Arama


asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
17 Eylül 2010       Mesaj #4
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Lale devrini ortadan kaldıranları da yeni padişah ortadan kaldırıyor
Ayaklanmaya başlatan yeniçerilerden Patrona Halil ve diğer elebaşılar isyan başarılı olsa bile yeni padişahın ilk fırsatta kendilerini ezeceğinden korkuyorlardı. Bu nedenle güçlerini mümkün olduğu kadar sürdürmek umuduyla bütün önemli devlet makamlarına, güvendikleri kişilere verilmesi için uğraşıyorlardı. Bunu da geleneği göreneği bir tarafa bırakarak, saygısızca ve kaba kuvvete güvenerek yapıyorlardı. Fakat korktukları başlarına geldi ve Osmanlı tarihinde sayısız örneklerini gördüğümüz bir durum tekrar sahnelendi. Saltanata saygısızlık eden, padişah değiştiren ve ayak iken baş olmaya çalışan zorbalar yok edildi. Saray entrikaları bir kez daha galip gelmiş ve yeni padişah, Patrona Halil'in istediği yöneticiler olarak yönetime gelmiş olanları kendi yanına çekerek Patrona Halil ve zorbalarını yok etmiştir.
Savaş taraftarları iktidarda...
1730'da başlayan Osmanlı îran Savaşları 1746'da sona eriyor.
1730'dan sonra tekrar başlayan İran savaşlarında, daha Kanuni döneminde kesinlikle ortaya çıkan temel jeopolitik denge değişmedi. Buna göre Zağros dağları doğal bir sınırdı, Doğu Anadolu ve Irak Osmanlı yönetimini benimserken Azerbaycan ve İran halkı Osmanlı yönetiminden nefret ediyordu. Osmanlı-İran çatışması 1722'den itibaren aralıklarla sürmüş, 1746'da jeopolitik dengeyi göz önünde bulunduran 1639 Kasr-ı Şirin Antlaşmasının bir benzeri olan ve Osmanlı-İran savaşlarını temelli sona erdiren bir antlaşma yapılmıştır. Osmanlılar 1747'den sonra İran'da tekrar başlayan iç karışıklıklar sırasında aradaki sınırın köklü bir siyasal gerçeği belirtmiş olduğunu anladıklarından İran'ın sıkıntılarından yararlanmayı düşünmediler. Ancak özellikle 1722'de başlayan Osmanlı-İran savaşları, her iki devlete de daha fazla yıpranmaktan başka bir şey vermemiş ve durumlarının daha da kötüye gitmesinden başka bir etki yapmamıştır.
Osmanlı Avusturya ve Rusya ile savaşta Batı Cephesinde Zoraki Zafer
Neden zoraki zafer?
Çünkü Osmanlı Devleti 1736-1739 Rus-Avusturya savaşlarına başlangıçta hiç taraftar değildi ve barışı korumaya çalışıyordu. Ancak özellikle Rusların saldırgan tutumu, Prut'ta kaybettiklerini geri alma isteği ve Avusturya ile yaptığı işbirliği Osmanlıların korunma amaçlı bir savaşa girmelerine neden oldu. Savaşın ilk döneminde yenilen Osmanlı karşı tarafın ağır şartları ve istekleri karşısında savaşa devam etmek zorunda kaldı. Bu zorunluluk Osmanlılara kendi ordu güçlerine dayalı olarak yani dışarıdan bir yardım almadan ve özveride bulunmadan kazandıkları son savaşı ve kazançlı antlaşmaları getirecektir. Osmanlıların bu şaşırtıcı gücü ve kararlılığı karşısında Avusturya 1739 sonbaharında yapılan Belgrat antlaşması ile Pasarofça'da elde ettiği toprakları geri verecektir. Yalnız kalan Rusya'da Osmanlı ile barışa razı olacak onunla yapılan Belgrat antlaşması ile de Rusya savaşta kazandığı toprakları geri verirken, tarihsel hedeflerine de bir süre daha uzak kalacaktır.
