Arama


asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
17 Eylül 2010       Mesaj #2
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın

OSMANLI DEVLETİNİN BARIŞÇI SİYASETİNİN TEMELLERİ (

1703-1739)
Edirne Vakasından sonra derhal İstanbul'a gelen padişahın en önemli sorunu tahtını sağlama almak ve payitahtta genel durumu yatıştırmaktı. Padişahın derdi sadece ken-di durumunu kurtarmak değildi. IV. Mehmet'in tahttan indirilmesinden beri ciddi olarak zedelenmiş olan hükümdarlık otoritesini yeniden kurabilmekti. Çünkü Edirne vakası sırasında kapıkulu ve ulema arasında kimin padişah olacağı tartışılmış, bazıları Şehzade Ahmet yerine 11 yaşındaki Şehzade İbrahim'in seçilerek çocuk yaştaki padişahı daha kolay etki altına alabileceklerine inanmışlardı. Hatta bazı isyancılar arasında 'süla lenin tılsımı yoktur, başka kişiler başka aileler de tahta geçebilirdi düşüncesi vardı. Asıl istedikleri Cezayir ve Tunus ocaklarında olduğu gibi askerin önermesiyle başa geçirilen bir önder bulmaktı.' Diyor Naima. Osmanlı devlet geleneğini kökünden değiştirecek bu düşünceler daha çok ulemanın etkisiyle törpülendi ve kanuna, şeriata, geleneğe uygun gördükleri III. Ahmet padişah oldu.
Bu neden III. Ahmet bütün dikkat ve gayretini, iç siyasi yapıyı yatıştırmaya yöneltmişti. Yeni dış çatışmalar Kapıkulunun sayısının artmasına ve tehdit olmasına neden olabilirdi. Bu nedenle de dış siyasetteki değişiklikler Osmanlı lehine döndüğünde Osmanlı bu fırsatlardan yararlanmaya yanaşmadı.

Karlofça'dan birkaç yıl sonra Osmanlı bir dizi savaşlarda Osmanlı Devleti Rusya ile savaşta
Bu fırsatlardan ilki Macaristan'ın durumu idi. Karlofça ile Habsburg devletinin Macaristan egemenliği kesinleşmişti. Osmanlı döneminde bağımsız davranabilen Macar asilzadeleri yeni yönetimden memnun değillerdi ve direnişe geçtiler. Ancak Osmanlı yönetimi Macar direnişine seyirci kaldı. İkinci fırsat Doğu Avrupa'daki İsveç-Rus çatışmasıyla ilgiliydi. Baltık denizi kıyılarında Rus-İsveç rekabeti kızışmaktaydı. İsveç, Rusya'ya karşı Osmanlılara işbirliği önermiş ancak Osmanlı devleti Rusya ile savaşa girmek istememiştir. Ancak Osmanlı devleti neredeyse zoraki bir şekilde Rusya'yla savaşacaktır. Ruslara yenilen İsveç kralı ve Kazak başbuğu Osmanlılara sığınınca Rusya'nın bunların kendisine verilmesi konusunda baskıları başlamış üstelik Çar Petro Balkanlardaki Ortodoks Reayayı Osmanlılara karşı kışkırtmaya başlamıştır. Ancak Çar Petro beklediğinden çok güçlü bir Osmanlı ordusu ile karşılaştı. Bu Osmanlı ordusu Kırım'daki Prut kıyısında Kırım, Polonya ve İsveç birliklerinin yardımıyla Rus ordusunu sıkıştırmıştır. Osmanlı ordusunun bu üstün durumuna karşın Prut barışının Azak kalesinin geri alınması, Ukrayna'da Dinyeper boyunun güvenliğinin sağlanması, İsveç kralının serbestçe ülkesine dönmesinden başka bir kazanç getirmemesi Osmanlının müttefiklerinin tepkisine neden olduğu gibi padişahın bu barışı yapan vezir-i azam Baltacı Mehmet Paşayı azletmesine neden olmuştur.

