Arama


CenneT-ul Meva - avatarı
CenneT-ul Meva
Ziyaretçi
17 Ekim 2010       Mesaj #2
CenneT-ul Meva - avatarı
Ziyaretçi
Temel Hak ve Hürriyetler

HAK KAVRAMI

Hak kelimesi hem günlük dilde hem felsefi-ahlaki söylemde hem de hukuk terminolojisinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Konuşma dilinde “hak”tan söz ettiğimiz zaman, bilerek veya bilmeyerek, hak sahibi olduğu varsayılan kişinin bir şeye yetkili olduğunu veya onun bir şeyi meşru olarak talep edebileceğini anlatmak isteriz. Bir şeye hakkımız olduğunu söylediğimizde, o şeye yönelik iddiamızın tartışılmazlığını ve herkesçe tanınması gerektiğini kastederiz. Aslında “hak” kelimesinin bu şekilde kullanılması içinde ahlaki meşruluk düşüncesini barındırmaktadır. Yani, günlük dildeki hak kelimesinin arkasında bir “ahlakilik” düşüncesi, ahlaki bir haklılık doğruluk iddiası saklıdır. Hakkın, varlığı tartışılmaması gereken meşru bir yetki veya talep olarak anlaşılması bunu açıkça göstermektedir. Bu tür bir hak iddiası, aynı zamanda, hakkın sonucu olan negatif veya pozitif taleplerin gerektiğinde zora başvurmayı meşru kıldığı anlamını da taşımaktadır. Bunu şöyle de ifade edebiliriz: Her “hak” iddiası, belli bir somut durumda başkasının özgürlüğüne müdahale edebilmek için ahlaken yetkili olunduğunun kısaltılmış bir formülüdür.
Hukuk dilindeki hak kavramı da özünde böyle bir yetki veya meşru talebin hukuki biçimde ifade edilmesinden başka bir şey değildir. Yalnız burada, iddianın, talebin veya müdahale yetkisinin arka planında ahlaki meşruluk anlayışı bulunsa da, bunların doğrudan veya görünüşteki kaynağı hukuktur.
Hukuk bilimi bakımından hakkın önemli bir özelliği, onun hak sahibi yönünden bir izin durumunu ifade etmesidir.
Hakkın unsurları
Hakla ilgili bu açıklamaları hakkın unsurlarına ilişkin bir formülasyonla bitirebiliriz. Sonuç olarak hakkın varlığından anlamlı olarak söz edebilmek için, şu unsurların bulunması gerekir:
Yetki: Hakkın özü bir şeyi yapabilme yetkisidir; o şeyi yapıp yapmamak konusunda hak sahibi serbesttir. Kişi hakkını kullanmaya zorlanamaz.
Talep: Her hak, sahibine olumlu veya olumsuz bir talepte bulunma yetkisi verir. Daha açık bir ifadeyle, bir hak başkalarına sırf bir kaçınma yükümlülüğü yükleyebileceği gibi, bir edim veya yerine getirme yükümlülüğü de yükleyebilir. Hukuki haklar hem negatif hem de pozitif taleplere dayanak oluşturabilirler. Genellikle “özgürlük hakkı” ve özgürlükten türeyen haklar negatif taleplerin kaynağıdır. Saygı gösterilme zorunluluğu: Bir hak iddiası, hakkın konusundan yararlanma yetkisinin genel olarak veya bir ilişkiye bağlı (özel) olarak tanınmasını istemek, ona saygı gösterilmesini meşru olarak beklemek demektir. Sırf ahlaki haklarda bu unsur sadece talebin ahlaken meşru olduğuna ilişkin inanç şeklinde ortaya çıkarken, hukuki haklar söz konusu olduğunda bu “zorla yerine getirme”yi gerektirir. Yani, hak sahibi hakkını tanımayan veya ihlal edenlere karşı hakkına saygı gösterilmesini veya hakkın konusundan yararlanmasını ; hukuki yaptırım yoluyla sağlatabilir. Sırf bir ahlaki hak durumunda ise hakkı ihlal edilen kişi buna ancak (en fazla) ahlaki iddiayla karşı koyabilir.
İnsan Hakkı
İnsan hakkı niteliği bakımından herhangi bir ahlaki haktan da farklıdır; bu farklılık onun diğer bütün ahlaki haklardan üstün olmasında kendisini gösterir. Başka bir ifadeyle, insan hakları en üstün ahlaki talepleri ifade eder. İnsan haklarının üstünlüğünün pratik anlamı, bu haklara dayanan iddia ve taleplerin başka bütün hak iddiaları karşısında öncelikli olmasıdır. Bu üstünlüğünü kaynağı, insan hakkının koruduğu temel değerin en üstün ahlaki değer olmasıdır. İnsan hakları düşüncesinin öncülü ahlaki eşitliktir. Bu demektir ki, aralarındaki farklılıklar ne olursa olsun, bütün insanların ahlaki değeri eşittir. Bireyler özel durumlardaki kişisel, liyakat ve hakedişleri bakımından farklı olabilirler. Ama bütün insanların kişi olarak saygı gösterilmesi gereken ahlaki kapasitesi eşittir, yani hepsi aynı saygıyı hak eder.
İnsan Hakları ve “Temel Haklar”
İnsan hakları literatüründe son yıllarda göze çarpan başlıca tartışma konularından biri de insan hakları ile “temel haklar” ilişkisidir. Bazı yazarların bir kısım insan haklarının “temel” nitelikte olduklarını ileri sürerek, bunların listeleme yoluna gittikleri görülmektedir .
Bu temel haklar anayasamızda da yer almaktadır:
KİŞİNİN HAK VE HÜRRİYETLERİ
Bilim ve Sanat Hürriyeti (27. Madde)
Bilim ve sanat, toplumların gelişmişlik göstergesidir. Toplumların sanat, bilim ve teknoloji alanında çağdaş standart ve göstergelere sahip olması, vatandaşlarının bilim ve sanatta faaliyet göstermeleri ile mümkündür. Ancak bu faaliyetler hoşgörü ve hürriyet ortamında gelişebilir. Hürriyetin olmadığı yerde bilim ve sanat faaliyetleri isten gelişmeyi sağlayamaz . Bilim ve hürriyetin olmadığı bir memlekette gerçek manada bilim adamı değil unvanlı dalkavuklar yetişir.
