şimdi bambaşka bir haldeyim. Canımın acımadığı yerdeyim. Bambaşka bir Nihade'yim.
...
Halimin özeti, taşıyamadığımdan kaçışımdır benim. Şimdiden sonra bir rüyadayım ben. Rüya gerçeğin sılası. Başka türlü nasıl tahammül edilir gerçeğe, bilmiyorum ki ben.
...
Nazan Bekiroğlu, Cam Irmağı Taş Gemi
Zeyl: Nihade'nin Beşinci Defteri