Arama


fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
26 Eylül 2010       Mesaj #2
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

edebiyatı diğer sanat dallarından atıran özellik nedir

Aslında edebiyatın kendi içindeki "form/tür"leri, çok büyük ölçüde dil malzemesinin, -sosyal, kültürel ihtiyaç ve kabuller istikâmetinde- farklı biçim veya tarzlarda kullanılması ve kurgulanmasından doğarlar. Bir başka ifadeyle türler, geleneğin sanatkâra sunduğu, okuyucunun da yakından âşina olduğu kurumlaşmış estetik vasıta ve değerler bütünüdür. Zira edebiyat, "dil"le yapılan bir güzel sanattır. Onu diğer güzel sanat dallarından ayıran en önemli özellik de, malzemesinin dil olmasıdır. "Edebî türler teorisi bir sıralama prensibidir. Bu teori edebiyatı ve edebiyat tarihini zaman, yer, dönem ve millî dil gibi unsurlara göre değil fakat özellikle edebî kuruluş veya yapı çeşitlerine göre sınıflandırılır.
Bu gerçeği Türkiye'de ilk defa açıklıkla edebiyat bilimi ile uğraşan akademik çevrelerin gündemine getiren Prof. Dr. Şerif Aktaş, edebiyatın kendi iç tasnifinde veya form/türlerinin tespitinde dilin kullanma ve kurgulanma tarzlarının esas alınmasını teklif eder. Çünkü edebî eserin konusundan veya yine onun tâlî birtakım şekil özelliklerinden yola çıkarak edebiyat form/türlerini izaha kalkışmak, edebiyat bilimcisini yarı yolda bırakacaktır.
Şerif Aktaş'ın yaklaşımına göre, "destan", "kıssa", "masal", "menkıbe", "halk hikâyesi", "mesnevî", "fıkra", "öykü" ve "roman", edebiyatın Anlatma Esasına Bağlı Eser/Türler grubunu teşkil ederler. Söz konusu eser/türlerde dil, bir şeyleri anlatma, hikâye etme, nakletme istikâmetinde kullanılır. Dolayısıyla adı geçen eser/türleri, Gösterme Esasına Bağlı Eser/ Türler (tiyatro) ve Coşkulu Anlatım Tarzına Bağlı Eser/Türler'den (şiir, mensur şiir) ayıran en temel nitelik, dili kullanma ve kurgulama biçimi/tarzıdır.
Bu sebeple anlatma, ilk önce hikâyeyi, "tiyatro" formundan kesin olarak ayırır. Çünkü tiyatronun en belirgin ve vazgeçilemez niteliği, "gösterme/sahneleme" esası üzerine kurulmuş olmasıdır. Şahıs kadrosunun yaşadığı olaylar, sahnede bire bir gösterilir veya temsil edilir. Dolayısıyla tiyatro, hikâye gibi anlatmaz, gösterir, sahneler. Bununla birlikte hikâye de zaman zaman gösterme/sahnelemeden faydalanabilir. Özellikle konuşma/diyalog ve "modern hikâye"de gördüğümüz dramatizasyon, hikâyeyi belli ölçüde tiyatroya yaklaştırır. Ancak bir hayli sınırlı olan bu gösterme, hiçbir zaman tiyatro seviyesine ulaşamaz.
Kısacası; uzun tarihi içinde anlatma esasına bağlı bütün eser/türleri kucaklamış olan hikâye anlatır, nakleder ve tahkiyede bulunur. Onda dil, temelde anlatma, hikâye etme ve nakletme çerçevesinde kullanılıp kurgulanır. Her devir ve toplumun hikâyeciden beklediği; gösterme, yorumlama, açıklama, ispatlama, tasvir ve tahlil etmesi değil; anlatma ve hikâye etmesidir.
Bu noktada ikinci bir soru ile karşılaşırız; "Hikâye, ne veya neyi anlatır?" Kabul etmek gerekir ki, bütün güzel sanatların ve tabiî olarak edebiyatın hem kaynağı hem yaratıcısı hem konusu hem de hitap ettiği biricik odak merkezi "insan"dır. Edebiyatın bir alt birimi olan hikâyenin kaynağı ve konusu da, elbette ki insan olacaktır. İnsanın duyguları, düşünceleri, hayalleri, intibaları, yaşadıkları, içinde yaşadığı hayat (bu hayatın insanları ve olayları) ve buna duyduğu tepkiler. Bu noktada hikâye, -yukarıda vurgulanan anlatmayı esas alması dışında- gösterme ve coşkulu anlatım tarzına bağlı eser/türlerle müşterektir. Zira edebî eser/türler için bir konu sınırlaması getirilemez veya edebî olan-olmayan şeklinde bir konu tasnifi yapılamaz. Dolayısıyla insanı merkez alan veya onu şu veya bu şekilde ilgilendiren her konu, edebî eserin malzemesidir. Daha da önemlisi, sanat veya edebîlik, anlatılanda değil, anlatma/söyleme tarzında kaynağını bulur.
kaynak