“NE OLURSA OLSUN İTAAT” DEĞİL DÜŞÜNEREK BİLEREK YAPMAK!
Türkiye en çok siyaseti konuşuyor, siyasetin alanı daraltılıyor, sosyal bilimler toplumu tanımak için değil, bir yöne sevk etmek için kullanılmak isteniyor. Bu mantık eğitim sistemini, yüksek öğretime varıncaya kadar duraklattı ve hatta dumura uğrattı.
Türkiye düşünmekten ve düşünmeyi bilmekten kaçıyor. Düşünce hürriyeti olmadan zengin bir fikir hayatı, bilim hürriyeti olmadan ilim ve teknikte gelişme olabileceği sanılıyor. Susan, baş eğen, tasvip eden, komuta altına giren makbul tutuluyor. Ne bugünkü dünyanın, ne de toplumumuzun talepleri bu zihniyetle karşılanamaz.
Türkiye iletişmeyi bilmeden, teknikle muhtevayı kendi ölçüleriyle uyumlaştırmadan, estetikleştirmeden iletişim patlaması yaşıyor.
Tarihten kopamayan, yakın tarihi tekrar tekrar yaşatmaya çalışan bir ülkede, yakın tarih tabulaştırılıyor, bilimsel araştırma ve incelemenin dışına çıkarılıyor ve neredeyse yasaklı bir alan haline getiriliyor.
Türkiye dinden kaçıyor, bilmeden; dine koşuyor, bilmeden!
Kavram kargaşası, kapsam kargaşası almış başını gidiyor.
Kimse düşüncesini “ağyarını mâni, efradını câmi” ifade edemiyor. Daha da kötüsü, bunun ne demek olduğunu da bilmiyor.
DEĞİŞİMDEN KAÇILAMAZ, DÜŞÜNCEDEN VAZGEÇİLEMEZ
Türkiye’de bilim, düşünce, siyaset kilitlenmiş; hareket kısıtlanmış. Kilitleri bilgi ve düşünce ile açacağız, değişime doğru kaçınılmaz hareketi başlatacağız.
Düşünmenin ana elemanlarını üç aylık bir dönemde seçkin altı bilim ve düşünce adamı “Yazar Okulu” çerçevesinde verirken, bilim, yazı ve yönetim alanında tanınmış 20 kişi, genç yazarlara kendi konuları ile ilgili bilgi ve tecrübe aktaracaklar.
Yazar Okulu, yazarların Türkiye’yi ve dünyayı doğru okuyarak yazmalarını sağlamak için Türkiye Yazarlar Birliği Vakfı tarafından açılıyor.
Ortaöğretim düzeninin bu şekilde, öğrenciler arasında bir ayrım yapılacak şekilde kurulması ve işletilmesi ciddi bir anaysa sorunu yaratacaktır. Gerçekten, “bilim ve sanat hürriyeti” ile “eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi” aynı madalyonun iki yüzü gibidir. (“Eğitim ve öğretim, devletin gözetim ve denetimi altında serbesttir. Özel okulların bağlı olduğu esaslar, devlet okulları ile erişilmek istenilen seviyeye uygun olarak kanunla düzenlenir. Çağdaş Bilim ve Eğitim esaslarına aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz.” hükümleri 1961 Anayasası’nda bilim ve sanat hürriyetini düzenleyen 21. maddede, “bilim ve sanat hürriyetinin sınırları” olarak, 1982 Anayasası’nda ise “eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevini” düzenleyen 42. maddede eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevinin sınırları olarak düzenlenmiştir.)
“Bilim ve sanat hürriyeti” anayasanın 27. maddesinde “Kişinin hak ve ödevi” olarak düzenlendiği halde “eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi” anayasanın 42. maddesinde bir “sosyal hak ve ödev” olarak düzenlenmiştir. Eğer bilim ve sanat hürriyeti bir sosyal hak olarak düzenlenirken “üniversitelere öğrenci yetiştiren liseler ve meslek yüksek okullarına öğrenci yetiştiren meslek okulları” şeklinde bir ayrım yapılacaksa bu ayrım ancak anayasanın izni ile yapılabileceğinden anayasanın 42. maddesinde mutlaka böyle bir ayrıma izin veren bir hüküm bulunmalı ve bu iki düzenden birinin seçimi öğrencilerin kanuni temsilcilerine bırakılmalıdır .
Basın Ve Yayımla İlgili Hak ve Hürriyetler (28-29-30-31. Madde)
Basın yayım araçları ve onların faaliyetleri “basın kurumu”nu oluşturur. Vatandaşlar düşünce ve kanaatlerini ve bu doğrultudaki faaliyetlerini yazılı, sözlü ve görsel basınla (medya) dile getirirler .
a) Basın Özgürlüğü
Basının ana görevi, kamuoyunu ilgilendiren konularda haberler yayınlamaktır . Anayasamızda “basın hürdür, sansür edilemez” ifadesi bulunmaktadır. Fakat devlet bazı durumlarda bu hürriyeti sınırlayabilir. Basın hürriyetinin sınırlanmasında, anayasanın 26. ve 27. maddelerinin hükümleri uygulanır. Devletin iç ve dış güvenliğini, ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü tehdit eden veya suç işlemeye ya da ayaklanma veya isyana teşvik eder nitelikte olan veya devlete ait gizli bilgilere ilişkin bulunan her türlü haber veya yazıyı, yazanlar veya bastıranlar veya aynı amaçla, basanlar, başkasına verenler bu suçlara ait kanun hükümleri uyarınca sorumlu olurlar. Tedbir yolu ile dağıtım hakim kararı ile; gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunun açıkça yetkili kıldığı merciin emri ile önlenebilir. Dağıtımı önleyen yetkili mercii bu kararını en geç yirmidört saat içinde yetkili hakime bildirir. Yetkili hakim bu kararı en geç kırksekiz saat içinde onaylamazsa dağıtımı önleme kararı hükümsüz sayılır.