Yapılan yenilikler zaferin kazanılmasında etken oldu.
Bu zaferin kazanılmasında I. Mahmut döneminde yapılan ıslahatların da payı büyüktür.
Fransız asıllı Humbaracı Ahmet Paşanın (Kont De Bonnaval) topçu ve humbaracı ocaklarında yaptığı düzenlemeler ve organizasyon ordunun kendine gelmesini sağladı. Ortaya çıkan subay ihtiyacını karşılamak için Kara Mühendishanesi kuruldu. Bu ıslahatlardan da anlayacağımız gibi 18. YY. ortalarında Osmanlılarda bir şeyler değişmekteydi. Bu değişimin içeriği neydi ve nasıl etkilemekteydi klasik Osmanlı düzenini? Şimdi de biraz bunlar üzerinde duralım.
Batılılaşmanın eşiğinde Osmanlı düzeni (1739-1789)
Osmanlı siyasal tarihinde birbirleriyle ilişkili 2 ana temel vardır; iç siyasal düzende hükümdar ve merkezin gücü, dış siyasal ilişkilerde devletin askeri gücüne dayanan genişleme geleneği. Buna karşı, Osmanlı devletinin ve toplumunun daha 1600 yılı civarındaki sarsıntılardan sonra oluşan değişimi, 18. YY.' ye varıldığında çok daha değişik bir yapı çıkarmıştı ortaya. Bu değişimin belli başlı unsurlarını sıralayalım.Diplomasi askeri vezirlerden kalem efendi vezirlerine Nişancının önemi azalırken defterdar ve reisülküttap önem kazandı. Ayanların etkinliği artarken ulemanın değeri artıyor.
1- Artık ne ülke için padişahın mutlak gücünden söz etmek mümkündü, ne de dışa dönük genişleme siyasetinden
2- Baş edemediği Avrupa'nın karşısında tutunabilmek için gittikçe Avrupalılardan daha çok şey öğrenmeye, Avrupa kurumlarını kendine mal etmeye, kısacası Avrupalılaşmaya, batılılaşmaya başladı. Burada vurgulamamız gereken Osmanlı devletinin 16. YY.'deki devlet yapısından çok uzak olduğu, hatta bir bakıma eski güçlü günlerine ve düzenine dönme arayışı içinde batılılaşma yoluna girdiğidir.
3- Osmanlı genişleme siyasetini zorunlu olarak terk ederken ve barışı koruma çabasına girerken bir şeyi iyice anlamıştı. Osmanlı devleti için artık çözüm savaş değil diplomasi olmalıydı.
4- Osmanlı devletinin dış dünyaya bakışındaki bu değişiklik Osmanlı iç düzeninde de değişime, "İstanbul yönetiminde sivilleşmeye yol açtı". Askerlikten, askeri yöneticilikten vezirliklere gelme alışkanlığı 18. YY.'nin barış siyaseti güçlendikçe kayboldu. İsyanlar gibi istisnai durumlar dışında genellikle katiplikten yetişme kalem efendileri vezirliğe getiriliyordu.
5- Sivil bürokrasi içinde çeşitli görevlerin birbirine göre öneminde de bir değişiklik söz konusu oldu. Tımar sisteminin önemini kaybetmesiyle nişancı ikinci plana düşmüştü. 1600'den beri merkezi yönetimin parasal gerekleri öne çıkmaya başlayalı defterdarlık makamı gittikçe güçlenmekteydi. Bir zamanlar nişancının em-rinde olan katiplerin başı reis-ül küttap barış döneminin diplomatik çalışmaları ön plana çıktıkça ve bu doğrultuda dış yazışmalar önem kazandıkça ön plana çıktı. Karlofça barışından sonra vezir-i azamlığa yükseltilen reis-ül küttaplar devri başladı.