1711 Prut seferinin ve barışının asıl anlamı,bu çağda Osmanlı devlet adamlarının siyasal askeri çekingenliğini ortaya koymasıdır.Gerçek şu ki Baltacı Mehmet Paşa askeri bakımdan ordusunun üstün durumunu kav­rayamamıştı. Barış önerisini reddederse çıkacak çatışmanın kötü bir sonuca varabile-ceğinden korkuyordu. Dahası sefer sırasında Avusturya'nın tutumunu çekingen bir dikkatle izliyordu. Osmanlılar bu seferin Osmanlı topraklarını koruma amaçlı oldu-ğunun güvencesini Avusturya'ya vermişlerdir. Kısacası Osmanlılar Prut başarısından Karlofça'nın yarattığı eziklik yüzünden gerektiği gibi yararlanamadılar. Ancak Prut'ta büyük bir fırsatın kaçırıldığı inancı 12 yıldır süregelen bezginliğin kaybolmasına yol açmıştır.Rusya'ya karşı kazanılan zafer Osmanlının kendine güvenini geri getirdiVenedik 'e karşı da başarı gelebileceği inancını güçlendirdi.Osmanlı Venedik ile savaşa girdi..... arkasından Avusturya ile savaşmaya başladı.

Nitekim Rusya karşısında elde edilen başarılar yani Karlofça barışındaki kayıpların geri alınması diğer cephelerde de aynı başarıların elde edilebileceği inancını güçlen-dirdi. Osmanlı ülkesi içinde olan Karadağ'da çıkan ayaklanmalarda parmağı olduğu gerekçesiyle Venedik'e savaş açıldı. Bu gerekçe Avusturya'ya da bildirildi ki Karlofça genel barışının bozulduğu havası uyanmasın. 1715'de başlayan seferde Osmanlı ordusu ve donanması üst üste başarılarla Mora'yı ele geçirince başlangıçta sessiz kalan Avusturya işe karıştı. Anlaşılan İstanbul'da olduğu gibi Viyana'da da Osmanlıların Avrupalıları tek tek yenebileceği kanısı güçlenmişti. Avusturya sıranın kendisine gelmesini beklemektense Venedik'in yanında savaşa katılmaya karar verdi. Avusturya'nın ültimatom havası taşıyan notası üzerine Osmanlı devleti Avusturya üzerine sefer açtı. Ancak bu sefer Osmanlı için yeni bir felaketle sonlandı. Bu dönem savaşları sonunda Avusturya'yla yapılan 1718 Pasarofça Antlaşmasına göre Temeşvar, Belgrat ve Eflak'ın batı bölümü elden çıkıyordu.

Pasarofça ile Osmanlının dış siyaseti değişiyor


Pasarofça Antlaşmasının Osmanlı dış politikasına etkisine baktığımızda ise şu durumla karşılaşırız: Osmanlılar Karlofça'nın kayıplarını geri alma girişiminde Rusya ve Venedik'e karşı başarılı olmuştu ama Avusturya'ya karşı yaşanan başarısızlık Karlofça'nın kayıplarını savaş yoluyla alma girişimlerinin bir süre için unutulmasına neden oldu. Tam tersine Osmanlı dış siyasetinde barış taraftarları hakim oldu. Oysa Osmanlı devleti genişleme siyasetine dayanarak kurulmuş bir devletti. Yüzyıllarca genişleme siyaseti devlet kurumlarının gelişmesini etkilemiş, Osmanlı devlet yapısı-nın ve iç düzenin niteliğine de şekil vermişti. Karlofça ve Pasarofça Antlaşmaları ise Osmanlı devletinin batı sınırında yeni bir dengenin habercisi oldu. Artık Osmanlı devleti hiç olmazsa Avrupa cephelerinde genişleme siyasetini bırakmış, Avusturya'nın aleyhine genişlemesini durduracak savunma tedbirlerine başvurmaya başla-mıştı.