Süreli veya süresiz yayınlar kanunun gösterdiği suçların soruşturma veya kovuşturmasına geçilmiş olması hallerinde hakim kararı ile; devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün, milli güvenliğinin, kamu düzeninin, genel ahlakın korunması ve suçların önlenmesi bakımından gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunun açıkça yetkili kıldığı merciin emriyle toplatılabilir
Avrupa insan hakları mahkemesine intikal etmiş bir dava örneği:
Somut davada, T.S.’in sahibi olduğu dergide iki okuyucu mektubu yayınlanmıştır. Mektuplarda Türk makamları, Güneydoğu Anadolu’daki askeri operasyonlarla Kürt halkının bağımsızlık mücadelesini kanlı bir şekilde bastırdığı suçlamasıyla ağır bir dille eleştirmektedir.
AİHM’ye göre, mektuplarda, “faşist Türk Ordusu”, “TC Cinayet şebekesi”,
ve “emperyalizmin kiralık katilleri” gibi ifadelerle, “katliam”, “barbarlık” ve “kitle cinayetleri” gibi hakaret terimleri kullanılmak suretiyle, uyuşmazlığın karşı tarafı küçük düşürülmek istenmiştir. Temel duygular tahrik ve kanlı şiddet olaylarına hakim olan önyargılar keskinleştirilerek, kanlı bir mukabeleye çağrı yapılmaktadır. Ayrıca bu mektuplar, 1985′den beri güvenlik kuvvetleri ile PKK mensuplarının ağır kayıplar verdiği, Güneydoğu Türkiye’deki asayiş durumu bağlamında yayınlanmıştır. Bu çerçevede, mektuplar, iddia edilen suçların sorumlularına karşı zaten kökleşmiş olan akıl dışı kin duygularını daha da tahrik ve bölgedeki şiddeti sürdürmeyi teşvik edici nitelikte olup, okuyucuya, mütecavize karşı savunma amacıyla şiddete başvurulmasının gerekli ve haklı olduğu mesajı verilmektedir.
AİHM, bu gerekçelerle Sözleşmenin ihlal edilmediğine karar vermiş, adı geçen şahsın başvurusunu reddetmiştir .
Özel radyo ve televizyonların kuruluşlarının kitle ile iletişimde oynadığı büyük rol, yıkıcı ve bölücü unsurları, faaliyetlerini dolaylı veya dolaysız olarak yürütmede bu yayın organlarından yararlanmaya yöneltmiştir. Türkiye genelinde 2000 yılı itibari ile ulusal, bölgesel ve yerel mahiyette 1199 özel radyo ve 261 TV kanalı yayın yapmaktadır (Bu sayı günümüzde daha da artmıştır). Özel radyo yayınlarının % 23,2’sinin, özel TV yayınlarının &,4’ünün ideolojik maksatlı olduğunu tespit edilmesi, ülkemizde hür ve serbest yayın hakkının suistimal edildiğine dair üzücü bir örnektir .
Basın özgürlüğü topluma siyasi liderlerinin düşünce ve tutumlarını keşfetme imkanı sağlayan en önemli araçlardan birisidir. AİHM’ye göre, bir siyasi şahsiyeti eleştiren gazeteciye yaptırımlar uygulanması gelecekte onu bu tür eleştiriler yapmaktan alıkoyacak bir nevi sansür niteliğindedir. Siyasi tartışmalarda gazetecilere bu tür yaptırımlar uygulanması, onların toplum yaşamını etkileyen konuların tartışılmasına katkıda bulunmasını ve dolayısıyla basının kamu adına “bekçi köpeği” görevini yapmasını engeller. Basın, politikacılara kamu oyunu ilgilendiren konularda yorum yapıp bunları halka yansıtarak herkesin serbest tartışmaya katılmasını sağlar ki, bu demokratik toplum ilkesinin çekirdeğidir .
b) Düzeltme ve Cevap Hakkı (32. Madde)
İfade hürriyetini varlığı, haber verme, gazete, dergi, kitap ve broşür çıkarma hakları, kişilerin cevap ve düzeltme hakkını da birlikte getirir. Çünkü, ifade hürriyeti korunurken kişilerin haysiyet ve şereflerini dokunulması mümkündür. Nitekim Türk anayasası da, kişilerin haysiyet ve şereflerini dokunulması veya kendileri ile ilgili gerçeğe aykırı yayınlar yapılması hallerinde bu hakkın tanındığını belirtmiştir. Gönderilen düzeltme ve cevap yayınlanmadığı takdirde yayımın gerekli olmadığına hakim karar verir. Bir yayındaki yazıdan dolayı, cevap ve düzeltme hakkını kullanmak isteyen kişi, cevabını söz konusu gazete veya derginin sorumlu müdürüne verebilir. Mahkeme yoluyla cevap ve düzeltme hakkı şu şekilde kullanılır: Cevap verenin bulunduğu yerdeki sulh ceza mahkemesine başvurulur. Bu başvurmada düzeltme ve cevap metni ile yayının ilgili nüshası da mahkemeye verilir veya gönderilir. Sulh ve ceza hakimi, en geç 24 saat içinde cevap ve düzeltmenin suç teşkil edip etmediğini, yayın ile ilgisi bulunup bulunmadığına, kanunda yazılı şekil ve şartlara uygun olup olmadığına bakarak ona göre bir karar verir. Yayınlanma, hakimin gerekli göreceği değişiklikler yapılması şartıyla da olabilir. Cevap ve düzeltme, günlük gazetelerde alındığını takip eden 2 gün içinde, diğer yayınlarda , örneğin dergilerde, yine 2 günlük süre gözetilmek şartıyla ilk çıkacak nüshada yayınlanmalıdır. Sorumlu müdür, sulh ceza mahkemesinin kararına en geç yirmidört saat içinde yayının çıktığı yerin asliye ceza mahkemesi nezdinde sebep ve delil göstererek itiraz edebilir. Asliye ceza hakiminin yirmidört saat içinde vereceği karar kesindir.
Cevap ve düzeltme hakkı, yayınlandığı günden itibaren üç ay içinde kullanılmalıdır. Cevap ve düzeltme hakkını gerçek kişiler gibi devlet daireleri, kamu kurumları ve diğer tüzel kişiler de kullanabilirler, ölen bir kimsenin cevap ve düzeltme hakkını, mirasçılarından biri kullanabilir.