6- Barış dönemi süresince kapıkulunun sayısı azaltılıp, payitahtta kapıkulu komutanlarının ağırlığı kısıtlanırken İstanbul'un siyasal dengesinde saray görevlileri yeniden öne geçti. Silahtarlar vezir-i azam olmaya başlarken zenci hadım "dar-üs saade ağaları" çok önemli ekonomik ve siyasi güce eriştiler.
7- Merkezi yönetimin sivilleşmesinde diğer bir etken ulemanın 1600'den sonra gittikçe önem kazanmasıdır. Osmanlı uleması sadece İstanbul'un siyasi hayatında değil, il yönetiminde de önem kazandı. Tımar-dirlik sistemi ikinci plana düştük-ten sonra il yönetiminde sancak beylerinin de önemi azalmıştı. Taşrada önce beylerbeyilerin, 18. YY.'de yöresel ayanın ağırlığı arttıkça il kadıları günlük hayatın işleyişinde merkezi yönetimin en etkili temsilcisi durumuna geldi. Ülkenin çeşitli köşelerinde ayan yöresel gücü eline geçirmeye başladığında valilerin iyice güçsüzleştiği hatta ayanın elinde oyuncak olduğu zamanlarda bile İstanbul'dan atanan kadılar düzenli bir şekilde göreve devam ettiler, yönetim bütünlüğünün korunmasında önemli rol oynadılar.
8- Osmanlı devletinin ilk çağlarından beri toplum içinde önemli ayırım Müslümanlar ve Müslüman olmayanlar arasında değil, askeri ve reaya arasında idi. Devlet ideolojisinde Sünni- İslam tutum ağır basmaya başladıktan sonra bu durum yavaş yavaş değişmeye başladı. Dini ayırım giderek askeri-reaya ayrımının önüne geçti. Devlet kendini İslami ideolojiye göre nitelediğinde gayri-Müslim halk dışlanmaya, için için yabancılaşmaya başladı. Müslüman olmayan reaya kişi olarak değil, belli bir dini topluluğun içinde görülür oldu.
9- Tımar-dirlik sistemin çözülmesi, aynî değil parasal vergilerin önem kazanması, Müslüman olsun olmasın bütün halkın devlet gözünde kişiler olarak değil, topluluklar olarak görülmesine yol açıyordu. Çeşitli yükümlülüklerin kişilere değil köylere, cemaatlere, şehirlere toptan yüklenir olması 18. YY.'ye gelindiğinde Osmanlı döneminde eskisinden çok daha fazla yer etmişti.
10- Kanuna göre şeriatın önem kazanması, doğal olarak gayri Müslim cemaatler içinde de dini kurulların öne çıkması sonucunu doğurdu. Devlet yükümlülükleri açısından da cemaatin önem kazanması giderek dini cemaatlerin kendi hukuk ve eğitim sorunlarını da kendilerinin çözmesini gayri Müslim halkın günlük hayatında devlet kurumlarının yerini dini cemaatlerin almasını sağladı. 18. YY.'deki bir gayri Müslim için kendi cemaati (milleti) en önemli siyasal-toplumsal örgüt haline gelmişti.
11- 18. YY.'ye geldiğimizde askeri-reaya ayrımı gittikçe belirsizleşiyordu. Bunun nedenleri olarak sekbanlığın (ücretli askerlik) yer etmesi, yöresel savunmada halktan asker alınması, ancak en önemlisi yöresel ayanın gittikçe önem kazanması belirtilebilir.