Pasarofça Antlaşmasından sonra Osmanlı Devleti batıyı tanımaya çalışıyor Laleye ve Avrupa'ya Olan Merak Artıyor "Lale Devri"


Pasarofça Antlaşmasının imzalandığı 1718 yılına kadar son 20-25 yıldır Osmanlılar tarihlerinde ilk defa savaştan çok barışı kurmak ve korumak amacını güdüyorlardı. Bu durum genel Avrupa siyaseti ile çok yakından ilgilenmek ihtiyacını duyurmuştu. Diplomatik ilişkilerin önem kazanması, hasımlarla arabulucularla olan ilişkiler Os-manlılara sığınan devlet adamlarının etkileri, 18. YY'nin başlarında Osmanlıların Avrupalıları çok daha yakından tanımasının nedenleri oldu.
Osmanlı devlet adamlarının yeni bir gözle izlemeye başladığı Avrupa ise, gittikçe hızlanan bir değişim içindeydi. Aydınlanma çağının Avrupalı düşünürleri için ana sorun bütün dünya toplumları ve tarihin her döneminde geçerli, yani evrensel denebilecek toplumsal ve siyasal kuralları saptayabilmekti. Doğa bilimlerindeki gelişmeler de Avrupalı düşünürleri etkilemekteydi. Doğada evrensel, her zaman ve her yerde geçerli olan kurallar olduğuna göre, sosyal bilimleri için de bu tür kurallar olmalıydı. Bu düşünce Avrupalı aydınları ve bilim adamlarını tarihe, Avrupa dışı toplumlara daha bir dikkatle bakmaya yöneltti. 18. yy Avrupa'sındaki Osmanlı, Çin, İran modaları bu yeni merak ve ilginin sonucuydu.
18 yy.'nin başında Avrupa'da, Asya toplumlarına karşı ilgi arttığı sırada Osmanlı yöneticileri de Avrupa'ya karşı tepeden bakmayı bırakıp Avrupalı diplomatları yeni bir dikkatle izlemeye başladılar. Pasarofça Antlaşmasından sonra Viyana'ya ve Pa-ris'e elçiler gönderilerek Avrupa diplomasi sahnesine adım atıldı. Hatta Paris'e gönderilen Yirmisekiz Mehmet Efendiye verilen talimatta sadece siyaset ve diplomasiyle değil toplumsal ve kültürel hayatla da ilgilenmesi, gördüğü işittiği ilgi çekici gelenekleri, yenilikleri bildirmesi istenmişti. III. Ahmed'in saltanatının Pasarofça'dan sonraki 12 yılında ince bir zevkin ve kültürel girişimleri simgesi olarak "Lale Devri" denir. Bu çiçeğe karşı Osmanlı yüksek tabakasındaki tutkuyu vurgulayan bu ad, aynı zamanda Osmanlı payitahtında Avrupa'ya karşı uyanan merakı da belirler. Osmanlı süsleme sanatlarında hatta mimarisinde Avrupalı motiflerin ilk kez görülmeye başladığı bu dönemde Avrupa örneğinde yenilikler ortaya çıkmaya başlar.