Cevap ve düzeltme hakkı, TV yayınlarında da söz konusu olabilir. Şöyle ki: Herhangi bir televizyon kanalı, bir kişinin haysiyet ve şerefine dokunulması veya kendisi ile ilgili olarak gerçeğe aykırı yayınlar yapılması halinde, o kimsenin yayın tarihinden başlayarak yedi gün içinde göndereceği düzeltme ve cevap metnini genel müdürlükçe alınmasından başlayarak üç gün içinde yayınlamakla yükümlüdür. Genel müdürlük kendisine gelen metni kanun hükümlerine uymadığı gerekçesi ile Ankara Sulh Ceza Mahkemesine gönderir.
İfade hürriyetinin bir sonucu olarak anayasa kamu görev ve hizmetinde bulunanlara karşı bu görev ve hizmetin yerine getirilmesi ile ilgili olarak yapılan iftiralardan dolayı açılan hakaret davalarında, sanığa ispat hakkı tanımıştır. Bunun dışında ispat işlemi ancak fiilini doğruluğunun tespitinde kamu yararı varsa veya şikayetçi razı ise kabul edilebilir .
Toplantı Hak ve Hürriyetleri
a) Dernek Kurma Hürriyeti (33. Madde)
Dernek, belirli ve ortak bir amacı gerçekleştirmek için kurulan yasal topluluktur. Bu topluluğun tüzel bir kişiliği vardır. Dernek kurmak için önceden izin almaya gerek yoktur. En az yedi kişi bir araya gelerek dernek kurabilir. Hiç kimse bir derneğe üye olmaya ve dernekte üye kalmaya zorlanamaz. Dernek kurma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir .
b) Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkı (34. Madde)
Cumhuriyet’ten sonra 1909 tarihli İçtimaatı Umumiye Kanunu 1956′ya kadar yürürlükte kaldı.
27 Haziran 1956′da bu kanun kaldırılarak yerine 6761 sayılı Toplantılar ve Gösteri Yürüyüşleri Hakkında Kanun yürürlüğe girdi.
Gösteri yürüyüşü hürriyeti teriminin % olarak kullanıldığı bu yasa, 1909 tarihli kanuna göre “hürriyetleri” sınırlayan pek çok kural getirdi. Buna göre, seçim dönemleri dışında gerçek kişilerle siyasal partiler de dahil bütün tüzel kişilerin siyasal propaganda yapabilmeleri mülki amirin iznine bağlandı. İzin verip vermeme konusunda takdir yetkisi tamamen mülki amire ait bulunuyordu. Yerel örf ve adetlere göre yapılacak tören, eğlence, düğün, balo gibi toplantılarla okullar veya resmi kuruluşların düzenleyecekleri toplantılar ve bilimsel konferanslarla, pazar, panayır gibi yerlerde ticari, iktisadi v.b. amaçlarla bir araya gelecek halk topluluklarının toplantıları bu kuralın dışında bırakıldı.
1961 Anayasası, toplantı ve gösteriler için özgürlük alanını genişleten bir kural getirdi. Buna göre, herkes önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız, toplantı ya da gösteri yapabilir; bu hak ancak kamu düzenini korumak için sınırlanabilirdi. 10 Şubat 1963′de, 1956 tarihli kanun kaldırılarak, yeni Anayasa doğrultusunda 171 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Hürriyeti Hakkında Kanun çıkarıldı. Bu kanuna göre, “Silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hakkının kullanılması izne bağlı değildir” (yabancıların yapacakları toplantı veya gösteri yürüyüşleri izne bağlıdır). Toplantı ve gösteri yürüyüşünün yapılmasından en az 48 saat önce, mülki amirliğe, toplantının amacı ve yeri (toplantıyı yapacakların tertip kurulu tarafından) bildirilecektir. Mülki amirler gidiş-geliş güvenliğini bozmayacak, pazar kurulmasına engel olmayacak yerleri göstermek zorundadırlar. Genel yollarda, parklar ve tapınaklarda, kamu hizmeti gören binalarda ve TBMM’nin l km. çevresinde toplantı yapılması yasaktır.
Bu kurallarla, 1956 tarihli yasadaki “toplantı veya gösteriye izin için” mülki amire tanınan takdir yetkisini “kamu düzeni” ile sınırlayan yeni Anayasa’ya göre çıkarılan 171 sayılı yasaya getirilen koşulların, kamu düzenini takdir yetkisi kullanılırken gözönüne alınacak hususları belirtmek için konulduğu düşünülebilir.
Ne var ki, 12 Mart 1971 hükümet darbesinden sonra Anayasa’da yapılan değişikliklerle temel hak ve özgürlüklerin alanı daraltılırken, toplantı ve gösteri yürüyüşleri özgürlüğü de sınırlandı.
1961 Anayasası’nın 11. maddesinde “Temel hak ve hürriyetler, Anayasa’nın özüne ve sözüne uygun olarak ancak kanunla sınırlanabilir. Kanun kamu yararı, genel ahlak, kamu düzeni, sosyal adalet ve milli güvenlik gibi sebeplerle de olsa, bir hakkın ve hürriyetin özüne dokunamaz” denmişti.
12 Mart 1971′den sonra devleti kişiye karşı koruma anlayışına dayanan anayasa değişikliği ile getirilen “kötüye kullanma” kavramının uyarlanması, 11. maddeyi şu hale soktu: “Temel hak ve hürriyetler devletin ülkesi ve milleti ile bütünlüğünün, cumhuriyetin, milli güvenliğin, kamu düzeninin, kamu yararının, genel ahlakın ve genel sağlığın korunması amacı ile veya Anayasanın diğer maddelerinde gösterilen sebeplerle Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak, ancak kanunla sınırlanabilir.
Kanun, temel hak ve hürriyetlerin özüne dokunamaz.
Bu Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbirisi, insan hak ve hürriyetlerini veya Türk Devletinin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü veya dil, ırk, sınıf, din ve mezhep ayrımına davranarak, nitelikleri Anayasada belirtilen Cumhuriyeti ortadan kaldırmak kastı ile kullanılamaz”.
Oysa, bu esnek kurallarla yeni suçların oluşabileceği yorumlarına gidilerek “temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunmak” mümkün olacaktı. Çünkü temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasını güçleştirecek engellerin kaldırılması için değil, bu hak ve özgürlükleri kullanma alanının daraltılması amacıyla kural getiriliyordu.