(1768-1774) Osmanlı - Rus Savaşı Felaket Batılılaşmayı Hızlandırıyor
Osmanlı devleti 1739 Belgrat Antlaşmasından sonra özenle savaştan kaçınmaya çalıştı. 1768'de ise Rusya ile Polonya yüzünden yeni bir gerginlik çıktığında Osmanlı padişahı III. Mustafa savaş yanlısı bir tutum izledi. Osmanlının verdiği sert notayı Rusya reddetti. İki devlet arasındaki savaş Osmanlılar için bir felaketle sonuçlandı. III. Mustafa dönemin sadrazamı Koca Ragıp Paşayı dinlememiş ve devleti savaşa sokmuştu. O orduda yapılan yeniliklere güveniyordu. III. Mustafa da bir yalancıyı, Baron Dö Tot adlı bir Macarı ordunun ıslahına memur etmiş ve bundan bir sonuç beklemişti. Osmanlılar bu yenilgiden sonra Avrupalı eğitmenlerle sonuç alınamayacağını anlayacaklar, Avrupa bilgisi ve tekniğine dayalı yenilikler konusunda daha radikal davranacaklardır. Orduyu ve donanmayı Avrupa tarzında yeniden düzenlemek gerekiyordu. Bu savaş sırasında Osmanlının çıkardığı bir diğer sonuç deniz gü-cünün durumuydu. Baltık denizinden kalkıp Atlas Okyanusundan Akdeniz'e gelen Rus donanması Ege adalarına ve kıyılarına saldırıp Çeşmede Osmanlı donanmasını bozguna uğrattı. Bunun üzerine tersane ıslah edilip, yeni gemiler yapılırken deniz mühendishanesi de açıldı. Küçük Kaynarca barışı ile noktalanan savaş Osmanlı ülke-sinde daha önce sözünü ettiğimiz düzen değişikliklerinin de Osmanlıdaki etkilerini gösterdi. Rusya bu savaş sırasında Osmanlı gayri Müslim reayasını ayaklandırmaya çalışmış, Mora'da başarılı olmuştu. Ayrıca Rus donanması Suriye ve Mısıra da ya-naşmış ve Osmanlı hükmünü pek tanımayan gruplara, Osmanlı egemenliğine karşı işbirliği önermişti. Osmanlı devleti ise asker ve vergi toplamak için ayanlara yeni ödünler vermek zorunda kalmıştı.
1774'de tahta çıkan I. Abdülhamit, sadrazamı Halil Hamit Paşanın etkisiyle ordunun
yenilenmesine karar vermişti, ama bunun uygulanması kolay değildi. Kapıkulu ordu-da yapılan bütün yeniliklere kuşkuyla bakıyor, kendi durumlarını sarsabilecek yeniliklere tepkiyle yaklaşıyorlardı. Buna rağmen I. Abdülhamit döneminde de yine topçu ve humbaracı ocaklarında düzenlemeler yapıldı ve yeniçeriler düzene sokulmaya çalışıldı ancak ulufe alım satımı gibi büyük çıkarlar elde edilen bir uygulamayı yasaklatması Halil Hamit Paşanın saray entrikaları sonucu idamını getirdi. Yine bekle-nen şey olmuş, yetersiz padişahların yetersizliklerini ortadan kaldırmaya çalışan bir sadrazam kendisinden önceki birçok sadrazam gibi düzenin değişmesini istemeyen, bozuk düzenden çıkarı olan gruplar tarafından harcanmıştı.
Ancak Osmanlılar için asıl büyük felaket (1774) Küçük Kaynarca Antlaşmasıdır. Küçük Kaynarca Antlaşmasıyla Rus ordularının Osmanlı topraklarından çekilmesi sağlandı ama, bunun bedeli ağır oldu.
Belgrat Antlaşmasından sonra kendine güvenen ve diploması yoluyla barışı koruyabileceğine inanan Osmanlı devleti'nin bu umudu Küçük Kaynarca'da kesinlikle ortadan kalktı.
12- Kırım Osmanlı egemenliğinden çıkıp bağımsız oluyordu. Kırımın bağımsızlığı aslında göz boyamadan başka bir şey değildi. Rusya Karadeniz kıyılarını elinde tutmak istiyordu. Nitekim 1779'daki girişimi Aynalı Kavak Tenkihnamesi ile engellenirken, 1783'de Rusya Kırımdaki iç karışıklığı bahane edip Kırımı işgal etti ve bir Rus vilayeti haline soktu.