Örneğin Osmanlı ülkesinde çeşitli dillerde kitap basıldığı halde devletin asıl dili olan Türkçe basım görülmemişti. Türkçe basım yapan ilk basımevi Lale Devrinde kurulur. Lale devrinde Yalova'da kağıt, İstanbul'da kumaş ve çini imalathanelerinin kurulduğunu görüyoruz. Yeniçerilerden oluşan bir itfaiye bölüğü ortaya çıkarken, İstanbul'da sivil mimari gelişmiş ve doğu klasikleri Türkçe'ye çevrilmiştir. Ancak bütün bu değişikliklere rağmen Avrupa'daki Asya merakı ile Osmanlı ülkesindeki Avrupa merakı arasındaki benzerliği büyütmemek gerekir. Çünkü Avrupalı düşünürlerin dünya toplumlarına ilgisi, tarihçiliğin ve toplum bilimlerinin önemli bir gelişmeye girmesine, Avrupa bilim kurumlarında dünya kültürlerinin incelenmesi geleneğinin güçlenmesine yol açtı. Osmanlılarda ise Avrupa siyaseti ve kültürüne karşı beliren ilgi çok küçük bir yönetici grubu için geçerliydi. Bu yönetici grup da kendi içinde barış yanlıları ve savaş yanlıları olarak ikiye bölünmüştü. Bu nedenle de yapılan değişimin kitleler üzerindeki etkisi çok zayıftı, hatta yoktu. Sanki değişim, barış yanlılarının değişimiymiş gibi algılandı ve savaş yanlıları rakip oldukları grupla beraber onların sahiplendikleri değişime de düşman oldular. Lale devri gelişmelerinin ne kadar sınırlı kaldığının en iyi göstergesi matbaanın durumudur. Matbaa resmi izin alındığı 1727 yılından, İbrahim Müteferrikanın ölüm yılı olan 1745 yılına kadar ancak 16 eser yayınladı. Yılda bir kitap bile değil. Müteferrikanın ölümünden sonra ise uzun yıllar kitap yayınlanmadı.

Ancak belirttiğimiz gibi çok sınırlı bir çevreye ve sınırlı bir etkiye sahip bu gelişmeler bile siyasi çekişmenin konusu haline geldiğinden Nevşehirlinin rakipleri, Nevşehirliyle birlikte yapılan değişimin de düşmanı oldular ve bu değişimi ve mimarını yok etmek için fırsat kollamaya başladılar. Onlara bu fırsatı Lale Dev-rinde tekrar başlayan İran (Safevi) savaşları verdi.

Barış yanlıları gidiyor, Lale Devri bitiyor


Avrupa cephelerinde barış yanlısı yöneticilerin yani padişah III. Ahmet ve Sadrazam Nevşehirlinin saltanatı, İran cephelerinde savaş açılması ve bu savaşın yarattığı sıkın-tılar dolayısıyla çıkan bir ayaklanmayla son buldu.
İran'ın iç karışıklıklarından yararlanmak isteyen Osmanlı devleti, İran'dan toprak koparmak amaçlı bir sefer başlattı. Ancak İran'daki durumdan yararlanmak isteyen Ruslarla karşı karşıya geldiler. Rusya'yla yaptıkları İstanbul Antlaşması ile İran'ı kendi aralarında paylaştılarsa da, Osmanlılar İran'dan tarihten gelen sorunu tekrar yaşamaya başladılar. Bölge halkı Osmanlıları istemiyordu ve direniyordu. Nadir Han komutasında bütünleşen İran askeri karşısındaki gerileyiş, padişah ve vezir-i azamın sefere çıkacaklarını ilan etmelerine rağmen sefer gitmemeleri, Lale Devrinde yaşanan zevk ve müsrifliğe tepki, halkın savaş dolayısıyla çektiği ekonomik sıkıntılar, İran savaşlarının değil ama Lale Devrinin sonunu getirdi. Bir kısım yeniçerinin İstanbul'da başlattığı ayaklanma uzun zamandır karşıt siyasal tutumda olan bazı ulemanın ve yöneticilerin de katılmasıyla büyüyüverdi. Önce vezir-i azamı hedef alan hareket onun idamından sonra da yatışmadı ve III. Ahmet tahtını, yeğeni Şehzade Mahmut'a bırakmak zorunda kaldı. Ancak daha önce açıkladığımız nedenlerden dolayı, ayaklanmacılar sadece kişilere değil, onların yaptığı değişime de düşmandı. Bu nedenle de Lale Devrinin izi kalmasın diye o döneme ait her şeye saldırıldı. İlginçtir ki matbaaya dokunulmadı. Bu da o dönemde matbaanın işlevsizliğinin ve kitleler üzerindeki etkisizliğinin en güzel göstergesidir.

MsXLabs.org & OT
Son düzenleyen perlina; 31 Ocak 2017 12:09
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....