12 EYLÜL KANUNU
12 Mart zihniyetini, 1961 Anayasasını tamamen kaldırarak sürdüren 12 Eylül döneminin bireysel hak ve özgürlüklere karşı otoriteden yana bir bakış açısının ürünü olan 1982 Anayasası ile özgürlüklerin sınırlanması amaçlanmış; bu Anayasaya göre çıkarılan Dernekler Kanunu’nun örgütlenmeyi devlet için tehlikeli ve örgütleri potansiyel suçlu görmesi gibi 6.10.1983 tarihinde çıkarılan 2991 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu da gösteri ve toplantıların suç odağı olabileceği mantığı ile hak ve özgürlükleri kullanılamaz kıtan kurallar getirmiştir.
6.10.1983 TARİH VE 2991 SAYILI TOPLANTI VE GÖSTERİ YÜRÜYÜŞLERİ KANUNU’NDA
Anayasanın 34. maddesinde yazılı olduğu gibi, “Herkesin, önceden izin almaksızın, bu kanun hükümlerine göre, silahsız ve saldırısız olarak, kanunların suç saymadığı belirli amaçlarla toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahip olduğu” (madde 3) ve toplantı ve gösterilerin, “aşağıdaki hükümlere uyulmak şartıyla” her yerde yapılabileceği (madde 6/1) kaydedilmiştir.
Bu demokratik görünen girişten sonraki maddenin “aşağıdaki hükümleri” ve daha sonraki maddelerdeki hükümler, (tabii Anayasadaki “aşağıdaki hükümlere” ve “maddelere” uygun olarak getirilen sınırlamalarıyla) toplanma hak ve özgürlüğünün özünü zedelemektedir.
Toplantı ve gösteri yapılacak alanları ve yerleri tamamen idarenin keyfi takdirine bırakarak, toplantı ve gösteriyi düzenleyenlerin halkla temasını olabildiğince engellemeyi amaçlayan yasa, toplantıların mülki amirlikçe ertelenmesi ve yasaklanmasına ilişkin maddeleri ve sonradan gelecek mahkeme kararını işlevsiz kılan hükümleriyle, polis devleti zihniyetini yansıtmaktadır.
Son uyum yasası ile kanunun “dernekler, vakıflar, sendikalar ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının kendi konu ve amaçları dışında toplantı ve gösteri yürüyüşü yapmalarını yasaklayan 21. maddesinin kaldırılması çok olumlu bir gelişme olmakla beraber, kanunun diğer hususlarda idarenin keyfi takdirlerine ve yasaklamalarına yer veren kuralları yürürlükte kaldığından, yapılan değişiklik çok yetersiz kalmaktadır.

TOPLANTI VE GÖSTERİ YÜRÜYÜŞLERİNE İLİŞKİN YASAL DÜZENLEMENİN İLKELERİ:

1) Herkesin, önceden izin almaksızın, silahsız ve saldırısız olarak, kanunların suç saymadığı amaçlarla, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı vardır.
2) Genel ve yerel seçim zamanlarında seçim kanunlarına göre yapılacak toplantılar ve gösteri yürüyüşleri; kanun ya da gelenek ve göreneklere göre yapılan tören, şenlik, karşılama, uğurlamalarla bilim, sanat, spor etkinlikleri bu yasa hükümlerine tabi değildir.
3) Açık toplantılar ve gösteri yürüyüşleri, mabetler, sağlık kurumları, kamu yönetimi binaları içinde ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin l kilometre uzağındaki yerler ile can ve mal güvenliği bakımından önlem alınması mümkün olamayacağı mülki amirliklerce, önceden ilan edilmiş yerler dışında, her yerde yapılır. Mülki amirliklerin ilana ilişkin kararlarının iptali için, herkes ilan tarihinden itibaren 60 gün içinde idari dava açabileceği gibi; toplantı ve gösteri yürüyüşü için başvuruda bulunanlar da, başvuru tarihinden itibaren 60 gün içinde dava açabilirler.
4) Açık toplantılar ve gösteri yürüyüşlerini düzenleyenlerle güvenlik görevlileri, toplantının güvenlik içinde yapılabilmesi, kamu düzeninin bozulmaması; toplantı alanı ve gösteri güzergahı dışındaki can ve mal güvenliği önlemlerinin aksamaması için toplantı alanında ve gösteri güzergahında (cankurtaran, itfaiye v.b. araçların geçebilmesi olanağını sağlamak üzere), toplantı ve yürüyüş düzeninin bozulmamasını da gözeterek bir trafik şeridi ayırır.
5) Açık toplantı veya gösteri yürüyüşü yapacak olanlar, toplantının veya gösteri yürüyüşünün gün ve saatini en az 48 saat önce toplantının veya gösteri yürüyüşünün yapılacağı yerdeki mülki amirliğe bildirirler.
6) Süresinde bildirimde bulunulmayan bir toplantıda veya gösteri yürüyüşünde güvenlik sağlanamamış veya kamu düzeninin bozulmuş ya da güvenlik önlemlerinin yeterince alınmamış olması yüzünden suç işlenmişse, ancak bu takdirde toplantı veya yürüyüşü düzenleyen sorumlular, zamanında bildirimde bulunmadıklarından cezalandırılabilirler. Tüzel kişilerin, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının, toplantı ve gösteri yürüyüşü için bildirdikleri amacın dışına çıkıp çıkmadıkları, bu kuruluşların kendi organlarını ilgilendirir ve onlar tarafından değerlendirilebilir. Güvenliği sağlanmış, kamu düzenini bozmayan ve eylemli olarak şiddetin kullanıldığı tecavüz olayı bulunmayan toplantı ve yürüyüşlerin, amaçları dışına çıkıp çıkmadığı, idare tarafından takdir edilemez; suç işlendiği kanaatine varılmışsa, toplantı ve gösteri yürüyüşü bittikten sonra tutanaklara veya ihbarlara göre ceza soruşturması yapılabilir. Toplantı ve gösteri yürüyüşlerine ilişkin suçlar ve bu suçların cezaları Türk Ceza Kanunu’nda gösterilir.,
7) Mülki amir, yapılacağı bildirilmiş olan toplantı veya gösteri yürüyüşü sırasında,
alınacak önlemlere rağmen, güvenliğin sağlanamayacağını ve kamu düzeninin ciddi
olarak bozulmasını önlemenin mümkün olamayacağını, gerekçesiyle birlikte mahkemeye sunarak, toplantı veya gösteri yürüyüşünün 30 günü aşmamak üzere ertelenmesi için tedbir kararı verilmesini isteyebilir. Nöbetçi mahkeme 24 saat içinde bu istemi karara bağlar. Toplantı saatine kadar mahkeme karar vermemişse, toplantı yapılır.