13- Rusya Karadeniz'de donanma bulundurabiliyor ve böylece Osmanlı devleti Karadeniz'deki tek egemen güç olmaktan çıkıyordu.
14- Osmanlı Rusya'ya kapitülasyon haklarını tanırken, Karadeniz'deki Rus ticaretini de kabullenmiş oluyordu.
15- Rusya, Balkanlardaki Ortodoksların haklarını, koruyucu sıfatıyla koruması altına alıyor. Böylece Osmanlı devletinin içişlerine karışma imkanını yakalıyordu. Rusya'nın İstanbul'da elçi bulundurma hakkını elde etmesi de Ruslara Osmanlı iç siyasetini yakından izlemede büyük kolaylık sağlıyordu.
16- Osmanlı devleti bu ağır hükümleri kabullenmekle birlikte Rusya'ya ilk kez savaş tazminatı vermeyi de kabulleniyordu.
Osmanlı devleti bu yeni durumdan eskiden beri süregelen yöntemlerle kurtaramayacaktı kendini. Yeni bir hız ve yeni bir soluk gerekiyordu. Bu yeni anlayış 1789'da geldi. I. Abdülhamit çaresizlik ve bezginlikle geçen saltanatının sonunda 1787'de yeni bir Osmanlı- Rus çatışması çıktıktan az sonra ölünce III. Selim 1789 yılında Osmanlı padişahı oldu. Bu ana kadar ağır aksak yürütülen Avrupa tarzı eğitim ve kurumlaşma 1789 yılından sonra yeni bir hız kazandı. Hem dış düşmanlara karşı direnebilmek, hem ülke içinde merkezin hükmünü geçirebilmek için Osmanlı devleti önemli bir değişim sürecine girdi. Bu yüzden dünya tarihinde olduğu gibi Osmanlı tarihinde de 1789 yılı önemli bir dönüm noktasıdır.
Osmanlının zayıflaması
Rusya ve Avusturya'nın tekrar Osmanlının üzerine gelmesine neden oldu. Osmanlıyı kurtaran ise Fransız îhtilali oldu.
Ancak biz 1789'a geçmeden önce (1787-1792) Osmanlı-Rus-Avusturya savaşından söz edelim.
Osmanlı devletinin Rusya'nın Kırımı ele geçirmesine karşı bir şey yapamaması, Rusya ve Avusturya'yı Osmanlı devletini kendi aralarında paylaşmak hedefine yö-neltmişti. Rusya ve Avusturya'nın bu antlaşmasının öğrenilmesi özellikle İngiltere'yi telaşlandırdı. İngilizler
antlaşmadan Osmanlıyı haberdar edip savaşa kışkırtırken, Prusya da bu iki devlete karşı Osmanlı tarafını tuttu. Osmanlı devleti Avusturya sınırında başarılı olurken, Rusya balkanlarda hızla ilerlemeye başladı. Bu başarısızlığın I. Abdülhamit'in ölümüne neden olduğu söylenir. Ancak Osmanlıyı kurtaran 1787'deki padişah değişikliği değil, 1789'daki Fransız İhtilalidir. İhtilalin kendi ülkesinde etkili olabileceğinden korkan Avusturya barış istemiştir. 1791 Ziştovi Antlaşması ile Avusturya'yla barış sağlanmıştır. Yalnız kalan Rusya da başlangıçta anlaşmadan yana değilse de istediği sonucu alamayacağını anlayınca 1792'de barışa razı olmuş ve Yaş Antlaşması yapılmıştır. Bu antlaşma ile Osmanlı Kırım'ın Rusya'ya ait olduğunu kabul ederken iki ülke arasında Dinyester ırmağı sınır kabul edilmiştir. Bu iki antlaşmayı Osmanlı devletinin dönemleri açısından değerlendirirsek şu sonuca ulaşabiliriz. Osmanlı devleti 18. YY.'de Karlofça'da kaybettiği toprakları geri alma konusunda başarısız olmuştur.

MsXLabs.org & OT
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....