8) Tescil edilmemiş topluluklar, açık toplantı veya gösteri yürüyüşünü, en az 48 saat
önce toplantının tarihi, saati ve konusu ile üç kişilik düzenleme kurulu üyelerinin adlarını, adreslerini ikamet belgeleriyle birlikte en büyük mülki amire verirler. Tescil edilmiş tüzel kişilerin yönetim kurulları, düzenleme kurulu sayılır veya yönetim kurulu başkanı veya yetkili üyesi, derneğin üç üyesini düzenleme kurulu olarak atayarak, mülki amirliğe bildirebilir.
Bu bildirim karşılığında, gün ve saati gösteren alındı belgesi verilmesi zorunludur. Bu bildirim, mülki amirlikçe kabul edilmez veya karşılığında alındı belgesi verilmez ise, toplantıyı veya gösteri yürüyüşünü yapacak olanların düzenleyecekleri bir tutanakla notere ihbar yapılır, ihbar saati bildirimin verilme saati sayılır. Noter, bu ihbarı görevlisi aracılığıyla, en çabuk biçimde mülki amirliğe bildirir.
9) Düzenleme kurulu toplantının, amacına uygun olarak gerçekleşmesi için gereken
önlemleri alır ve gerektiğinde güvenlik kuvvetlerinin yardımını ister. Alman önlemlere rağmen sükun ve düzenin sağlanamaması halinde kurul başkanı toplantının sona erdirilmesini idare görevlilerinden isteyebilir. Düzenleme kurulunun sorumluluğu, topluluk toplantı yerinden tamamen ayrılıncaya kadar sürer.
10) Toplantı veya gösteri yürüyüşü, düzenleme kurulu temsilcisi tarafından, bildirimin
verildiği mülki amirliğe yazı ile bildirilmek koşuluyla ve 48 saati geçmemek üzere
ertelenebilir.
11) Toplantı ve gösteri yürüyüşü için verilen gün ve saatten önce ya da sonra ateşli
silahlar veya patlayıcı maddeler veya her türlü kesici, delici aletler veya taş, sopa, demir ve lastik çubuklar, boğma teli veya zinciri gibi bereleyici veya boğucu araçlar veya yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı eczalar veya diğer her türlü zehirler veya sis, gaz ve benzeri maddeler toplantı alanı veya gösteri güzergahında bulunursa, toplantı bütün bu araç ve gereçler ve bunları bulunduranların alan ve güzergah dışına çıkarılmasından sonra yapılır.
12) Kanunun suç saymadığı her konuda kamu düzenini bozmayan her toplantı ve gösteri
serbestçe yapılabilmelidir. Toplantı ve gösterilerle ilgili yasaklamalara özel kanunda değil Ceza Kanunu’nda yer verilir, kanunun suç saydığı eylemler Ceza Kanunu’nda gösterilir; toplantı ve gösterilerin kamu düzenine aykırı olup olmadığı ise yargı içtihatları ile belirlenirse idarenin takdir yetkisini keyfi olarak uygulaması önlenir. Toplantı ve gösteri yürüyüşleri ile ilgili yasaklar ve yaptırımları Türk Ceza Kanunu’nda; polisin toplantı veya gösteri yürüyüşünün düzenini sağlarken görevini nasıl yapacağı, Polis Görev ve Yetkileri Kanunu’nda gösterilmelidir.
13) Kanunlardaki kavramlar, çağdaş hukukun genel ilkeleri, anayasa ve uluslararası
sözleşmelerle benimsenmiş ilkeler, bilimsel ve yargısal içtihatlarla birlikte gözönüne
alınarak yorumlanmalıdır. Böylece kamu düzeni kavramı da içtihatlarla belirlenir .
Mülkiyet Hakkı (35. Madde)
Anayasamız “mülkiyet hakkı” başlığı altında; “Herkes mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.” hükmünü getirmiş olmasına rağmen Türk Telekom tarafından bu anayasal emir de ihlal edilmekte ve kişilerin mülkiyet hakkına keyfi olarak ve kullanıcılar zararına olacak şekilde el konulabilmektedir.
AİHS’nin 6. maddesi de anayasanın ilgili maddesine paralel olarak uluslar arası düzeyde mülkiyet hakkını korumayı amaçlamıştır. Mülkiyet hakkı Çağdaş Batı Uygarlığı’nın temel taşıdır. Bu sebeple 1789 Fransız İnsan Hakları Beyannamesi’nin 17. maddesi mülkiyet hakkını korumaktadır.
Anayasamızın 90. maddesine göre ise usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. 6336 sayılı kanunla onaylanmış ve yürürlüğe konulmuş bulunan AİHS’nin 1 nolu ek protokolünün 1. maddesi şu hükmü içermektedir:
Madde 1: Mülkiyetin korunması
Her gerçek ve tüzel kişi, maliki olduğu şeyleri barışçıl yoldan kullanma hakkına sahiptir. Kamu yararı gerektirmedikçe ve uluslar arası hukukun genel ilkeleri ile hukukun aradığı şartlara uyulmadıkça hiç kimse mülkiyetinden yoksun bırakılamaz.
Bu durumda, Türkiye Cumhuriyeti kurumlarının görevi; mecliste onaylanarak yasalaşan bu maddeyi dikkate alarak iç düzenlemelerini Türkiye’nin taraf olduğu mülkiyeti korumaya yönelik diğer uluslar arası antlaşmalara ve meclisten geçirilerek yasalaşan ilgili maddelere uyumlu hale getirmektir. Böylece batılılaşma ve demokratikleşme çabası sadece imzalanan anlaşmalarla ve uyum yasaları ile kağıt üzerinde kalmaktan çıkarak toplumun yararı doğrultusunda kullanılmışta olacaktır. Ancak Türk Telekom’un sözleşmelerinde açıkça yasalar çiğnenmekte ve mülkiyet hakkı hiçe sayılmaktadır.
AİHM; Akkuş-Türkiye, Aka-Türkiye ve takip eden kararlarıyla oluşan içtihadıyla, devletin mülkiyete saygı ilkesine uymaları gerektiğini, keyfi şekilde ve adil ve tam karşılığı ödenmeden, adil yargılama ilkelerine uyulmadan yapılan kamulaştırma veya devletleştirmelerin hukukun ihlali olduğunu hükme bağlamıştır. Türkiye Devleti’nin resmi kurumlarının yapmış olduğu mülkiyet ihlalleri nedeniyle AİHM’de bir çok kereler mahkum olunmasına ve mağdurlara yüksek tazminatlar ödemek zorunda kalınmasına rağmen, bu ihlalleri önleyici tedbirler alınamamaktadır. Türk Telekom tarafından imzalatılan sözleşme, yukarıda sayılan kriterleri ihlal eder şekilde kullanıcıların mülkiyetini el koymayı içermektedir .
Hak Arama Hürriyeti (36. Madde)
Kişiler ve vatandaşlar bir hukuk devleti içinde yaşıyorlarsa, bu devletin bütün faaliyetlerinin yargı denetimine tabi olduğu bir hukuk düzeni içinde bulundukları anlamına gelir. Türk anayasası da Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olduğunu açıkça belirtmiştir. Bunun sonucu olarak; egemenlik kayıtsız şartsız milletindir, yani kimse millete hükmedemez. Yalnız millet her şeyi bir arada toplanıp yapamayacağına göre, egemenliği kendi içinden çıkan organlar eliyle kullanacaktır. Bu organların arasında yargı da vardır. Esasen yargılama işi egemenliğin en önemli unsurlarından biridir. İşte bu yüzden, anayasa, kanunların bile yargı denetimine tabi olduğunu kabul etmiş ve Anaya Mahkemesi’ni öngörmüştür.
Hak arama hürriyeti, yargı mercilerine başvurulma ile gerçekleştirilecekse, kişiler ilgili mahkemeye bir dilekçe vermek zorundadırlar. Dilekçe vermek için, temyiz kuvvetine sahip ve reşit olmak gerekir. Aksi halde, veli veya bazı şartlarda vasi ilgili kişi namına dava açar. Bunun dışında, bir kimse başkasının yerine hak arama hürriyetini kullanamaz, avukat tutulması istisnadır.
Hak arama hürriyetine paralel olarak, vatandaşlara dilek ve şikayette bulunma hakkı da tanınmıştır. Anayasaya göre, vatandaşlar, kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve şikayetleri altında tek başlarına veya topluca yetkili makamlara ve TBMM’ye yazı ile başvurma hakkına sahiptirler. Kendiler ile ilgili başvurmaların sonucu, dilekçe sahibine yazılı olarak bildirilir. Dilekçe hakkının kullanılması için, bizzat başvurmak veya mutlaka bir avukatla temsil edilmek gerekmez
Temel Hak ve Hürriyetlerin Korunması (40. Madde)
Anayasamızın 40.maddesine bakıldığında AİHS’ nin 13.maddesinden esinlenildiği görülmektedir. Bu madde ile; Anayasada tanınmış olan hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkese, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. Anayasamız ayrıca, aynı madde ile kamu görevlilerinin kişilere haksız işlemleri sonucu verdikleri zararı da devletin karşılayacağını belirtmiştir. Ancak devletin, bu zara ile ilgili olarak sorumlu olan ilgili görevliye rücu (yönlendirme, devretme) hakkı saklıdır. Aynı zamanda devlet, işlemlerinde ilgili kişilerin hangi kanun yollarına ve hangi mercilere başvuracağını ve bunların sürelerini de belirtmek zorundadır.
Uluslararası Hukuk Alanında Teminat
Uluslararası hukuktan doğan yükümlülüklerin içine öncelikle Uluslararası hukukun genel prensipleri, daha sonra da devletin taraf olduğu sözleşmelerden doğan yükümlülükler girer. Küreselleşen dünyada devletler arasında ekonomik, teknolojik ve çeşitli bakımlardan sınırlar ortadan kalkmaktadır. Dolayısıyla insan hakları kavramı etrafındaki sınırlar da ortadan hızlı bir şekilde kalkmakta ve bu kavram uluslarüstü bir değer haline gelmektedir. İşte bu şekilde evrensel hale gelen insan hakları kavramı etrafında dönen hak ve hürriyetlerin güvence altına alınarak, aykırı gidişlerden korunması ve daha ileri ve kaliteli bir düzeyde gerçekleştirilmesi amacıyla uluslararası kuruluşlar oluşturulmuş ve bu kuruluşlar vasıtasıyla çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Uluslararası kuruluşların başında Birleşmiş Milletler ve Avrupa ülkelerinin siyasal birliği olan Avrupa Konseyi gelir.Birleşmiş Milletlerin, kişisel ve sosyal hakları dolayısıyla insan haklarını uluslararası alanda hukukun konusu yaparak teminat altına aldığı belgelerin başında İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, BM İnsan Hakları Koruma Sözleşmeleri olan Soykırım Sözleşmesi, Irk Ayrımcılığının Tüm Biçimlerinin Kaldırılması Uluslar Arası Sözleşmesi, Kadınlara Karşı Tüm Ayrımcılık Biçimlerinin Kaldırılması Sözleşmesi, Çocuk Hakları Sözleşmesi, Kişisel Ve Siyasal Haklara İlişkin Sözleşme, Ekonomik Sosyal Ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslar Arası Sözleşme, İşkence, Başka Zalimce İnsanlık Dışı Yada Onur Kırıcı Davranışlara Karşı Sözleşmeler gelir . Avrupa konseyinin ise insan haklarının teminat altına alınması ve geliştirilmesi konusunda öncülüğünü yaptığı sözleşmenin başında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gelir .
Çağdaş demokratik devletlerde, hukukun üstünlüğü geçerli olmakla birlikte başta anayasal kurumlar olmak üzere tüm kurum ve kuruluşlar ile bunların işleyişleri ve bu işleyişlere yön verenler hukuk kurallarına tabidir. Kurumların örgütlenmesini ve işleyişini belirleyen bu kurallara vatandaşlar kadar siyasi iktidarı kullananlarda mutlaka uymalıdır. Çünkü hukuk kuralları temelde gücünü yine kendisinin oluşturduğu Anayasadan almaktadır. Dolayısıyla hukuk kurallarına uyulduğu ölçüde de hak ve hürriyetler teminat altında olmakta ve Anayasanın üstünlüğü anlayışı gerçekleşmektedir.
Modern Türkiye’nin halen yürürlükteki anayasası bilindiği gibi 1982 tarihlidir. Tarihsel süreç içerisinde 1982 Anayasasında ortaya çıkan ihtiyaçları gidermek, Avrupa Birliğine tam üyelik için gerekli ekonomik ve siyasi kriterleri karşılamak, kamuoyu beklentileri doğrultusunda çağdaş-demokratik standartları ve evrensel normları gerçekleştirmek, insan hakları ve hukukun üstünlüğünü dolayısıyla anayasanın üstünlüğünü ön plana çıkarmak amacıyla anayasa değişiklikleri yapılmıştır, yapılmaktadır.
Aslında amaçlanan küreselleşen dünyaya uyum sağlamaktır. Bu itibarla insan hakları ve temel özgürlükler alanındaki düzenlemelerde güvencelerin güçlendirilmesi yönünde önemli adımlar atılmaktadır. Dolayısıyla bireyler olarak bizler, hem ulusal ve hem de uluslararası alanda güvence altına alınan ve çerçevesi genişletilen hak ve hürriyetlerimiz ile yaşadığımız toplum ve devlet düzeni içerisinde, bir taraf bir başka deyişle söz sahibi olarak varlığımızı, tabii ki Atatürk Milliyetçiliğine bağlı, insan haklarına saygılı, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti ve ulusu olma azim ve kararından sapmadan gerçekleştirebilmekteyiz.

Hak hakkında ansiklopedik bilgi

Hak Alm. Recht (n), Gerechtigkeit (f), Wahrheit (f), Fr. Droit (m), Justice (f), İng. The right, Justice, Equity, Law, Truth. Kullanıldığı yerlere göre, çeşitli anlamlara gelen bir kelime. Hakikat ve hukuk kelimeleri de hak kelimesinden türemiştir. İnsan varlığına, bir kimseye var olan yasalarla, evrensel beyannameler ya da en azından sözlü bir gelenekle tanınan belli şekillerde hareket etme özgürlüğü, yetkisi ya da imkanı. İnsana Tanrı, kral, yasa, toplumsal bilinç ya da gele­nek gibi bir otorite kaynağı tarafından veri­len, desteklenen, kutsanan yetki, özgürlük ya da ayrıcalık. Bireylere toplumsal ilişkiler ve ahlâki bakımından tanınan davranış özgürlü­ğü.

Hak biraz daha özel olarak da, toplumsal bir çerçeve içinde, hukuki düzenin, insan açısından korunmaya değer çıkarları koru­yabilmek amacıyla insanlara tanıdığı yetki şeklinde tanımlanabilir.

Hak kavramını açıklayan üç ayrı öğreti­den söz edilebilir. Bunlardan birincisi olan irade teorisine göre, hak, hukuki düze­nin insana tanıdığı irade gücüdür. İkincisi olan çıkar teorisi ne göre ise, hak hukuki düzenin koruduğu çıkardan başka bir şey değildir. Bu iki teorinin eksiklerini gidere­rek bir sentezini yapmış olan karma teori açısından ise hak, hukuki düzenin kişiye, sahip olduğu çıkarı koruması için tanıdığı irade gücüdür.

Haklar çeşitli şekillerde sınıflanabilir. Her tür sınıflamanın başında gelecek hak türü, doğal halda belirlenir. Buna göre, doğ­rudan doğruya insan doğasından çıkan ve bir insan varlığı olma olgusu tarafından ön­görülen hak ve özgürlüklere doğal haklar adı verilir. Bunlar, her zaman ve her yerde geçerli olan haklardır. Doğal haklar, bir başkasına devredilemeyecek ve hiçbir şekil­de vazgeçilemeyecek hak ve özgürlükler olarak anlaşılır. Bu hakların en belli başlıla­rı, yaşam, özgürlük, eşitlik, mutlu olma, ça­lışma gibi haklardır.

Öte yandan, kabul edilmiş standartlara uyduğu, Tanrı’nın isteklerine uygun düştüğü, ideallerimizi somutlaştırdığı; başkalarının çı­karlarına zarar vermediği; ve nihayet kendi­lerinin ahlâki değerleriyle ilgili sağlam ka­nıtlar bulunduğu için belli eylem ya da faaliyetleri gerçekleştirme hakkına, ahlâki hak adı verilir.

Üçüncü olarak kişinin siyasi iktidarın kullanımına katılma amacına yönelik seçme, seçilme, siyasi parti kurma, ve partilere girme, siyasi iktidarı eleştirme, sansüre ya da kovuşturmaya uğramama gibi haklarına, siyasi haklar adı verilir. Buna karşın, bir toplumun yurttaşlarına, o toplumun hukuki ya da yasak oyucu güçleriyle verilen haklara. vatandaşlık haklan adı verilmektedir. Öte yandan, iyi bir eğitim, sağlık, meslek sahibi olma uygun bir yaşam standardına ulaşma, baskı altında tutulmama, fırsat eşitliği gibi bireylere toplum tarafından sağlanan temel hak ya da ideallere insan hakları adı veril­mek durumundadır.

Yine, hukuki sistemi, ithamlara karşı sa­vunma, başkalarını suçlama, başkaları kar­şısında korunma, yasaları değiştirme gibi iş­lerde kullanma, bütün bu konularda yasa karşısında eşit muameleye tabi olma türün­den haklara ise hukuki haklar adını verme­miz gerekir.

Haklara, son olarak, kişinin belirli yaşam alanlarının gizli tutulması amacına hizmet eden ve onun maddi ve manevi varlığıyla il­gili olup, bu varlığın geliştirilmesini hedef­leyen kişisel haklan örnek verebiliriz. Bu hakların belli başlıları arasında konut doku­nulmazlığı, haberleşme özgürlüğü, özel ya­şamın gizliliği. yerleşme ve seyahat Özgür­lüğü din ve vicdan düşünce ve ifade, bilim ve sanat özgürlüğü verilebilir.
Son düzenleyen CenneT-ul Meva; 17 Ekim 2010 21:12 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi